Heulwen
Kayıtlı Üye
Stres Yönetimi;
Stressiz Bir Yaşam Mümkün mü?
Stres,bir talebi karşılama durumudur. Bizi iten,çeken,silkinmemizi gerektiren,harekete geçmek zorunda bırakan. Hiç strese girmeden ne çalışmak,ne aile kurmak,çocuk yetiştirmek mümkündür. Hayatın en güzel olayları bile,aşk,arkadaşlık,aile,seyahatler,tatiller hayatımıza hep stres getirir; çünkü bunlar bizim uyum sağlamamızı gerektirir.
Stres,kendimizi keşfetmenin,potansiyelimizi kullanmanın ve geliştirmenin bir parçasıdır.
Stres nedir?
Stres bir fizik kavramıdır. Madde üzerinde uygulanan baskıyı ifade eder.
Madde strese tabi olunca eğilip bükülür,kendi direnci oranında bir tepki gösterir,uyum sağlamaya çalışır. Kaldıramadığı noktada da kopar.
Psikolojik güçler veya stresler de birey üzerinde aynı şekilde baskı yapar,iter veya çeker. Önemli bir kararımızın ağırlığı altında ezilebilir,çarpılmış gibi hissedebilir veya kopacak kadar gergin olabiliriz. Vücudumuz bu baskılar karşısında hemen alarma geçerek kendisini savunmaya alır. Stresin devam etmesi durumunda bünye direnç göstermeye başlar. Eğer stres daha da devam ederse (günlerce,haftalarca,aylarca),direncimiz kırılmaya başlar ve tükenme aşamasına geliriz. Daha fazla uyum sağlayacak gücü bulamayız kendimizde. Vücudumuz teslim bayrağını çeker ve her tür hastalığa açık bir duruma gelir.
Stres Sağlığımızı Nasıl Etkiliyor?
En basit bildiğimiz soğuk algınlığı,grip,herkes gibi hastalıklar bile stresle ilintilidir. Bizler bu virüsü kapmaya hemen her zaman açığız; ancak olağan koşullarda bağışıklık sistemimiz mücadele ederek bunları püskürtür. Bağışıklık sisteminin dayanıklılığını sınayan deneylerde,stres ve kaygının bu sistemi zayıflattığı bulgulanmıştır.
Carneige-Mellon Üniversitesinde yapılan bir araştırmada,hayatlarında ne kadar stres hissettikleri dikkatle değerlendirilen insanlara daha sonra sistematik olarak bir soğuk algınlığı virüsü bulaştırılmış,ancak virüse maruz kalan herkes soğuk algınlığına yakalanmamıştır. Dayanıklı bir bağışıklık sistemi soğuk algınlığı virüsüne karşı direnir. Daha stresli insanlar soğuk algınlığına yakalanmaya daha yatkındır. Az stresli olanların %27"si virüse maruz kaldıktan sonra soğuk algınlığına yakalanırken,bu oran daha stresli bir yaşantı sürdürenlerde %47 olmuştur. Bu da stresin tek başına bağışıklık sistemini zayıflattığının doğrudan bir kanıtıdır.
Karı koca kavgaları gibi tartışmaların ve sinir bozucu olayların üç ay boyunca günlük listesini tutan evli çiftlerde de güçlü bir eğilim ortaya çıkmıştır: Özellikle sinir bozucu olayların yoğun bir biçimde üst üste gelmesinden üç dört gün sonra,bu kişilerin soğuk algınlığına ya da üst solunum yolu enfeksiyonlarına yakalandıkları görülmüştür.
1995"te yayınlanan bir rapor,tıp doktorlarına yapılan şikayetlerin %75"inin psikolojik kökenli olduğunu açıklıyor.
Stresin İşlevi;
İnsan bedeni ve beyniyle,kusursuz olarak düzenlenmiş ve hayranlık veren bir tasarımın olağanüstü bir örneğidir. Bununla beraber küçük bir sorunu vardır. Bu da beynin en temel bölümlerinin çağdaş yaşantıya uyum yapacak şekilde evrimleşmemiş olmasıdır. Bu kadar uzun bir süre varolabilmesinde önemli rol oynayan "ilkel" özelliklerini korumayı sürdürmesidir. Antropologlara göre 50.000 yıldır,genetik yapımızda hiçbir şey değişmedi. Bedenlerimiz o zamandan bu yana mağara adamının bedeni olmayı sürdürüyor. Bu nedenle de bedensel olarak hala,bir mağara adamı gibi tepki gösteriyoruz. 50.000 yıl önce bir mağara adamı yırtıcı bir hayvanla karşılaştığında nasıl bir tepki veriyorduysa,bugün ofisimizde başa çıkmakta güçlük çektiğimiz bir problemle karşılaştığımızda bedenimiz aynı tepkiyi veriyor.
Bir tehdit ya da yeni bir uyarıcı ile karşılaştığımızda,beyinde küçük bir sinir hücresi,bedenimizin diğer bölgelerine bir seri işaretler gönderir ve saniyeler içinde,"savaş ya da kaç tepkisi" adını verdiğimiz çok karmaşık bir seri bedensel tepkiyi harekete geçirir.
Bedene daha fazla enerji sağlamak için hormon üretimi artar.
Hareket ve enerjiden sorumlu sempatik sistem hızlanır.
Gözbebekleri genişler,tükürük salgısı engellenir,cinsel organların faaliyeti engellenir.
Sindirim sistemi durur ve sistemdeki kan,beyin ve kaslara yönelir.
Bağırsak ve idrar torbası kasları,kaçma durumunda vücudu hafifletmek için gevşer. Terleme artarak,vücudun aşırı ısınması önlenir.
Bedende birikmiş şeker ve yağlar,hızlı enerji sağlamak üzere kana karışır.
Bu şekeri enerjiye dönüştürmek için gerekli oksijeni sağlamak üzere solunum hızlanır.
Beyine,kaslara ve gerekli organlara yeterli kan göndermek üzere kalp atışları hızlanır ve kan basıncı artar.
Eller,ayaklar ve deriye yakın bölgelerdeki kan,beyin ve gövde kaslarına doğru gider. Kol ve bacaklarda ortaya çıkabilecek bir yaralanma durumunda daha az kan kaybı olması sağlanmaya çalışılır.
Kanın deri yüzeyinden uzaklaşmasıyla,deri aynı zamanda soğuduğundan,tüyler de diken diken olur.
Kana daha çok alyuvar karışarak,daha çok oksijen taşıması sağlanmış olur.
Kaslar hareket için hazırlanır ve gerginleşir
Ve saniyeler içerisinde kaçmaya ya da savaşmaya hazır hale geliriz. Bu tepki otomatiktir. Savaş ya da Kaç Tepkisi,bedenimizin bize yolunda gitmeyen,düzeltmemiz gereken bir şeylerin olduğunu söylemesidir. Yaşamımızı sürdürebilmemiz için kesinlikle çok gerekli bir uyarıdır bu. İlkel insan yiyecekten yoksunken,açlığın bedenine verdiği uyarı sayesinde yiyecek bulmaya yönlenmiştir. Bugün eğer bir çalışan yeterince verimli değilse,yöneticisinden ya da çalışma arkadaşlarından duyacağı bir eleştirinin korkusu onu işe yöneltir. Yağmurlu bir gecede saatte 130 kilometreyle araba kullanırken güvenlik endişesi yavaşlatır kişiyi. Bunlar başımız belaya girmeden bizi önlem almaya,harekete geçmeye iten sebeplerdir.
İçimizde böylesine otomatik bir uyarı sisteminin olması ne kadar güzel; değil mi? Evet; sistem doğru alarmlar verdiği sürece çok güzel. Bazen tehlike beklentisi yersizdir. Ya da durduk yerde önemsiz bir şeyi büyütüveririz. Başka zamanlardaysa,uyarı doğrudur,ama elden gelecek bir şey yoktur. Durumu değiştirememenin çaresizliği içinde kıvranır dururuz. Bazen vücudumuz alarm verir; ama sorunun ne olduğunu anlayamayız. Bütün bu durumlarda hem psikolojik olarak, hem de bedenen,kaçmak ya da düşmanla mücadele etmek üzere tetikte dururuz; ama esas düşman (bütün bu korku dolu durumun yaratıcısı) bizizdir.
İşin en zor kısmı ise gerçekçi,faydalı gerginlikler,korkular,kaygılarla gerçekçi olmayan, yerli yersiz kaygılar arasındaki farkı belirleyebilmek. Hemen hemen her zaman bizi yay gibi gerecek birçok olay vardır etrafımızda. Sürekli birçok riskle iç içe yaşıyoruz. Hangisi karşısında gerçekten de stres duymanın bize fayda sağlayacağını,hangisi karşısında ise stresin bizi daha da fazla yıpratmaktan başka bir işe yaramayacağını nereden bilebiliriz.
Kaygılarımızın %40"ı hiçbir zaman gerçekleşmez.
%30"u,herkesi memnun etmekle ilgilidir; olanaksız bir şey.
%10"u sağlığımızla ilgilidir; doktor değiliz.
%12"sine gelince: Olan olmuştur,yapacak bir şey zaten yoktur.
Ancak %8"i işe yarayabilir.
Madem kaygılarımızın %40"ı hiçbir zaman gerçekleşmez, kaygılanmayalım o zaman diyebilir miyiz? Kaygı duyduğumuz bir durumun aslında o kadar da tehdit edici olmadığını,başımıza dert açmayacağını kesin olarak bilebilir miyiz? Ya da durumu değiştiremeyecek olduğumuzdan,gerçekten de yapacak bir şey olmadığından emin olabilir miyiz? Emin olmak çok zor. Üzerinde biraz daha endişelenince problemin üstesinden daha kolay gelebilecek olamaz mıyız? Tabi ki olabiliriz. Ancak abartılı tepkilerimizin farkına varmayı öğrenebiliriz. Örneğin dehşet içinde uçak yolculuğu yapmak,ya da çözümsüz bir problem üzerinde saatlerce kafa yormak. Uçağın düşme olasılığı üzerine biraz kaygı duymak normaldir. Ya da bir problemin çözülemez olduğunu anlamak için bile biraz uğraşmak gerekir. O halde,belirli bir probleme ne kadar zaman ayırmak gerekir? İşte bu sorunun kesin bir cevabı olmamasından dolayı bazılarımız kendimizi kaygıya teslim ediyoruz.
Uçağın düşme olasılığı üzerine biraz kaygı duymak normaldir.Ya da bir problemin çözülemez olduğunu anlamak için bile biraz uğraşmak gerekir. O halde,belirli bir probleme ne kadar zaman ayırmak gerekir? İşte bu sorunun kesin bir cevabı olmamasından dolayı bazılarımız kendimizi kaygıya teslim ediyoruz.
Kendini kaygıya teslim edip abartılı tepkiler gösterenlerin aksine, bazıları da bir risk karşısında gerekli tepkiyi göstermezler. Aldırmazlar,ya da tehdidin varlığını görmezden gelirler. İşlerinde ciddi değillerdir; rezil olma endişeleri hiç yoktur. Yağmurlu gecelerde trafik kazası yapanlar bunlardır. Belki tehlikenin farkında değillerdir,belki düşünmemeyi tercih ediyorlardır,belki de durum onları o kadar korkutuyordur ki,problemi akıllarından bile geçirmeye tahammül edemiyorlardır. Bir tehdit karşısında abartılı tepkiler gösterenler de,hiç tepki göstermeyenler de onunla başa çıkmada donanımsızdırlar. Her iki tür insanın da farklı davranmayı öğrenmesi gerekmektedir.
Stressiz Bir Yaşam Mümkün mü?
Stres,bir talebi karşılama durumudur. Bizi iten,çeken,silkinmemizi gerektiren,harekete geçmek zorunda bırakan. Hiç strese girmeden ne çalışmak,ne aile kurmak,çocuk yetiştirmek mümkündür. Hayatın en güzel olayları bile,aşk,arkadaşlık,aile,seyahatler,tatiller hayatımıza hep stres getirir; çünkü bunlar bizim uyum sağlamamızı gerektirir.
Stres,kendimizi keşfetmenin,potansiyelimizi kullanmanın ve geliştirmenin bir parçasıdır.
Stres nedir?
Stres bir fizik kavramıdır. Madde üzerinde uygulanan baskıyı ifade eder.
Madde strese tabi olunca eğilip bükülür,kendi direnci oranında bir tepki gösterir,uyum sağlamaya çalışır. Kaldıramadığı noktada da kopar.
Psikolojik güçler veya stresler de birey üzerinde aynı şekilde baskı yapar,iter veya çeker. Önemli bir kararımızın ağırlığı altında ezilebilir,çarpılmış gibi hissedebilir veya kopacak kadar gergin olabiliriz. Vücudumuz bu baskılar karşısında hemen alarma geçerek kendisini savunmaya alır. Stresin devam etmesi durumunda bünye direnç göstermeye başlar. Eğer stres daha da devam ederse (günlerce,haftalarca,aylarca),direncimiz kırılmaya başlar ve tükenme aşamasına geliriz. Daha fazla uyum sağlayacak gücü bulamayız kendimizde. Vücudumuz teslim bayrağını çeker ve her tür hastalığa açık bir duruma gelir.
Stres Sağlığımızı Nasıl Etkiliyor?
En basit bildiğimiz soğuk algınlığı,grip,herkes gibi hastalıklar bile stresle ilintilidir. Bizler bu virüsü kapmaya hemen her zaman açığız; ancak olağan koşullarda bağışıklık sistemimiz mücadele ederek bunları püskürtür. Bağışıklık sisteminin dayanıklılığını sınayan deneylerde,stres ve kaygının bu sistemi zayıflattığı bulgulanmıştır.
Carneige-Mellon Üniversitesinde yapılan bir araştırmada,hayatlarında ne kadar stres hissettikleri dikkatle değerlendirilen insanlara daha sonra sistematik olarak bir soğuk algınlığı virüsü bulaştırılmış,ancak virüse maruz kalan herkes soğuk algınlığına yakalanmamıştır. Dayanıklı bir bağışıklık sistemi soğuk algınlığı virüsüne karşı direnir. Daha stresli insanlar soğuk algınlığına yakalanmaya daha yatkındır. Az stresli olanların %27"si virüse maruz kaldıktan sonra soğuk algınlığına yakalanırken,bu oran daha stresli bir yaşantı sürdürenlerde %47 olmuştur. Bu da stresin tek başına bağışıklık sistemini zayıflattığının doğrudan bir kanıtıdır.
Karı koca kavgaları gibi tartışmaların ve sinir bozucu olayların üç ay boyunca günlük listesini tutan evli çiftlerde de güçlü bir eğilim ortaya çıkmıştır: Özellikle sinir bozucu olayların yoğun bir biçimde üst üste gelmesinden üç dört gün sonra,bu kişilerin soğuk algınlığına ya da üst solunum yolu enfeksiyonlarına yakalandıkları görülmüştür.
1995"te yayınlanan bir rapor,tıp doktorlarına yapılan şikayetlerin %75"inin psikolojik kökenli olduğunu açıklıyor.
Stresin İşlevi;
İnsan bedeni ve beyniyle,kusursuz olarak düzenlenmiş ve hayranlık veren bir tasarımın olağanüstü bir örneğidir. Bununla beraber küçük bir sorunu vardır. Bu da beynin en temel bölümlerinin çağdaş yaşantıya uyum yapacak şekilde evrimleşmemiş olmasıdır. Bu kadar uzun bir süre varolabilmesinde önemli rol oynayan "ilkel" özelliklerini korumayı sürdürmesidir. Antropologlara göre 50.000 yıldır,genetik yapımızda hiçbir şey değişmedi. Bedenlerimiz o zamandan bu yana mağara adamının bedeni olmayı sürdürüyor. Bu nedenle de bedensel olarak hala,bir mağara adamı gibi tepki gösteriyoruz. 50.000 yıl önce bir mağara adamı yırtıcı bir hayvanla karşılaştığında nasıl bir tepki veriyorduysa,bugün ofisimizde başa çıkmakta güçlük çektiğimiz bir problemle karşılaştığımızda bedenimiz aynı tepkiyi veriyor.
Bir tehdit ya da yeni bir uyarıcı ile karşılaştığımızda,beyinde küçük bir sinir hücresi,bedenimizin diğer bölgelerine bir seri işaretler gönderir ve saniyeler içinde,"savaş ya da kaç tepkisi" adını verdiğimiz çok karmaşık bir seri bedensel tepkiyi harekete geçirir.
Bedene daha fazla enerji sağlamak için hormon üretimi artar.
Hareket ve enerjiden sorumlu sempatik sistem hızlanır.
Gözbebekleri genişler,tükürük salgısı engellenir,cinsel organların faaliyeti engellenir.
Sindirim sistemi durur ve sistemdeki kan,beyin ve kaslara yönelir.
Bağırsak ve idrar torbası kasları,kaçma durumunda vücudu hafifletmek için gevşer. Terleme artarak,vücudun aşırı ısınması önlenir.
Bedende birikmiş şeker ve yağlar,hızlı enerji sağlamak üzere kana karışır.
Bu şekeri enerjiye dönüştürmek için gerekli oksijeni sağlamak üzere solunum hızlanır.
Beyine,kaslara ve gerekli organlara yeterli kan göndermek üzere kalp atışları hızlanır ve kan basıncı artar.
Eller,ayaklar ve deriye yakın bölgelerdeki kan,beyin ve gövde kaslarına doğru gider. Kol ve bacaklarda ortaya çıkabilecek bir yaralanma durumunda daha az kan kaybı olması sağlanmaya çalışılır.
Kanın deri yüzeyinden uzaklaşmasıyla,deri aynı zamanda soğuduğundan,tüyler de diken diken olur.
Kana daha çok alyuvar karışarak,daha çok oksijen taşıması sağlanmış olur.
Kaslar hareket için hazırlanır ve gerginleşir
Ve saniyeler içerisinde kaçmaya ya da savaşmaya hazır hale geliriz. Bu tepki otomatiktir. Savaş ya da Kaç Tepkisi,bedenimizin bize yolunda gitmeyen,düzeltmemiz gereken bir şeylerin olduğunu söylemesidir. Yaşamımızı sürdürebilmemiz için kesinlikle çok gerekli bir uyarıdır bu. İlkel insan yiyecekten yoksunken,açlığın bedenine verdiği uyarı sayesinde yiyecek bulmaya yönlenmiştir. Bugün eğer bir çalışan yeterince verimli değilse,yöneticisinden ya da çalışma arkadaşlarından duyacağı bir eleştirinin korkusu onu işe yöneltir. Yağmurlu bir gecede saatte 130 kilometreyle araba kullanırken güvenlik endişesi yavaşlatır kişiyi. Bunlar başımız belaya girmeden bizi önlem almaya,harekete geçmeye iten sebeplerdir.
İçimizde böylesine otomatik bir uyarı sisteminin olması ne kadar güzel; değil mi? Evet; sistem doğru alarmlar verdiği sürece çok güzel. Bazen tehlike beklentisi yersizdir. Ya da durduk yerde önemsiz bir şeyi büyütüveririz. Başka zamanlardaysa,uyarı doğrudur,ama elden gelecek bir şey yoktur. Durumu değiştirememenin çaresizliği içinde kıvranır dururuz. Bazen vücudumuz alarm verir; ama sorunun ne olduğunu anlayamayız. Bütün bu durumlarda hem psikolojik olarak, hem de bedenen,kaçmak ya da düşmanla mücadele etmek üzere tetikte dururuz; ama esas düşman (bütün bu korku dolu durumun yaratıcısı) bizizdir.
İşin en zor kısmı ise gerçekçi,faydalı gerginlikler,korkular,kaygılarla gerçekçi olmayan, yerli yersiz kaygılar arasındaki farkı belirleyebilmek. Hemen hemen her zaman bizi yay gibi gerecek birçok olay vardır etrafımızda. Sürekli birçok riskle iç içe yaşıyoruz. Hangisi karşısında gerçekten de stres duymanın bize fayda sağlayacağını,hangisi karşısında ise stresin bizi daha da fazla yıpratmaktan başka bir işe yaramayacağını nereden bilebiliriz.
Kaygılarımızın %40"ı hiçbir zaman gerçekleşmez.
%30"u,herkesi memnun etmekle ilgilidir; olanaksız bir şey.
%10"u sağlığımızla ilgilidir; doktor değiliz.
%12"sine gelince: Olan olmuştur,yapacak bir şey zaten yoktur.
Ancak %8"i işe yarayabilir.
Madem kaygılarımızın %40"ı hiçbir zaman gerçekleşmez, kaygılanmayalım o zaman diyebilir miyiz? Kaygı duyduğumuz bir durumun aslında o kadar da tehdit edici olmadığını,başımıza dert açmayacağını kesin olarak bilebilir miyiz? Ya da durumu değiştiremeyecek olduğumuzdan,gerçekten de yapacak bir şey olmadığından emin olabilir miyiz? Emin olmak çok zor. Üzerinde biraz daha endişelenince problemin üstesinden daha kolay gelebilecek olamaz mıyız? Tabi ki olabiliriz. Ancak abartılı tepkilerimizin farkına varmayı öğrenebiliriz. Örneğin dehşet içinde uçak yolculuğu yapmak,ya da çözümsüz bir problem üzerinde saatlerce kafa yormak. Uçağın düşme olasılığı üzerine biraz kaygı duymak normaldir. Ya da bir problemin çözülemez olduğunu anlamak için bile biraz uğraşmak gerekir. O halde,belirli bir probleme ne kadar zaman ayırmak gerekir? İşte bu sorunun kesin bir cevabı olmamasından dolayı bazılarımız kendimizi kaygıya teslim ediyoruz.
Uçağın düşme olasılığı üzerine biraz kaygı duymak normaldir.Ya da bir problemin çözülemez olduğunu anlamak için bile biraz uğraşmak gerekir. O halde,belirli bir probleme ne kadar zaman ayırmak gerekir? İşte bu sorunun kesin bir cevabı olmamasından dolayı bazılarımız kendimizi kaygıya teslim ediyoruz.
Kendini kaygıya teslim edip abartılı tepkiler gösterenlerin aksine, bazıları da bir risk karşısında gerekli tepkiyi göstermezler. Aldırmazlar,ya da tehdidin varlığını görmezden gelirler. İşlerinde ciddi değillerdir; rezil olma endişeleri hiç yoktur. Yağmurlu gecelerde trafik kazası yapanlar bunlardır. Belki tehlikenin farkında değillerdir,belki düşünmemeyi tercih ediyorlardır,belki de durum onları o kadar korkutuyordur ki,problemi akıllarından bile geçirmeye tahammül edemiyorlardır. Bir tehdit karşısında abartılı tepkiler gösterenler de,hiç tepki göstermeyenler de onunla başa çıkmada donanımsızdırlar. Her iki tür insanın da farklı davranmayı öğrenmesi gerekmektedir.