Sınırlar olması demek hemen her durumda sınırların içinde kalınacağı anlamına gelmez.Bazen sınırları zorlamak ve bazen de aşmak gerekir. Ama bunu yapabilmek için önce sınırlarla ilgili zihnimizdeki sınırlamaları aşabilmemiz gereklidir.
Buna dair bir örneği yine Mimarlık Fakültesinde eğitim aldığım dönemlerde yaşadığım bir olayla aktarmak yerinde olur. Mimarlık, Şehir Planlama, Endüstriyel Tasarım vb. alanlardaki eğitimlerin başlıca hedeflerinden birisi de öğrencilerin farklı açıdan bakabilme, farklı yaklaşımlar gösterebilme ve yaratıcılık gibi becerilerini geliştirmelerini desteklemektir. Atölye çalışmalarında bizzat uygulamalar ile bu becerilerin kışkırtılması, teşvik edilmesi ve törpülenmesi uygulanan eğitim yöntemlerindendir.
Temel tasarım derslerinde büyükçe bir çizim kâğıdının içine kenarlardan belirli ölçüde boşluk bırakılarak çizgiler çizilmesi ile tasarım alanı belirleniyordu. Başka renk kâğıtlar ile bu tasarım alanının içerisinde istenilen tasarım öğesinin oluşturulması isteniyordu. Hemen herkesin ilk odaklandığı şey bu tasarım alanı olduğundan ilk başlarda tasarlanan öğeler bu alanı doldurmaya veya dışına taşmamaya odaklanılarak oluşturuluyordu. Bu durum ise tasarımı gerçekten zorlaştırıyordu.
Ama bir gün bir arkadaşımız tasarımının bazı bölgelerinde ona tanınan alanın dışına belirgin şekilde taşmıştı. Sunumunu yaparken ise bu tasarımının, dışına taşmayı gerektirdiğini ve asıl tasarımın o sınırların içinde kalmaktan daha önemli olduğunu destekli bir şekilde savunmuştu. Geçerli sayılmakla birlikte tasarımı, hem eğitimciler hem de öğrenci arkadaşlarından büyük beğeni kazanmıştı.
Sonra ne oldu tahmin edebilirsiniz. O kişi ezberi bozdu ve şekli taşırdı. Ama aşılan tek sınır onun kâğıdındaki sınır değildi. Artık daha çok tasarım sınırların dışına taşmaya başlamıştı hatta çizim alanını taşmaktan öte kâğıdın dışına bile taşanlara rastladık. Adeta zihinlerdeki sınırlar yıkılmışçasına. Tabi ki bu ikinci dalganın büyük kısmı, sınırları zorlamak için kendini zorlamak gibi olmuştu. Yine de geçerli sayılması ve algının gelişimine zaman tanınması, zamanla bu tür sınırların dışına taşma durumlarını ancak gerektikçe ve bir anlamı oldukça yapılması şeklinde, doğal bir şekilde sınırladı. Yani sınırları aşmanın doğal ve değişken bir sınırını oluşturdu. Sınırların aşılmasını anlamlı durumlar ile sınırlamıştık.
Hayatta çok zaman sınırları aşmak gerekir. Bunları aşabilmek için ise zihnimizdeki sınırları aşmalıyız. O kadar çok şey var ki bizi sınırlayan, bu zihinsel sınırlar yokmuş gibi yaklaşmak daha özgün, daha nitelikli, daha yenilikçi çözümler üretebilmemize yarar. Fark oluşturmak, yaratıcılık ve yenilikçilik gibi, eğitim ve iş hayatında çokça ihtiyacımız olan hünerlerin gelişmesinin yolu, büyük oranda bu yaklaşımda yatmaktadır.
Yaptığımız her ne ise, eğer sınırları aşmayı gerektiriyorsa ve geçerli bir gerekçesi var ise sınırların dışına çıkmayı göze almak gerekir. Önce zihnimizde sonra hayatımızda…
Buna dair bir örneği yine Mimarlık Fakültesinde eğitim aldığım dönemlerde yaşadığım bir olayla aktarmak yerinde olur. Mimarlık, Şehir Planlama, Endüstriyel Tasarım vb. alanlardaki eğitimlerin başlıca hedeflerinden birisi de öğrencilerin farklı açıdan bakabilme, farklı yaklaşımlar gösterebilme ve yaratıcılık gibi becerilerini geliştirmelerini desteklemektir. Atölye çalışmalarında bizzat uygulamalar ile bu becerilerin kışkırtılması, teşvik edilmesi ve törpülenmesi uygulanan eğitim yöntemlerindendir.
Temel tasarım derslerinde büyükçe bir çizim kâğıdının içine kenarlardan belirli ölçüde boşluk bırakılarak çizgiler çizilmesi ile tasarım alanı belirleniyordu. Başka renk kâğıtlar ile bu tasarım alanının içerisinde istenilen tasarım öğesinin oluşturulması isteniyordu. Hemen herkesin ilk odaklandığı şey bu tasarım alanı olduğundan ilk başlarda tasarlanan öğeler bu alanı doldurmaya veya dışına taşmamaya odaklanılarak oluşturuluyordu. Bu durum ise tasarımı gerçekten zorlaştırıyordu.
Ama bir gün bir arkadaşımız tasarımının bazı bölgelerinde ona tanınan alanın dışına belirgin şekilde taşmıştı. Sunumunu yaparken ise bu tasarımının, dışına taşmayı gerektirdiğini ve asıl tasarımın o sınırların içinde kalmaktan daha önemli olduğunu destekli bir şekilde savunmuştu. Geçerli sayılmakla birlikte tasarımı, hem eğitimciler hem de öğrenci arkadaşlarından büyük beğeni kazanmıştı.
Sonra ne oldu tahmin edebilirsiniz. O kişi ezberi bozdu ve şekli taşırdı. Ama aşılan tek sınır onun kâğıdındaki sınır değildi. Artık daha çok tasarım sınırların dışına taşmaya başlamıştı hatta çizim alanını taşmaktan öte kâğıdın dışına bile taşanlara rastladık. Adeta zihinlerdeki sınırlar yıkılmışçasına. Tabi ki bu ikinci dalganın büyük kısmı, sınırları zorlamak için kendini zorlamak gibi olmuştu. Yine de geçerli sayılması ve algının gelişimine zaman tanınması, zamanla bu tür sınırların dışına taşma durumlarını ancak gerektikçe ve bir anlamı oldukça yapılması şeklinde, doğal bir şekilde sınırladı. Yani sınırları aşmanın doğal ve değişken bir sınırını oluşturdu. Sınırların aşılmasını anlamlı durumlar ile sınırlamıştık.
Hayatta çok zaman sınırları aşmak gerekir. Bunları aşabilmek için ise zihnimizdeki sınırları aşmalıyız. O kadar çok şey var ki bizi sınırlayan, bu zihinsel sınırlar yokmuş gibi yaklaşmak daha özgün, daha nitelikli, daha yenilikçi çözümler üretebilmemize yarar. Fark oluşturmak, yaratıcılık ve yenilikçilik gibi, eğitim ve iş hayatında çokça ihtiyacımız olan hünerlerin gelişmesinin yolu, büyük oranda bu yaklaşımda yatmaktadır.
Yaptığımız her ne ise, eğer sınırları aşmayı gerektiriyorsa ve geçerli bir gerekçesi var ise sınırların dışına çıkmayı göze almak gerekir. Önce zihnimizde sonra hayatımızda…