ALAHÛ TEÂLÂ (cc) hem kendi hukukunu, hem yarattığı varlıkların haklarını muhafaza etmeyi, insanlara emanet olarak tevdi etmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in titizlikle üzerinde durduğu konulardan bir tanesi de çocukların terbiyesi konusudur. Resûl-i Ekrem (sav) çocukların terbiyesi hususunda müslümanları uyarmış ve şöyle buyurmuştur: "-Kimin bir çocuğu olursa, ona güzel bir isim koysun ve en güzel şekilde terbiye etsin. Bulûğa erince de evlendirsin. Bulûğa erdiği hâlde evlendirmez ve o çocuk bir günah işleyecek olursa, bundan hasıl olacak günaha baba da ortak olmuş olur" (1)
Çocuklar konuşacakları dili, âdetleri, gelenekleri, hatta dinlerini aileleri vasıtasıyla öğrenirler. Psikolog Gabriel Tarde, taklid ile elde edilen değerler meselesini sistemli olarak incelemiş ve özdeşleşme metodunu izah etmiştir. (2) Bu sosyal psikoloji uzmanına göre; içtimai değerlerin temelinde, taklid unsuru ön plândadır. (3) Aile terbiyesi ve davranışları etkileyen diğer unsurlar, kişiden kişiye sirayet etme özelliğine haizdir. Aynı çevrede yaşayan insanlar; birbirlerini taklid etmeye çalıştıkları gibi, farklı toplumlar da birbirlerini taklid etmeye çalışırlar. İlk dönemlerde örf ve adetlerin devamını sağlayan taklid, günümüzde "moda" şeklinde kendisini göstermektedir. (4) Bu sebeble, içtimai hayatın ortak özelliklerinden birisi taklid psikolojisidir. Moda, bütün dünya insanlarını etkisi altına alabilen bir hadisedir.
İnsanoğlu ilk ve temel bilgilerini, aile büyüklerini veya çevrelerinde bulunan kimseleri taklid ederek öğrenir. Her taklid hadisesi; öncelikle insanın iç dünyasında arzu, istek, inanç ve düşünce şeklinde doğar. Daha sonra bunlar, statik davranışlara döner. Prof. Şerif Mardin, bu hususu şöyle ifade etmektedir: "-Çocuğun toplum normlarını algılamakta kullandığı mekanizmalardan birisi; hem sevgi, hem saygı duyduğu kimseleri örnek alarak, onun gibi hareket etmesidir. Çoğu zaman bu örnek kişi, baba veya diğer akrabalardır. İslâmi bir ailede; babanın abdest alması, her işe besmele çekerek başlaması ve günlük yaşantıları ile iç içe geçmiş olan diğer davranışları, çocuğu aynı şekilde hareket etmeye itecektir. Çocuk islâmi hayatın gerekleri hakkındaki bilgilerin bir kısmını bu özdeşleştirme (identification) mekanizmasından alacaktır."(5)
Çocuk terbiyesi asırlar boyunca; insanlığı en çok meşgul eden, mühim bir meseledir. Şekli üzerinde görüş ayrılıkları olmakla beraber lüzumunda ve milletlerin bekası için zarurî olduğunda ittifak edilmiştir. Omuzlarında sorumluluk duyan herkes bu konu ile ilgilenmiş; sonraki nesilleri yetiştirmekte itina göstermiştir. Çeşitli terbiye ve eğitim sistemleri var ise de bugüne kadar değerini koruyabilen tek sistem İslâm Dini'nin getirmiş olduğu terbiye sistemidir.
Çocukların terbiyesi konusu, milletlerin geleceğinin garantisidir. Terbiyede yanlış bir tatbikat milletin istikbalini tehlikeye atmaktan farksızdır. Nitekim, eğitimi öğrencilere bazı konularda, yalnızca bilgi vermek tarzında anlaşılıp ahlâk konusuna önem verilmediği takdirde milletlerin başına nice gaileleri, bizzat kendi çocukları açmışlardır. Ahlak konusunda kendisini sorumlu kabul etmeyen ve o tarz terbiyeyi klasik diye kınayanlar, hizmet etmekle mükellef oldukları milletlerine kötülük yapmış olurlar. Ahlaktan yoksun ilim, insanlık için bir tehlikedir. Onun faydalı hale gelebilmesi için ahlakla birleşmesi şarttır. İlmin, fen ve tekniğin fena niyetle birleşmesi ise insanlık için tehlikelerin en büyüğüdür. Bu gerçeği, acı misallerine rağmen halâ göremeyenlerin bulunuşu cidden üzücüdür. Resûl-i Ekrem (sav) Cenâb-ı Hakk'a dua ederken: "Ya Rabbi! Faydasız ilimden, ürpermeyen kalbden, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım. "(6) buyurmuş olması çok manidardır.
İlim ve tekniğin ahlâk mefhumu tanımayan bir insanın eline geçmesi; hunhar bir katilin eline verilmiş en modern silahlardan çok daha tehlikelidir.
Ahlakın değişmeyen kaynağı; Allahü Teâlâ'ya (cc) teslimiyet ve hesap gününe hazırlanma duygusudur. Bütün peygamberler, insanlara " hevâlarına muhalefet etmelerini ve vahiy yoluyla bildirilen hakikatlere teslim olmalarını" tavsiye etmişlerdir. Allah'a (cc) ve ahiret gününe inanmayan bir kimsede, bazı moral değerleri bulmak mümkündür. Ancak bu moral değerlerin, ahlâkın temel unsurları
ile bir ilgisi yoktur.
insanlık, Cenâb-ı Hakk'ın Peygamberi vasıtasıyla gönderdiği terbiye sistemine dönmekten başka çare olmadığını er veya geç anlayacaktır. Bugünün gelişen ilim ve tekniği, temeli hak dine dayanan sağlam bir ahlâk anlayışıyla elele vermedikçe insanlığın istikbali parlak görülmemektedir. Eğitimde ahlâka ve dine yer vermemek, insanın kendisini inkâr etmesidir. Zira Cenâb-ı Hak (cc) insanın fıtratını bu şekilde tayin etmiş ve yaratmıştır. Onun için temeli islâma dayanmayan bir çocuk terbiyesi düşünülemez. Çünkü daha doğuştan dindar olacak kabiliyette yaratılan insana en uygun gelen terbiye sistemi de budur. Bu sistem kaynağı ilâhi oluştan dolayı orjinalitesini ve yeniliğini hiç kaybetmemiştir. İlâhî olan bu terbiye sistemi insan fıtratına en uygun sistem olduğundan değerini de hiçbir zaman kaybetmeyecektir. Din-i İslâm kıyamete kadar baki olduğu gibi, O'nun getirdiği terbiye sistemi de kıymet ve değerini aynen muhafaza edecektir.
İSLÂM'DA TERBİYE VE DAYANDIĞI TEMELLER:
İnsanı kemâle erdiren, Cenâb-ı Hakk'ın indinde değerini arttıran nesne güzel ahlaktır. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz esasen güzel ahlâkı, insana sonradan arız olacak bir sıfat olarak değil de, insanda bulunması normal ve bir bakıma zarurî bir unsur olarak beyan etmiştir. İslâm Dini'nin en başta gelen özelliklerinden birisi ahlâka çok büyük önem vermesidir. Hatta Peygamber (sav) İslâm Dini'ni güzel ahlâk olarak tarif etmiş ve " Mü'minlerin iman yönünden en mükemmeli, ahlâkı en güzel olanıdır. Sizin hayırlı olanlarınız, hanımlarına karşı hayırlılarınızda." (7) buyurmuşlardır.
Müslümanların güzel ahlâkı, İslâmın yayılmasına vesile olmuştur. Hatta güzel ahlâkın, kılıçtan daha te'sirli olduğunu söyleyebiliriz. İslâm tarihinde şahısların olduğu gibi, kavimlerin de İslâm'a girmelerinde güzel ahlâkın önemi büyüktür. Memleketler kılıçla fethedilmiş olsa dahi, gönülleri daima güzel ahlâkı, adaletleri ve insanî muamelelerle fethetmişlerdir.
İslâmiyet'te soy-sop güzelliği ile tefâhur etmek yasak edilmiştir. Değer ittikaya göredir. Peygamber (sav) Efendimiz,; "Ey Ebû Zer, tedbirli olmak gibi akıllılık; yasaklardan kaçmak gibi takva ve güzel ahlâk gibi hazine olamaz. "(8) buyurmuşlardır. Binaenaleyh herkes iyiliği yaptığı zaman kendi lehine, fenalık yaptığı zaman da kendi zararınadır. İslâm cemiyetinin sosyal sisteminin değişmeyen rüknü, güzel ahlâktır.
Güzel ahlâk; Allahû Teâla (cc)'nın rızasını tahsil ve imtihanı kazanma vesilelerinden birisidir. Terbiye de, onu elde etmenin yoludur. Gayeye vasıl olmak için, terbiye yolundan geçilecektir. Nebatların ve hayvanların dahi terbiye ile ıslâh edildiği ve daha verimli hale getirildiği düşünülürse, insanlar için terbiyenin önemi kendiliğinden meydana çıkmış olur.
Dinimizde hiçbir şey faydasız yere emir veya yasak edilmemiştir. Emredilen her şeyde mutlaka büyük bir hikmet ve yapanlar için birtakım faydalar vardır. Yasaklarda da,
irtikap edenler için birtakım zararlar... Terbiye konusu da dinimizin emrettiği bir husustur. Ayet-i kerime açıktır:
"Ey iman edenler! Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insanlarla taştır. (O vazifenin) üzerinde melekler vardır ki, onlar Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye memur edilirlerse yaparlar"^)
Kişinin ehli; karısı, çocukları, kardeşi, hizmetçisi gibi kimselerdir. İnsanın ehline karşı yapmakla mükellef olduğu husus nafakasından ibaret olmayıp, nasihat etmek, ilim öğretmek ve terbiyesine dikkat etmekle de mükelleftir. Hz. Ali (ra) bu ayet-i kerimeyi nefsinde "Ehlinize hayrı öğretiniz ve onları terbiye ediniz."(10) diye tefsir etmiştir.
İmam-ı Kasani merhum da azabdan korunmakla emredilen (ehl) in tarifinde şöyle der: "Ehil, hakikatte kişi ile sevgi bağı ve ruhî alâkası o-lan kimselerdir. Bağlılığı o-lan kimseler, zarurî olarak dünya ve ahirette onunla beraber olacaklardır. O halde insan, nefsini koruduğu gibi onları da azabdan koruması icab eder. Aynı şekilde, beraber haşrolunacağı için dost ve arkadaşlarını da (elinden geldiği kadar) koruması gerekir. Çünkü kişi sevdiği ile beraber haşrolunacaktır."(ll)
Hz. Abdullah b. Abbas (ra) da ayetin tefsirinde şunları zikretmiştir: "Cenâb-ı Hakk'a (cc) ihlâs ile itaat ediniz. İsyandan sakınınız. Evladınıza da emirlere uymasını ve yasaklarından kaçmasını emrediniz. İşte sizin için de, evladınızı ateşten koruma budur."(12)
Her müslüman, vazife ve mesuliyet ahlakına riayet etmekle mükelleftir. Vazife ile ilgili olarak bir Hadis-i şerifte de : "- Hepiniz çobansınız ve hepiniz idaresi altındakilerden mesûldür. Emir, insanlar üzerine çobandır, sürüsünden mes'ûldür. Erkek, aile efradı üzerinde bir çobandır, onlardan mes'ûldür. Kadın, kocasının evi ve çocuğu üzerinde çobandır, onlardan sorumludur. Dikkat ediniz!.. Hepiniz çobansınız ve hepiniz sorumlusunuz"(13) hükmü beyan edilmiştir.
Netice olarak diyebiliriz ki; evlâdının terbiyesine ihtimam göstermeyen kimse, onu eliyle ateşe atmış demektir. Bu ihmalin cezasını kendisi de, evladı da çekecektir. Beraber yaşadığı cemiyet fertleri de zarar görecektir. O halde; büyüklerin küçüklerine, bilenlerin bilmeyenlere, öğretmen durumunda olanların öğrencilerine terbiye vermesi zaruridir.
Terbiyede dikkat edilmesi gereken noktalar.
Birinci Kaide:
Terbiyeye, çocuk ana rahmine düştüğü andan i'tibâren başlanılmalıdır, Çocuğun ana rahmine düşerken yapılacak vazife, Peygamber-i Zîşân (sav) tarafından şu hadisle beyan edilir:
"Ailesine yaklaşan kimse: Senin adınla başlarım! Ya Rabbi, beni şeytandan ve şeytanı da beni faydalandırdığın şeyden uzaklaştır diye dua eder ve bu yaklaşmadan bir çocuk meydana gelirse şeytan ebediyen ona zarar vermez"(l4)
O halde çocuğun meydana gelmesine vesile olan yakınlaşma, Allah'ın adı ile ve O'na dua ederek yapılmalıdır. Bu durum çocuğun ilerde bazı tehlikelerden korunmasına vesile olacaktır. Her çocuk iyiliği veya kötülüğü işlemeye kabiliyetli olarak yaratıldığından, ona, terbiye ile şekil verilecektir. Her çocuğun, iyi bir insan olabileceği kabul e-dilmelidir. Peşin hükümlerden uzak durulmalı ve sabırlı olunmalıdır. Çocuğun yaşını ve psikolojik durumunu dikkate almak gerekir.
İkinci Kaide:
Çocuğa verilen gıda mutlaka helal olmalıdır. Buna da ana rahmine düştüğünden itibaren başlamalıdır, insan vücudunun gelişmesi, kuvveti, hücrelerinin teşekkülü, yediği gıdadan meydana gelir. Kazanca dikkat edilmediği takdirde diğer bütün çalışmalar akamete uğrayabilir. Arpa ektikten sonra o tarladan buğday elde etmek için çalışmalar yapılması poşuna bir gayrettir. O halde çocuktan iyi fiillerin meydana gelmesi ve yapılacak çalışmaların semereli olması için temiz gıda yedirmeli, damarlarında dolaşan kanın bir zerresinin dahi haramdan olmamasına dikkat etmelidir. Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler! Kazandıklarınızın en güzellerinden (helal ve temiz olanlardan) infak ediniz."(15) buyurulması calib-i dikkattir.
Üçüncü Kaide:
Çocuk doğunca güzel bir isim vermelidir. Verilen isim çocuğa bir hedef olmalı ve çocuğu, "Ben ismime layık işler yapmalıyım" diye düşündürmelidir. Bundan dolayı verilen ismin hem manasının güzel olması, hem Allah (cc) indinde sevgili bir insanın ismi olması çok faydalıdır. Moda diye manasız isimler koymak evlada karşı yapılması icab eden bir vazifenin terkedilmesinden başka bir şey değildir. Peygamberimizin (sav) sünnetinde isimlendirme önemlidir. Hz. Peygamber (sav):"-Siz kıyamet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleri ile çağrılacaksınız. Öyle ise çocuklarınızın isimlerini güzel koyunuz" buyurmuştur. Kendi çocuklarına güzel isimler koyduğu malûmdur. Cahiliye döneminde kullanılan ve mahiyeti güzel olmayan isimleri değiştirdiği bilinmektedir. Meselâ: "Berre" ismini, "Zeynep" ile değiştirdiği sabittir.
Dördüncü Kaide:
Çocuk konuşmaya başladığı zaman iyi şeyler öğretmek ve yanında güzel şeyler konuşmak gerekir. İyi şeyler söylediği zaman çocuğu takdir ermeli, fena şeyler söylediğinde de sabırla bunun yanlış olduğu öğretilmelidir. Alışkanlığın ö-nemini herkes takdir eder. Çocuğu nezaketli bir konuşmaya alıştırmak mühim bir muvaffakiyettir. Resûl-i Ekrem (sav)'in Kur'an-ı Kerim'de "Usve-i hasene = Güzel örnek" olarak nitelendirildiği malûmdur. Sahabeden Hişam b. Urve'nin, Hz. Aişe (r.anha) validemize, "Resûl-i Ekrem'in (sav) ahlâkının nasıl olduğunu sorması üzerine şöyle cevap verdiği bilinmektedir:"- O'nun ahlâkı Kur'an-ı Kerim'den ibaretti. Sen Kur'an-ı Kerimi okumuyor musun?" Bu cevap üzerinde iyi düşünülmesi gerekir. Çocuğun terbiyesi, bu esasa göre yapılmalıdır. Kur'an-ı Kerim'in ahkâmını; nefsinde tatbik edebilen insanlar hem bu dünya'da, hem ahirette saadete kavuşurlar. Terbiye'de muvaffak olmak isteyenler, bu usûlü benimsemek zorundadırlar.
İnsanlar aile ve yakın çevresinin te'sirinden kolay kolay kurtulamazlar. Hulâsa, çocuğun yapması arzu edilen bütün hareketleri baba ve annelerin yapması; istemedikleri davranışları öncelikle kendilerinin terketmesi icabeder.
Beşinci Kaide:
Resûl-i Ekrem (sav)"- Çocuk yedi yaşına geldiği zaman kendisine namazın emredilmesini" tavsiye etmiştir. Namazı emretmek için; bu ibadetin keyfiyeti ve bu ibadet esnasında neleri okuyacağı öğretilmelidir. Bazılarının yaptığı gibi "Daha yaşı küçük, ilerde namazını kılar" diyerek, ihmal etmek doğru değildir. Kendi çocukları da olsa hiç kimse onlara Resûl-i Ekrem (sav)'den daha şefkatli olamaz. Sevgisini aşılamak şartıyla, küçükten alıştırmanın önemi büyüktür. Büyüdükten sonra babasının namaz hususundaki tavsiyelerine uymayan çocuklar vebalde yalnız değildirler. Küçükten alıştırmayan anne ve-babası da vebale ortak olurlar.
Altıncı Kaide:
Terbiyede konunun benimsetilmesi; inandırılıp sevdirilmesi muvaffakiyete götüren yollardan birisidir. Terbiyenin baskı ile etkili olması veya bu etkinin devamlı olması mümkün değildir. Eğitime tabi tutulan, nihayet bir insandır. Akıl ve düşünce sahibidir. Binaenaleyh çocuk fikren doyurulmuş, konunun faydalı olduğunu kabul etmişse, eğitim faydalı ve devamlı olabilir. Birçok kimselerin çalışmalarının faydasız kalışı, bu noktaya dikkat edilmeyişinden-dir. Terbiye edilen, fakat inandırılamayan insandan fazla bir şey beklenemez.
Yedinci Kaide:
Terbiyede dikkat edilecek bir nokta da, ilimle müşterek olmasıdır. Yani terbiyenin tâ'limle beraber yürütülmesidir. Bir bakıma terbiye, dini ve ilmi gerçeklerin tatbikatıdır denebilir. İlk emri "Oku!" diye başlayan bir dinin, getirdiği terbiye sisteminde ilme gereken önemi vermesi tabiidir. İmam-ı Serahsi, ilmi "peygamberlerin bıraktığı miras" olarak vasıflandırmıştır. İlim öğrenmenin yaşı yoktur. Beşikten başlayan ve mezara kadar devam etmesi zaruri olan ilim öğrenme faaliyeti sevdirilmeli-dir. Gerekirse ilim elde etme uğruna, en uzak beldelere gidilmesini ve faydalı şeyleri (hikmeti) mü'minin nerede bulursa bulsun alması gerektiği öğretilmelidir. İlmin faydalı olabilmesi için, tatbik e-dilmesi de zaruridir. Terbiyeyi "öğretilen veya öğrenilen faydalı bilgilerin nazariyatta kalmayıp amelî hayata girmesi" şeklinde tarif etmek de mümkündür. Öğrencilerine yalnızca bilgi öğretmeyi vazife kabul eden eğitimci ile aynı yanlış kanâatte olan ebeveynler hatalarının cezalarını içinde yaşadıkları topluma çektirmektedirler. Tahsil sırasında ahlâkı üzerine eğilmeyen ve üstelik kötü örnek olup küçüklerin yanında hareketlerine dikkat etmeyenler feci bir şekilde yanıldıklarını er geç anlayacaklardır.
Sekizinci Kaide:
Eğitici ve öğreticilerin eğitilenlere iyi bir örnek olmaları zarureti vardır. Küçükler, çoğunlukla büyüklerine özenir ve onları taklid ederler. İstisnaî durumlar hariç, ekseriya küçükler sevdikleri kimselerin kopyası durumundadırlar. Onun için bütün davranışlarında örnek olduklarını, çocuğun yapması istenilmeyen hareketleri mutlaka terketmesi icab ettiğini eğiticilerin kabul etmeleri zaruridir. Kötü örnek olmak, çocuğa fiiliyle kötülüğü telkin manasına gelir. Sözle yapılan öğütlerin de değerini azaltır.
Dokuzuncu Kaide:
Terbiyede şiddet ve zor yerine rıfk ve mülayemeti esas almalıdır. Şiddetle meseleyi halledeceğini zannetmek yanlıştır. Bazı hallerde ona da ihtiyaç olabilirse de, mak'ûl ölçüleri aşmamak lazım gelir. Lüzumsuz yere şiddet, çocuğu isyana teşvik edebilir. İnsan terbiyesinin zorluğu da buradadır. Her konuda olduğu gibi bu bakımdan da Resûl-i Ekrem (sav)'e tabi olmak gerekir. Hz. Enes (ra) bu hususta, şu bilgileri vermektedir.
"Resûl-i Ekrem (sav), ahlaken insanların en güzelidir. Beni bir gün, yapılması gereken bir işe gönderdi. Gönlümden, gönderdiği yere gitmek istediğim halde ben O'na:
- Gitmeyeceğim, dedim. Dışarı çıktım. Sokakta oynamakta olan çocukların yanına uğradım. Bir de baktım ki, Resûl-i Ekrem (sav) omuzum-dan tutmuş. Yüzüne baktım, gülümsüyordu. Dedi ki:
- Küçük Enes, söylediğim yere gittin mi? Ben de:
- Gideceğim yâ Resûlallah, dedim ve gittim..."(16)
Resûl-i Ekrem (sav) o sırada henüz çocuk olan Hz. Enes'in "Gitmeyeceğim" deyişine kızmamıştır. Bunu isyan olarak değerlendirmemiştir. Hatta girmeyişini, tebessüm ile karşılamıştır, Peygamberimizin (sav) bu sünneti dikkate alınmalıdır. Fûkaha "Çocuğun suç işleme kasdı yoktur. Onun kasıt gibi görünün fiilleri hatadan ibarettir" hükmünü benimsemiştir.
Resûl-i Ekrem (sav) bu prensibi, çocuk terbiyesi açısından önemlidir. Enes İbn-i Malik (ra)'ın şu tespiti de câlib-i dikkattir (Küçük yaşında babası vefat etmiş ve annesi Ebû Talha ile evlenmişti.):
"Resûl-i Ekrem (sav) Medine'ye geldiği zaman, (babalığım) Ebû Talha elimden tutup beni Hazreti Peygamber (sav)'e getirdi:
- Ya Resûlallah, Enes akıllı çocuktur. Sana hizmet etsin, dedi.
Enes (ra) der ki:
- Hazarda ve seferde on sene kendisine hizmet ettim. Yemin ederim ki, yaptığım bir şeyden dolayı, (şunu niçin şöyle yaptın?); yapmadığım şeyden dolayı da (şunu niçin böyle yapmadın?) dememiştir''^?)
Herkes tarafından sevilmesinin hikmeti buradadır. Hayatında kalb kırmamış, hakaret lafızları kullanmamış, işlerini daima tatlılıkla halletmiştir. Şu hadis-i şerif, O'nun kaide olarak koyduğu bir esastır: "Rıfkın bulunduğu yerde ziynet, bulunmadığı yerde zulmet vardır"(18)
Rıfk, bulunduğu yere güzellikler getirir. O çekilince yerini çirkinlikler alır
Onuncu Kaide:
Çocuklara tatlı sözler söylenmeli , güler yüzle ve şefkatle kendilerine yaklaşılmalıdır. Sevgisini ve şefkatini belli etmemek veya sevmez görünmek yanlış bir davranıştır. Zaman zaman çocukların ailesinden kaçmasının sebebi, çoğu zaman devamlı şiddet ve baskılardır. Sevilmediği kanâatine vardan çocuk, büyüklerini saygı göstermez. Şefkat ile muamele, Peygamberimizin (sav) sünnetidir. Önemine binâen bu konuda birkaç örnek verelim: "Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Hüseyin (ra)'i sırtlarına bindirmişlerdi. Bunu gören birisi: "- Ey çocuk! Üzerinde bulunduğun binit de ne güzelmiş, deyince, Resûl-i Ekrem (sav)"- Ya binen ne kadar güzel" buyurmuştur. (19)
Bera b. Azib (ra) de şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir:
"Ben Resûl-i Ekrem (sav)'i gördüm. Torunu Hasan (ra)'ı omuzlarına almış, şöyle diyordu:
- Ya Rabbi! Ben onu seviyorum, Sen de sev" (20)
Çocuğa şefkat ve sevgi göstermek, onunla oynamak terbiyesi bakımından faydalı olduğu gibi katı kalbli kimselerin kalblerinin yumuşaması için de faydalı görülmüştür.
Ebû Hüreyre (ra)'den:
"Bir kimse Resûl-i Ekrem (sav)'e, kalbinin katılığından şikayet etti. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
- Yetimin başını okşa, fakirlere yemek yedir"(21)
Bu hususta rivayet çok ise de Peygamberimizin şu iki hadisini de hatırlayalım:
Ebû Hüreyre (ra)'den:
"Hz. Peygamber (sav) Ha-sen b. Ali (ra)'i öpmüştü. Yanında da Teym kabilesinden Akra' b. Habis (ra) oturmakta idi.
- Benim on tane çocuğum vardır. Hiç birisini öpmedim, dedi. Hz. Peygamber ona baktı ve;
-"(İnsanlara) merhamet etmeyene (Cenâb-ı Hak tarafından) merhamet olunmaz".(22) buyurdular
"Üsame b. Zeyd (ra) dedi ki: Hz. Peygamber (sav) beni tutar dizine oturtur, öteki dizine de Hasan'ı (ra) alır; sonra dizlerini birleştirir şöyle dua ederdi:
- Yâ Rabbi! Ben bunlara acıyorum. Sen de merhamet buyur..."(23)
On birinci Kaide:
Çocuklara tatlı tatlı nasihatten geri kalmamalıdır. Yaşı, tahsili ne olursa olsun, insanoğlunun baba ve hoca nasihatına ihtiyacı vardır. Peygamber Efendimiz'in "Din nasihattir" buyurmasının hikmeti budur. Fakat bu nasihati yalnız sözle değil, hareketleriyle de yapması iktiza eder. Hz. Lokman'ın çocuğuna nasihatini Kur'an-ı Kerim şöyle zikreder:
"Oğulcağızım!. Namazını dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeğe çalış... İnsanlardan (kibirlenip) yüz çevirme. Yeryüzünde şımarık yürüme. Zira Allahû Teâla (cc) her kibir taslayanı, kendini beğenip övüneni sevmez. Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini alçalt..."(24)
On ikinci Kaide:
Çocukları için ebeveynin dua etmesi lazımdır. Ebeveynin evladına yaptığı dua, Peygamber'in ümmetine yaptığı duaya benzetilmiştir. Hz. Peygamber'in bazı dualarını yukarıda zikretmiştik. Hulûs-i kalble çocuklarımızın iyi bir insan ol-
ması için seher vaktinde, namazlardan sonra hep dua etmek icabeder.
On üçüncü Kaide:
Çocuk terbiyesinin maddi cephesini de ihmal etmemek gerekir. Yiyecek ve giyeceğini te'min etmek; bedeninin hastalıktan korumak, zinde ve kuvvetli olarak yetiştirmek, helalinden rızık kazanacağı bir yola delâlet etmek, vakti gelince sünnete uygun bir şekilde evlendirmek...
On dördüncü Kaide:
Onları kötü huy, itiyat, fena arkadaş ve zamanın zararlı cereyanlarından korumalıdır. Çocuğu bilgili ve şuurlu bir şekilde yetiştirmek için hazırlıklı bulundurmak lazımdır. Okuma ihtiyacında olan çocuğa faydalı kitaplar almak ebeveyn için bir zarurettir. Kendisini ve haklı dâvasını müdâfaa edebilecek bir nitelikte olmasını te'min etmelidir.
Terbiye çok cepheli, zor ve büyük sabır isteyen bir iştir. Her vesileden faydalanmak; zararlı her türlü tehlikeden korunmak şarttır. Çevresini, davranışını, arkadaşlarını, zevkini, ahlâk, inanç ve ibadet durumlarını her an murakabe edip en isabetli şekilde ve zamanında müdahale e-dilmelidir. Bu mevzu, çok kafa yorulması gereken, sorumlu kimselerin uykularını kaçıracak kadar önemlidir. Harb kazanacak bir kumandanın basiret ve tedbiri kadar bir terbiyece de ne yapacağını bilmelidir. İyi evlat Kur'an-ı Kerim'de ziynet olarak, hayır b olmayanları ise, ebeveyn için düşman ve fitne olarak tanıtılır. Çocuk anne babaya tevdî edilmiş bir emanettir. Onun fıtratındaki temizliğini artırmaya çalışmak lazımken hiç değilse bozmamak icab etmez mi? Bunu ihmal eden sorumlu kimse emanete riayet etmemiş olur. Kar etmek isteyen bir tacir dahi düşünmek zorundadır. Hassas ve çok dikkat isteyen bir konu olması hasebiyle yapılacak en küçük hareketi dahi düşünmeden yapmamak en salim yoldur. Babanın evladına bırakacağı en güzel miras, güzel ahlâk ve ilimdir.
Çocuğuna miras olarak servet bırakamayan baba mes'ul olmayacak, fakat ahlâk ve zarurî bilgileri öğretmeyen babalar sorguya çekilecektir. Sonra, ilim peygamberlerden insanlara kalan bir mirastır. Mal ise, herkesten kalabilir.
Çocuk terbiyesi çocuklara menfaatli olduğu gibi, baba, anne ve öğretmen için de en büyük kazanç vesilesidir. Salih bir evlat yetiştiren veya ilim öğreten kimseler ölseler dahi, bu kazançlarının manevi ecrinin devam edeceği hadis-i şerifte beyan edilmiştir:
"insanoğlu ölünce ameli (sebebiyle kazandığı mükafatı) kesilir. Ancak üç kişi (nin devam eder): Sadaka-i câriye (yapan); ilminden faydalanılan ve kendisine dua edecek bir (salih) evlat yetiştiren kimselerin amel defterleri kapanmaz "(26)
Her namazın sonunda okunan şu dua ne kadar güzeldir: "Ey Rabbım! Kıyamet gününde beni, ana ve babamı ve bütün iman edenleri bağışla!"(27)
Namaz kılan herkes bu duayı namazın sonunda okumaktadır. Çocuğun namaz kılmayı öğreten ve alıştıran baba ve anne için evladı böyle dua etmektedir. Onun için böyle bir evlada sahip olan insandan daha bahtiyar bir kimse düşünülemez.
Sadece çocuklarımız için değil, neslimiz için de dua etmeliyiz. Bir Peygamber olduğu halde Hz. İbrahim (as) şöyle yalvarıyor: "Ey Rabbım! Beni dosdoğru namaz kılmakta ber -devam et. Zürriyetimi^de (böylece namaz kılanlardan eyle). Ey Rabbımız, duamı kabul et"(28)
Hz. İbrahim ve oğlu İsmail (as) Kâ'be'nin inşâsı bittikten sonra beraberce şöyle dua e-derler: "Ey Rabbimiz! İkimizi de Sana teslimiyette sabit kıl. Soyumuzdan da (yalnız sana boyun eğen) müslüman bir ümmetin fertleri kıl "(29)
Ya Rabbi! Çocuklarımızı salih; bizleri razı olduğun insanlardan eyle!..
Çocuk terbiyesinin önemini ve temel kaidelerini bu şekilde izah ettikten sonra bir hususu da hatırlatalım. Hz. Nuh (as) veya Hz. Lût (as), ailesini terbiye için elinden gelen gayreti sarf etmiştir. Fakat Hz. Nuh'un oğlu, Hz. Lût'un ise karısı imtihanı kaybetmiştir. Terbiye hususunda elden gelen gayreti sarfedenler, netice istedikleri gibi olmazsa, üzül-
memelidirler. Zira imtihan dünyasının keyfiyeti budur. İnsanların asla arzu etmedikleri birçok musibet ile karşılaşmaları mümkündür.
KAYNAKLAR:
(1) İmam-ı Tebrizi- Mişkâtü'l Me-şabih- Dımeşk: 1961 C: 2 Sh: 170
(2) Dr. F. Kanat- Eğitim Sosyalojisi-Ankara:1959 Sh: 10.
(3) Prof. Dr. Çiğdem Kağıtcıbaşı-İnsan ve insanlar-İst: ay Cem ofset-4 bşk. Sh: 16.
(4) Doç. Dr. Bahaddin Yediyıldız- XVlll. inci asır Türk Toplumu ve Vakıf Müesseseleri- Vakıflar Der.-Ankara: 1982 C: 15 Sh: 44
(5) Prof. Şerif Mardin- Din ve İdeoloji-İst01983 Sh: 63-64.
(6) Ş. Mansur Ali Nasıf, Et-Tâc, Kahire: 1962, C: 5, Sh: 125.
(7) M. Ebû Zekeriyya-Riyazûs-salihin-Kahire: 1351 Sh: 257.
(8) Hafız El-Münziri, Et-Tergîb-ü ve't-Tehrib, Mısır: 1955, C: 3-5, Sh: 405.
(9) Et-Tahrîm Sûresi, Ayet: 6.
(10) S. Ali Mahfuz, Hidâyetul-Mürşidin, Kahire: 1952, Sh: 470.
(11) İ. Hakkı Bursevî, Rûhu'l-Beyan, C: 8, Sh: 59.
(12) S. Ali Mahfuz, Hidâyetü'l-Mürşidin, Kahire: 1952, Sh: 469.
(13) Hafız El Münziri, Muhtasar-ı S. Müslim, Kuveyt: 1969, Sh: 88, Hadis No: 1201.
(14) Zeynüddin Ahmed b. Ahmed Ez-Zebidi, Muhtasar-ı S. Buharı, Hadis No: 1812.
(15) Bakara Sûresi, Ayet: 267.
(16) Mansur Ali Nâsîf, Et-Tâc, Kahire: 1962, C: 3, Sh: 242.
(17) Aynı eser, Sh: 241.
(18) Ebu'l-Hüseyn, Müslim b. Haccâc, Sahih-i Müslim, İstanbul: 1333, Cüz: 8, Sh: 22.
(19) Mansur Ali Nâsıf, Et-Tâc, Kahire: 1962, C: 3, Sh: 360.
(20) Aynı eser, C: 3, Sh: 357.
(21) Hafız -El-Münziri, Et-Tergib-ü ve't-Terhib, Mısır: 1955, C: 3, Sh: 349.
(22) Mansur Ali Nâsıf, Et-Tâc, C: 5, Sh:7.
(23) Aynı eser, C: 5, Sh: 7.
(25) Lokman Sûresi, Ayet: 17-19.
(26) Hafız El-Münziri, Muhtasar-ı S. Müslim, Hadis No: 1001.
(27) İbrahim Sûresi, Ayet: 41.
(28) İbrahim Sûresi, Ayet: 40.
(29) Bakara Sûresi: Ayet: 128.