Efsunkar
Bayan Üye
Bir adam vardı.Suyu arıyordu.Toprağı üç kulaç, beş kulaç kazdı.Suyu bulamadı.
On kulaç, on beş kulaç kazdı.Gene suyu bulamadı.Sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabakalarına rastladı.Yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti. Fakat bir ses ona:
-Daha derinlere in, daha derinlere! dedi.
Daha derinlere indi ve suyu buldu.
(Rama Krişma) [1]
Selası verilmemiş, ismi minarelerden duyulmamış bir cenaze kalkıyor bugün yaşadığı sokaktan.
Şanslıymış diyor içinden, kısmetinde yağmur da varmış.
Ölümden çok toprak kokuyor dışarısı.
İri harflerle yazıyor camın buğusuna ismini.
Deniz.
Belli belirsiz incecikten bir kelime daha iliştiriyor isminin yanına.
Öldü.
Perdeleri kapatıp kaldığı yerden devam ediyor hayata. Masanın başına geçtiğinde dikkatini çeken ilk şey vavı çizerken yaptığı hata oluyor. Kağıda dökülen hattatın ruhudur demişti hocası. Demek ruhunda bir hasar var. Şu noktalar nasıl da ele veriyorlar insanı.
Gül suyuna batırılıp âhârlanmış yeni bir sayfa çekiyor önüne. Biliyor ki daha yolun başında.
Sabır diyor bana lazım gelen tek şey.
Rabbiyessir velâdan öteye gidemiyor sözleri.
Usta bir piyanistin tuşlara dokunuşu gibi mürekkebin kalbine dokunduruyor kalemini. Yazık ki, mürekkebe ruh katacak cesareti bulamıyor kendinde.
Tüm susuşlara bedel iki kelime yankılanıyor odanın duvarlarında.
Ah yâ-leyte!..
Yağmurun sesine karışarak ahengin zirvesine ulaşan bir ney sesiyle geliyor kendine. Bildiği tüm makamlardan farklı bir duyuş farklı bir mana hissediyor ilk defa işittiği bu seste. Ölüme susamanın yolu hangi makamdan geçer diye düşünürken bu ölüm sessizliğinde, pencereye yaklaşıp tabutun bıraktığı ayak izlerine bakıyor uzun uzun.
Dağların sırına vâsıl olmak geçiyor o vakit aklından. Ancak biliyor ki hasrete, hasret kalmaktan geçermiş bu sırra vâkıf olmanı yolu. İşte, aslâ ve katâ çözemeyeceğim bir düğüm daha diyor. Yetimliğinden çok daha ötesinden nasibini almış bir hüznün sızısıyla büküyor boynunu. Yutkunmakla yetiniyor.O an fark ediyor gözyaşının sıcaklığını hiç bu kadar derinden hissetmediğini.
Şükür ki hâlâ biliyor yetinmeyi..
Ve hâlâ toprak kokuyor dışarısı.
Bir bir vav çizer misin hocam?
Ucu ruhuma dokunan
Ve okunurken aşk diye okunan
Bir vav çizer misin hocam
Ruhumdaki düğümleri çözer misin
Bir kuğuyla aşk denizinde yüzer misin
Bir vav çizer misin hocam
Agyâre harf diye duran
Yâre aşk diye okunan [2]
Hayata pencere aralamanın resmini çiziyorum şu sıralar, maviden başka hiçbir renk almıyorum yanıma.Geri kalan tüm renkler suyun ruhuna nüfûz ediyor ardımsıra. Gökkuşağından başka hiçbir uğurlayanım yok. Denizle gök arasında bir yerlerde kelebek ömrünün inceliklerini öğreniyorum şimdi. Bir bilgenin vavdan elife, eliften hiçliğe yol uzanır sözüyle uyanıyorum tüm sabahlara.
Biliyorum yolum uzun.
Ama dönüşü yok; yolcuyum artık.
Uyandığımda fark ettim de bugün hiç olmadığı kadar ölüm kokuyor sokaklar.
Söylendiğine göre bahara az kalmış.
Aynur Yavuz
[1] Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, s.7, 2006.
[2] Bilal Tırnakçı
On kulaç, on beş kulaç kazdı.Gene suyu bulamadı.Sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabakalarına rastladı.Yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti. Fakat bir ses ona:
-Daha derinlere in, daha derinlere! dedi.
Daha derinlere indi ve suyu buldu.
(Rama Krişma) [1]
Selası verilmemiş, ismi minarelerden duyulmamış bir cenaze kalkıyor bugün yaşadığı sokaktan.
Şanslıymış diyor içinden, kısmetinde yağmur da varmış.
Ölümden çok toprak kokuyor dışarısı.
İri harflerle yazıyor camın buğusuna ismini.
Deniz.
Belli belirsiz incecikten bir kelime daha iliştiriyor isminin yanına.
Öldü.
Perdeleri kapatıp kaldığı yerden devam ediyor hayata. Masanın başına geçtiğinde dikkatini çeken ilk şey vavı çizerken yaptığı hata oluyor. Kağıda dökülen hattatın ruhudur demişti hocası. Demek ruhunda bir hasar var. Şu noktalar nasıl da ele veriyorlar insanı.
Gül suyuna batırılıp âhârlanmış yeni bir sayfa çekiyor önüne. Biliyor ki daha yolun başında.
Sabır diyor bana lazım gelen tek şey.
Rabbiyessir velâdan öteye gidemiyor sözleri.
Usta bir piyanistin tuşlara dokunuşu gibi mürekkebin kalbine dokunduruyor kalemini. Yazık ki, mürekkebe ruh katacak cesareti bulamıyor kendinde.
Tüm susuşlara bedel iki kelime yankılanıyor odanın duvarlarında.
Ah yâ-leyte!..
Yağmurun sesine karışarak ahengin zirvesine ulaşan bir ney sesiyle geliyor kendine. Bildiği tüm makamlardan farklı bir duyuş farklı bir mana hissediyor ilk defa işittiği bu seste. Ölüme susamanın yolu hangi makamdan geçer diye düşünürken bu ölüm sessizliğinde, pencereye yaklaşıp tabutun bıraktığı ayak izlerine bakıyor uzun uzun.
Dağların sırına vâsıl olmak geçiyor o vakit aklından. Ancak biliyor ki hasrete, hasret kalmaktan geçermiş bu sırra vâkıf olmanı yolu. İşte, aslâ ve katâ çözemeyeceğim bir düğüm daha diyor. Yetimliğinden çok daha ötesinden nasibini almış bir hüznün sızısıyla büküyor boynunu. Yutkunmakla yetiniyor.O an fark ediyor gözyaşının sıcaklığını hiç bu kadar derinden hissetmediğini.
Şükür ki hâlâ biliyor yetinmeyi..
Ve hâlâ toprak kokuyor dışarısı.
Bir bir vav çizer misin hocam?
Ucu ruhuma dokunan
Ve okunurken aşk diye okunan
Bir vav çizer misin hocam
Ruhumdaki düğümleri çözer misin
Bir kuğuyla aşk denizinde yüzer misin
Bir vav çizer misin hocam
Agyâre harf diye duran
Yâre aşk diye okunan [2]
Hayata pencere aralamanın resmini çiziyorum şu sıralar, maviden başka hiçbir renk almıyorum yanıma.Geri kalan tüm renkler suyun ruhuna nüfûz ediyor ardımsıra. Gökkuşağından başka hiçbir uğurlayanım yok. Denizle gök arasında bir yerlerde kelebek ömrünün inceliklerini öğreniyorum şimdi. Bir bilgenin vavdan elife, eliften hiçliğe yol uzanır sözüyle uyanıyorum tüm sabahlara.
Biliyorum yolum uzun.
Ama dönüşü yok; yolcuyum artık.
Uyandığımda fark ettim de bugün hiç olmadığı kadar ölüm kokuyor sokaklar.
Söylendiğine göre bahara az kalmış.
Aynur Yavuz
[1] Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, s.7, 2006.
[2] Bilal Tırnakçı