matrock_guzel
Bayan Üye
Sömürgecilik ansiklopedilerlerde; daha çok ekonomik, ticarî,
siyasi ve dinî amaçlarla güçlü bir devletin diğer devlet veya toplumlar üzerinde
maddî, manevî bir kontrol ve nüfuz kurmasi veya üstünlük sağlaması
hareketi; olarak geçiyor. Osmanlıca da müstemlekecilik, Bati dillerinde ise
koloniyalizm terimi ile karsilanmistir. Bir ülke vatandaşlarının başka bir
ülkede kurdukları yerleşme birimlerine de koloni denmiştir. İnsan
topluluklarının devlet seklinde de örgütlendikleri eski çağdan bu yana
çesitli sömürgecilik uygulamalarina rastlamamiza ragmen, sömürgecilik
haraketinin baslangiç tarihini belirlemede bir hayli zorlanıyoruz.
Ihsan Süreyya Sirma; ya göre, kelime olarak olmasa bile vakıa olarak
sömürü sistemi Adem (as.) oğlu Habil’in kardeşi Kabil tarafından
öldürülmesinden buyana mevcuttur. Sirma’ya göre Kabil, kendisine ait
olmayan bir hakki (kendi kız kardeşini), gasbetmek için kardeşi Habil’i
sömürmek istedi, Habil de karşı durunca onu öldürdü. İşte bu katl
olayından beri, sömürü, yada sömürü düzenleri varolagelmiş ve de rakip
tanımadıkları için rakip olabilecekleri ihtimal dahilinde olanlarda hemen
elimine edilerek bu tehlike bertaraf edilmiştir.
Fenikeliler, Persler, Roma İmparatorluğu gibi devletler, yaşadıkları
dönemde Akdeniz bölgesine ve Avrupa’ya koloniler kurarak sömürmüşler.
Bunlardan en kapsamlı faaliyeti Roma İmparatorluğu yapmış ve gerek
Avrupa’da gerekse Avrupa dışında egemenlikler kurmaya çalışmışlar. Nitekim
Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte Avrupa’da değişik prenslikler
ortaya çıkmış ve sömürgecilik hareketi başlatılmış.
15. yy sonlarına doğru Asya’dan Avrupa’ya ulaşan kara yollarına
müslümanlar, Akdeniz’de ise Cenevizler hakim olmuşlar. Avrupa’daki
İmparatorluklar bundan rahatsızlık duyunca, Afrika ve Asya’ya ulaşmak
isteyen maceraperest denizcilere büyük destekler vermeye başlamışlar.
Keşifler çağı olarak adlandırılan bu dönem sömürgecilik hareketinde yeni
bir asama ortaya koymuş. Portekiz ve İspanya kraliyetinin desteğiyle
denizlerde ve karalarda terör estiren bu seyyahlar, bir yandan Afrika
kıyılarına, oradan güney Asya’ya ve kısa zaman sonra da Amerika’ya
ulaşarak, deniz kıyılarında koloniler kurdular.
Geride bıraktığımız 20. yüzyıl, belaların, acıların, katliamların,
sefaletin, büyük yıkımlar getiren savaş ve çatışmaların yüzyılıydı. Milyon-
larca insan bir hiç uğruna, sapkın ideolojilere hizmet adına öldürüldü, kat-
ledildi, açlığa ve ölüme terk edildi, bakımsız, evsiz barksız, korumasız
bırakıldı. Milyonlarcası, hayvanlara bile reva görülmeyecek,insanlık
dışı muamelelere maruz kaldı. Tüm bu acıların ve belaların altında ise
hemen her zaman despotların ve diktatörlerin imzası oldu: Stalin, Lenin,
Trotsky, Mao, Pol Pot, Hitler, Mussolini, Franco… Bu isimlerden kimi aynı
ideolojiyi paylaşırken, kimi de birbirine ölümüne düşmandı.İdeolojilerinin
birbirlerine karşı olması nedeniyle kitleleri çatışmaya sürüklediler,
kardeşi kardeşe düşman ettiler, savaşlar çıkarttılar, bombalar attırdılar,
arabaları, evleri,dükkanları yakıp yıktırdılar, mitingler düzenlettiler,
ellerine silah vererek hiç acımadan gençleri, yaşlıları, kadınları, ço-
cukları, erkekleri öldüresiye dövdürttüler,kurşuna dizdirdiler…,
Sırf başka bir fikri savunuyor diye bir insanın yüzüne silah doğrultup,
gözlerinin içine bakarak öldürebildiler, başını ayakları ile ezebilecek kadar,
acımasızlaşabildiler, kadın, çocuk, yaşlı demeden insanları evlerinden,
yurtlarından sürdüler....
Geçtiğimiz yüzyılın belalar tablosu özetle böyledir. Karşıt fikirleri
savunan birkaç ideoloji ve bu ideolojilerini savunmak uğruna insanlığı
acıya ve kana boğan insanlar…. İnsanlığa karanlık günler yaşatan bu ide-
olojilerin başında faşizm ve komünizm gelir. Bunlar birbirine düşman ve
birbirini yok etmeye çalışan fikirler olarak görülür. Ne var ki, ortada son
derece ilginç bir gerçek bulunmaktadır: Bu ideolojilerin hepsi tek bir
fikri kaynaktan beslenmekte, o kaynaktan güç ve destek almakta ve o
kaynak sayesinde kitleleri ikna ederek ,kendi saflarına çekebilmektedirler.
Bu kaynak, ilk bakışta kesinlikle dikkat çekmemiş, bugüne kadar hep perde-
nin arkasında kalmış, insanlara hep masum görünen yüzünü göstermiştir
siyasi ve dinî amaçlarla güçlü bir devletin diğer devlet veya toplumlar üzerinde
maddî, manevî bir kontrol ve nüfuz kurmasi veya üstünlük sağlaması
hareketi; olarak geçiyor. Osmanlıca da müstemlekecilik, Bati dillerinde ise
koloniyalizm terimi ile karsilanmistir. Bir ülke vatandaşlarının başka bir
ülkede kurdukları yerleşme birimlerine de koloni denmiştir. İnsan
topluluklarının devlet seklinde de örgütlendikleri eski çağdan bu yana
çesitli sömürgecilik uygulamalarina rastlamamiza ragmen, sömürgecilik
haraketinin baslangiç tarihini belirlemede bir hayli zorlanıyoruz.
Ihsan Süreyya Sirma; ya göre, kelime olarak olmasa bile vakıa olarak
sömürü sistemi Adem (as.) oğlu Habil’in kardeşi Kabil tarafından
öldürülmesinden buyana mevcuttur. Sirma’ya göre Kabil, kendisine ait
olmayan bir hakki (kendi kız kardeşini), gasbetmek için kardeşi Habil’i
sömürmek istedi, Habil de karşı durunca onu öldürdü. İşte bu katl
olayından beri, sömürü, yada sömürü düzenleri varolagelmiş ve de rakip
tanımadıkları için rakip olabilecekleri ihtimal dahilinde olanlarda hemen
elimine edilerek bu tehlike bertaraf edilmiştir.
Fenikeliler, Persler, Roma İmparatorluğu gibi devletler, yaşadıkları
dönemde Akdeniz bölgesine ve Avrupa’ya koloniler kurarak sömürmüşler.
Bunlardan en kapsamlı faaliyeti Roma İmparatorluğu yapmış ve gerek
Avrupa’da gerekse Avrupa dışında egemenlikler kurmaya çalışmışlar. Nitekim
Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte Avrupa’da değişik prenslikler
ortaya çıkmış ve sömürgecilik hareketi başlatılmış.
15. yy sonlarına doğru Asya’dan Avrupa’ya ulaşan kara yollarına
müslümanlar, Akdeniz’de ise Cenevizler hakim olmuşlar. Avrupa’daki
İmparatorluklar bundan rahatsızlık duyunca, Afrika ve Asya’ya ulaşmak
isteyen maceraperest denizcilere büyük destekler vermeye başlamışlar.
Keşifler çağı olarak adlandırılan bu dönem sömürgecilik hareketinde yeni
bir asama ortaya koymuş. Portekiz ve İspanya kraliyetinin desteğiyle
denizlerde ve karalarda terör estiren bu seyyahlar, bir yandan Afrika
kıyılarına, oradan güney Asya’ya ve kısa zaman sonra da Amerika’ya
ulaşarak, deniz kıyılarında koloniler kurdular.
Geride bıraktığımız 20. yüzyıl, belaların, acıların, katliamların,
sefaletin, büyük yıkımlar getiren savaş ve çatışmaların yüzyılıydı. Milyon-
larca insan bir hiç uğruna, sapkın ideolojilere hizmet adına öldürüldü, kat-
ledildi, açlığa ve ölüme terk edildi, bakımsız, evsiz barksız, korumasız
bırakıldı. Milyonlarcası, hayvanlara bile reva görülmeyecek,insanlık
dışı muamelelere maruz kaldı. Tüm bu acıların ve belaların altında ise
hemen her zaman despotların ve diktatörlerin imzası oldu: Stalin, Lenin,
Trotsky, Mao, Pol Pot, Hitler, Mussolini, Franco… Bu isimlerden kimi aynı
ideolojiyi paylaşırken, kimi de birbirine ölümüne düşmandı.İdeolojilerinin
birbirlerine karşı olması nedeniyle kitleleri çatışmaya sürüklediler,
kardeşi kardeşe düşman ettiler, savaşlar çıkarttılar, bombalar attırdılar,
arabaları, evleri,dükkanları yakıp yıktırdılar, mitingler düzenlettiler,
ellerine silah vererek hiç acımadan gençleri, yaşlıları, kadınları, ço-
cukları, erkekleri öldüresiye dövdürttüler,kurşuna dizdirdiler…,
Sırf başka bir fikri savunuyor diye bir insanın yüzüne silah doğrultup,
gözlerinin içine bakarak öldürebildiler, başını ayakları ile ezebilecek kadar,
acımasızlaşabildiler, kadın, çocuk, yaşlı demeden insanları evlerinden,
yurtlarından sürdüler....
Geçtiğimiz yüzyılın belalar tablosu özetle böyledir. Karşıt fikirleri
savunan birkaç ideoloji ve bu ideolojilerini savunmak uğruna insanlığı
acıya ve kana boğan insanlar…. İnsanlığa karanlık günler yaşatan bu ide-
olojilerin başında faşizm ve komünizm gelir. Bunlar birbirine düşman ve
birbirini yok etmeye çalışan fikirler olarak görülür. Ne var ki, ortada son
derece ilginç bir gerçek bulunmaktadır: Bu ideolojilerin hepsi tek bir
fikri kaynaktan beslenmekte, o kaynaktan güç ve destek almakta ve o
kaynak sayesinde kitleleri ikna ederek ,kendi saflarına çekebilmektedirler.
Bu kaynak, ilk bakışta kesinlikle dikkat çekmemiş, bugüne kadar hep perde-
nin arkasında kalmış, insanlara hep masum görünen yüzünü göstermiştir