Siyahların Medeniyeti: Yoruba Krallığı

nones

Bayan Üye
nigeria1.791439_std.gif

14. yüzyılda Büyük Sahra'yı geçip Afrika içlerine giren ünlü gezgin İbn-i Batuta, oralarda İslam dinini kabul etmiş, büyük şehirler kurmuş, sanat eserleri meydana getirmiş, maden çıkaran ve işleyen topluluklar olduğunu yazmıştır. Çoğu, bağımsızlığına 1960'larda kavuşan Afrika'nın zenci milletleri, tarih boyunca medeniyet kurmamış, güzel sanatlarda eser vermemiş toplumlar değildirler. Bunların bazıları, tarihin bir bölümünde belki pek ilkel, hatta yamyam hayatı yaşamışlardır. Ama yüzlerce yıl önce, onların da şaheserler meydana getirdiklerini artık biliyoruz. İşte bunlardan biri de Yoruba Krallığı'dır.[1]


Yoruba Krallığı

Yorubalar, Sudan'da Kur dil öbeğinden (Nijer-Kordofan) etnik topluluk. Nijerya ve Benin'de yaşayan yaklaşık 15 milyon nüfustan oluşur.[2] Nijerya'nın güneyinde ve özellikle Benin ülkesinde yaşayan Yoruba'lar, daha buralara hiçbir Avrupalının ayak basmadığı bir dönemde, yaklaşık 13. yüzyılda büyük bir krallık kurmuşlardı. Bu krallığın nüfusları 100.000'i aşan şehirleri vardı. Meşhur Kral Benin, topraklarının sınırını Togo'ya kadar genişletmiş ve krallığı bir imparatorluk haline getirmişti.[1]

Nijerya, çok eskiçağlardan beri Afrika'daki göç yolları üzerindedir. 2.000 yılı aşkın bir süre önce Bantular, bugünkü Nijerya-Kamerun sınırındaki bölgeden önce doğuya, sonra da güneye doğru büyük bir göç hareketi gerçekleştirmiştir. Günümüzde Nijerya'da yaşayan İbolar, İbibiolar ve İjolar Bantular'ın torunlarıdır. M.Ö. 500 ile M.S. 200 arasında Jos Yaylası'nda gelişen Nok uygarlığı seramik sanatının olağanüstü güzel örneklerini vermiştir. Daha sonra bölgede İfe ve Benin uygarlıkları gelişti. 7. ve 11. yüzyıllar arasında yeni bir göç dalgasıyla Yorubalar bugünkü Batı Nijerya'ya geldiler. Aynı dönemde, Hami ırkından olan Hausalar, kuzeye yerleşerek Kano gibi, surlarla çevrili kentleri olan yedi devletin oluşturduğu bir konfederasyon kurdular. Daha sonra gelen Fulaniler, kuzeyi istila ettikten sonra güneye yayıldılar. Ormanlık bölgelerde egemen olan Yorubalar'ın en ünlü krallıkları batıda Oyo, doğuda da Benin'di. Yorubalar güçlerinin doruğuna 16. yüzyılda ulaştılar.[3] Koloni öncesi döneminde Yorubalar tarımla uğraşan şehirlilerden oluşuyordu. Bu kentleşme eğilimi sanayileşmeyle birlikte süreklilik kazandı.[2]

Yorubaların başkenti, İle-İfe'ydi. Bu şehirde Kral İfe zamanında güzel saraylar yapıldı ve bir saray sanatı meydana getirildi. Bugün yapılan kazılarda bu başkentin kalıntıları bulunmuştur. Fakat tarihçileri şaşırtan - bu saraylardan ziyâde - kalıntılar arasında bulunan granitten, fildişinden ve bronzdan yapılmış heykeller olmuştur. Bulunan bronz heykeller, sadece tarihçileri değil; sanat eserlerini değerlendirmede uzman olanları da hayretler içinde bırakmış bulunuyor.

Uzmanlar, Kral İfe'nin bronz büstü için bir "harika" diyorlar. Bugün Londra'da, British Museum'da bulunan bu heykelin modeli, gerçek kralın kendisidir. Bu heykeli yapan heykeltıraşın da yerli olduğu ve burada daha pek çok sanatkâr yetiştiği,yine yapılan kazılardan anlaşılıyor.

Kral İfe'nin büstü, yalnız heykeltıraşlık eseri olarak değil; Yoruba ırkının güzelliğine örnek olduğu için de önemli sayılıyor.

Bu büstte, kralın burun delikleri küçük ve burnu zariftir. Gözleri, Afrikalılardan ziyade, Asyalılara benziyor.Başında süslü bir tacı var. Dudakla burun arasında ve çenesinin altında bulunan delikler, kralın bıyık ve sakallarından kesilen kıllarla gerçek bir sakal-bıyık yapmak, böylece aslına tam olarak benzetmek için açılmış. Tabii, sakal ve bıyıklar, zamanla düşmüş.

Yapılan kazılar ve araştırmalar gösteriyor ki, Yorubalar, 11. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar bağımsız olarak yaşamışlar ve kendi medeniyetlerini kurmuşlardır. 15. ve 16. yüzyıllarda bu medeniyet, en üst seviyesine ulaşmıştır. 15. yüzyılda bir Yoruba kralının Portekiz'i ziyaret ettiğini ve bu ülke ile ticârî ilişkiler kurduğunu tarihler yazıyor. Yine 15. yüzyılda İfe'yi ziyaret eden Portekizli gezginler de krallara ve asillere ait sarayların güzelliğini, zenginliğini anlata anlata bitiremiyorlar. Fakat bu saraylar, ahşap olduğu için günümüze kadar ulaşamamıştır.[1]

On ikinci yüzyıldan itibaren kurulmaya başlanmış Yoruba ve İfe krallıkları, 14. yüzyıldan itibaren kıtayı aydınlatmaya başlayan İslam ışıklarıyla eriyip gitmişlerdir. İslamiyet'in yayılmasıyla, mevcut şehir devletleri ve birçok kabile Müslümanlıkla şereflenmişlerdir. Buna göre Kuzey Nijerya tamamen İslamlaşmış ve geri kalan bölgeler de İslamiyet'in nüfuzu altına girmişti.[4]

Portekizliler, ilk kez 1472'de Nijerya kıyılarına, Lagos'a geldiler. Bu kıyı 16. yüzyıldan 19. yüzyıla değin köle ticaretinin merkezi oldu. Örneğin birçok Siyah Brezilyalı, Yoruba soyundan gelmiştir. Avrupalı sömürgecilerin 1815'te köle ticaretine son vermesinden sonra bu kıyıdaki ticaret büyük ölçüde İngilizler'in denetimine girdi. İngiltere'nin 1851'de ele geçirdiği Lagos, 1861'de bir koloni olarak tahta bağlandı ve İngiliz egemenliği Nijer deltasına yayıldı.[3]
Yeni Kral, Ölen Kral'ın Kalbini Yer, Kafatasıyla İçki İçerdi

Yoruba Krallığı, 50 kadar küçük krallıktan oluşan bir imparatorluğu idare ediyordu. Fakat bu 50 krallıktan oluşan federasyon meclisine kral / imparator, üye olamıyordu. İmparator, asillerden oluşan maiyetiyle birlikte, iktidarda birinci kuvvetti. İkinci kuvveti memurlar meydana getiriyordu ve memurların başı, kral vekili sayılıyordu. Üçüncü kuvvetse, din adamlarıydı. Çok tanrılı bir dine bağlı olan Yorubalar'da rahipler de çoktu. Yorubalar'ın en büyük tanrıları, yaratıcı olduğuna inandıkları Olurun, Olurun'un oğlu Oduduva ve torunu Oni'ydi. Ayrıca ateş tanrısı Şango, ateş ve savaş tanrısı Orgun, deniz tanrısı Olukun ve tarım tanrısı Oko da vardı.

İmparator ya da büyük kral, yanlış bir iş yaptığı zaman; yüksek memurlar, rahiplerin de desteğini almışlarsa onu intihara mecbur ederlerdi. İntihar eden kralın cesedi, rahiplerce yıkanır, kalbi çıkarılır, kafası koparılır ve kurutulurdu. Daha sonra, tanrılara ve eski krallara ait heykellerin bulunduğu bir yerde, yeni kralın taç giyme töreni yapılırdı. Bu tören sırasında yeni kral, intihar eden kralın kalbini yer, onun kafatasından tılsımlı içkiyi içerdi. Böylece neyin iyi ve neyin kötü olduğunu bilebilecek ve buna karar verebilecek bir güce ulaştığına inanılırdı. İster doğal bir ölümle, ister intihar ederek olsun, ölen kralın kafatası, yeni kralın kadehi; kalbi de kutsal aşı olurdu. Cesedi ise öteki kral cesetlerinin yanında kutsal yerini alırdı.[1]
Yorubalar, İnsan Kurban Ederdi

Yorubalar, her yıl ölen son krallarının anısına bir tören düzenler ve bu törenler sırasında insan kurban ederlerdi. Zamanla nüfusun bir kısmı, İslamiyet'i kabul edip putperestliği bıraktılar; ama bazı geleneklerini devam ettirdiler. Son olarak 1897 yılında bir törene karılan bir İngiliz konsülü, insan kurban edildiğine şahit olduğu için öldürüldü. Bunun üzerine İngilizler, buraya bir askerî birlik göndererek başkenti yakıp yıktılar. Kral, ülkesini bırakıp kaçmak zorunda kaldı. Ahşap eserler, tamamen yandı ve heykeller, yağma edildi. Bir kısmı da İngiltere'ye götürüldü. Bugün British Museum'da bulunan bronz ve fildişinden yapılmış heykeller, o savaşta ele geçirilmiş bir ganimetti.

Siyah Afrika'da medeniyet kuran ve yüzyıllarca bağımsız olarak yaşayan millet, sadece Yorubalar değildi. Nijerya'nın başka bir toplumu olan Haoussalar'ın da kurduğu devlet, Yorubalar'ın kurduğu devletten daha eskidir. 14.yüzyılda İslamiyet'i kabul eden ve Arap alfabesini alan Haoussalar, özellikle edebiyatta çok ileriydiler. En ünlü yazılı eserleri, "Kano" adlı tarih kitabıdır. (Metinleri bulabilirsem, siteye koyacağım.) Bu kitapta, 999 yılından 1892 yılına kadar Haousso tarihi, kesintisiz olarak anlatılmaktadır. Bu edebî eser, sadece Haousso'ların değil; bütün Siyah Afrika'nın tarihine de ışık tutmaktadır.[1]

Leo Frobnenius, "Mythologie de L'Atlantide", adlı kitabında Platon'un söz ettiği Atlantis'in aslında Afrika'daki Yoruba Krallığı olduğunu iddia ederek, orada yüksek seviyede bir medeniyetin bir zamanlarda varolduğunun kanıtlarını sunar. Aynı şekilde, Peter Kolosimo da Nijerya ve Benin'de on dokuzuncu yıllar sonunda kalıntıları bulunan eski ve gelişmiş uygarlıktan söz eder ve Atlantis bağlantısını ima eder.[5]

Yoruba krallarına ait heykeller, onlardan kalan fildişi ve ahşap eserler, Haoussalar'ın edebiyat eserleri, potansiyelin varlığını ve zenginliğini göstermiş bulunuyor. Bugün unutulan bu özellik, Afrika kendi rönesansını yarattığı zaman, bütün haşmetiyle ortaya çıkacaktır.[1]

Yorubalar, büyük bir homojenlik gösteren eserler bıraktı. Bunlar, Siyah Afrika sanatının en gelişmiş olanları arasındaydı. İfe kökenli ünlü tunç eserlerin yanı sıra; heykelcikler (Yoruba tanrılarını veya önemli kişileri canlandırırlar), masklar (çoğunlukla çok renkli anıtsal nitelikte olanları da vardır), direkler, süslemeli
pano kapıları, çömlekleri ve kumaşları ünlüdür.
nigcoll1.jpg

16. yüzyıl Benin krallığına ait bu maske, siyahların heykeltıraşlıklarındaki ustalıklarına bir başka belgedir.
Benin Sanatı

Eski Benin Krallığı'na (günümüzde Nijerya; Benin adı, 1975'te Dahomey Cumhuriyeti tarafından benimsenmiştir) özgü sanat.

Yöreye ilk ayak basan Portekizlilerin kentleşmeye geçecek kadar gelişmiş bir uygarlıkla karşılaştıkları Benin'de, 1897'de İngiliz Rawlandson'un yönettiği bir keşif seferinde, Benin kentinde (günümüzde yıkıntıları bile kalmamıştır) bir maden çağı sanatının izlerini ortaya çıkarmıştır. Yörede geliştirilen heykel sanatını yaratan kuyumcular, Afrika'nın ve dünyanın ilk heykelleri arasında yer alırlar. Daha çok hükümdar (Oba) ve ailesinin övülmesi ve tanıtılması amacıyla yapılmış tunç ve fildişi heykelciklere dayanan bu saray sanatçıları küçük masklar, bilezikler, heykel-portreler, doğal büyüklükte insan başları, Oba'nın yiğitliklerini anlatan öykülü levhalar, erimiş balmumuna dökülmüş ve elde işlenmiş tunçtan horoz ve leoparlar yapmışlardır. Söz konusu sanatın geçirdiği evrim, Benin krallarının tahta çıkış sırası bilindiği için, tarihsel olaylara dayandırılarak kesin biçimde saptanmıştır: Benin'de bu tekniğin incelikleri, benin kralına bağımlı komşu Yoruba krallığı'nın kutsal kenti İfe'den gelme tunç işleyen sanatçılar tarafından öğretiliyor, en usta kuyumculara soyluluk unvanları veriliyordu; atölyeler saray surlarının içinde yer almaktaydı (İfe kenti dışında Afrika'nın hiç bir yerinde tanınmayan bu sanatın, bütünüyle Benin Krallığı zanaatçılarının ürünü olduğu ortaya konmuştur).

En eski dönemlerde, İfe üslubunun etkileri oldukça güçlüdür ve yalnızca oyulmuş tunçtan büyük çanlar, kesin olarak Benin'e mal edilebilir. İncelikle işlenmiş büyük portreler 1350-1500 yıllarından kalmadır. Benin sanatı en parlak dönemini XVI.-XVII. yüzyıllarda yaşamıştır: savaşlardaki kahramanlıkları, saray yaş******* sahneler gösteren levhalar; baş heykelleri; borazancılar; atlı soylular; ellerinde silahlarla Avrupalılar; vb.

XVIII. yüzyıldaysa Benin sanatının çöküş dönemi başlamış, ayrıntılarla yüklenen üslup, etkinliğini yitirmiştir. daha da önemlisi, ülke yoksullaşıp dışarıdan tunç getirilmeyince sanatçıların ağaç üstüne tunç saç uygulama tekniğine yönelmeleriyle heykel sanatı yozlaşmaya başlamış, en özgün yanını oluşturan tarihsel olayların anlatıldığı levhalar zamanla ortadan kalkmıştır. XIX. yüzyılda yalnızca fildişi heykelciliği varlığını sürdürmüş, bir süre sonra da tuncun yerini bütünüyle ağaç almıştır.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst