Soybağının Reddi

Asi Ruh

Kayıtlı Üye
SOYBAĞININ REDDİ

GİRİŞ

Soybağının reddi, konu itibariyle, çocuk ile ana ve babası arasındaki hısımlık ilişkisinin ortadan kaldırılmak istenmesini irdelediği için aile ve dolayısıyla toplum üzerinde önemli etkilere sahiptir. “Soybağının reddi” kavramını ödev konusu olarak seçmemdeki en büyük etken, onun, hem aile içinde yani ana, baba ve çocuklar açısından yarattığı sonuçlar hem de aile dışındaki kişiler, özellikle mirasçılar bakımından taşıdığı önemden ileri gelmektedir.

Soybağı (nesep) kavramı, taşıdığı önem itibariyle eski Medeni Kanun döneminde oldukça tartışılmış ve kaynak kanun olan İsviçre Medeni Kanunu’ndan yapılan yanlış tercümeler eleştiri konusu olmuştur. Aynı şekilde yeni Türk Medeni Kanunu, soybağı konusuna ilişkin sorunların tam olarak çözüme kavuşturulmasını sağlayabilmiş değildir. Soybağı kavramının, özellikle soybağının reddinin tartışmaya konu olan yönleri, beni, bu ödevi almam için etkileyen sebeplerden bir tanesidir.

Çocuk ile ebeveyni arasındaki hısımlık ilişkisi, aile hukukunun en önemli ve en hassas konularından birini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu ilişkinin ortadan kaldırılmasının sebep ve sonuçlarıyla en ince ayrıntısına kadar düşünülmesi gerekir. Ailenin birliği ve korunmasına çok büyük etki edecek olan nesebin reddi konusunu, bir ödev halinde incelememin bana önemli ölçüde katkı sağlayacağı düşüncesindeyim.

Medeni Kanunumuzun 286. ve 291. maddeleri arasında düzenlenmiş olan “Soybağının Reddi” aşağıda beş bölüm halinde incelenecektir. Birinci ve ikinci bölümlerde, soybağının reddi kavramının neyi ifade ettiği ve hangi durumlarda soybağının reddedilebileceği konusu ile bilimsel yöntemlerin soybağının reddi üzerindeki işlevinden bahsedilecektir. Üçüncü bölümde, davacılar, davalılar, yetkili ve görevli mahkemeler ile hak düşürücü süreler açısından soybağının reddi davası incelenecektir. Dördüncü bölümde soybağının reddedilmesiyle birlikte meydana gelen değişiklikler üzerinde durulacaktır. Beşinci ve son bölümde ise günümüzde tıp biliminin ilerlemesiyle birlikte ortaya çıkan yapay döllenme ve tüp bebek yöntemlerinin, soybağının reddi konusuna olan etkileri, kısaca açıklanmaya çalışılacaktır.


SOYBAĞININ REDDİ

I- SOYBAĞININ REDDİ KAVRAMI

Soybağının reddi, yenilik doğurucu bir dava olan soybağının reddi davası açılmak suretiyle adi bir karine niteliği taşıyan babalık karinesinin çürütülmesini ve bu sayede çocuk ile baba arasındaki soybağının ortadan kaldırılmasını ifade eder. “Evlilik devam ederken veya evliliğinin sona ermesinden itibaren üç yüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.” şeklindeki babalık karinesi ile buna dayanan soybağının, Medeni Kanun’un 286 ve devamı maddelerine göre reddedilmesi mümkündür. Eski Medeni Kanun döneminde “nesebin reddi” olarak adlandırılan soybağının reddine yer verilmesi, kocanın menfaatlerini koruma düşüncesinin sonucudur.

Kanunkoyucu, soybağının reddine yer vermek suretiyle soybağında istikrarı sağlamak ve çocuğun çıkarlarını güvence altına almak için benimsemiş olduğu bir karinenin soya sopa bağlılık uğruna yıkılmasını göze almaktadır. Yani “ genetik (biyolojik) kökene bağlılık ilkesi”, çocuğu ve istikrarı koruma kaygılarından daha ağır basmıştır.

II- SOYBAĞININ REDDİ HALLERİ

Babalık karinesinin çürütülmesini sağlayan soybağının reddi davasının sebepleri Medeni Kanunumuzda çocuğun “evlilik içinde ana rahmine düşmesi” ile “evlenmeden önce veya ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşmesi” şeklinde ikiye ayrılarak düzenlenmiştir.

A) ÇOCUĞUN EVLİLİK İÇİNDE ANA RAHMİNE DÜŞMÜŞ OLMASI HALİ

Medeni Kanun’un 287. maddesine göre, “çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüşse davacı, kocanın baba olmadığını ispat etmek zorundadır.”

Evlilik içinde ana rahmine düşmenin ne anlama geldiği, yine aynı maddenin ikinci fıkrasında şu şekilde belirtilmiştir: “Evlenmeden başlayarak en az yüz seksen gün geçtikten sonra ve evliliğin sona ermesinden başlayarak en fazla üç yüz gün içinde doğan çocuk, evlilik içinde ana rahmine düşmüş sayılır.” Maddede geçen yüz seksen günlük süre ortalama tıp verilerinden ve yaşam deneyimlerinden yola çıkarak, çocuğun ana rahminde kalabileceği asgari süreyi, üç yüz günlük süre ise gebeliğin devam edebileceği azami süreyi ifade eder.

Çocuk, eğer evlenme sözleşmesinden sonra yani evlilik süresi içinde ana rahmine düşmüşse, eşler arasındaki sadakat yükümlülüğü gereğince, kocanın baba olma ihtimalinin daha kuvvetli olduğu kabul edilir. Böyle durumlarda babalık karinesi, daha güçlü ve reddedilmesi daha zor bir hal alır.

Soybağının reddi davasında davacı, kocanın baba olmasından kuşku duyulmasına sebep olacak olguları belirtmekle yetinemez. Babalık karinesinin ortadan kaldırılması için ya cinsel ilişkinin olmadığının ya da çocuğun cinsel ilişkiden olamayacağının kanıtlanması gerekir

1.Cinsel İlişkinin İmkansız Olduğunun İspatı (Maddi İmkansızlık Def’i)

Davacı, eski Medeni Kanun döneminde “ihtibal müddeti” olarak adlandırılan kritik dönemde, kocanın karısıyla cinsel ilişkide bulunmuş olmasının mümkün olmadığını kanıtlamalıdır. Kritik dönem (döllenme dönemi), 121 gün olarak kabul edilir. Bu süre, çocuğun doğumundan önceki azami on aylık (300 günlük) süre ile asgari altı aylık (180 günlük) süre arasında kalan yüz yirmi güne , doğum gününün eklenmesi şeklinde hesaplanır. Ancak tıp biliminin gelişmesi sonucu günümüzde döllenme süresi, annenin adet dönemleri ile çocuğun bedensel gelişimine de bağlı olarak 10-12 güne kadar inebilmektedir. Böyle bir durumda davacı, bu 10–12 günlük zaman dilimi içerisinde maddi imkânsızlığı ispat etmekle yetinecektir. Tıptaki bu ilerleme, davacının ispat yükünü eskiye oranla kolaylaştırmıştır.

Cinsel ilişkinin olanaksızlığı çeşitli nedenlerle meydana gelebilir. Bu nedenler dış etkenlere veya karı koca arasındaki iç etkenlere dayanabilir. Doktrinde dış etkenlere örnek olarak, çocuğun ana rahmine düştüğü dönemde kocanın uzun süren bir seyahate çıkmış olması, tedavi olmak amacıyla bir sağlık kurumunda bulunması, özgürlüğü bağlayıcı bir suç işleyerek cezaevinde tutuklu kalması veya esir kampında olması gibi olgular gösterilmektedir. Eşlerden kaynaklanan fiziki yahut psikolojik sebepler, örneğin ananın kritik gebe kalma döneminde eşlerden birinin felçli olması, hareket etme yeteneğinden yoksun olması, aralarında cinsel ilişki kurulmasına imkan tanımayacak ölçüde düşmanlık veya yabancılaşmanın bulunması ise iç nedenlere örnek olarak gösterilebilir. Mesela koca kritik dönemde iktidarsız olduğunu veya iktidarsız olmayıp hareket yeteneğinden mahrum olduğunu iddia ve ispat etmek suretiyle çocuk ile aralarındaki soybağını geçersiz kılabilir. “Babalık karinesi, aksi kanıtlanmadan hiçbir surette geçersiz kılınamaz.” şeklindeki Yargıtay kararında da belirtildiği üzere redde ilişkin olaylar mutlaka ispatlanmalıdır.

2.Çocuğun Kocanın Cinsel İlişkisinden Olmadığının İspatı
(İlliyet Bağının Yokluğu)

Davacı, kocanın çocuğunun anası ile cinsel ilişkide bulunduğunu kabul etmekle birlikte, çocuğun bu ilişkiden olamayacağını iddia ediyorsa, diğer bir değişle ana ve kocanın cinsel ilişkisi ile ananın gebeliği veya çocuğun doğumu arasında illiyet (nedensellik) bağının bulunmadığını öne sürüyorsa, bu iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Buradaki ispat ancak doktor raporu ile sağlanabilir. Fakat bazı durumlarda çocuğun bedensel özelliklerine göre de kanıt mümkün olabilir. Doktrinde, kadının koca ile olan cinsel münasebetinden önce zaten gebe kalmış olması, illiyet bağının yokluğuna örnek olarak gösterilmektedir. Aynı şekilde kocanın çocuk yapma yeteneğinin bulunmadığını yani kısır (akim) olduğunu kanıtlayarak da, davacının, illiyet bağını reddedebileceği kabul edilmektedir. Ancak VELİDEDEOĞLU’na göre “Böyle bir iddiaya dayanarak evlenmeden yüz seksen gün sonra doğan çocuğun nesebini (soybağını ) reddetmek isteyen bir erkeğin talebini kabul edebilmek için, onun ne zamandan beri akim olduğunu kat’ i surette tespit etmek lazımdır. O kimse evliliğin ilk günlerinde akim bulunduğunu ispat edemezse davası mesmu olmaz. ( Mahkemece esasa girmek için yeterli görülmez. ) Zira ilk zamanlarda sıhhi durumu çocuk yapmaya pekala elverişli olduğu halde akamet ( kısırlık ) haline sonradan uğramış bulunabilir.”

Çocuk açık şekilde başka ırklara ait özellikler taşıyorsa (Moğol, zenci gibi) böyle bir delille de mahkemeye başvurulabilir. Fakat hukukumuz, “coitus interruptus” yani çocuğun başka bir erkeğe benzediğine dair iddiaları dikkate almamaktadır. Ayrıca, çocuğun kocadan olma ihtimalinin bulunmadığını ispat edemediği sürece, davacının, karının gebelik süresi içinde bir veya birden fazla erkekle cinsel ilişkide bulunduğunu kanıtlaması ve hatta, karının, kocasından başka erkekle cinsel ilişkide bulunduğunu ikrar etmesi bile babalık karinesinin çürütülmesi için yeterli değildir. Aynı şekilde kocanın döllenmeyi önleyici ilaç ve buna benzer yöntemlere başvurduğunu söylemesi de illiyet bağının yokluğunu kanıtlamaya yetmez; çünkü bu tür yöntemler hem kesin sonuç vermemekte hem de doğru şekilde kullanılıp kullanılmadıkları üçüncü kişiler tarafından bilinememektedir.

B) ÇOCUĞUN EVLİLİKTEN ÖNCE VEYA AYRI YAŞAMA SIRASINDA
ANA RAHMİNE DÜŞMÜŞ OLMASI HALİ

4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanunu, 288. maddeyle, babalık karinesinin sertliğini iki şekilde gidermeye çalışmıştır. Maddenin birinci fıkrası şöyle bir düzenleme getirmektedir: “Çocuk, evlenmeden önce veya ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşmüşse davacının başka bir kanıt getirmesi gerekmez. Böyle bir hükme yer verilmesinin nedeni, çocuğun eşlerin evlilik içerisindeki cinsel ilişkilerinin ürünü olduğu esasına dayandırılmasıdır. Çocuk ister eşlerin nikah sözleşmesinden önce isterse eşlerin ayrılık süresi içinde doğmuş olsun davacı koca, yalnızca soybağının reddi davası açmak suretiyle, “Bu çocuk benden değildir” demekle yetinecektir. Bunun dışında bir olguyu ispatlaması davacıdan beklenmez. Evlenmeden önce yahut ayrılık sırasında ana rahmine düşme durumlarını iki ayrı kalemde incelemek mümkündür.


1. Çocuğun Evlilikten Önce Ana Rahmine Düşmüş Olması

Evliliğin kurulmasından itibaren yüz seksen gün geçmeden önce doğan çocuk, evlenmeden önce ana rahmine düşmüş kabul edilir. Çocuğun bu yüz seksen günlük (altı aylık) süre tamamlanmadan doğması durumunda davacı, yalnızca sürenin henüz geçmemiş olduğunu ispat edecektir. Böylelikle koca lehine babalık karinesi çürütülmüş olacaktır.(MK m. 285) Altı aylık sürenin hesaplanmasında BK. m. 76 kıyasen uygulanır ve evlenmenin gerçekleştiği gün hesaba katılmaz.

2. Çocuğun Ayrı Yaşama Sırasında Ana Rahmine Düşmüş Olması

743 sayılı eski Türk Medeni Kanunu’nda çocuğun ana rahmine düşmesi durumuyla ilişkili olarak “kadının gebe kaldığı dönemde kocasından ayrılığına hükmedilmiş olması…” şeklinde bir ifade bulunmaktaydı (Eski MK m. 244/I) Doktrinde de bir mahkeme kararına dayanmayan ayrılıklarda yani karı kocanın fiili ayrılığı durumunda çocuğun evlilik içinde ana rahmine düştüğü kabul ediliyordu. Bu durumda kocanın babalık karinesi geçerliliğini kaybetmeksizin devam ediyordu. Fakat yeni Türk Medeni Kanunu, ayrı yaşamanın hakim hükmüne dayanması gerektiği yolundaki görüşü değiştirmiştir. Yani herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın eşlerin fiilen birbirlerinden ayrı yaşıyor olmaları veya boşanma davası devam ederken ya da evlilik birliğinin korunması amacıyla eşlerin bir arada bulunmamaları da ayrı yaşama kapsamına alınmıştır. (MK m. 288/I)

Eşlerin mahkeme kararı ile veya kendi istekleriyle ayrı yaşamaları durumunda ana rahmine düşen çocuk için uygulanacak yöntem, çocuğun evlenmeden önce ana rahmine düşmesi durumunda uygulanacak yöntemle aynıdır. Koca veya diğer davacılar, yalnızca ayrılık süresini ve çocuğun ana rahmine düşme anını ispat edecektir,diğer olguları davalının ispat etmesi gerekir. Yani bu durumda ispat yükü ters çevrilir ve ana aleyhine çürütülebilir bir karine oluşur.



Babalık Karinesinin Yeniden Kurulması:

Medeni Kanunumuz, soybağının reddini kolaylaştırdığı hallerde,“ gebe kaldığı dönemde kocanın karısı ile cinsel ilişkide bulunduğu konusunda inandırıcı kanıtlar varsa” davalının bu kanıtları ortaya koyması durumunda babalık karinesinin devam edeceğini belirtmektedir. (MK m. 288/II) Önceki Medeni Kanun, cinsel ilişki olması şartını aramamış, kadının gebe kaldığı dönemde kocasıyla “ikametinin tahakkuku” (birlikte oturması) şeklinde bir ifade kullanmayı uygun görmüştü. (Eski MK m.244/II) Fakat bazı yazarlar bu ifadenin, kaynak İsviçre Medeni Kanunu’ndan yanlış tercüme edildiği yolunda ortak kanıya sahipti.

Yeni Medeni Kanun, tartışmaya yer vermeyecek şekilde “cinsel ilişki” ifadesini kullanmıştır. Buna göre kadının gebe kaldığı dönemde kocasıyla birlikte oturduğunun ispatlanması yetmez; ayrıca cinsel ilişki de kanıtlanmalıdır. Ancak maddenin kaleme alınış biçiminden de anlaşıldığı gibi davalının inandırıcı deliller göstermesi yeterlidir. Yani muhtemel gebelik dönemi içinde cinsel ilişkinin var olduğunun ispatlanması için yüzde yüz matematiksel bir kesinlik aranmamaktadır. Davalı tarafından gösterilen deliller sonucunda, babalık karinesinin yeniden kurulması söz konusu olur; bu kez davacı, soy- bağının reddini, tek bir yolla, çocuğun kocadan olmadığını ispat ederek sağlayabilir.

C) KAN MUAYENESİ VE DİĞER BİLİMSEL YÖNTEMLERDEN YARARLANMA

Biyolojik babanın saptanması için başvurulan bilimsel inceleme ve tahlil metotlarının başında kan muayenesi gelmektedir. Günümüzde kan incelemesi; klasik kan grupları yöntemi, MN faktörleri yöntemi ve Rhesus yöntemi olmak üzere başlıca üç ayrı gruba ayrılmaktadır. Kan incelemesi yöntemlerinden birinin veya birkaçının birlikte kullanılmasıyla, bir erkeğin gerçek baba olup olmadığı kesine yakın bir ihtimalle bulunabilmektedir. Kan tahlili metotlarının yanında antropobiyolojik ve kalıtımsal muayene yöntemleriyle de ana, baba ve çocuğun kafatası, kemik ve cilt yapılarının karşılaştırılması suretiyle hukuki babanın biyolojik baba olduğunu (olumlu kanıt) ya da olmadığını (olumsuz kanıt) ortaya çıkarmak mümkündür.

Bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sonucu son yıllarda geliştirilen “DNA Fingerabdruck” (genetik parmak izi) yöntemi, gerçek babanın, diğer metotlardan çok daha güvenilir şekilde saptanmasını sağlayabilmektedir. Tükürük, sperm, kan, hatta tek bir kıl örneği üzerinde dahi uygulanabilen DNA incelemeleri yöntemi, moleküler yapılardan yola çıkarak genetik soyun rahatlıkla saptanmasını sağlar. Bu nedenle günümüzde çoğunlukla rağbet edilen yöntemdir. Yargıtay da Adli Tıp Kurumları’nca DNA testleri yapılması görüşündedir.

Kan muayenesi ve diğer bilimsel yöntemlerin gerçeğin saptanması açısından kaçınılmaz olması ve incelemeye tabi tutulacak kişilerin sağlıkları yönünden hiçbir sakınca taşımaması gerekir. Örneğin kocanın aşırı kıskançlığı yahut şüpheciliği yüzünden mahkemenin bilimsel incelemeye karar vermesi düşünülemeyeceği gibi kamu yararı ve özel menfaatlerin çatışmamasına da dikkat edilmesi gerekir.

III- SOYBAĞININ REDDİ DAVASI

Babalık karinesinin çürütülebilmesi için mutlak surette dava açmak gerekir. İşte açılacak olan bu davaya “Soybağının Reddi Davası” adı verilir. Dava açılmaksızın ve mahkeme kararı olmaksızın soybağının ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu nedenle koca, tek taraflı bir irade açıklamasıyla veya karısıyla yapacağı bir sözleşme ile yahut da noter aracılığıyla göndereceği bir ihtarname ile çocuk ile arasındaki soybağını ortadan kaldıramaz.

Soybağının reddi davası, yalnızca babalık karinesinden faydalanan çocukların soy- bağını reddetmek için başvurulabilecek bir yoldur. Dolayısıyla evlilik sona erdikten üç yüz gün sonra doğan veya evlilik dışı olmakla birlikte her nasılsa kocanın nüfus kütüğüne kaydedilen çocuk ile koca arasındaki soybağını reddetmek için açılacak olan dava soy- bağının reddi davası değil, “nüfus kaydının düzeltilmesi davası”dır. Kayıt düzeltme davasında, soybağının reddi davasının farklı olarak, kişi sınırlaması yoktur ve bu dava herhangi bir süreye de tabi değildir.

A) DAVACI

Soybağının reddi davası açma hakkı kocaya, bizzat çocuğa, diğer ilgililere ve baba olduğunu iddia eden kişiye tanınmıştır.

1. Koca

Soybağının reddi davasında asıl davacı kocadır. Soybağının reddi davası açma hakkı kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olması nedeniyle koca tarafından bizzat kullanılmalıdır. Koca ayırt etme gücüne sahip fakat kısıtlı yani sınırlı ehliyetsiz olsa bile tek başına, yasal temsilcisinin iznine gerek olmaksızın dava açma hakkına sahiptir. Kocanın tam ehliyetsiz yani ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun olduğu durumlarda ise ne kendisi ne de yasal temsilcisi dava açamaz. Yasal temsilcilere soybağının reddi davası açma hakkı verilmemekle birlikte, koca bir avukata vekalet vererek davanın açılıp sürdürülmesini sağlayabilir; bu durumda vekaletnamede soybağının reddi konusunda özel bir yetki aranır.

Koca adına, açılan soybağının reddi davasını sürdürme hakkı, yasal temsilciye bir tek durumda geçer, o da dava açıldıktan sonra kocanın ayırt etme gücünü kaybetmesi durumudur. Bunun dışında koca, eğer çocuk ölmüşse davanın konusu kalmadığı için dava açamaz. Kocanın dava hakkından feragat etmesi de hiçbir şekilde söz konusu değildir. Ayrıca koca, soybağını reddetme hakkını dilerse kullanır, bu konuda zorlanamaz; kendi isteği ile dava açması ise, süresi içinde dava açmakla birlikte, evlilik birliğinin devamı veya sona ermesi ile de bağlı değildir.




2. Çocuk

Yeni Türk Medeni Kanunu, süre dışında herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın, çocuğun da kocadan bağımsız dava hakkına sahip olduğunu kabul etmiştir. Şayet çocuk ergin değilse, çocuk adına soybağının reddi davası ona atanacak bir kayyım tarafından açılır. Buna karşın, çocuk ergin olmuşsa ve kısıtlı da değilse, kendi başına, soybağını reddetmek için dava açabilir.(MK m.286/II)

3. Diğer İlgililer

Önceki Medeni Kanun, kocanın ölmesi, ayırt etme gücünü kaybetmesi, çocuğun doğduğundan haberdar olamaması veya bulunduğu yerin bilinmemesi gibi durumlarda çocukla birlikte mirasçı olanlara yahut çocuk nedeniyle mirasın dışında kalanlara nesebin reddi davası açma hakkı tanımıştı.(Eski MK. m. 245) Yeni Türk Medeni Kanunu, bu konuda önceki Medeni Kanun’dan oldukça farklı bir düzenleme getirmiştir. Buna göre kocanın süresi içinde dava açması olanaksız hale gelirse onun “altsoyu, anası, babası ve baba olduğunu iddia eden kişi” soybağının reddi davası açabilecektir. Bu hükümle birlikte dava açabilecek kişilerin çevresi daraltılmıştır.(MK. m. 291/I)

Kocanın altsoyunun, anasının , babasının veya baba olduğunu iddia eden kişinin dava hakkı birbirinden bağımsızdır. Bunlar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunur. Yani bu kişilerden biri yahut birkaçı dava açmış ve nesep reddedilmişse, bu hükümden diğerleri de yararlanır. Ancak davanın kaybedilmesi durumunda verilen mahkeme hükmü, dava açmamış olan diğer ilgilileri etkilemez, yani bu kişiler isterlerse yeni bir dava açabilirler. Bununla birlikte MK. m. 291/III’e göre diğer ilgililerin açacağı soybağının reddi davasında kocaya ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır.

Diğer ilgililerin dava hakkıyla ilgili olarak belirtilmesi gereken en önemli hususlardan bir tanesi de, bu kişilerin dava hakkının ikincil (tali) bir nitelik taşımasıdır. Kocanın altsoyu, anası , babası ve baba olduğunu iddia eden kişi yalnızca dava açma süresinin geçmesinden önce kocanın ölmesi, gaipliğine karar verilmesi veya temyiz kudretini sürekli olarak yitirmesi halinde dava açabilirler. Koca henüz hayattayken, nerede olduğu biliniyorken ve ayırtım gücünü haizken, dava açma süresi geçmese dahi ilgililer dava açamazlar. (MK. m. 291) Bununla birlikte kocanın dava açma süresi geçtikten sonra dava hakkını yitirmesi (örneğin ölmesi) durumunda da ilgililerin dava hakkı kendiliğinden ortadan kalkar.

B) DAVALI

1. Ana ve Çocuk

Koca, istisnai hallerde kocanın altsoyu, anası ve babası soybağının reddi davasını ana ve çocuğa karşı açarlar. (MK m. 286/I) Yani dava yalnızca anaya yahut yalnızca çocuğa karşı açılamaz ; ana ve çocuk arasında zorunlu dava arkadaşlığı vardır.
Nesebin reddi davası, ana veya çocuktan biri ölmüşse, sağ kalana karşı; şayet her ikisi de ölmüşse mirasçılarına karşı açılmalıdır. Fakat her ikisinin ölmesi durumunda dava hakkı, ancak davacının nesebin reddinde menfaati bulunduğu durumlarda söz konusu olur.

2. Ana ve Koca

Çocuk tarafından açılacak olan soybağının reddi davasında davalı, ana ve kocadır (MK, m. 286/II). Aynı şekilde çocuğa atanacak kayyımın açacağı dava da davalının ana ve koca olduğu kabul edilir. Bu durumda da ana ve koca arasında zorunlu bir dava arkadaşlığı meydana gelir; bu nedenle bunlardan yalnız birine açılan dava reddedilir. Doktrinde bir kısım yazarlar, baba olduğunu iddia eden kişinin açacağı davanın ana, koca ve çocuğun üçüne birden yöneltilmesi gerektiği konusunda görüş bildirirler. Bu yazarlara göre, kocanın ölmesi halinde baba olduğunu iddia eden kişi, davayı, ana, çocuk ve kocanın mirasçılarına karşı açmalıdır.





C) YETKİLİ VE GÖREVLİ MAHKEME

Eski Medeni Kanun döneminde nesebin reddine ilişkin davalarda, yetkili mahkemenin davacının ikametgahı mahkemesi olduğu kabul ediliyordu. Görevli mahkeme ise Asliye Hukuk Mahkemesi idi. (Eski MK. m.250)

Yeni Türk Medeni Kanunu’na göre soybağına ilişkin bütün davalarda yetkili mahkeme, taraflardan birinin dava veya doğum sırasındaki yerleşim yeri mahkemesidir.(MK. m. 283) Tarafların, çocuğun doğduğu veya davanın açıldığı tarihte Türkiye’de ikametgahı yoksa, davanın nerede açılacağı MÖHUK’a göre belirlenir. MÖHUK. m.28 hükmü şu şekildedir: “Türkiye’de ikametgahı bulunmayan Türk vatandaşlarının kişi hallerine ilişkin davaları, ikamet ettikleri ülke mahkemesinde açılmadığı veya açılamadığı takdirde, Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkeme de bulunmaması halinde ilgilinin sakin olduğu yer,Türkiye’de sakin değilse Türkiye’deki son ikametgahı mahkemesinde, o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinde görülür.”

Soybağının reddi davasında görevli mahkeme ise Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’un dördüncü maddesi gereğince Aile Mahkemesi veya Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca bu konuda görevlendirilen Asliye Hukuk Mahkemesi'dir.

D) DAVA AÇMA SÜRESİ

Önceki Medeni Kanuna göre koca, nesebin reddi davasını, çocuğun doğumunu öğrenmesinden itibaren bir ay içerisinde açmak zorundaydı. (Eski MK. m. 242) Koca, bir aylık süreyi geçirmiş veya sarih (açık) yahut zımni (kapalı) olarak çocuğu benimsemişse artık dava açma hakkı sona eriyordu. (Eski MK. m. 246) Örneğin kocanın çocuğa tam anlamıyla baba gibi davranması, çocuğu kendi soyadıyla nüfusa kaydettirmesi, doğumu nedeniyle ziyafetler vermesi, çocuğun adını koyması, hayatını sigorta ettirmesi vs. davranışlar, doktrinde çocuğun açık veya örtülü olarak benimsendiğinin göstergesi sayılıyordu.

Yeni Medeni Kanun’a göre koca soybağının reddi davasını, “doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı dönemde başka bir erkekle cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, her halde doğumdan başlayarak beş yıl içinde” açmak zorundadır.(MK. m. 289/I) Maddede geçen bir yıllık süre nisbi süre, beş yıllık süre ise mutlak süredir. Yani koca, baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı dönemde başka bir erkekle cinsel ilişkide bulunduğunu beş yıllık süre dolduktan sonra öğrenirse bir yıllık sürenin yeni başladığı iddiasıyla dava açamaz. Bununla birlikte yeni Medeni Kanun, çocuğun benimsenmesini davayı önleyici sebep olarak almadığı için çocuk, koca tarafından açık şekilde benimsense dahi, bu durum soybağının reddine bir engel teşkil etmez.

Soybağının reddi davası, çocuk tarafından, ergin olduğu tarihten itibaren bir yıl içinde açılmak zorundadır.(MK. m. 289/II) Çocuk ergin değilse, dava hakkı, ona atanacak kayyım tarafından, atama kararının kendisine tebliğinden itibaren bir yıl, her halde çocuğun doğumunu izleyen beş yıl içinde kullanılmalıdır.(MK. m. 291/II) Çocuğa atanacak kayyım için kanunda bir ve beş yıllık süreler öngörülmüş olması, doktrinde eleştirilmektedir. ACABEY’e göre kendisine karar tebliğ edilmeyen veya çocuk beş yılını doldurduktan sonra (örneğin 6-7 yaşındayken) kayyım olarak atanan kişiye dava hakkı tanımayan bu düzenleme oldukça isabetsizdir; kayyımın açacağı davada, çocuk ergin olana dek süre sınırlaması olmaması gerekir.

Kocanın altsoyu, anası ve babası ile baba olduğunu iddia eden kişinin (ilgililerin) dava açma süresi ise, çocuğun doğumunu ve kocanın ölümünü veya ayırt etme gücünü kaybettiğini yahut hakkında gaiplik kararı alındığını öğrenmelerinden itibaren işlemeye başlar ve davanın bu tarihi takip eden beş yıl içerisinde açılması gerekir.(MK. m.291) Kanunda ilgililer için yalnızca bir yıllık nisbi süre öngörülmüş, mutlak süre belirtilmemiştir. Doktrinde beş yıllık mutlak sürenin ilgililer için de kabul edilmesinin gerekli olduğu ileri sürülmektedir.

Medeni Kanun’da koca, çocuk ve diğer ilgililer için soybağının reddine yönelik belirlenen bu süreler, zamanaşımı olmayıp “hak düşürücü süre” niteliğindedir. Çünkü soy- bağının reddi davası açma hakkı, yenilik doğurucu bir haktır ve yenilik doğuran haklar, kural olarak, hak düşürücü sürelere tabi tutulur. Hak düşürücü süreler, niteliği gereği kesintiye uğramaz ve zamanaşımından farklı olarak hakim tarafından re’sen dikkate alınır. Hak düşürücü süre, BK. m. 76/III hükmüne kıyasen hesaplanmaktadır.



E) DAVA AÇMA SÜRESİNİN UZAMASI

743 sayılı eski Türk Medeni Kanunu, kocanın, çocuğun babası olduğu konusunda aldatılması ve bu nedenle çocuğu benimsemesi veya süresi içerisinde dava açmaması durumunda, aldatılmayı öğrendiği tarihten itibaren bir ay içerisinde soybağını reddedebileceğini hükme bağlamıştı. (Eski MK. m. 246) Fakat yeni Medeni Kanun’da aldatılma (hile) ve haklı nedenle davanın açılamaması gibi iki ayrı düzenleme yoktur. Yeni Medeni Kanun’a göre yalnızca bir halde koca veya çocuk, süresi geçmiş olmasına karşın dava açabilir; bu hal haklı bir sebebin bulunmasıdır. Soybağının reddi davası süresi içinde açılmamışsa ve gecikme haklı bir sebebe dayanıyorsa koca veya çocuk bir yıl içerisinde soybağının reddi davası açabilir. (MK. m.289/III)

Haklı sebepler, objektif veya subjektif sebepler olabilir. Örneğin babanın ağır hastalığı, çok uzak bir yerde olması, savaş veya bulaşıcı hastalık nedeniyle bir yerde mahsur kalması, geçici olarak ayırt etme gücünü kaybetmesi, çocuğun kendi çocuğu olduğunu sonradan öğrenmesi gibi nesnel sebepler ile kocanın evliliği devam ettirme ümidi içerisinde olması, evlilik birliğini kurtarma düşüncesi gibi öznel sebepler, haklı sebep teşkil edebilir. Buna karşılık doktrinde ve Yargıtay kararında kocanın, çocuğun kendisinden olmadığını bilmesine rağmen aile onurunu korumak için soybağının reddi davası açmaması, fakat bu durumun herkesçe bilinir hale gelmesinden sonra dava açması veya karısının gebe kaldığı dönemde başka bir erkekle cinsel ilişkide bulunduğu bilmesine rağmen karısının itirafta bulunmasını beklemesi yahut da zina sebebiyle açtığı boşanma davasının sonuçlanmasına kadar soybağının reddi davası açmamış olması, sürenin uzaması için haklı sebep olarak kabul edilmemektedir.

Soybağının reddi davasını uzatabilecek haklı sebeplerin neler olduğunu, Yargıtay kararları ile bilimsel eserleri göz önünde tutmakla birlikte, somut olayın özelliklerinden yola çıkarak hakim tayin edecektir.(MK. m.4) Gecikmeyi haklı kılacak sebepler söz konusu olmaksızın, şayet hak düşürücü süreler geçirilmeden açılan dava, usul eksikliği sebebiyle mahkemece reddedilmişse, dava açma süresi geçse dahi, davacı BK. m. 137 hükmünün kıyas yoluyla uygulanması sonucu altmış günlük ek süre içerisinde yeni bir dava açma hakkı kazanacaktır.

IV- SOYBAĞININ REDDİNİN SONUÇLARI

Davacı tarafından açılan soybağının reddi davasının mahkemece kabul edilmesi durumunda çocuk lehine geçerli olan babalık karinesi sona erer. Soybağının reddi kararı bozucu yenilik doğuran bir karar olmasına rağmen, diğer yenilik doğurucu hükümlerin aksine, kesinleştiği tarihten itibaren değil makable şamil (geçmişe etkili) olarak sonuç doğurmaktadır. Bu nedenle nesebin reddi kararı baştan itibaren, yani çocuğun ana rahmine düştüğü andan geçerli olmak suretiyle hüküm ifade eder ve çocuk ile koca arasında, karardan önceki süre içerisinde dahi, herhangi bir soybağı ilişkisinin doğmasına imkan kalmaz.

Soybağının reddinin geçmişe yönelik hüküm doğurması özelliğinden dolayı, kocanın, çocuğun bakım ve eğitimini karşılama yükümlülüğü son bulur ve koca daha önce yerine getirmiş olduğu edimleri çocuğun annesinden ve gerçek babasından vekaletsiz iş görme ve sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde talep edebilir ; ne var ki bizzat çocuktan böyle bir talepte bulunması mümkün değildir. Mahkeme kararının kesinleşmesiyle çocuk, evlilik dışında doğan bir çocuğun statüsüne dahil olur, annesinin soyadını ve vatandaşlığını alır. Böylelikle hukuki babasıyla hiçbir bağı kalmaz ve ona ait mirastan yararlanma hakkını da kaybeder. Bununla birlikte, soybağı reddedilen çocuk her nasılsa, annesi ölmüş kocasına mirasçı olmuşsa, bu mirastan kazandığı payın tamamını kocanın mirasçılarına iade etmek zorunda kalır.

Soybağının reddine ilişkin mahkeme kararı, çocuğun yalnızca babası ile olan soybağı yönünden herkesi bağlayıcı hüküm ifade etmektedir; yoksa çocuğun annesi ile olan soybağı karardan sonra da, doğal olarak değişmeyecektir. (MK m. 268)

V- YAPAY DÖLLENME VE TÜP BEBEK YÖNTEMİ

Günümüzde doğal şekilde çocuk sahibi olamayan ailelerin yapay döllenme veya tüp bebek gibi yöntemler ile çocuk sahibi olabilmeleri sağlanmaktadır. Yapay döllenme ve tüp bebek işlemlerinin doğacak çocuğun soybağına etkilerini ayrı ayrı incelemek mümkündür.

A) YAPAY DÖLLENME

Yapay döllenme, kocanın üreme organında ortaya çıkan bir aksaklık veya eksiklik sebebiyle kadının normal cinsel ilişki yoluyla gebe kalamaması halinde, erkek üreme hücrelerinin karının rahmine yapay yolla şırınga edilmesi olayıdır.

Yapay döllenmede, karı ve kocadan her ikisinin de rızası alındıktan sonra, kocadan alınan spermlerle homolog dölleme yapılması durumunda bir problem çıkmaz, böyle bir durumda koca soybağını reddedemez. Asıl problem kocadan başka bir erkekten alınan spermle heterolog dölleme yapılması halinde ortaya çıkar. Bu durumda acaba koca soy- bağının reddi davası açabilecek midir? Doktrinde genellikle şu şekilde bir ayrım yapılmaktadır: Eğer yabancı erkeğin spermiyle yapılan heterog dölleme kocanın rızası dışında gerçekleşmişse, kocanın, kendi kanından olmayan bu çocuğun soybağını reddetme hakkı vardır. Buna rağmen heterolog dölleme, kocanın izni veya onayına dayanıyorsa , kocanın artık soybağının reddi davası açma hakkının ortadan kalktığı kabul edilir.

Türk toplumunun ahlak ve din anlayışı nedeniyle Medeni Kanun’da yer almayan heterolog dölleme usulü, kaynak İsviçre Medeni Kanunu’nda 1978 yılında yapılan değişiklikle soybağına ait hükümler arasına alınmıştır.(ZGB. 256/III)



B) TÜP BEBEK YÖNTEMİ

Tüp bebek evli bir kadının üreme organındaki bir sorundan ötürü bilinen yolla gebe kalmasının olanaksız hale gelmesi durumunda, kadından alınan yumurtalar ile kocadan alınan spermlerin dış ortamda, bir tüp (invitro) içinde döllendirilmesi ve döllenen embriyonun tekrar ana rahmine yerleştirilmesi işlemidir.

Türkiye’de tüp bebek uygulaması ilk defa 21.8.1987 tarihli ve 19551 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “İnvitro Fertilizasyon ve Embriyo Transferi Merkezleri Yönetmeliği” nin yürürlüğe girmesiyle başlamıştır. Bu yönetmeliğin 1. maddesine göre tüp bebek sahibi olmak isteyen bir kadının;
a)Evli olması,
b)Otuz beş yaşını doldurmuş olması,
c) Normal yollarla ve bilinen gebe kalma yöntemleriyle gebe kalamamış olması şartlarını taşıması gerekmektedir.

Yönetmelik, bunun dışında kadın yumurtalarının yalnızca kocasından alınan spermlerle döllendirilmesine müsaade etmektedir. Yani kadının, kocasından başka herhangi bir erkekten alınan spermler ile gebe kalması söz konusu değildir.(m.4) Doğacak çocuğun soybağı açısından sıkıntı yaşanmaması için yönetmeliğe böyle bir madde konulmuştur. Böylelikle koca, çocuğun sadece hukuki babası değil, aynı zamanda genetik babası olacağı için soybağı ile ilgili herhangi bir problem de çıkmayacaktır.
SONUÇ


Soybağının reddi konusunun hazırlandığı bu ödevde, soybağının reddi ile ilgili genel bilgiler verilmeye çalışıldı. Bu genel bilgilerin yanında doktrindeki ortak ve bazen de karşıt görüşler dile getirildi. Öğretide ortaya atılmış olan istisnai fikirler üzerinde duruldu.

Ödev içerisinde yeri geldiğinde, niteliği gereği değişme ayak uydurması gereken Medeni Hukukun soybağı ile ilgili farklı hükümleri gösterildi. 743 sayılı Eski Türk Medeni Kanunu ile 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanunu arasındaki farklı ve ortak yönlere değinildi. Temelini soybağının reddi ile ilgili olan bazı hükümlerden alan düşünceler, farklı örnekler verilmek suretiyle somutlaştırıldı. Bunun yanında Yargıtayımızın çeşitli tarihlerde vermiş olduğu nesebin reddi ile ilgili kararlara da atıfta bulunuldu.

Giriş kısmında da üzerinde durulduğu gibi, çok önemli ve hassas bir konu olan nesebin reddi konusunda meydana gelen gelişim ve değişimler, özellikle de dava açılması açısından kişilere verilen haklar üzerinde önemle duruldu. Soybağı ile ilgili olarak Medeni Kanunumuzda bir hüküm olarak bulunmayan kan tahlili, homolog ve heterolog dölleme usulleri ile tüp bebek yöntemi gibi çağın getirdiği yenilikler hakkında öğretideki görüşler dile getirildi. Bu görüşlerden başka Yönetmelik ile ilgili hükümler yorumlanmaya çalışıldı.

“Soybağının reddi” ödevi ile ilgili bütün bu araştırmalarla, nesebin reddedilmesi olayının ne demek olduğu, sebebi, amacı, meydana getireceği sonuçlar ile kişisel durumlarda ne gibi değişiklikler yapacağı sorunları ile bunun yanında soybağının reddinin zamanla her iki Medeni Kanuna nasıl yansıdığı ve bu konudaki bilimsel görüşlerle birlikte yüksek mahkeme kararlarının ele alınıp tartışılması amaçlandı.



Mehmet GÖDEKLİ
Öğrenci/AÜHF





KAYNAKÇA

1. ACABEY Beşir, Soybağı, Güncel Yayınevi, İzmir 2002 ( s. 117- 153 )
2. AKINTÜRK Turgut, Aile Hukuku, Beta Yayınevi, 9. Bası, İstanbul 2004 ( s. 327-337)
3. ARSEBÜK Esat , Aile Hukuku C. II, Ankara 1940 (S. 395-400)
4. BELGESAY Mustafa Reşit, Türk Kanunu Medenisi Şerhi-Aile Hukuku, İstanbul, 1952 ( s.214-218)
5. DURAL Mustafa / ÖĞÜZ Tufan / GÜMÜŞ Alper, Aile Hukuku, Filiz Yayınevi, İstanbul 2005 ( s. 441 – 456 )
6. FEYZİOĞLU Feyzi Necmeddin, Aile Hukuku , İÜHF Yayınları , İstanbul, 1979 (s. 485-497)
7. KÖPRÜLÜ Bülent / KANETİ Selim, Aile Hukuku, 2. Bası, İstanbul 1989 (s. 211 – 218 )
8. ÖZTAN Bilge, Aile Hukuku, Turhan Yayınevi, 9. Bası, İstanbul 2004 ( s. 525-538)
9. ÖZUĞUR Ali İhsan, Velayet – Vesayet - Soybağı ve Evlat Edinme Hukuku, Seçkin Yayınevi , Ankara 2003 (s. 386 – 393)
10. SAYMEN Ferit Hakkı /ELBİR Halid Kemal, Aile Hukuku, 2. Baskı, İstanbul 1960 (s. 303 – 314)
11. SEROZAN Rona, çocuk hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 2000 (s. 115-131)
12. TANDOĞAN Haluk, Aile Hukuku Ders Notları ( İlaveler: Nuşin AYİTER ), Ankara 1965 (s. 150-153)
13. TEKİNAY Selahattin Sulhi, Türk Aile Hukuku, Fakülteler Yayınevi, 4. Bası, İstanbul 1982 ( s. 414-437)
14. VELİDEDEOĞLU Hıfzı Veldet, Aile Hukuku İÜEF Yayınları, 2.Bası, İstanbul 1949 (s. 283-288)
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst