Siper Et Kendini Çık(a)masından İçinden Lal-ü Aşk

SuskunDervis

Kayıtlı Üye
Dönüp dolaşıp aynı noktaya, başlangıç noktasına geliriz çoğu zaman… Hayat noktalarla biter belki ama yeni başlangıçların olması için noktalara ihtiyacımız vardır. Acıyla yoğrulmuş eller tutamaz olur artık hayatın demir parmaklıklarını noktalarda. Atılmaya başlanır adımlar bakışlarda, buğusuna aldanılmaz zindan havasının… Yaşanılır sadece, anlatıl(a)maz dediğimiz an, buluruz kendimizi uçurumun kıyısından geçen heyula bir rüzgâr gibi… Hezarenlerle yudum yudum içimize çekerken en güzelin sevgisini, özgürlüğe bir adım daha yaklaşırız…

Çarmıha gerilmesi için avucumuzda uzattığımız yüreğimizin, mutluluğa gerili ağlara takılması mıdır hâl ile yaşadıklarımız? Yoksa acıyı siper eden gemimizde, ızdırabıyla dilimize süremediğimiz vefa merhemini dipsiz kuyularda kaybetmek midir içine sürüklendiğimiz girdap? Sesim yankılanmaz oldu, dilim tutuldu anlatmaya başlayınca çırpındığım dalgaları… Mücrim durumuna düşmemek için ne kadar adımlarımı sıklaştırsam da, dinmeyen bir yağmurda, vücuduma çarpan her yağmur damlasında buldum kendimi. Düşümde karıştırmaya başladım yağmur damlası ile gözümden katre katre dökülen gözyaşlarımı, hayali ile yanıp durduğumuz aşk rıhtımının -kevser havuzunun- çevresinde…

Tutsak kaldık özgürlüğü aşk yoluna sererken. Mutluluğun kaynağına inelim, özgürleşelim derken kaybettiğimiz özgürlüğümüzü, tutsak ve bulanık sulara karıştırdık. Tutsakken dilimize doladığımız özgürlük muştusu ile özgürlüğe susamış yüreklerin feryatlarını karıştırdık…

Nutfetimin özüne methiyeler okuyorum pervasızca tutsak sokaklarda. Özgürlüğümü elimden aldılar, köle oldum belki ama nefsine köle olanları gördükçe, lâl-ü aşkı özümseyip özgürleştim… Tutsak saatleri fırlattım çöplüğe ve suskun yüreğimle, lal olmuş sevdayla geçirmeye başladım saatlerimi…

Kayboldum hasretin sokaklarında acıyla ve kaybediyorum bohçama koyduğum özlemi terk edilmiş limanımda. Ö(z)lüyorum ızdırabımın kırıntılarını toplarken topraktan fecr vaktinde. Misafir oldum yüreğimdeki zindana, üşü(t)müş ayaklarım zindana gitmeye gitmeye… Ve üşü(t)müş yüreğim, kendisini sahte kadehlerin dehlizlerinde bulmuş; donmuş adeta! Mutluluk sokağına atıyorum adımlarımı ve sevda korlarının üzerinde geziyorum, ayaklarımın ısınması için… Nefes kesecek bir tutkuya kapılıp giderken, meltemin büyük bir coşkuyla kırkikindilere yaptığı nispeti görüyorum uçurum kenarlarında. Ve lâl-ü aşkın içimde kazıdığı kuyuya itiyorum kendimi, meltemi koynuma alarak…

Hicran mevsiminde topladım özgürlüğün kırıntılarını uçurumdan. Darağacına asılmış özgürlüğüm ama yetiştim rüzgâr kırıntılarını savurmadan. Yüreğimin yaylarına döşedim özgürlüğü, üzerinden geçsin diye kanlanmış gözyaşları şebnemlerine doldurdum aşk muştularını…

Şakağıma yapışmış acziyetle beraber geziyorum çöllerde, kaybettiklerimi bulurum ümidiyle… Fırtınalara alıştığımdan olacak, kum fırtınasına eşlik ediyorum çölde bir başıma. Savuruyor yüreğimi fırtına ama kaybedemiyor gözümden. Savuruyor içimdeki lâl-ü aşkı ama siper ediyorum katre katre dökülen gözyaşlarımla kum fırtınasına…

Asi(l) bir yürüyüştü bizimkisi belki de… Acziyet ufkunda mahzun bulutlar altında dolaşırken, hür şarkılar dinlemeliydik; kanat çırpmaya mecalsiz kalsak bile vefa kilidini açabilmeliydik yüreğimizde… Alnımızın şakağına vurulmuş mühürleri görmezden gelip, özgürlük ateşinin beslediği umudun kefenine girebilmeliydik…

Sırılsıklam uyandığım gece yarılarında anladım, bir vaveyla koparıp kendisini korların üzerine atanları… Anladım ki lâl-ü aşktır tutsaklığın ispatı. Ve anladım ki ızdırap dolu yorgun avuçlarıma bırakılan korlar, özgürlüğümü değil dilimi eritmiş. Haykırmaya çalıştığım keskin dönemeçlerde, kendimi; mutluluğun doğduğu kaynağa haykırmışım rüzgâra. Tutkuya dönüşen ızdıraplarımı; tevekküle, tefekküre dönüştürmeye çalıştığım an, itmişim belli belirsiz çukurlara ve batıp kalmışım şefkat şefkat sedef açan rüveyda sularda. Özgürlük yoluna gidenler yüreğimi çiğneyerek geçmişler üzerimden. Tüm şefkatimle, tüm ipeksi duygularımla sarmışım yüreğimi avucumda…

Zehir zemberek bir susuşla çekilmeye başlanır; kadim zamanlardan gelme; acıyla yoğrulmuş, hurma liflerine serpiştirilmiş, acziyet merheminin beslediği en güzelin aşkı yürekte… Umut ırmağına yansıyan gün ışığı, mahzun ve masum çehreleri aydınlatır. Hüzün fezasında kanat çırpmaya ada(n)mak mıdır özgürlüğe adanış? Yoksa bir mermi olup atılmak mıdır maviye özlemin alazlandığı kuyulara? Mütebessim mumlar yeşeriyor toprağa süzülen jalelerde…

Kangren olmaya yüz tutmuş yüreğimle arkama dönüp baktığımda, hayatın bir susmadan, bir noktadan ibaret olduğunu müşahede ediyorum. Teselli ararken kaybolan güneşe, çıkmaz sokaklara atıyorum adımlarımı. Üzerime esir damlalar yağıyor ama lal-ü aşkın dallarına tutunuyorum umutla. Serpiştiriyorum hüznümü toprağa ve dokuyorum sevgiyi usulca, özgürce; özgürlüğe…

Bir efsane olmalıydılar, özgürlük muştusunu her daim söyleyenler ve özgürlük muştusuna huzme bırakanlar… Kıyama durmuş gönüller asıldı demir parmaklıklarda, himmete durmuş kanatlılarla… Mesture nidalar dolduruyor gönülleri çiçek kokularıyla buram buram… Tenha avucuma alıyorum ölüm kokan taze gelincikleri ve aşk(l)a koşuyorum meydanlara. Asumanlara varan ateşe atı(lı)yorum esir zevklere kanmadan…

Kanadı kırık göçmen kuşun çırpınmasına meftun çığlık çığlığa umuda haykırış notaları, sükûtuyla dindiriyor ruhumu. Uğruna gözlere sürmeler çekilen izdüşümleridir; özgürlüğün çağrışımları yüreğimde… Her çağrışım alıp götürür dimağıma tutsak ettiğim lâl-ü aşkı mavera buhranların kıyısına. Ve her çağrışımla dirilirim sevda kuşanan, umuda yelken açan hazanımda…

Her titreme aldığında yüreğimi, fırtınalara düşmüş yüreğimi emziriyorum gözyaşımla. Zindanımda büyüttüğüm gülü lâl-ü aşka adıyorum. İçimde lâl-ü aşk akan nehre döküyorum damlalarımı; fecirde aşk türküsünü fısıldayan kumrunun sesine kulak verip, hicrana dönüşen hasretime haber salıyorum kumruyla… Sessizce gömüyorum yüreğime lâl-ü aşkı ve kapatıyorum üstünü niyazlarımla…
Arefesinde yaşıyorum ölümün belki de, hissediyor zerrelerim ve hazırlanıyor güzelce karşılamak için… Saatler geçmek bilmiyor, yoksa akrep ve yelkovanın ayakları birbirine mi karıştı? Başımı yasladığım tutsak saatler bir bir bozuluyor sanki. Sırtımı dayadığım ağacı bir titreme aldı götürdü yalnızlıklara. Yalnızken bulmuştum yitirdiğim cennetimi ve yalnızken açmıştı lâl-ü aşka adadığım gül. Okyanusları aşmaya hazırlanan yüreğim; Siper et dalgalara karşı kendini, siper et özgürlüğünle, siper et ki çık(a)masın içinden lâl-ü aşk!

Yunus Emre Tozal
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst