Şöhret Basamakları / Audrey Hepburn

Silencio

Kayıtlı Üye
“Kariyerim benim için tam bir muamma.” diyordu Audrey Hepburn. ”İlk günden itibaren her şey sürpriz oldu. Oyunculuk aklımın ucundan bile geçmiyordu, bir gün filmlerde oynayabileceğimi düşünmedim, her şeyin böyle olacağını asla bilemezdim.”

Audrey-audrey-hepburn-slide.jpg


Şöhret resmen bir gecede gelmişti. Yeni yılın ilk günlerinde Audrey’nin yüzü tüm Amerika’da bir sürü belli başlı derginin kapağını süsledi. “Audrey Bir Numara: Genç Bayan Hepburn İlk Amerika Denemesinde Yıldız Oldu!”, “Audrey Hepburn: Yıldızı Parlıyor!” gibi cümleler… Uzun yıllar manşetleri doldurdu.

Kimine göre şımarıklığıyla, kimine göre skandal aşklarıyla; benim gibi düşünenler içinse güzelliği, stil sahibi olması ve zarafetiyle unutulmaz bir isim: Audrey Hepburn. Şöhret yıllarını hatırlayarak onu parlak bir yıldız yapan filmlerini inceleyelim…


Roman Holiday (1953)

Roma Tatili, ABD’li yapımcıların Hollywood dışında yaptığı ilk film olarak zaten dikkat çekiyordu. Daha önce bazı rollerde oynamış fakat adını duyuramamış Audrey’nin başrolü dönemin yıldız oyuncusu Gregory Peck ile paylaşması da onun bu filmle yıldız olması için büyük bir avantajdı. Ama onun duru güzelliği ve dikkat çeken yüzü rol arkadaşı Peck’in önceden dikkatini çekmiş olacak ki, önerisiyle filmin afişinde Hepburn’ün adı öne çıkarıldı. Ve canlandırdığı “Prenses Ann” karakteriyle Hepburn En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını kucakladı. Filmin “kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli” filmler arasına seçilip Ulusal Film Arşivi’nde kendine bir yer edinmesinde Hepburn’ün önemli bir katkısı olduğu görüşündeyim.


Sabrina (1954)

Audrey’nin Roman Holiday sonrasında attığı adım, onun şöhretine şöhret katan bir projeydi. Hepburn, dünya sinemasının en sevilen, en ünlü iki ismi; Humphrey Bogart ve William Holden ile Sabrina için kamera karşısına geçti. Dönemin başarılı yönetmenlerinden Billy Wilder’ın da yönetmen koltuğunda olması Hepburn’ün kariyerine etki etmiş olmalı. Neticede, Hollywood Sineması’nın kusursuz olarak niteleyebileceğim 1945-1960 yıllarına ithafen Sabrina, romantik-komedi türünde unutulmaz bir eser olarak arşivdeki yerini alır…

War and Peace (1956)

Zamanında tanıtımında geçen “Leo Tolstoy’un ölümsüz edebiyat klasiği, Hollywood’un Altın Çağı’nın büyük isimleriyle sinema perdesine geliyor!” cümlesindeki coşku bile özetliyor aslında filmi. Hepburn’e eşlik eden isimlere bakın! Henry Fonda ve Mel Ferrer! Süresi göz korkutsa da, Savaş ve Barış, Audrey’nin kariyerinde yer alan müthiş bir savaş, macera ve aşk filmi.


Love in The Afternoon (1957)

Başrolü, dönemin önemli aktörlerinden Gary Cooper ile paylaştığı romantik komedilerinden biri. Bu filmin diğer Audrey filmlerden tek farkı sanırım Audrey’nin başrol paylaştığı isimlerin kendinden yaşça büyük olması durumunun en çok göze battığı film olması. Bu rastlantı nedeniyle birçok filminde önemli aktörlerin tecrübe ve şöhretlerinden yararlanan Hepburn, sadece Breakfast at Tiffany’s filmindeki partneri George Peppard ile yaş sorunuyla gündeme gelmemiş anlaşılan…

Funny Face (1957)

Konusu, sonraları gerek Hollywood Sineması’nda, gerek Yeşilçam Sineması’nda defalarca tekrarlanan bir Külkedisi’nin evrim hikâyesi diyebilirim. Aslında tereddüt ediyordum. Filmi listeye ekleyip eklemeyeceğimi düşünürken sadece bu sebep için bile iyi bir örnek oluşturabileceğine karar verdim. Başrol paylaştığı diğer isimler Peck, Bogard, Holden gibi dikkat çekici bir isim değil Fred Astaire. Filmde de, oyunculuk kariyerini bırakıp dans kariyerine yoğunlaşması gerektiğine dair fikir uyandıran bir performans sergilediği için, filmin hikâyesi ve Audrey’nin varlığı ile dikkat çektiği aşikâr. Audrey’nin kitap kurdu, kendine has entel kız havası ve yine tabii ki güzelliği ile yer yer uzatılan sekanslarına rağmen izlenilebilir bir müzikal.


Breakfast at Tiffany’s (1961)

Gelelim listenin en heyecan verici filmine… Holly Golightly, Audrey’nin kariyerindeki en önemli karakter bence. Holly’i gece kıyafeti içinde, gözünde güneş gözlüğüyle, Tiffany’s vitrinindeki mücevherlere bakarken gösteren açılış sekansı, Audrey Hepburn’ü bir stil ikonuna dönüştürmekle kalmadı… Bu ismin tüm zamanların ‘moda ve güzelliğin simgesi’ olarak anılmasında da kilit bir rol oynadı.

Filmle ilgili öne çıkan notlar ise şöyle; kitabından uyarlanan filmde yazar Truman Capote başkarakter için Marliyn Monroe’yu düşünmüş. Bilinmeyen bir sebeple filmde yer almayan, benim de hayran olduğum, dönemin bir diğer sevilen oyuncusu için üzülemeyeceğim açıkçası. Çünkü bugün bile Hepburn’den başkasını düşünemiyorum bu rol için. Hepburn, En İyi Kadın Oyuncu kategorisinde Oscar adaylığı ile yetinse de filmde seslendirdiği ‘Moon River’ ödüllere doyamamış ve filmin şık bir imzası olmuş diyebilirim. Kariyerinde unutulmaz bir Broadway müzikali…


My Fair Lady (1964)

My Fair Lady; başta En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yönetmen olmak üzere toplam 8 dalda Oscar kazanmış bir film. Audrey’e heykelcik kazandırmasa da, canlandırdığı “çiçekçi kız” rolüyle ona dönemi için basit kaçabilecek bir hikâyeyi bile performansıyla ‘bir klasik’ seviyesine getirme fırsatı sağlamış. Audrey’nin Rex Harrison’la uyumu bir yana, kendisinin artık unutulmaz müzikallerin vazgeçilmez ismi olduğu bu filmle sokulur seyircinin gözüne. Günümüzde birçok uyarlaması ve hatta taklidi diyelim, tatmin etmemiş olacak tekrarının çekileceği söylentilerinin yanı sıra bugün bile birçok ülkede İngilizce diksiyon derslerinde filmden yararlanılıyor olması, filmle ilgili akılda kalanlar arasında…

Wait Until Dark (1967)

Audrey’nin oyunculuğunu konuşturduğu ve romantik komedi türünden sıyrılıp dram suç kategorisine hediye ettiği yine birçok Hepburn filmi gibi defalarca tekrarları çekilen bir film. Hepburn’ü farklı bir rolde izlemek isteyenlerin kaçırmaması gereken, tek mekânda çekilip de kurgu harikası olarak nitelendirebileceğim Hitchcock tadında bir gerilim filmi.


Monte Carlo Baby, Lavender Hill Mob ve Secret People gibi filmlerde oynadıktan sonra Roman Holiday ile yıldızı parlayan ve hayatını kaybettikten sonra bile ışığı hiç sönmeyen bir isim. Sadece ödüllerle taçlandırılmadı… Adı ve anısı daima yaşatıldı. İnsanlar ona hayrandı. Yalnızca güzelliğiyle değil; zarif duruşu, iyilikten beslenen yüreğiyle insanlara uzattığı yardım eli de onu herkesten farklı kılıyordu. Özel hayatının ve kariyerinin tüm yıpratıcı etkisinden uzak, büyüleyici bir yaşam sevinci vardı. Onu tanıyanlar hafızalarına böyle kazımıştı. Ama Hepburn, ışıltılı medyatik kimliğinin ardında sevgi ve şefkate muhtaç bir kadındı. Bu nedenle olmalı; son yıllarını, UNICEF adına çalışmalar yaparak geçirdi. Onun azmi ve tutkulu mizacı, özel hayatındaki problemlerin hayallerinin ve yapmaya çalıştıklarının önüne geçmesine izin vermedi. Ve ardında dokunaklı, eğlenceli ve derinden etkileyen bir hayat hikâyesi bıraktı. Son olarak; elbette onun muhteşem filmleri dünyada böyle bir insanın varoluşuna tanıklık etmek isteyenler için muazzam bir hediyeydi…

Onun cümlesiyle başladık, onun cümlesiyle bitirelim…

“Nasıl yaşanacağını, kenarda durup izlemeden dünyanın nasıl hem içinde hem dışında olunacağını öğrendim. Bir daha asla ama asla hayattan kaçmayacağım. Aşktan da…”

Not: Audrey Hepburn’ün kariyeri ve daha fazlası –hayatı- üzerine detaylı bir çalışma okumak isteyenler için Donald Spoto’nun kaleminden, biyografisi “Zarafet”i öneriyorum.​
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst