ASeL
Bayan Üye
Soğanlı Yaylasında Süleyman Efendi Hazretleri
Toros Yaylalarında Bir Ziyaret Durağı Soğanlı Yaylası
Yol bilmez, iz bilmezler için çok zor Torosların yaylaları. Bir rehber olmadan asla. Biz de rehber eşliğinde sizler için çok merak ettiğiniz bu yaylaları gezmeye çalıştık. Kim vardı buralarda, kimler gelmiş, nasıl şenlenmişti bu yaylalar?
İzler vardı buralarda, daha taptaze. Biz de bu izleri takip ettik. Karar verdik, bir izden gitmeye, zamanın imkânsızlıklarında mücadele verilen ulaşılmaz yerleri görmeye, bu hasreti bir nebze gidermeye, izlerin yerlerini görmeye
Devrin zor şartlarında ilim okutmak için mesafeler kat edilir, akıl almaz külfete katlanılır bazen. Dağ bayır, ova çayır, taş tepe demeden bir şeyleri öğretmenin derdine düşülür.
Bunca fedakarlık ve feragat, insanlara hakiki ilmi dosdoğru aktarmanın verdiği mesuliyetin ağırlığından olsa gerek. Ki, hiçbir güç, şart ve imkânsızlık bu mesuliyetten daha ağır değildir.
İşte, Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri (k.s) devrin baskılarından uzaklaşarak talebe yetiştirmek niyetiyle İstanbuldan ayrılır. Toros Dağlarının zirvesinde 2300 rakımlı Soğanlı Yaylasında yörük çadırlarında ders okuttuğu zor zamanların yolculuğu başlar. Ve bu gezimiz onu anlatır.
Rehber olmadan asla
Pazar sabahı ailecek yola çıktık. Yollar çoğunlukla stabilize olduğundan aracınızın altının yüksek olması gerekir.
Günübirlik bir ziyaret olacağından önemli bir hazırlık yapmadık diyebilirim, bir miktar yiyecek içecek ve yanınıza bir parça kalın giysi almakta fayda var. Ne de olsa 2300 rakıma çıkacağız. En önemli hazırlık bir rehber ayarlamaktır ki Mevla rast getirdi.
Rehberimiz emekli bir öğretmen Musa Zengin.
Kendisi yörük, bütün araziyi avucunun içi gibi biliyor, hem de hatıralarıyla. Rehberimizi Ayvagediği Yaylasından aldıktan sonra Mersinin yaylalarını bir bir geçerek ilerliyoruz.
Ayvagediği, Değirmendere, Kızılbağ, Değnek, Tırtar.. Tırtardan sonra asfalt yol bitiyor. Kokar çeşmede 5 dakika mola, rakım 1500. Birazdan Dümbelek Boğazından zirveye 2300 rakıma tırmanacağız.
Sağlı sollu ardıç ağaçlarıyla kaplı dimdik zikzaklı yolda zorlu bir tırmanışın ardından Dümbelek Boğazını aşıyoruz.
Son bir kaç ardıç ağacı da geride kalıyor. Artık önümüzde uçsuz bucaksız bozkırlar uzanıyor, derken ilk yörük çadırları da görünmeye başlıyor. Stabilize yoldan toprak yola sapıyoruz. Yer yer öbek öbek yerleşmiş çadırlar görüyoruz araları birer ikişer kilometre aralıklı.
Arkamızda büyük bir toz bulutu bırakarak ilerliyoruz.
Toprak yol sık sık ikiye ayrılıyor, birbirine çok benzeyen tabelası olmayan dar toprak yollar.
Bu yolların her biri bir yörük ailesinin çadırlarına doğru gidiyor. Rehberimiz sağdan devam et, soldan devam et şeklinde yolu tarif ediyor. Artık cep telefonları da kapsama alanı dışında.
İlk durak: Cumayeri
Deve dikeni, kantaron otu, keven, kekik ve adını bilmediğim çeşit çeşit kır çiçekleri ile kaplı irili ufaklı tepelerin arasında kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz. Bazı tepelerin üzerinde üst üste yığılmış büyük taşlar görüyoruz.
Bunların yörüklerin sınır taşları olduğunu belirtiyor rehberimiz. Her yörük ailesi hayvanlarını bu sınırların içinde tutmak zorunda. 15 km kadar bu şekilde yol aldıktan sonra Dudaklı Yörüklerinin çadırlarına ulaşıyoruz.
Hilal şeklindeki kayalıkların ortasında tabii bir koruma alanına yerleşmiş 10 kadar çadırdan oluşan bu oba Soğanlı Yaylasına 8 kilometre mesafede Cumalık Yaylasında bulunuyor.
Dedeleri Dudaklı Mehmed Ağa Süleyman Efendi Hazretlerini bir müddet çadırında misafir etmiş.
Dudaklı yörükleri Süleyman Efendi Hazretlerinin en çok birlikte kaldığı iki yörük ailesinden birisi.
Yurdumun saf ve temiz mini mini yörük çocukları bize etrafı gezdiriyor. Kuzular, oğlaklar, civcivler
İkram edilen mis gibi ayranı içtikten sonra Cumayerine doğru yola çıkıyoruz. İlk tepeyi aşınca Cumayeri önümüzde uzanıyor. Etrafı hafif tepelerle çevrili ılık kuytu bir mevki, yeşil düz bir alan.
Cumayeri denilmesinin sebebi, Süleyman Efendi, yörükleri toplayarak burada bir avlu çevirtmiş ve bu muhitte ilk defa Cuma namazı kıldırmaya başlamış. Bu sebeple buraya Cumayeri veya Cumalık Alanı, civarına da Cumalık Yaylası denilmiş.
Yolun sağında eski bir mandıra kalıntısı duruyor. Çatısı olmayan mandıranın duvarları ise sapasağlam duruyor. Cumalık alanının sağ tarafında yerden bir pınar kaynıyor. Önünde minik göletler var, muhtemelen hayvanlar da istifade etsin diye.
Öğle namazını kılmak üzere pınarın suyundan abdest alıyoruz. Su o kadar soğuk ki ellerimiz donuyor. Öğle namazını Cumayerinde kıldıktan sonra Soğanlıya doğru devam ediyoruz.
Parola Boz deve
Beş kilometre kadar yol aldıktan sonra Soğanlıya ulaşıyoruz. Yolun sağında 150 metre kadar içeride kayalıkların altında Süleyman Efendinin ders okuttuğu iki göz yeri ziyaret ediyoruz.
Sarı kantaron otları her yeri kaplamış. Diğer yerlerde bu kadar yoğun görmediğimiz şifa kaynağı kantaron otlarının burada özellikle yoğun olması manidar.
Buranın sağında ve solunda iki tepe var. Süleyman Efendi bu tepelere birer nöbetçi koyarmış. Ellerinde beyaz bir bayrak, gelen olursa parola boz deve göründü imiş. Buradaki manevi havayı bir müddet teneffüs edip yolumuza devam ediyoruz. 300 metre kadar ilerde soğanlı kuyusu var.
Buz gibi suyu yüzeye 1 metre mesafede olan bu kuyu civarında Avcılar Yörükleri kalırmış. Süleyman Efendi Hazretleri Soğanlı Yaylasında daha çok Avcılar Yörükleri ile kalmışlar.Avcılar Yörüklerinin dedeleri Mevlüt Ağa Süleyman Efendi için ayrı bir çadır kurdurmuş.
Dibek taşının hikayesi
Hala orada bulunan dibek taşının bir de hikayesi var. Rehberimiz bu hatırayı şöyle naklediyor: Bir Cuma günü Karaman tarafından bir yörük grubu hayvanları ile buraya gelmişler. Yörüklerin hayvanlarının arpa ekili tarlalara girmesi nedeniyle Avcılar Yörükleri ile aralarında kavga çıkmış.
Kalabalık olan bu grup Avcılar Yörüklerinin gençlerinden birkaçını ciddi şekilde yaralamış. Bu arada Süleyman Efendi Hazretleri olayı haber alıp hemen oraya gelerek dibek taşının üzerine çıkmış ve bir ezan okumuş.
Bunun üzerine kavga bitmiş. Oradaki kuyuya daha önce Kanlı kuyu derlermişler. Süleyman Efendi Hazretleri daha sonra kuyunun ismini Soğanlı kuyusu olarak değiştirmiş.
Üçgöz Mağarası: Ders ve zikir
Soğanlı kuyusunun buz gibi suyundan içip biraz dinlendikten sonra Soğanlı yaylasındaki son ziyaret yeri olan Üçgöz Mağarasına doğru yola çıkıyoruz. Biraz ilerden sağa saparak kayalıklara doğru devam ediyoruz. Aracımızın biraz zorlanarak ilerlediği, hafif kayalıklı ve yolu olmayan tepeciği aştıktan sonra küçük bir dağın eteğinde duruyoruz.
Dik kayalardan oluşan küçük bir dağın eteğindeyiz. Bundan sonra yaya olarak ilerliyoruz. 200 metre kadar yamaca tırmanışın ardından mağaranın girişine ulaşıyoruz.
Mağaranın en önemli özelliği girişinin uzaktan kesinlikle belli olmaması. Önüne konulmuş işaretler olmasa bulmak imkânsız denebilir. Mağaranın girişi aşağı doğru dik uzanıyor. Ardıç dalları ve kayalarla merdiven benzeri dolgular konulmuş.
Mağaranın sağında küçük, solunda ise geniş bir alan var. Mağara ismini tepesinde bulunan 3 delikten alıyor. Zira bu üç delikten içeri süzülen güneş ışığı içeriyi gündüz gibi aydınlatmış.
Toroslara Veda
Süleyman Efendi Hazretlerinin kitaplarını muhafaza ettiği, zaman zaman ders okuttuğu ve geceleri zikir ile meşgul olduğu Üçgöz Mağarası Soğanlı Yaylasındaki son durağımız. Süleyman Efendi Hazretleri, Soğanlı Yaylasına gelirken İstanbuldan trenle Ayrancıya gelir oradan Çat Köyüne, Çat Köyünden de Soğanlı Yaylasına ulaşırlarmış. Biz Soğanlı Yaylasına farklı bir istikametten, Mersin yaylaları üzerinden ulaştık.
Vasıtayla bile şimdi zor gelinebilen bu yerlere Süleyman Efendi Hazretleri 1933 yılında hiçbir vasıta olmadan gelip ilim, ders ve hizmet için hiçbir fedakârlığı esirgememişler.
Hatıralarıyla dolu bu yaylalara yaptığımız duygu yüklü gezimizi burada tamamlayıp geliş istikametimiz üzere tekrar dönerken, ziyaret ettiğimiz yerleri birer birer geride bırakarak, Soğanlı Yaylasından biraz da mahzun olarak ayrılıyoruz.
İnsan ve Hayat Dergisi
Toros Yaylalarında Bir Ziyaret Durağı Soğanlı Yaylası
Yol bilmez, iz bilmezler için çok zor Torosların yaylaları. Bir rehber olmadan asla. Biz de rehber eşliğinde sizler için çok merak ettiğiniz bu yaylaları gezmeye çalıştık. Kim vardı buralarda, kimler gelmiş, nasıl şenlenmişti bu yaylalar?
İzler vardı buralarda, daha taptaze. Biz de bu izleri takip ettik. Karar verdik, bir izden gitmeye, zamanın imkânsızlıklarında mücadele verilen ulaşılmaz yerleri görmeye, bu hasreti bir nebze gidermeye, izlerin yerlerini görmeye
Devrin zor şartlarında ilim okutmak için mesafeler kat edilir, akıl almaz külfete katlanılır bazen. Dağ bayır, ova çayır, taş tepe demeden bir şeyleri öğretmenin derdine düşülür.
Bunca fedakarlık ve feragat, insanlara hakiki ilmi dosdoğru aktarmanın verdiği mesuliyetin ağırlığından olsa gerek. Ki, hiçbir güç, şart ve imkânsızlık bu mesuliyetten daha ağır değildir.
İşte, Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri (k.s) devrin baskılarından uzaklaşarak talebe yetiştirmek niyetiyle İstanbuldan ayrılır. Toros Dağlarının zirvesinde 2300 rakımlı Soğanlı Yaylasında yörük çadırlarında ders okuttuğu zor zamanların yolculuğu başlar. Ve bu gezimiz onu anlatır.
Rehber olmadan asla
Pazar sabahı ailecek yola çıktık. Yollar çoğunlukla stabilize olduğundan aracınızın altının yüksek olması gerekir.
Günübirlik bir ziyaret olacağından önemli bir hazırlık yapmadık diyebilirim, bir miktar yiyecek içecek ve yanınıza bir parça kalın giysi almakta fayda var. Ne de olsa 2300 rakıma çıkacağız. En önemli hazırlık bir rehber ayarlamaktır ki Mevla rast getirdi.
Rehberimiz emekli bir öğretmen Musa Zengin.
Kendisi yörük, bütün araziyi avucunun içi gibi biliyor, hem de hatıralarıyla. Rehberimizi Ayvagediği Yaylasından aldıktan sonra Mersinin yaylalarını bir bir geçerek ilerliyoruz.
Ayvagediği, Değirmendere, Kızılbağ, Değnek, Tırtar.. Tırtardan sonra asfalt yol bitiyor. Kokar çeşmede 5 dakika mola, rakım 1500. Birazdan Dümbelek Boğazından zirveye 2300 rakıma tırmanacağız.
Sağlı sollu ardıç ağaçlarıyla kaplı dimdik zikzaklı yolda zorlu bir tırmanışın ardından Dümbelek Boğazını aşıyoruz.
Son bir kaç ardıç ağacı da geride kalıyor. Artık önümüzde uçsuz bucaksız bozkırlar uzanıyor, derken ilk yörük çadırları da görünmeye başlıyor. Stabilize yoldan toprak yola sapıyoruz. Yer yer öbek öbek yerleşmiş çadırlar görüyoruz araları birer ikişer kilometre aralıklı.
Arkamızda büyük bir toz bulutu bırakarak ilerliyoruz.
Toprak yol sık sık ikiye ayrılıyor, birbirine çok benzeyen tabelası olmayan dar toprak yollar.
Bu yolların her biri bir yörük ailesinin çadırlarına doğru gidiyor. Rehberimiz sağdan devam et, soldan devam et şeklinde yolu tarif ediyor. Artık cep telefonları da kapsama alanı dışında.
İlk durak: Cumayeri
Deve dikeni, kantaron otu, keven, kekik ve adını bilmediğim çeşit çeşit kır çiçekleri ile kaplı irili ufaklı tepelerin arasında kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz. Bazı tepelerin üzerinde üst üste yığılmış büyük taşlar görüyoruz.
Bunların yörüklerin sınır taşları olduğunu belirtiyor rehberimiz. Her yörük ailesi hayvanlarını bu sınırların içinde tutmak zorunda. 15 km kadar bu şekilde yol aldıktan sonra Dudaklı Yörüklerinin çadırlarına ulaşıyoruz.
Hilal şeklindeki kayalıkların ortasında tabii bir koruma alanına yerleşmiş 10 kadar çadırdan oluşan bu oba Soğanlı Yaylasına 8 kilometre mesafede Cumalık Yaylasında bulunuyor.
Dedeleri Dudaklı Mehmed Ağa Süleyman Efendi Hazretlerini bir müddet çadırında misafir etmiş.
Dudaklı yörükleri Süleyman Efendi Hazretlerinin en çok birlikte kaldığı iki yörük ailesinden birisi.
Yurdumun saf ve temiz mini mini yörük çocukları bize etrafı gezdiriyor. Kuzular, oğlaklar, civcivler
İkram edilen mis gibi ayranı içtikten sonra Cumayerine doğru yola çıkıyoruz. İlk tepeyi aşınca Cumayeri önümüzde uzanıyor. Etrafı hafif tepelerle çevrili ılık kuytu bir mevki, yeşil düz bir alan.
Cumayeri denilmesinin sebebi, Süleyman Efendi, yörükleri toplayarak burada bir avlu çevirtmiş ve bu muhitte ilk defa Cuma namazı kıldırmaya başlamış. Bu sebeple buraya Cumayeri veya Cumalık Alanı, civarına da Cumalık Yaylası denilmiş.
Yolun sağında eski bir mandıra kalıntısı duruyor. Çatısı olmayan mandıranın duvarları ise sapasağlam duruyor. Cumalık alanının sağ tarafında yerden bir pınar kaynıyor. Önünde minik göletler var, muhtemelen hayvanlar da istifade etsin diye.
Öğle namazını kılmak üzere pınarın suyundan abdest alıyoruz. Su o kadar soğuk ki ellerimiz donuyor. Öğle namazını Cumayerinde kıldıktan sonra Soğanlıya doğru devam ediyoruz.
Parola Boz deve
Beş kilometre kadar yol aldıktan sonra Soğanlıya ulaşıyoruz. Yolun sağında 150 metre kadar içeride kayalıkların altında Süleyman Efendinin ders okuttuğu iki göz yeri ziyaret ediyoruz.
Sarı kantaron otları her yeri kaplamış. Diğer yerlerde bu kadar yoğun görmediğimiz şifa kaynağı kantaron otlarının burada özellikle yoğun olması manidar.
Buranın sağında ve solunda iki tepe var. Süleyman Efendi bu tepelere birer nöbetçi koyarmış. Ellerinde beyaz bir bayrak, gelen olursa parola boz deve göründü imiş. Buradaki manevi havayı bir müddet teneffüs edip yolumuza devam ediyoruz. 300 metre kadar ilerde soğanlı kuyusu var.
Buz gibi suyu yüzeye 1 metre mesafede olan bu kuyu civarında Avcılar Yörükleri kalırmış. Süleyman Efendi Hazretleri Soğanlı Yaylasında daha çok Avcılar Yörükleri ile kalmışlar.Avcılar Yörüklerinin dedeleri Mevlüt Ağa Süleyman Efendi için ayrı bir çadır kurdurmuş.
Dibek taşının hikayesi
Hala orada bulunan dibek taşının bir de hikayesi var. Rehberimiz bu hatırayı şöyle naklediyor: Bir Cuma günü Karaman tarafından bir yörük grubu hayvanları ile buraya gelmişler. Yörüklerin hayvanlarının arpa ekili tarlalara girmesi nedeniyle Avcılar Yörükleri ile aralarında kavga çıkmış.
Kalabalık olan bu grup Avcılar Yörüklerinin gençlerinden birkaçını ciddi şekilde yaralamış. Bu arada Süleyman Efendi Hazretleri olayı haber alıp hemen oraya gelerek dibek taşının üzerine çıkmış ve bir ezan okumuş.
Bunun üzerine kavga bitmiş. Oradaki kuyuya daha önce Kanlı kuyu derlermişler. Süleyman Efendi Hazretleri daha sonra kuyunun ismini Soğanlı kuyusu olarak değiştirmiş.
Üçgöz Mağarası: Ders ve zikir
Soğanlı kuyusunun buz gibi suyundan içip biraz dinlendikten sonra Soğanlı yaylasındaki son ziyaret yeri olan Üçgöz Mağarasına doğru yola çıkıyoruz. Biraz ilerden sağa saparak kayalıklara doğru devam ediyoruz. Aracımızın biraz zorlanarak ilerlediği, hafif kayalıklı ve yolu olmayan tepeciği aştıktan sonra küçük bir dağın eteğinde duruyoruz.
Dik kayalardan oluşan küçük bir dağın eteğindeyiz. Bundan sonra yaya olarak ilerliyoruz. 200 metre kadar yamaca tırmanışın ardından mağaranın girişine ulaşıyoruz.
Mağaranın en önemli özelliği girişinin uzaktan kesinlikle belli olmaması. Önüne konulmuş işaretler olmasa bulmak imkânsız denebilir. Mağaranın girişi aşağı doğru dik uzanıyor. Ardıç dalları ve kayalarla merdiven benzeri dolgular konulmuş.
Mağaranın sağında küçük, solunda ise geniş bir alan var. Mağara ismini tepesinde bulunan 3 delikten alıyor. Zira bu üç delikten içeri süzülen güneş ışığı içeriyi gündüz gibi aydınlatmış.
Toroslara Veda
Süleyman Efendi Hazretlerinin kitaplarını muhafaza ettiği, zaman zaman ders okuttuğu ve geceleri zikir ile meşgul olduğu Üçgöz Mağarası Soğanlı Yaylasındaki son durağımız. Süleyman Efendi Hazretleri, Soğanlı Yaylasına gelirken İstanbuldan trenle Ayrancıya gelir oradan Çat Köyüne, Çat Köyünden de Soğanlı Yaylasına ulaşırlarmış. Biz Soğanlı Yaylasına farklı bir istikametten, Mersin yaylaları üzerinden ulaştık.
Vasıtayla bile şimdi zor gelinebilen bu yerlere Süleyman Efendi Hazretleri 1933 yılında hiçbir vasıta olmadan gelip ilim, ders ve hizmet için hiçbir fedakârlığı esirgememişler.
Hatıralarıyla dolu bu yaylalara yaptığımız duygu yüklü gezimizi burada tamamlayıp geliş istikametimiz üzere tekrar dönerken, ziyaret ettiğimiz yerleri birer birer geride bırakarak, Soğanlı Yaylasından biraz da mahzun olarak ayrılıyoruz.
İnsan ve Hayat Dergisi