Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Allah bir, aşk tek Şükeyra. Bana inanmadığım bir şey söyle ki olmayacak doğruya inanan düşüm seni var saysın.
Sen bana korku şehirlerinden emanet düşlerin duraksız yolculuğuyla geldin; içinde uykusuz gülüşlerin kara mayınlarını taşıyarak. Şaşırmış bir ömrün yol kenarlarında karşıladım yanağının utangaç kırmızılığını. Dizlerinin yarası gülüşlerinin yarasından daha derindi. Yüzün yalnızlığın sığınılmamışlığı kadar tanıdık, aşkın yağmur merhameti kadar yabancıydı. Kimseye kalmayan ve kimsenin sarılamadığı sıcaklığında soğuk fırtınaların deniz dalgaları koptu apansız. Kılıcın kan değen ucuyla ve yağmurun anne karnı huzuruyla okşadın geçmişten kalan mişli geçmemiş yaralarımı. Annen gibi ruhunun yankısına biganeyken yol üstünde uğrayıp acını azalttığın kentler, deniz babanın kokusuyla yalardı şakağındaki yıkılmış limanların yamacında ölen martıların kanatlarını. Çocukluğun bu yüzden hep korkaktı, hep yasaktı ama hep sadıktı. Ölü çocukluğunun kelebek kokusuyla yaşanır mı aşkın gör-ebe saklambaçları Şükeyra?
Koynunda sakladığın mektuplarda aklarken gözyaşını, kirpiklerinle gözyaşını silebilme becerin seni hep gülümsetti; hatta baş aşağı ağlarken bile. Ellerinin kuytusunda ayrılıkla karanlığın kavuşmasını gördüm: Kuyularda saklansın kaşına düşen uçurum. Aşk dedim, susup kaldın. Varoşlarda ölen esmer adamların cesaretsiz adımlarıyla yürüdün gözlerimi. Yeterdi suskunluk keskin virajlı, yalnızlık ulamalı yolları aşka bağlamaya. Herkesin susuşu başkasına yabancıdır derken, mutluluğun tanımında mutsuzluğunun karanlık halini seyrederken cümlelere aktı pişmanlığın. Kendine dönüp yüzünden akan şehirlerle tırmaladın içinin şiir tutanaklarındaki hâlini. Aynanın derinliğinde biriktirdiğin düşler kırıldığında senden başka herkesi toplamak için miydi Şükeyra? Sustuğun kadarsa sensizlik, hayatsızlığımın kefeni kadar kanıma yığılıp kalmanı diliyorum.
Ölümümden kârlı çıkan hayatın ta kendisiyken, kendimde bulamadıklarımı senin bildiklerinde buldum. Aşk bilebilmenin acemiliği değil, unutabilmenin ustalığıymış o zaman anladım. Halbuki seni anlamayanların anlamlarına, seni yaşayamayanların yaşamlarına seni ekleyecek kadar aciz ve seni onlardan alabilecek kadar güçlü değildim. Sen bana kendi bedelini sessizlikle ödetirken, cemalimdeki aynalar kan kustu, yüz geceden düşüp yüz üstü yüz kere kırılarak. İçinden geçsem bin parçayım, gözünden baksam yalnızlığın söz dizisinde hep mağlubum Şükeyra dediğimde çoktan susmuştun. Benimle senin arandaki mesafe aşkla aşılacak ayrılık kadar kısayken, seninle benim aramdaki mesafe gözlerin gibi sus sus bitmedi. Ve aşk yırttı gönlüme inen perdeyi Seni terk etmeye aşkım yetmiyor ya, Mevlana çağının sokakta kalmışları kadar yalnızlaştır içimi.
Ömrümün karanfil rengi yanarken kokunla gülüşün arasında, saçlarının şeddesine sokuldu parmaklarım. Hani rüzgar bendim saçlarının özgürlüğünde Şükeyra! Uzak bir şehirde sessizlikle anıldı adının yanılgısı. Akşamlarda kaldı kokunun ten alıcılığına çarpan yolsuz yolcuklarımın kaza raporu. Kalakaldım içinin korku aynalarında; bir adım sonran bana alamet. Ceplerimde kıyametten kalmış kül yığını ellerinin. Hangi rüyaya dalsam güpegündüz uykusuz kalıyorum. Hangi kapıyı açsam ardında kırk kapı kalbin. Ömrüne baksam düşümden geçip, rüzgâr senden doğuyor. Ruhum zorla kabzedilirken aşkın ayak yalınlığı için, yokluğum kaybın tercümanı. Varlığını inkâr etmek aşktandı, seni var saymak ölümün ezberciliği. Değil mi ki yanağından yangınlar akıyor tekmil suskuyla, bırak eğik kalsın gözyaşının lamelifi. Alenen çıldırmazsak kim şüphelenebilir aklın ikna odalarında aşka kefil olduğumuza? Her uzvun birbirinden güzel ama sen her uzvundan da güzelsin. Öyleyse gözlerin doğacak çocuklara isim olsun Şükeyra.
Sesinin yankısıydı suskunluk taş kitabelerde. Oysa söylenecek sözler kalmalı yüzüne karşı ağlanıp gözünün içinde can veren diyende bendim. Ezber ettiğin harflerin gölgesinde gövdemi harlayıp yol ederken canına, aydınlıkla karanlığın, geceyle gündüzün günahına tanık oldum: Şahitsizim aşkına! Diline gelen cümleler yağmaya yeminli yağmura karışırken yüzünde, aşkın olmazı yine aşk mıydı? Kalpte unutulmuş acıları sağalttım tenimin ücra kuraklığında. Ölümden önce gelen tren vagonlarında ömrümün kaçaklığına bilet kestim dönüşü yok sayılan. Kurumuş gül yaprağın varsa hâlâ, ıslak gülüşüme sür, geçsin korku ayinlerinde terk edilmeye hazırlanmalarım. Kaderimin üstünden ateşi bilen parmaklarınla geç: beni annemden sonra sen doğurdun.
Hikâyemde yokum. Güzelliğinin kumrallığıyla baş başa iki ayna arasında bırak gülüşünü: İki ayna arasındaki görüntü sonsuzdur Şükeyra!
Şükeyra
Unutmuş olmalısın suyu yıkayan kanı. Kanı bulandıran suyu. İnce bir çizgi çekip yeryüzünün cezmi ile yüzünün harekesi arasına, yaşayan ve yaşamayan, susan ve dillenen, ağlayan ve ağlatan her cümleyi bir çırpıda yakmış olmalısın. Hicap aynasında aynını gösteren yol bulununca, alın kaderin teriyle yıkanınca ve ferman papirüslerine damlayan mürekkep erkenden dağılıp hiç olmamışçasına yok olunca, aşkla kalbi düş bitiminde yırtmış olmalısın. İsmin karanlığında günleri mi kaybettin de adımların sana yok susuyor?
Şükeyra
Yağmura kaldı bastığın toprağı bir damlayla nefeslendirip teyemmüme sebep olmak. Güne karışınca gece, geceye yol verince ay karanlığı, imdat sesli uykuya karıştı rüya. Rüyanın çatladığı yerden sızan uğultulu güzellikle uyandın; parmaklarında izim. Bir sen kaldın içinden bîhaber düş. Bir ben kaldım aşk deyip kalemi kırınca esmeye değil yağmaya çalışan rüzgâr. Bir biz kaldık, ortasından esre geçmeyen isimleri hayata siper eden deliler. Deliliğin delili olmaz ve aşk varsa suç değildir delirmek. Bir kere de ağla tırnaklarının perdeyi yırtışına. Oysa sen aşkın hayâsı değil miydin? Aşk dendiğinde kendinden hayâ edilen ışık sendin de kalbine dokununca ellerim neden ağladın? Boydan boya savur ölüye sarılmadan yırtılan kefeni denizin üstüne çarşaf diye. İçimden giderken yalnız kalmazsın böylece.
Şükeyra
Kan tuttu hikâyenin ortasında gölgemin perçemini. Şehirlerin soluğuyla kusarken aynaların paramparçalığı kalbimi kırdı. Boğazımda son nefes gibi kaldı adın. Niyet akıbete galebe çalarken, aşkın masumiyeti masalı ağlatacak kadardı. Bak bakalım yağmura karışan nefesim hâlâ sen mi kokuyor? Düş geçilir saçlarının kıyısında ağlamazsam. İstasyonlarda vadesi biter solmaz vaatlerin. Ezeli olan kadar ebedidir yüzünün beyazlığına bağışlanan aşkın yüzünün suyu. Bu güne kadar susarak ezberlettin gülüşünü de, kaç kelimeden ibaret suskunluğumun şeddesi diye hiç düşündün mü? İçinde ölen bir cesetti umut; mezar taşlarında adı kaldı aklının. Oysa delirmekten zanlıydı delirmeye alamet gözlerin. Bir bakışı bir bakışa eklemeden kendiyle baş başa kalamaz mı aşk? Yoksa günah, birde karar kılıp üçe uğramadan yapamayan mı?
Şükeyra
Aydınlıkları kuşanıp çıkmayı umut ettiğim yolları karanlıklar altında, köhne şehirlerin caddelerini yakarak geçtim. Sis düştü kirpiğime içimin ağrısından. Yolumu bulamadım düşün derin çizikleri ve kalbin kırıkları arasında. Oysa şehirlerarası yalnızlığıma gülüşün kadar sıcak cümlelerinle kül gibi yağsan, yağmur çıplaklığının bulut grisi kederinden sıyrılacaktı arkamda bıraktığın gözlerim. Aşkın yetim sefer sayılı yollarında yönünü şaşırmış kimsesizlik örtmedi gözlerimdeki pas tutmuş denizi. Öte yanda yarasından ağladı kendi içine dert olan dert. Yine de kirletmedim yüzümü hüzünle. Yine yağmur yağsın dudaklarıma sağanak sağanak dedim. Tufanlar kopsada yanağımın sen çukurluğunda dolunaydan tuttuğum ellerinin serin gecesinin yıldızları kıyamet nidasıyla dürülmesin istedim. Senin şehrinden geçen yolların yolculuğu aşka mâl olmasın istedim. Rengi kallavi ağıtların tozunu yuttum da gözyaşımı kusamadım. Ben seni doğurmaya çabalarken, içindeki varlığımla nasıl dönemedi saçların bana?
Şükeyra
Nabzım parmak uçlarıma denk düşmedi, sayamadım nabzımın yol boyunca dakikada kaç ölüm miktarınca attığını. İçimin sökülmüşlüğünü ellerinle diksem yine sızlar mı acıyı tam canıma dayatan yanlarım? Kendimi terk ettiğim sokaklar çıkmazsa artık ve şimdi, kendine çıkmayan aşka nasıl gidilir? Ayrılık kadar büyük ağlayıp kavuşmak kadar güzel sustum. Otobüs terminalleri gibi yalnız ve yolsuzdum. Duraklarda örttüm arkamdan seslenmeyen ses/sizliğin/i. Azaldım, eksildim. Yokluğunu adını adım bilen şehirlerin iyimser çocuklarına anlatamadım. Karanlığı kucaklarken uykusuzluğum, hangi yağmurun rüyasına yattın da ayak sesimin gürültüsüne rağmen uyanamadın? Yolların simsiyahlığını aşkla çarpınca yine biz kalırız bizden değil mi?
Şükeyra
Ben yine yollarda yollarda dudaklarım sırılsıklam çünkü yağmur var yollarda
Düş gördüm. Ayva sarı, nar kırmızı, gece örtücü ve gündüz aydınlığa sabırsızken düş gördüm. Ellerin toprağın teyemmümünü avuçlarken, gözlerin bahardan çıkıp gelmiş aşkın gerçeğiydi. Saçlarından yapılmıştı kefenim; besbelli güpegündüz ölmüştüm. Sende ölmüştüm sen diye bilinen aşkın ezel hatırası için. Mevsimlerden geçtim yüzünün beyaz bulutuna sığınarak. Selam söyledim saçlarına yağmurlarla Şükeyra, göğün mavisine el ettim.
Ben tıpkı sen.
Aynı sen.
Aşkın aynasında gördüğüm cemalin ismi de, sireti de sen.
Ayna aynı sen.
Aynı ayna sen.
Sen ayna aynı.
Ben kimim bu kadar senken Şükeyra?
Kapanan yolları kavuşturmaya gücü yeter mi yakınlıkların? Uzak düşler kurdum son nefesinde ağlamaya hevesli. Cenin hâlim gibi çaresizlikten ibaretti benliğim. Kelimelerin akıbetine saklı sona saklandım. Sonunda başa döndü hikâyem. Dikenler topladım saçlarımın arasından. Tırnak diplerimde eski bir cinayetin aziz hatırasına rastladım. Bastığım toprakta izim, aynadaki yüzümde kırgınlığım bile kalmadı. Ben ben diye kimi yaşatayım ölmüşlüğümün çelimsiz canında?
Seni anlatamam kendime bile gülden güzel Şükeyra. Kıyametin ip uçlarına değen kirpiklerine dokunamam Bismillah demeden. Ömür şehrine girmenin haz noktalı saltanatını süremem dudağına yağmur olmadan.
Yerin benim yanım.
Yanın benim yerim.
Son. Nokta.
Nokta. Son.
Sonrası sonsuzluk.
Aklı olan bilmesin aşkı.
Aşkı bilen akil olmasın.
Olan ve olmayan aslında son. Noktaya nokta.
Kanımda biriken ölümlerin dirilmişliğini kent meydanlarında ağlattım. Ufaldı gözümde gözyaşım bin debdebeyle. Kanı helal, canı aşktır dedi aşk benden yana. Ben aşkın haramlığı içinde bir helal bulamadımsa sen bu kadar doğrunun içine bir acı doğrayamadın mı Şükeyra? Uçsuz uçurumlar topladım kederimden ömrümü sağaltmak için. Son umutta bitince geçtim hayatın son kavşağından gözlerine çarpmadan. Her aşk kendi yolundan mesulmüş de yol yorgunluğu aşkın yönsüzlüğüne işaretmiş. Kırılan kalbimi bana getir Şükeyra, canının üzgünlüğüne iliştireyim. Yırtılmamış göğün mavisini yüzüne dikeyim de ağladığın belli olmasın. Ağlarsan yarasından ele vereceksin sevilmişliğini.
Ayrılığın hesabına baktığım fallardan yine yayrılık çıktı. Gözümde bir sensizlik serencamı; sızlayıp duracakmış gitmekle kalmak arasında üç vakte kadar. Uğruna yandığım saç telini ve tenime sürerken avunduğum kokunu ömrüme yaftala. Kan kaybından ölmem korkma. Ne kadar ağrıtsa da içime dokunmuşluğun ben aşkın sürgünüyüm nasılsa. Susuyorsun: Gözlerim Yusuf kuyusunda Züleyha gibi.
Ben benden uzaklaşıp kendimden sıyrıldıkça hayatı kaybettim. Nasıl bir bedeldi ki hayat alnımın ortasındaki yazgıyı yitirmeye kelepçeli doğdum? Hesabı yanlış yapılan ömrün vakti ölümden dönmedi. Yağmura karışan sesimle çağırdım gidip dönmeyen gülüşünü. Dile kolaydı aşk, aşka zordu. Zamandan önce geldim kendime, sana gelmek için zamandan geç kalktım. Boşluğa saplanmış cesaretin korkaklığını diledim diye bu dilbaz hüzünde, bu ıslak gülüşte neden hep ben töhmet altındayım? Aşk kendinden menkul varlığın yok olmasıysa sadece, ben razıyım yüzünün yurdunu soluksuzca keşfetmeye Şükeyra.
İsminden başka ne kalacak senden aşk? : Cevap bir yoldan gelirken ben yolumu şaşırdım gözlerinde. Fire verdim her harfin dokunuşunda. Yazdım suskun cümlelerin evvelini. Sen vaktinden önce ezberlenen ağıt mıydın da yazamadım seni kaderimle yan yana? Yarınsızlıkla suçlanan öykünün bitap kahramanıydım. Sonumu hep baştan yaşadım. Çaresizliğime alkış tutsada nahak yere küflenen ağlayışlar, gözlerim bakışından emanet. Uyandır beni sana; acı ancak en baştan okununca yazılabiliyor iki kişilik duruşla. Oysa sussam hiçbir şeyin bedeli olacaktın. Hükmü hep sonraya ertelenen kalem gibiydin; kelamı ezber edilememiş. Şimdi çevir yüzümü sana, ömrümü, canımı, kalbimi, aşkımı çevir sana Şükeyra; seni bulacaksın karşında. Seni böyle sevdim ben.
Değişen zamandı aşk içinde, dönüşen aşktı zaman içinde. Seni sevmek suskunlukla yazılmış hikâyenin noktasını koyamamak, belkide noktadan önce her şeyi söylemiş olmak. Sustum: Gel en helalinden biz olalım seninle Şükeyra.
hiç yağmayacak yağmur gibiydi gülüşün Şükeyra;
adımlayarak değil vurularak geçilen.
yağdın,
ben şimdi kalbimin neresini ıslatarak ömrümü adına süreyim?
tanrıçalar üşür saçlarının kumral rüzgarından Şükeyra
bir kıyamet kalır yaşanmamış günlerin aydınlığına sarılan
bir Ankara kalır koskaca kentlerin ortasında
ellerinle baş başa ağlayan..
biliyorsun Şükeyra
yüzünün serin beyazıyla saklambaç oynadım
koynuma hüznümün cesedini gömerken
sana geldim
kendimde kapıda kaldım
ben beni bu kadar unutacak mıydım?
ikimizin boşluğunda yalnız kaldı aşk
düş elbette vardı ve yağmur kadar utangaç
kar kadar bembeyaz yağmalıydı
kasten ağladım ardından
giden miydi otogar kalabalığında kalan?
kalan mıydı saçlarının ardı sıra kovalayan?
gözlerimin okyanus derinliğinde seni görebilme becerisiyle eğilirken gözlerin
gördüğüne güç yetiremedi ömrün belkide.
susarak yol verdin yollarıma Şükeyra
oysa ne çok bekledim kalbinin kıyametini...
ifadesizdi kentin hüznüne asılan uçurumlar
mevsime soluk verdim: dilimde birikti yağmalar ve yalvarmalar
künyeme ekle Şükeyra:
aşk sessizliğin lamelif'ini yutkunurken alfabesiz ağlamakmış
bu kavga benimse
bu cinnet benimse
kalbini sırtlayıp dikene gül sunarken ellerim kanamışsa
beni ekleyecek misin seni seviyorum'larına?
alnımı yırttım kaderimi okumaya çabalarken
narkoza yatırdım aklımı aşk her şey diye... her şey aşk...
dilimde kendine yetmeyen cümlelerin kekemeliği
beni hecelemeden sevebilir misin Şükeyra?
masallarda uyuyan yanlarıma çok geldi büyümüşlüğüm
paramparça geceden yıldız kaydırdım
ama bu kez dileklerim yırtıldı
anladım: kendinden başka hiçbir şeyi tamamlayamıyor aşk...
aşk her ihtimalse
ve her aşk ihtimali özlemekse
kim tutacak dileklerimi benim yerime Şükeyra?
Gel yağmur olalım seninle Şükeyra. Yağdığımızı aşk bilsin yalnızca. Biz hepimiz; yani sen ve ben, biz, ben ve sen, sen olan biz, ben olan biz ve biz olan biz seni bekliyoruz aşkın gök kubbesi altında.
Tanrı isimleri sıfatlardan önce bağışlarken, aşkın ismi, cismi, mecazı, tanımı ve tabiri yoktu gözlerin gibi Şükeyra. Aşk her şeyden önce de aşktı. Vuruşa vuruşa geri çekilmek zorunda bırakan galibiyetti, anlamını yitirmiş her acının kalbin karanlığı olduğunu öğreten muazzam bir mağlubiyetti. Özlemenin yelkovanı kaşlarına vurduğunda anladım; ömrüme sarılan akrebin zamanı sen olabilecek kadar bendi. Yandı saçlarında yağmurlar. Islandı suyun saflığı ellerinde. Bakma sisler arasından gülümseyen asi kumrallığınla. Hudut çizemezsin içime, aşka ömür biçme Şükeyra.
Üzgünlüğün satır arası boşluklarından uykuya varırken bir kederin maskesini takıp, ömrümden uzun uykusuzlukları avuttum gözkapaklarımda. Çehrende dolunaydı aşk. Gecede kalıp renginin asaletine bürünmeyi diledim öylece. Yıkansam soluğunla, sana giyinsem bütün yangınımı ve düşüm kirpiklerin olsa bu kadar sen olabilir miydim Şükeyra? Gecenin dar vaktinde gözyaşımı yağmaladım bembeyaz tüllerle. Kanını içtim zehrin oyulsun içimin sağırlığı diye. Gözlerinin kandilinde yanıyorum; aşka imanım mısın sen?
Bir intihar ertesinde, yokluğunun arifesinde, sensizliğin saçlarını tararken canımda birikti yangın alametleri. Kimse kül kadar sensiz kaldı mı sana ya da sen hiç kimseye aşk hecelettin mi aşkın cümle olduğunu bilerek? Susuşunla kendini kandıracak kadar çocuksun daha ama kimseye inanmayacak kadar büyüksün aşka. Gel ezberleyelim düşü bir solukta Şükeyra. Duyuyor musun, orda mısın, yokluğunu arayalım var mısın?
Küskünlüğümün çocuk yanını şımartırken sözlerin, hayatın anlattığı sondun, ölümün sustuğu sırdın. Sonla sırrın kavuştuğu aynanın uydurduğu hikâyede bile benim olmayı yeğleyecek kadar düştün. Dökülseydi sırların yine gerçek kalabilir miydin? Sensiz gelecekten kaçıp senli kentlerin bugünlerinde soluğumu dayadım şakaklarına. Yarınlarda her an korku, her an telaş Usulca uyuyabildiğim kadar senim biliyorum. Susar gibi konuştuğun her şey canı silmeme sebep. Beni biraz öldürür müsün saçlarınla, rüzgârın olayım diye.
Evet, isyan da umut kadar gerçekti aşkta bir zamanlar. Zaman kendi içinde hain, kendi dışında kahramandı o zamanlar. Yoktum. Yoktan var olmayı denedim. Bütün deneylerimde denenmemiş intiharların şartlı tahliyesine kurban gittim. Vardan yok olmayı denerken düşmedim eşikten bu kez. Zaten yok olan vardan yok olabilir miydi Şükeyra? Kendime inandım aşkın kabul görmüş yanlarına hüsran gibi ağlarken. Bütün mezarlıkları sırtımda, bütün ülkeleri koynumda taşırken unuttum her şeyi. Sevdiklerimi terk edip utancımdan kızaran yanaklarımda yangınlar yaktım. İnanır mısın, uyuyabilecek kadar öldüm.
Boş kabristanlarda aşkı ve ölümü ararken fark ettim: Hayattayken kendini bilecek kadar ölmeli ve kendini her aşkla silip her ayrılıkta baştan yazacak kadar sevmeli insan. Dudağımdaki kan tadıyla ağlayabilmenin hazzını yaşadım. Yıllardan ve yollardan geçtim. Eski bir cinayeti taammüden işledim. Kendime günahkârım şimdi, Tanrıya değil. Ben sevmeyi öğrendim çünkü Tanrıdan. O günahla anılamaz ki. Bildiklerimi unutup bilmediklerimi yaşarken buldum gerçeği Şükeyra: Aşk elimde olacak kadar ben, benden uzak olacak kadar ben değil.
Hayat bir isme değmeyecek kadar kıymetsiz, aşk hayatı sevecek kadar isimdi. Korkaklığımdı kalbimi yırtan nokta. Kayboldum noktanın olmayan virgülünde. Yitmeyi istemezdim ama aşktı ya: Na-mümkünün mümkünü, mümkünün na-mümkünü. Zaptiyeleri şakaklarındaki dövmelerinden, raptiyeleri ölüm ilanlarından tanıdım: Ölüm aranıyor. Getirene ya da yerini bildirmek için ölene aşk verilecek. Depresyon odalarında anti-depresan tutkulara sarıldım. Ben bu aşkı sevdim ya, ellerin hüküm giysin Şükeyra.
Biz bu masalın hangi yanından baktıysak yine konuşamadık içimizin kör susuşuyla. Her masal kendini bilirdi oysa. İki yol arası ayrılık kadar kısayken kavuşmalar ellerin beyazlığı üstüne kasem verilecek güzeldi de sen güzelliğin delilik yanıydın. Her defasında sınanan aşk ayiniydi uykun. Misafirperverdi gözlerin; bakmaya dayanamadım, doymayı doğuramadım. Geç Şükeyra, bir mevsimi eskitircesine geç içimden. Beklenen gemilerin deniz tutmasıydı yüzün, kelimesiz ağladım bakışınla. Yanağımda kokun kaldı. Geç, kokunla sağaltırcasına geç ölümden. Azrailin can almayı sevdiği gibi sevdim seni.
Her gece yatağıma ummanı doldurdum kar tanesi gibi asiyken hüznün. Tenimi kızgın kumlarla yonttum. Seni alıp giden gemilerin sefersizliği aklımı çıldırtırken göğsümde kocaman bir taş oldu kalbim. Biliyordum, yokluğuna ağlamadan ağrımayacaktım. Yüzümü sana verip sırtımı aya döndüm. Kaç gökyüzü eskidi sırtımda yağmura ve rüzgâra karışıp sana bakarken?
Nereye dönsem gece gibi attığın ilmek ruhumda Nabzımı yokla sana doğru attığım her adımda. Şah damarımı kes bir tutam umutla. Sökülmüş yaraları dik. Hayatın üstünden geçen otobüs yolcuklarını unut hatırlamaya aç bir bilinçle. İsmin uçurumdan düşer gibi girerken ismime, bırak harfler sağ kalsın; aşk, yağmurun elleriyle yüzüme dokunan merhaban olsun Şükeyra.
Şükeyra! Gel seninle kim olduğunu seyredelim aşk aynamda
Dile gelen nara sığmaz, narı yakanı dil anlatmaz Rumi.
Toprak can alınca tozdan, sudan ve çamurdan, alemin bildiği sırrı kalem yazamaz.
Kırılır öteyle hiç arasındaki her şey.
Her şey kelimenin yetmezi ve vesikası sadece.
Aşk yetenin ve aslın kalp kabı yalnızca.
Doldukça taşan, taştıkça dolan ama asla boşalmayan ve dolmayan
Sen bir bilmecesin bilmesi gerekene; cevher bilinmeden bulunur mu Rumi?
Akmayan, yıkamayan gönül nasıl bilsin aşkın yakarak sağalttığını?
Aşka sür de yüzünü güneş bilsin aşk neymiş, yanmak neymiş
Gel gülüşünü düşür aynaya da aşk bilsin aşk neymiş
Var olduğunu bilsin toprak, deniz, yıldızlar, karanlık ve aydınlık
Aklın ötesinde yırtılsın hayal
Aç gözünü bak öteme Rumi
Sır kapıya dayandığında bilir sır olduğunu
Sır kapıya geldiğinde bilir kapı, kendisinin sırla yoğrulduğunu
Ve yalnızca sırla açıldığını
Öyleyse hem kapı hem sır olmalısın bende Rumi.
Meyveyi saklayan, kollayan kabuktur da
soyulduğunda yeniyor çoğu zaman
o yüzden beni hem bil hem bilme
hem bul hem bulma
hem ol hem olma Rumi.
Aşk geldi ya sana, bilebilir misin ben kimim, sen kimsin?
Irmak denize akar, deniz ummana koşar
Umman kimi bulmalı dolmak, taşmak ve yanmak için?
Yağmurda damla, damlada yağmur olmak nedir Rumi?
Beni bildiğinde sen kimsin, beni bilmediğinde sen kimsin?
Aşkla kutsandığında alem-i üryan yer ile gök nasıl ayırt edilemiyorsa
Öyle kaybol bende, öyle yok ol.
Benimle biliniyorsa varlığın, kemâlin, ülfetin benden azade tanınmıyorsa
Benden ayrı düşünce seni kim neylesin Rumi?
Özün sözü, sözün özü aşksa alem neylesin aşksız aklını?
Yörüngen benim, döndüğün, tavafında cezbeye kapıldığın ışık benim.
Söyle o halde Rumi, bu kadar benken sen, bu kadar senken ben, ben kimim, sen kimsin?
Diyorsan ben senim, benim olana nasıl ben diyorsun?
Diyorsan sen bensin, senin olana nasıl sen dersin?
Yok eğer yokuz diyorsan varlığımıza kanıt bu aşk kim?
Seslendir beni Rumi
Sesinin tınısına karışmış hüzün notası gibi seslendir.
Olmuş gibi, ölmüş gibi, yokmuş gibi seslendir.
Geceye karışan gündüz gibi, gündüze akmış gece gibi kanıtla beni.
Hem var hem yok de
Hem ol hem öl de
Hem dur hem dön de
Ama illa ki kanıtla kim olduğumu Rumi.
Sır olayım kapında
Kapı olayım sırrına
Güneşi saçlarına, kameri kirpiklerine dola da yer ile gök arasında durup ne yere ne göğe ait olmadığımı kanıtla.
Aşkına suret sürerken siretim olduğunu
Aşk soyuna mensup bir şems olduğumu anlat aşka.
Durma Rumi,
Ne kadar susarsan o kadar kârdayız
Ne kadar konuşursan o kadar zarardayız
Susuşuna hükmedecek kadar konuş
Cümlene hükmedecek kadar sus ama anlat kim olduğumu.
Ecel terleri dökerken ecel
Giy aşkın tennuresini ve sağ elinle aldığını, sol elinle dağıttığını aşka galebe çalarak anlat.
Aşk kaç harftir ve kaç kelimeyle dillendirilir Rumi?
Denize karışan ırmağı, ummana koşan denizi nasıl adlandırırsın aşkın haritasında?
Aşkı bilenin adı, aşkı bulanın cismi olmaz.
Olacak kadar öl, ölecek kadar ol.
Yağmur hem damladır, hem yağmur
Damla hem yağmurdur hem damla
Çöz bu sırrı ama sırrı çözerken sır ol.
Düğüme düğümlenmeden vermez düğüm kendini
Neye nefes veren aşktır ama nefes diye bilinir
Ney seni üflemeden üfleyemezsin ya, aşk seni bilmeden bilemezsin aşkı.
Aşk böyle ortadayken sen kimsin, ben kimim, biz kimiz?
Aşkı yalanlamadan, varlığımızı yok etmeden, yokluğu reddetmeden söyle bana
Aşk kim Rumi?
Düş bitti. Kendi içine kıvrılan kalp ayrılığın şeddesiyle sus verirken karanlığa dokunan bakışlarımın fersizliğiyle ağladım. Düş düşerken biterse gözyaşı ağrıyormuş aşkın. Karanlıktan aşağı yuvarlan git ve gel; sensizlik (dokuz) adım Şükeyra.
Âlemi dolaştım sırtımda yorgun yıllar. Yüzüm eskidi aynaları kırmaktan.Saçlarımda tozlu yağmurlar omzumda unutulmuş kar yığınları. Dolaştım dağbayır dere tepe Hırçın rüzgârlara çarptım sesimi. Denizin koyu mavisine gömdüm gövdemi. Sonsuzluğun yolcusuydum. Sonumu göremedin Şükeyra. Tenhasızlığı bıçaklanmış kentin yüzünde tufan yarasıydım. Sabra tespih tanesi kadar yakınken gözlerinin ışıkları altında darbelenmişliğimi parlattım. Uyu Şükeyra. Uyandığında hiç kimsenin rüyası olmayacaksın.
Üstüne kasem verilen aşkın üstüne kar yağarken ayaza tutulan düşlerimden başladım eksilmeye. Gözlerinin ışığı hiç sönmeyen aşkın ilk kavşağından sensizliğe saptım. Bana ayrılığı öğretmemiştin diye kırılan sesinin yankısından çığ yürüdü kalbime. Rüzgârlarda aksi kalmışken kokunun tenimi hangi kezzap ayıplar şimdi Şükeyra? Yığınlarca satırlarda adını yakmışken gülsün müydü aşkın kederine yenilen kaderim? Sürmeli gözlerimi bir amin sonrasında sus en iyisi Şükeyra.
Sözsüzlüğün dirilen yanlarına kanlı karanfiller diktim. Kederi ekerek geçtim ekimden. Durulmayan acı göllerinde terkten kalan cümleleri yüzdürdüm ama aşk hâlâ bulanık. Durduk yere gelen ayrılığa olmadı gömleğim. Ya yırtılmalıydı gömlek ya da ben yırtılmalıydım gömlek için. Hazana kastım yoktu acıyı bekledim ölebileyim diye. Güz yaprakları savrulurken içime bir dilek tuttum yüzün kalbimden cayarken. Şimdi kabulsüz duaların ertesinde gitmeni bekliyorum ve gideceğim biliyorum. Aşktan menkul heveslerime tereddüt odalarında intihar libası biçtim. Göründüğü gibi miydi aşk ya da göründüğü gibi olamamanın cezası mıydı ayna? Şükeyra sen gördüğünün bedelini öderken kalbin duasını esrarında bırakmışsın. Bu kadar eski değildim ve bu kadar yalan değildi karanlığım. Ahdine vefa verdin derdime tufan oldun. Ahde vefa değil derde vefaymış aşk Şükeyra.
Hiç kimsenin ezberinden geçen yalınayak bir şarkı sözleri değildim; öyle sokak duldasında söylenen. Darp izleriyle ezilen yüreğime hançer değdirtmedim hiç. Hiç kimse her şeyliğime soyunup ruhumu giyinemedi bir defa bile. Sonbaharın kapısında bağdaş kurup otururken yapraklara adımı yazdırtmadım hiç. Ezberimde gözlerinin cennetten çıkmış hâli. Kırgınlığından eskidi kapanıp kaldığım eşiklerin. İnsan hâlimle geçerken kapılarından hiç mi göremedin sır olduğumu Şükeyra? Dizlerinde kan çiçekleri Ezilmiş yıpranmış çocukluğunun buhranları ceplerinde tıpkı kent yağmuru. Hiç kimse aşktan ölmez ya yaralarıma sıcaklığını sür de aşk ölmesin Şükeyra.
Sağırlığına ne ses varabildi ne merhem sürdün yaramın derinliğine. Benliğinde aşk kıyametti: Benim göğümü dürdün. Akşamlara çarptım saçlarımı. Sen kokarken yalnızlığımla yıkadım ellerimi. İntihardan ödünç aldığım emanet hayatlarla yaşamayı öğrenirken bileğimde sendeledi kaç çiçekleri. Gecenin azametiyle yırttım şafağı da sabahın meramına güç yetiremedim. Sesimdeki umuda bak Şükeyra tutunuyor bir şarkı sözlerinın en sevi notasına. Hâlâ seni uyurken tersinden okunan bir sol anahtar yutturma aşka.
Aşkın merhameti ayrılık kadarmış Şükeyra. Kıyasıya hüzün kıyasıya karanlık Düş görmez uykuların sapağında dikenleri batırdım rüyama. Hayra yorulmadan yoruldu rüyam. Bilebilseydim hatırlayamadıklarımı unuttuklarıma sen diyecektim nerdeyse. Mahkûmiyetin sürgünlüğüydü kalemin dilinden aşk hüviyetiyle yazılan. Aslı cinayet sureti düş olan bu hayalin fırtınasına dayanamadı cismimin cürümü. Dokunma Şükeyra yalnızlığın adı sen olanı sen olmadığında geçiyor ancak.
Kangren yaralarla yaşadı içim. Ruhumda parlarken ay kar soğukluğuna yattı düşüm. Üşüdüm kalbin en aşk yerinde. Canıma ilmek atan acıyı mezar taşlarında okudum rasgele. Dikenler batarken ellerime gül kanadı yüreğimde. Sen aşkın hangi susuşunu üstlendin ki gözlerinden harflerle geçemedim Şükeyra? Bir cümlenin en kırılgan yerinde yağmur yağdı dudağıma. Ömrün ıslaklığına meydan okudum aşkın peşi sıra. Yitirmiştim oysa varda yokta ne varsa.
Bir hiç kalabilecek kadar boşluğa saplandım. Sırtımda Ankaradan kalan karlar. Uçurum böylesine derin gelir mi düşmüşlüğünü kalbe yaftalayana Şükeyra? İdam sehpası önlerinde grevlerce açlıkta umudum. Bitmeye hevesim kalmadıgel intihar çekelim ömrün geri kalanının gözlerine sürme niyetine. Özlemekten yırtılan yanlarına gelinlik giydir. Methedilmemiş düşlere doğru sür saçlarının kokusunu. Kent avlularında dolunayı avut. Gel gülümse aşkın ilk harfine ölmek için.
Karabasanları yırttı cesaretim. Raflardan topladım sensizliği toprağın bağrına gömdüm rüzgârın elleriyle. Yelesinde fırtına koparan ak atların kişnemesiyle uyandım sabahlara. Ömrüme aç yattım doymadan uyandım aynalara. Erken doğum riski taşımamışım annem öyle söyledi ama erken ölüm riski taşıyordum ya Şükeyra sende ölmeye gelmiştimgittim gidemedim kaldım kokunda kalakaldım.
Sırtına doğru ağladım buz mavisi duvarların. Titrekti gözyaşlarımın rengi. Sahi sen duvarlarda unuttun mu yüzünün aksini Şükeyra? Çığlığın resmi geçit törenlerinde sesin gayrı resmi kaldı mı boğazına? Susup kalmayı dilerken balçıktan yaratılmışlardan oldum. Allaha çok şükür; ya bir de ölümsüz yaratsaydı?: Seni hiç bilemezdim o zaman Şükeyra. Sen başka biri sen başka bir şey ama herkesin tanıdığı benden başka bir şeysin.
Dedi kapı: Kimsin, nerden gelir nereye gidersin? Dedim: Sırım, insandan gelir aşka giderim. Dedi aşk: Rüya rüya içinde/ Suret asıl peşinde/ kim görür gölgesini/ görenin gördüğünde, perdenin ötesinde
Geçmişten kalan çaresiz cesetleri içimin kabristanından göğü olmayan kentlerin otoban görünümlü kabristanlarına gömüyorum. O otobandan geçenler yalnızca dünyanın gezgin fanileri; aşk mazereti dünyanın.
Kalacak yeri kalmayan kentin aralıklara kaçmış ara sokaklarına daldım uykusuz gözlerimle. Yaramın onulmazlığında merhemleri sürmedim gözkapaklarıma. Beni hiç bilen adım kadar yokluğunu var bilme cesaretiyle kanadı kirpiklerim. Bugünün eksiğini yarının tamlığıyla kapatmak için bir avuç gözyaşı elzemdi. Döktüm içimi kelimeleri aklarken. Sitemime bir aşk uydurdum da kılıfsızdı yüzünü görmelere yattığım uykular. Rüyasızlığım sensizliğimdendi. Çok geldi yangınım yanmalara Şükeyra.
Konuşurken susandı sağırlığıma dilsiz kalan aşk yitimli bulmalarım. Bir ömrün sefaletine yatırdım gülüşlerimi. Ezberini çoktan unuttum geri dönüş yollarının. Göğümden yıldız kaydırırken kokuna düşüp kalmalarımı ve özlemine yaktığım alfabeleri susturdum hiç yoktan ve varken aşk. Geçmişin nefesine sığınırken ağlamalarım, hıçkırıklarıma kırıksız keder kattım. Yorulmaktan yoruldum Şükeyra. Bilinçli kayıp bir aşkla görünen köyün deli kılavuzu olmaktan usandım. Gitmişliğime ses ver de boğazımda düğümlenen ayrılığı kusayım tek seferde.
Çocuk kalmışlığına bir ruh giydiremeyecek kadar ölüsün. Ölmüşlüğüne cesetler bulamadığından bu susmak bilmeyen şımarıklığın. Dövünüp duran geveze yalnızlığınla oyalama kederimi. Sınama intihara meyilli, ilkbahara yeminli ağıtlarımı. Gidenin dönüşü olsaydı döndüğünde unuturdu gittiğini. Bir daha dönmemek üzere kurulmuştu aşkın ayrılık saati. Varlığımı çürütürken kovulduğum kuyularda aslımın vesikasını yaktım. Dibini tuttu yangınım Şükeyra.
Dostun karanlığında kalan aşkın kahramanı nasıl olacaksın Şükeyra? Haklılığının sınırını bilmezken o, coğrafyana düşmüş marazın düşünü kemirişiyle bunca haksızlığımızla nasıl bulacaksın bizi? Yitirdiğin bizin kefenini siyah biç. Mevsimlerden sonra gömülürüz ancak. Gündüzüne ışık olamadığımız yüreğinde enkazımıza tufan ayıplısı bir harabe ayırt. Yeter ki gülüşünden sonra yak cesetlerimizi Şükeyra.
Dosta mağlup kendine hüsran aşkın izinden yürüdüm mağlubiyeti tatmak için. Yüzümün ışık bilmez yanına yazmıştım adını oysa. Karanlığa el ettim çağırdım gözlerimi med-cezirden. Zehirden tatlıymış ayrılık anladım Şükeyra. Yazdığım cümlelerin sonuna yetişemeyen otobüslerle uğurladım ellerini. Rüzgâra dolanan yanlarını sevmiştim saçlarının. Mavisine kalp harcadığım içinin göğünün bulutuna ekmiştim umuttan yağmurlarımı. Her adımda ömrümün sonuna virgül koyup aşktan devam ettin ayrılığa. Sonunu hatırlamadığım öykülerde öyküsüzlüğümü resmettin sensizlik uğruna. Uğruna yandığım ömrüne sığmadı mı gülüşüm?
Ayrılığın saatine zaman yetiremedim. Aşk ayrılığa sadıktı her zaman. Yollarına kan düşürdüğüm kokunun kıyısında uyuyamadım. Akşamlardan sonra ağlayan denizin kıyısında tuzundan bir gözyaşı yapamamanın korkaklığıyla kendi gözyaşımı çözdüm koynuna. Haddini bilmez yüzün, hududunu aşan sevginin sürgünü bendim. Savur külümü tenine ki yazdığında hatırlanan unutmak ben olayım. Kendine gelemeyip sensizliğe dönen kalbimin isyanı hüznüm olsun. Yandığıma delil gözlerinin rengiyken gözlerini yumabilme becerisiyle ağladın düşümde. Körlüğümün aynısı olmadın Şükeyra. Git kendine avunacak ayna bul. Bu ben hâlin savunmaz seni korunaklı kahkahalara karşı.
Soluğuma batan dikeni kalbime sapladım her gece. Afakın kızıllığı kadardı ömrümün yırtılışı. Aşk bütün söküklerin dikiği değil miydi Şükeyra? Gittiğin kadar yakınım sana ve kaldığın kadar büyürken acım uzak tuttun gölgemi bile. Ölümüne özlerken ellerini yangınıma bir göz nuru kadar dokunma şimdi. Eksilen yanlarıma gecenin tennuresini giydirdim. Giderken ağlayışındı aşkın korsan eylemi. Yasadışı özlemler biriktirirken uçurumluğunda, düştüğümü göremeyecek kadar sendim oysa. Sen güneşin şemsi, şemsin güneşi. Bilmiyorum sen kimsin?
Düşüne inanmazdı aşk bilirdim. Ama unutmaya yeminli olmayan kalbin yağmur yemiş rüzgârıydı saçların ya gidişine düşümü ektim. Ayrılığın kavşağında kalbimden geri döndüm yüzüne. Ağrılarla kalıp acıyla yoğurdum içimi. Gözlerinin tenhalığında yalnız kalmayı dilemenin telaşıydı yalnızlık oysa. Tren istasyonlarında bir yolcunun bavulunda sakladığı umutmuş aşk. Gitmek bu yüzden kolaymış Şükeyra ve kalmak gidenin umudu olmakmış çoğu zaman ve gitmek kalmakmış kokuna yaslana yaslana.
Aynada kalan aşktı yüzün. Gördüğümün kördüğümü saçların. Bir daha sevmeyecek aşk seni sevdiğim kadar. Yara aşktan kıymetlidir aşk ile yaralanana Şükeyra.
İntizarı yaşanan aşkın iftihar tablosunda adı geçmez terk edenin. Çünkü kalmak affettirir her şeyi. Hükümsüz bir kaybediş olsa da giden için ayrılık, bütün kalanlar kalanındır. Sayfalarca dökülünce aşktan azade düşler, hiçlikle yazılır gidenin adı. Kalan sadece kalmakla kalmaz kahramanı olur kaybedilmiş bir aşkın.
Yokluğunda varlığını kustum. Var olacak kadar senken, yok olacak kadar bendi ruhum. Canı yanan şarkılara adını ezberleterek geçerken gecenin içinden, söylenmemiş kelimelere ayırdım kalbimin orta yerini. Yalnızlığın dağınıklığına sonbahar dediğimde kuşlar çoktan göç etmişti yalnızlığımdan. Eskiyerek yenilenmeyi bilmeyendi aşk. Celladına gül sunan şehrin son ağıtıydı çehren Şükeyra. Seni sevdiğim kadar kimseye ağlamadım ben. Korkaklığımla hecelerken aşkı yağmalanmış sızıları öptüm bağrından. Yoruma muhtaç hayatımı azat et, çöz beni kendime.
Acınası bir dünyanın aşk merhametsiziydi kelimelerin tadında yanan düşler. Düşüp durdum iç kanamalar boyu bu yüzden. Aklıma esen deliliğimdi de delirmek aşkın savunulurluğunu telafi etmiyordu. Sesimin ardında hıçkırıklar biriktirdim, alnımda kaderimin çiziklerini Yaşanılası her acının ortasına şedde vurandı buğusuna yandığım sesin. Soluksuzluğumun haritasında aşkın adresini yitirdim. Eksik kaldım kendime, gidip dönemeyen kaderime Acıya bölüne bölüne tamamladım aşkı Şükeyra. Yamadım yırtılmışlığımı gözyaşımdan arta kalan gitmelerle.
Aklımdan zoru var aşkın, delirmeye niyeti Şükeyra. Tenine uygunsuz libas kadar usulsüzüm yalnızlığına. Yağmura karışan yüzümün ayna kırıklığını onaramadım. Ellerime yakışmadı karanlığın siyahı gözlerime yakıştığı kadar. Kalmanın bin beter vebalini yüklenirken omuzlarım, dara düşen yanlarımı eklemedim çaresizliğe. Soluksuz bir güne yoldaş ederken gözümü, bakışlarıma düşen hayaline bozgunu öğretmedim hiç. Sevdiğin kadar çokum, üzgünlüğün kadar azım Şükeyra. Azan hiçbir yaramda adın geçmesin diye merhem bilmezliğimi avuttum. Yazarak ağlattığım cümleleri bilmediysen yaz beni güzelliğini oluşturan harflerle. Kasten yanmış mektuplara düşmemişse kokun, kokunu getirecek rüzgârlara yenilmeye razıyım.
Bu yüksekler çok uçurum Şükeyra. Düşersem düşmüş olurum. Yenilir kanatlarım aşkın bozgun yanına. Kaç Şükeyra, bu fırtına kahrımdan esiyor. Bir kente sırtını dayayan denizin uğultusu kulağımın örsünü döverken, bütün gemileri yakıp yaktığım ateşlerde bende yanarken, testide üşüyen suyu aşkın guslüne katarken, gözlerinin hecelenmemiş karanlığını içime çekerken sevdim seni ben oysa. Yolcuydum zamanın içinde. Yolun, yolcunun ve zamanın bir olduğunu bildiğimde sevdim seni ben. Aşkın emaresiydi seni çok seviyorumun azlığa denk düşmesi. Kalbin giz bahçelerinde çoğalan yangının azlıkla hemhâl olarak artması bundandı. Vurgun yiyen bahara yağmur düşmezdi. Aşk yenilmedi bu yüzden bir kez daha. Eşiğine düşmüş alnımdan yazgım akarken susmayı diledim. Dileğimden yıldız kaydı uğruna. Cehenneme düştü ateşle sınanan aşkın anlamı. Yandığım kadar yanacaksan bende, ben kim olacağım sende o zaman Şükeyra?
Yüzümün yıkıma hazırlandığı mevsimlerde çırılçıplak kalbimin çığlıklarını duymadan doğurdum aşkı; dünden eksik kalmış hâliyle. Kentler akşamlara çevirirken bahtını, kırılmışlığımla topladım parçalarımı. Usulca ağlarken paslandı gözyaşım. Nereye dönsem içimi, çoktan gitmiştim oradan. Sağalttığın her yarayla beraber biraz daha azaldım Şükeyra. Yarına hep dün kaldım. Geçip gitmeyen kahrın gidemeyeni bendim bu masalda. Onarılacak yanı kalmayan aşkın tövbekarı yine aşktı. Türküsüz kalan sesime çığlık çok gelir bu baharda Şükeyra.
Öğrettiğin bütün yenilgilerde önce gece indi saçlarımın üstüne. İçinden geçtim de jilet kesiği bileğinde kaldım aşınmış kalbinin. Sabaha daha çok var oldu ellerinin kimsesizliğine sığındığımda. Denizi gri limanlara yanaşmadı senin dolunay flamalı gemilerin. Yolcusuzluğuma uğramadı terminal kasvetini uğurladığın otobüslerin. Oysa aşkın bilemediği senin sustuğundu: Yazgımdı itirafın. Yanmaya meyilli yüreğinin raylarına uzanıp kaldı cesedim yoluna ölmek uğruna. Aşkın sınırında mayınlara çarptım gövdemi ellerinin de hududu varmış diyebilmek için. Silemedim uykunu gözlerimden. Sensizlik kadar büyüdüm senden uzaklaştıran her adımda. Aşkın gözaltı süreciydi yalnızlık, son nefesimin vakti geldiğinde büsbütün yalnızlaşacağım sana.
Harf harf çoğalan susuşların keder komasındayken solunum cihazları yetmedi aşka. Yamalı gülüşler tünedi dudağımın sol yanına. Tercümesizdi susulanların söyledikleri. Yağmurlar sağanaklaşırken saçlarında, o yağmurun bir damlasında sıcaklığından uzak ellerimi yıkamayı özledim, ve dedim; bir daha özlersem seni kan sıçratacağım aklıma kefenle Şükeyra. İnanmadığım aşk olurken yavaş yavaş, inanmaya yüz tutmuşken olmama ihtimaline ve inanmışken kokuna, çok değil miydi gidene merhaba demek? Yorulmuşluğuma yolundan başka kılıf nasıl uydurulur?
Aşk güzelliğine yapılmış bir misillemeydi Şükeyra oysa. Sabahı olmayan kentin akşamında soluklanmaktı çehrenin renginin anlamı. Hesapsız ihtilaller gibi ağırdı saçlarına dolanan rüzgâra yığılmanın bedeli. Belkide ışığına ulaşamadığım beyazlığına mahşer vadeli borcumdu seni sevişim. Al toptan ödedim seni sana Şükeyra. Susuzluğumu çoğalttı bedenime gömülen her yara. Üsüdü sana söylenmesi gereken hoşça kallar korunaksız darp izlerimin kıyısında. Ayaza tutulan umutlarım kadar çürüdü parmaklarım dokunmadığından. Derinleşti çığlığım içime doğru. Ağlamayı bilseydim avunur muydum ve avutur muydum sensizliğimi? Saymadım kaç gece kokunu tenimde uyuttuğumu ve saymadım kaç sabah vedaları koynunda unuttuğumu.
Kabullenilmiş bir ayrılıktı gözlerin. Bu yüzden gemilerim varamadı limanlarına. Kalmaya güç yetiremedi aşk. Sesinin ardı sonbahardı. Susmanı diledim bu yüzden giderken çünkü yaprakların dökülecekti ayaklarımın altına. Ölüm ölümsüz oldu da hayat hayatsız olmadı.
Yokluğunu avutacak kadar senim ya, bu defalık hoşça kal Şükeyra
Soluğuma gece indi içimdeki ateşe aşkın nefesini üflerken. Damarıma zerk edilen acının her hâlini aklıma sıçrattım. Dudağımda yarım kalmış ezgisiyle aşk, ağrıdı ağrılarımı taşıyamadığından. Kalamadım kendime, azaldım vagon dolusu hayallerle durmadan. Yokluğun kadar büyüktü eksilen düşlerime diktiğim yamalar. Olacak aşk değildin Şükeyra, olmaya bile yeltenmezken sen. Kahramanı yok bu puslu yalnızlığın. Aslında ikimizde biraz çoğul şahıslarız aşkın tekil yangınlarının yanı başında. İç kanamalı özlemlerle özlerken güne bakan avuçlarının sıcaklığını, yitik adreslerde aradım ellerinin kar beyazını. Anlamında eritirken anlamımı, yok olup var görünecek kadar sendim. Bir uçurumun tam mealiydi gözlerin. Titremeden sevilemezdin, bulunarak bilinemezdin. Cüretimdin Şükeyra.
Mavisi solgun denizlerin önlerinde kıyısız ömrümün duldasına saklandım adını hecelerken. Hummalı sayıklamalarda aşkına suçüstüydüm, kendime akşamüstü. Körkütük ağlayışlarla okşadım gözbebeklerimi. Saçlarımda ellerin gibi uysal ve uslanmaz bekledi yağmur. Şahitsiz acılar beklettim seni bekleyen yüreğimin duraklarında. Dipnotsuz bir sensizlikti seni özlemek. Yenilgiyle büyür mü bir tarafı hep yağmalanmış aşk Şükeyra? Tenhasında sağır yalnızlıklar beslenen kalp adından geçip adım atabilir mi adıma? Bilinene mecazsın, bilinmeyene gözlerin yeter. Bir aşktan daha fazlasıydı gülüşün. Keşke bu kadar ayrılık ve keşke bu kadar ölüm olmasaydın Şükeyra.
İhbar edilebilir bir sensizlik bırakıp aşkla benim arama senin olan her şeyi ismimle isimlendirmek ve gidişlerini kalmaya zorlamak niyeydi? İstanbul kadar bile kaşif değilken ömrüne hem de Hudutsuz ayrılıklarda eskimiş yıkımları ezber ederken, alıntı yapamadım sıcaklığından. Oysa saçlarımdan uzundu kollarında üşüyüp durmalarım. Katlime ferman sayma yaşanmadan susulmuş öpüşleri. Sesimi verdiğim suskularda yaftalama ismine yol alan harflerimi. Son kullanma tarihi çoktan geçti sensizliğin de bir ben geçemedim seni düş kırıklarıyla uydurmaktan Şükeyra. Aslı yok varların sonuna noktalama işaretleriyle başlayan ayrılığı koydum. Yırtıldım aşkla hadi dik beni sana çok gelen yokluğunla.
Bir yanı ağır yaralı günlerin iflah olmazlığıydı mevsime kara çalan notaları pişman şarkılar. Her an arkadan yırtılmaya meyilliydi gömleğim. Cesetlere giydirdiğim urbalar en çok bana yakışırdı, sen uzaklığınla uyuşmaz kahramanları öldürmeye çalışırken bir düşsüzlüğün içinde. Hırçın seslerle ölüler korosu geçti rengimin siyahından. Hoşça kalmayacak yarınların kirletilmişti dünleri. Tecrit sızılı hüzünlerle yaşanmazdı aşk. Söyle böylesine inceden aşkken sen, nereme gömeyim seni Şükeyra? Nerde başlayıp nerde bittiği bilinmeyen gülüşünü nasıl avutayım ki İstanbul kadar çıldırmış olmayayım?
Yitirdim ellerinden gayrı her anının bozgununu. Aklımın üstünü örttüm serinliğinle. İnfaz ertesi uyumadı tenim. Gidecek yerim yurtsuzdu, kalmaksa taammüden zanlılıktı. Saçlarını tenimin hiçbir yerinde uyutamadım sere serpe Şükeyra. Kanıma işleyen ağrılı dokunuşları saklayamadım saklambaçların koynuna. Bir varmış bir aşkmış aşk. Miadı biterken kalbin rüzgârıma tüneyen kuşlarla göç ettim kendimden kentime. Susma Şükeyra, aşkın eşiğine kapanmışlığını aşk doğruluyor sen görmesende.
Ruhuma sızan acıyı yaşatma kavgası verirken, tenimdeki darp izlerini iğfal etti yaralarım. Trafik işaretleri unutulmuş yollarda tükettim ömrümün dermanını. Duvarlarda yüzüm kaldı, içimde ölümden arta kalan terk. Bu kadar yalnız susacaktın madem Şükeyra, neden gökyüzü gibi baktın gözlerime? Bir umuttun ömrün kalanına; ağlayarak tükettim seni. Bende gördüğün her neyse içimde bırak, sende unutma.
Gözlerinin elifine gömdüm cesedimi, adım yazmasa da mezar taşında herkes beni görüyor sana bakınca Şükeyra.