ßLaCK.AnqeL
Bayan Üye
Genel Bilgi
Şizofreni'nin uzun süreli tedavisi, hastanın klinik durumu, sosyal entegrasyonu, ailenin hastaya karşı tutumu ve hastanın ilaçlara karşı duyarlılığına göre farklılıklar gösterir. Yan etkilerin içinde özellikle geç diskineziden, düşük doz veya intermitant tedaviyle sakınılabileceği bildirilmektedir. Ancak yine de geç diskinezi gelişimini etkileyen çok sayıda faktör olduğu (nöroleptik tedavisinin dışında) bilinmelidir.
Tekrarlayan epizodlar halindeki şizofrenide (multi episode schizophrenia) ilacın kesilmesinden sonra rölaps bir hafta ya da bir yıl gibi farklı sürelerden sonra ortaya çıkabileceği gibi, yeni epizodun hangi şiddette ve ne kadar süreyle devam edeceği belli değildir. Ancak nöroleptik tadavisi altındaki bir şizofrende rölaps hem daha seyrek, hem de daha düşük şiddette oluşmaktadır.
Şizofreninin farmakolojik tedavisi üç aşamalı olarak yapılır : Akut, idame (continuation) ve profilaktik tedavi. Akut tedavi hastalığın, pozitif, renkli (florid) semptomlarını ortadan kaldırmaya yöneliktir. Nöroleptikler ortalama olarak 4-6 haftalık bir süre içinde bu semptomlarda belirgin bir iyileşme sağlarlar. Hastaların bu süre içinde nöroleptiklere verdiği cevap, sonraki tedavi açısından da bir öngörüm sağlar. Akut tedavi sırasında maksimum iyilik hali sağlandığı anda, idame tedavisine geçilebilir. İdame tedavisi, tedavisiz geçen bir epizodun sürebileceği uzunluktan daha kısa olmamalıdır. Bundan sonraki tedavi profilaktik tedavidir ve geçirilmiş epizodlar değil, yeni bir epizodun gelmesini engellemekle ilgilidir.
Bazı hastalar, uygun akut ve idame tedavilerine rağmen klinik bir düzelme göstermeyebilirler. Ancak muhtemelen bu hastalar, ilaç kesilmesi ile beraber daha kötü bir semptomatoloji gösterecek nitelikteki hastalardır. Klinik alt tiplerden paranoid grupta tedaviye cevap zayıf kalmaktadır. Bu hastaların ilaç reddinin tedaviye cevabı azalttığı bir gerçektir. Çünkü depo preparatların kullanılması tedavide olumlu gelişmeler sağlamıştır.
Aile tedavisinin de rölaps hızını düşürmede oldukça büyük önemi olduğu ortaya çıkmıştır.
Rölapsı etkileyen bir faktörde, premorbid uyumdur. Premorbid uyumu, sinsi başlangıçlı bir hastalıkta değerlendirmek oldukça güç olabilir. Premorbid uyumu iyi olan hastaların rölapsları daha geç oluşur ve daha iyi durumda geçer.
Rölapsı etkileyen önemli faktörler olarak , içgörü yokluğu, sosyal destek kaybı, sinsi başlangıç ve ilk hastalık başladıktan sonra tedaviye alınma anına kadar geçen süre ya da ilk epizodun tedavi edilip edilmemesi sayılabilir.
İlk ataklarında nöroleptik ya da Elektrokonvulsif Tedavi (ECT) alan hastalar , ilk epizodlarında bu tedavileri almayan hastalarla, (follow-up sırasında her iki gruba da tedavi uygulanarak) karşılaştırıldığında, akut tedaviyi alan grubun almayan gruptan daha iyi prognoz gösterdiği saptanmıştır (May 1976). Bu çalışmada prognoz göstergesi olarak hospitalizasyon günleri alınmıştır. Ayrı bir çalışmada akut tedaviden sonraki dönemde plasebo uygulanan grubun (%62) nöroleptik alan gruba (%46) göre 2 yıllık takipte daha yüksek oranda rölaps gösterdiği tespit edilmiştir. İlginç olarak rölaps riskini tayin eden önemli bir faktörün, hastalık başlangıcı ile, hospitalizasyon anı arasında geçen süre olduğu belirlenmiştir. Hastalık başlangıcı ile hospitalizasyon arasında geçen uzun bir interval kötü prognozun göstergesidir.
Son iki çalışma değerlendirildiğinde, aslında yukarıda rölapsı etkile-yen faktörler olarak bildirilen içgörü kaybı, sosyal destek yokluğu ve sinsi başlangıcın rölaps üzerinde dolaylı etkide bulunduğu düşünülebilir. İçgörü ve sosyal destek yokluğu ile sinsi başlangıç her zaman akut tedaviyi geciktiren faktörlerdir. Halbuki May'in çalışmasında açıkça görüldügü üzere, akut tedavinin yapılamaması, ya da geciktirilmesi sonradan hangi tedavi, ne yoğunlukta uygulanırsa uygulansın rölapsı hızlandırmaktadır. Açıkça görüldüğü gibi akut tedavinin yapılamaması, hastalığın sonraki devrelerinde negatif bir psikolojik ya da biyolojik zemine neden olmaktadır.
Genellikle, akut epizoddan sonraki ilk rölaps, sonraki rölapslara göre daha uzun bir intervalden sonra gelmektedir. İlk rölaps 3 yıllık bir gecikme gösterebilir (Kane, 1985).
Daha önce sinsi başlangıçlı şizofrenide prognozun, ilaç tedavisine rağmen kötü olduğu vurgulanmıştı. Eğer sinsi başlangıçlı şizofreniler dışarıda bırakılarak, diğer hastalara plesabo ya da nöroleptik uygulanırsa (idame tedavisi olarak) nöroleptik grubunda rölapsın (%0), plasebo grubuna (%40) göre çok düştüğü gözlenmiştir (Kane 1985). Ancak bu çalışmada hastalığın başlangıcı ile hospitalizasyon anı arasında 3 aydan daha uzun süre bulunanlar çalışmaya alınmamıştır.
Öte yandan prognozu iyi olan hastaların, çoğu kez plasebo alsalar bile, aktif nöroleptik tedavisi altındaki kötü prognozlu hastalara göre daha düşük oranda rölaps gösterdikleri bildirilmektedir (Sırasıyla %27'ye karşılık %67). İyi prognozlu hastalar üzerinde ilaç tedavisinin daha kötü etki yaptığını bildiren çalışmalar da vardır (Evans 1972, Rosen 1971). Bu çalışmalarda kötü prognozlu hastaların ilaç idame tedavisinden iyi prognozlulara göre daha fazla faydalandığı tespit edilmiş ancak bu çalışmalar teyit edilmemiştir. Gerçektende bazı hastalar ayları, hatta bir yılı bulan bir süre içinde hiç tedavi almadan klinik olarak iyi durumda kalabilmektedir. Belki bu hastalara yan etki riski dikkate alınarak nöroleptik verilmemesi yerinde olur. Ancak bu hastaların akut tedavinin hemen sonunda nasıl ayrımlanabileceği tartışılmalıdır. Ayrıca hastaların ilk bir yıla kadar uzayan süre içinde tedavisiz rölaps göstermemeleri, daha da uzayan sürede rölapsın gelmeyeceği anlamında değildir. Bu tür hastaların uygun ayrımının yapılamadığı bu günde, bütün hastalara akut tedavinin sonunda düşük doz ya da intermitant tedavi başlamak ve ilk alevlenme belirtisi görüldüğü anda doz artışına gitmek en uygun yöntemdir.
Diğer taraftan, idame tedavisinin cinse bağlı da değişkenlik gösterdiği bilinmektedir. Plasebo-nöroleptik etki farklılığı kadınlarda ikincinin lehine daha yüksektir. Yani erkeklerde, kadınlara göre plasebo ile nöroleptik etkinliği çok farklı değildir. Ancak hem erkek, hemde kadınlarda nöroleptikler, plaseboya göre daha etkindirler. Kadın ve erkek arasındaki bu farklılığın kaynağına yönelik elimizde bir veri yoktur. Ancak öncelikle her iki cins arasında ilaç ¤¤¤¤bolizmasında bir farklılık olduğu göz önüne alınmalıdır.
Bütün bunlardan başka şizofrenideki rölapsı etkileyen, evli yada bekar olunması, hangi klinik alt tipte bulunulduğu, sosyal desteğin derecesi, afektif komponentin önde olup olmaması, hangi sosyal sınıfta bulunulduğu, stres, hastalığın başlangıç yaşı ve hastalık süresi ile ailede yüksek emosyon dışa vurumu (hEE) bulunup bulunmaması gibi demografik psikososyal ve klinik faktörler vardır. Hastanın evli olması genellikle premorbid uyumunda iyi olduğunu gösteren dolaylı bir faktördür. Uygun ve anlayışlı bir eş rölaps riskini azaltıcı bir etmendir. Afektif komponentin hastada ön planda oluşu, çoğu araştırıcıya göre rölapsı azaltan,daha az araştırıcıya göre de rölapsı arttırıcı ya da rölaps üzerinde etkisi olmayan bir etmendir. Düşük sosyal sınıflarda ilaca uyunç (compliance) zayıftır. Bu da rölaps üzerinde kötü etkide bulunur. Fakat uzun etkili depo preparatlar bu olumsuzluğu ortadan kaldırmıştır
Şizofreni'nin uzun süreli tedavisi, hastanın klinik durumu, sosyal entegrasyonu, ailenin hastaya karşı tutumu ve hastanın ilaçlara karşı duyarlılığına göre farklılıklar gösterir. Yan etkilerin içinde özellikle geç diskineziden, düşük doz veya intermitant tedaviyle sakınılabileceği bildirilmektedir. Ancak yine de geç diskinezi gelişimini etkileyen çok sayıda faktör olduğu (nöroleptik tedavisinin dışında) bilinmelidir.
Tekrarlayan epizodlar halindeki şizofrenide (multi episode schizophrenia) ilacın kesilmesinden sonra rölaps bir hafta ya da bir yıl gibi farklı sürelerden sonra ortaya çıkabileceği gibi, yeni epizodun hangi şiddette ve ne kadar süreyle devam edeceği belli değildir. Ancak nöroleptik tadavisi altındaki bir şizofrende rölaps hem daha seyrek, hem de daha düşük şiddette oluşmaktadır.
Şizofreninin farmakolojik tedavisi üç aşamalı olarak yapılır : Akut, idame (continuation) ve profilaktik tedavi. Akut tedavi hastalığın, pozitif, renkli (florid) semptomlarını ortadan kaldırmaya yöneliktir. Nöroleptikler ortalama olarak 4-6 haftalık bir süre içinde bu semptomlarda belirgin bir iyileşme sağlarlar. Hastaların bu süre içinde nöroleptiklere verdiği cevap, sonraki tedavi açısından da bir öngörüm sağlar. Akut tedavi sırasında maksimum iyilik hali sağlandığı anda, idame tedavisine geçilebilir. İdame tedavisi, tedavisiz geçen bir epizodun sürebileceği uzunluktan daha kısa olmamalıdır. Bundan sonraki tedavi profilaktik tedavidir ve geçirilmiş epizodlar değil, yeni bir epizodun gelmesini engellemekle ilgilidir.
Bazı hastalar, uygun akut ve idame tedavilerine rağmen klinik bir düzelme göstermeyebilirler. Ancak muhtemelen bu hastalar, ilaç kesilmesi ile beraber daha kötü bir semptomatoloji gösterecek nitelikteki hastalardır. Klinik alt tiplerden paranoid grupta tedaviye cevap zayıf kalmaktadır. Bu hastaların ilaç reddinin tedaviye cevabı azalttığı bir gerçektir. Çünkü depo preparatların kullanılması tedavide olumlu gelişmeler sağlamıştır.
Aile tedavisinin de rölaps hızını düşürmede oldukça büyük önemi olduğu ortaya çıkmıştır.
Rölapsı etkileyen bir faktörde, premorbid uyumdur. Premorbid uyumu, sinsi başlangıçlı bir hastalıkta değerlendirmek oldukça güç olabilir. Premorbid uyumu iyi olan hastaların rölapsları daha geç oluşur ve daha iyi durumda geçer.
Rölapsı etkileyen önemli faktörler olarak , içgörü yokluğu, sosyal destek kaybı, sinsi başlangıç ve ilk hastalık başladıktan sonra tedaviye alınma anına kadar geçen süre ya da ilk epizodun tedavi edilip edilmemesi sayılabilir.
İlk ataklarında nöroleptik ya da Elektrokonvulsif Tedavi (ECT) alan hastalar , ilk epizodlarında bu tedavileri almayan hastalarla, (follow-up sırasında her iki gruba da tedavi uygulanarak) karşılaştırıldığında, akut tedaviyi alan grubun almayan gruptan daha iyi prognoz gösterdiği saptanmıştır (May 1976). Bu çalışmada prognoz göstergesi olarak hospitalizasyon günleri alınmıştır. Ayrı bir çalışmada akut tedaviden sonraki dönemde plasebo uygulanan grubun (%62) nöroleptik alan gruba (%46) göre 2 yıllık takipte daha yüksek oranda rölaps gösterdiği tespit edilmiştir. İlginç olarak rölaps riskini tayin eden önemli bir faktörün, hastalık başlangıcı ile, hospitalizasyon anı arasında geçen süre olduğu belirlenmiştir. Hastalık başlangıcı ile hospitalizasyon arasında geçen uzun bir interval kötü prognozun göstergesidir.
Son iki çalışma değerlendirildiğinde, aslında yukarıda rölapsı etkile-yen faktörler olarak bildirilen içgörü kaybı, sosyal destek yokluğu ve sinsi başlangıcın rölaps üzerinde dolaylı etkide bulunduğu düşünülebilir. İçgörü ve sosyal destek yokluğu ile sinsi başlangıç her zaman akut tedaviyi geciktiren faktörlerdir. Halbuki May'in çalışmasında açıkça görüldügü üzere, akut tedavinin yapılamaması, ya da geciktirilmesi sonradan hangi tedavi, ne yoğunlukta uygulanırsa uygulansın rölapsı hızlandırmaktadır. Açıkça görüldüğü gibi akut tedavinin yapılamaması, hastalığın sonraki devrelerinde negatif bir psikolojik ya da biyolojik zemine neden olmaktadır.
Genellikle, akut epizoddan sonraki ilk rölaps, sonraki rölapslara göre daha uzun bir intervalden sonra gelmektedir. İlk rölaps 3 yıllık bir gecikme gösterebilir (Kane, 1985).
Daha önce sinsi başlangıçlı şizofrenide prognozun, ilaç tedavisine rağmen kötü olduğu vurgulanmıştı. Eğer sinsi başlangıçlı şizofreniler dışarıda bırakılarak, diğer hastalara plesabo ya da nöroleptik uygulanırsa (idame tedavisi olarak) nöroleptik grubunda rölapsın (%0), plasebo grubuna (%40) göre çok düştüğü gözlenmiştir (Kane 1985). Ancak bu çalışmada hastalığın başlangıcı ile hospitalizasyon anı arasında 3 aydan daha uzun süre bulunanlar çalışmaya alınmamıştır.
Öte yandan prognozu iyi olan hastaların, çoğu kez plasebo alsalar bile, aktif nöroleptik tedavisi altındaki kötü prognozlu hastalara göre daha düşük oranda rölaps gösterdikleri bildirilmektedir (Sırasıyla %27'ye karşılık %67). İyi prognozlu hastalar üzerinde ilaç tedavisinin daha kötü etki yaptığını bildiren çalışmalar da vardır (Evans 1972, Rosen 1971). Bu çalışmalarda kötü prognozlu hastaların ilaç idame tedavisinden iyi prognozlulara göre daha fazla faydalandığı tespit edilmiş ancak bu çalışmalar teyit edilmemiştir. Gerçektende bazı hastalar ayları, hatta bir yılı bulan bir süre içinde hiç tedavi almadan klinik olarak iyi durumda kalabilmektedir. Belki bu hastalara yan etki riski dikkate alınarak nöroleptik verilmemesi yerinde olur. Ancak bu hastaların akut tedavinin hemen sonunda nasıl ayrımlanabileceği tartışılmalıdır. Ayrıca hastaların ilk bir yıla kadar uzayan süre içinde tedavisiz rölaps göstermemeleri, daha da uzayan sürede rölapsın gelmeyeceği anlamında değildir. Bu tür hastaların uygun ayrımının yapılamadığı bu günde, bütün hastalara akut tedavinin sonunda düşük doz ya da intermitant tedavi başlamak ve ilk alevlenme belirtisi görüldüğü anda doz artışına gitmek en uygun yöntemdir.
Diğer taraftan, idame tedavisinin cinse bağlı da değişkenlik gösterdiği bilinmektedir. Plasebo-nöroleptik etki farklılığı kadınlarda ikincinin lehine daha yüksektir. Yani erkeklerde, kadınlara göre plasebo ile nöroleptik etkinliği çok farklı değildir. Ancak hem erkek, hemde kadınlarda nöroleptikler, plaseboya göre daha etkindirler. Kadın ve erkek arasındaki bu farklılığın kaynağına yönelik elimizde bir veri yoktur. Ancak öncelikle her iki cins arasında ilaç ¤¤¤¤bolizmasında bir farklılık olduğu göz önüne alınmalıdır.
Bütün bunlardan başka şizofrenideki rölapsı etkileyen, evli yada bekar olunması, hangi klinik alt tipte bulunulduğu, sosyal desteğin derecesi, afektif komponentin önde olup olmaması, hangi sosyal sınıfta bulunulduğu, stres, hastalığın başlangıç yaşı ve hastalık süresi ile ailede yüksek emosyon dışa vurumu (hEE) bulunup bulunmaması gibi demografik psikososyal ve klinik faktörler vardır. Hastanın evli olması genellikle premorbid uyumunda iyi olduğunu gösteren dolaylı bir faktördür. Uygun ve anlayışlı bir eş rölaps riskini azaltıcı bir etmendir. Afektif komponentin hastada ön planda oluşu, çoğu araştırıcıya göre rölapsı azaltan,daha az araştırıcıya göre de rölapsı arttırıcı ya da rölaps üzerinde etkisi olmayan bir etmendir. Düşük sosyal sınıflarda ilaca uyunç (compliance) zayıftır. Bu da rölaps üzerinde kötü etkide bulunur. Fakat uzun etkili depo preparatlar bu olumsuzluğu ortadan kaldırmıştır