ParadokS
Kayıtlı Üye
Oyunlu korku filmlerini başlatması ve pasif izleyici sorunsalını yerle bir etmesiyle çığır açan bir eser. ‘Big Brother’ın da esin kaynaklarından biri olarak görülebilecek film, türün ilk auteur yönetmeni William Castle’ın imzasını taşıyor. Sayısız eseri etkileyen ve Hollywood’da A sınıf korku filmlerinin çekilmesini fitilleyen “House on Haunted Hill”; içindeki keskin aristokrasi taşlamasıyla daha da dikkat çekici bir bütüne ulaşıyor. ‘Tekinsiz öğeler’den oluşturduğu omurgasıyla da bu yola baş koymuş genç yönetmenlerin korku geleneğinde ciddi iz bırakan bir yapıt karşımızdaki.
Egzantrik ve tedirgin edici milyoner Fredrick Loren (Vincent Price), üç eşini evinde gizemli bir şekilde kaybetmiştir. Dördüncü kurban ise oraya gelen dedektifin eşi olmuştur. Bu durumun üzerine Frederick, malikanede beşinci karısının onuruna bir parti düzenlemeye karar verir. Beş kişiyi çağırır ve adını ‘perili ev partisi’ koyar. Onların her birini ‘ölmezseniz veya kaçmazsanız 10.000 doları cebinizde bilin’ motivasyonuyla da doldurur. Peki bu korku dolu partinin sonucunda neler olacaktır, evin gizemi ne gibi sonuçlarla yüzleşmemizi sağlayacaktır?
Sadece korku türüne odaklanan ilk yönetmenlerden William Castle’ın kendi şirketinin ikinci üretimi olan eser, alanın kalıplarıyla bir şeyleri anlatabilme gerçeğinin bir karşılığıdır. Bu başarısıyla da 1960’larda perili ev filmi ya da hayalet filmi güdüsünün A sınıfına sıçramasını sağlayan “House on Haunted Hill” (1959), gerçek bir aristokrasi taşlaması sunar. Yani İngilizlerin miras filminde (heritage film), İtalyanların kılıç ve sandalet filminde (sword and sandal film), Hollywood’un dramada yaptığını bu türün içinde canlandırır. Buna paralel olarak da daha alt sınıflardan bireyleri evine çağıran yozlaşmış bir aristokratın ölüm oyununu perdeye taşır.
Bela Lugosi ile beraber sinemanın en önemli iki kült oyuncusundan Vincent Price’ın end******* güç alan “House on Haunted Hill”, ‘kapalı alanda oyunlu korku filmi’ formülünü ilk başlatan eserdir. Tabanına yerleştirdiği ‘gotik korku edebiyatı’ etkisiyle ve ‘tekinsiz öğelerle korkutma geleneği’yle de dikkat çekmiştir. Korkunun A sınıfına sıçrama noktasında ilk basamaklardandır.
İşte sinemanın en öncü korku filmlerinden birinin analizi:
1-Korkunun ilk auteur’ü mü?
Herhalde sinema tarihinin ilk ‘korku’ yönetmeni olarak anılması normaldir. Zira Tod Browning, Terence Fisher, James Whale gibilerinin ‘stüdyo işçisi’, F.W. Murnau gibilerinin ise Almanya çıkışlı entelektüel sanatçı olarak görüldüğü bilinir. William Castle ise daha Schloss soyadını değiştirip isminin peşine ‘şato’yu (castle) takmasından başlayarak gerçek bir tür yönetmenidir. Korkuda B filmleri döneminin Roger Corman ile birlikte en baskın iki figüründen biridir.
1950’lerin sonunda kurduğu ‘William Castle Productions’ da içinde “Rosemary’nin Bebeği”nin (“Rosemary’s Baby”, 1968) de bulunduğu sayısız korku filmi üretmiştir. 1958’de “Macabre” ile başlayan bu seri, bir anlamda yönetmenin anlayışını da ortaya koymaya yarar. Zira onun amacı sürekli pasif kalan seyirciyi aktif olarak film deneyiminin içine almak ve bu yolculuğu ‘üç boyutlu’ hale getirmektir. Zaten o sıralar ‘Hollywood büyüsü’ yıkılmaya başladığı için böylesi kitleyi ayağa kaldırıcı yöntemlere başvuruluyordu. Castle da eski teknoloji ile üç boyutlu üç film çekmişti.
Ancak esas ‘delice’ hareketi “Macabre”de başladı. Orada ‘ben tavuk değilim. Ama Macabre’yi izledim’ yazılı bir kimlik kartı ile salondan ayrılan izleyici kitlesine, aynı zamanda 1.000 dolarlık bir ‘fazla korkmaktan ölme sigortası’ yaptırıyordu yönetmen. “The Tingler”da (1959) sinema salonunun koltuklarının arasına ‘elektrik kıskacı’ bağlayan Castle’ın işlevleri hız kesmeden devam ediyordu aslında. Zira bu sayede ‘yaratık’ çıktığında seyircisine bir kaşınma ya da sarsılma hissettiren yönetmen, buna ‘Percepto’ adını vermişti.
“13 Hayalet”te (“13 Ghosts”, 1960) ise özel bir gözlükle sinemaya giren ‘kitle’, ‘hayaleti görmek isterseniz takın!’ uyarısıyla karşılaşıyordu. Castle, bir tarafında ‘mavi’, diğer tarafında ‘kırmızı’ filtre olan bir aygıt üretmişti. Bunların birincisi ‘ghost remover’ (hayalet kaldırıcı), ikincisi ‘ghost viewer’ (hayalet izlettirici) olarak adlandırılmıştı. Bu noktada da flu ve görüntü bindirme tekniğiyle yerleştirilmiş efektler ancak ‘kırmızı’ taraf üzerinden bakınca görülebiliyordu. Yönetmen buna Illusion-O adını koymuştu.
Seyirci ister istemez aktif bir şekilde sinema deneyimini soluklamıştır bu tekniklerle. Yönetmen bunları ‘Castle hileleri’ olarak anmaktan da asla gocunmamıştır. Kendisi korkuyu, seyircinin sinema perdesiyle kurduğu direkt ilişki üzerinden yaratmayı sever. Adeta herhangi bir Disneyland tema parkı kıvamında, bir seyirlikten ziyade bir deneyimleme olarak görmektedir yedinci sanatı.
Bu bağlamda William Castle’ın aslında amacı Corman, Browning, Whale ve Fisher’dan daha farklı işler üretmektir. Böylelikle de yönetmen, bir auteur güdüsüyle filmlerinin üzerine kurulur. Her daim yabancılaşma efekti salgılayarak da, adeta Avrupa’daki ‘modern sinema’ atılımının çıktığı dönemde ‘perdede olan gerçek değil’ ibaresiyle sıradanlaşan yedinci sanatı yeniden kitlelerin sanatı yapmayı hedefler.
Zira bu zaman dilimi, Hollywood’un böylesi şeylere en çok ihtiyaç duyduğu devredir. Yönetmen de 40’ların başından itibaren stüdyoların içinde ucuz tür filmleri çekmesine karşın 1958’de kendi yolunu çizmeye karar vermesiyle birlikte aslında amaçlarını yerine ulaştırma imkanı bulur. “House on Haunted Hill” de bu ‘oyunlu korku filmi’ geleneğinin en has temsilcisi olarak belirir.
Buradaki ‘Emergo’ kod adlı yani ‘yücelti’ anlamına gelen hile ise sonda bir iskeletin astili sudan çıkmasıyla birlikte izleyicinin üzerine geldiğini düşündürmektir. Bunu perdenin yanına yerleştirdiği siyah bir kutudan çıkan bir kablonun seyircinin üzerine açılmasıyla yapar yönetmen. Seyirci, göz yanılsaması olarak iskeletin üzerinden geçtiğini zannetse de aslında bu sinsi bir Castle numarasıdır.
2-Aristokrasiyi taşlamayı hedefleyen bir omurga
Yönetmen, “House on Haunted Hill”de en doğru tanımla belirtmek gerekirse özel senaristi Robb White’ın kaleminden de güç alan bir seyirliğe imza atar. Zira aslında kendisinden ‘zanaatkar yönetmen’ olarak söz etmek daha doğru olacaktır. Kara filmlerin dokusunu arka plan noktasında kavrayabilse de gerçek anlamda bir ‘yönetmenlik sanatı’ndan söz etmek mümkün değildir onun filmlerinde. Daha çok efekt yönetimi, hikaye ve olay örgüsü sıralaması bazı şeyleri belli eder.
Burada da zaten White’ın aristokrasinin diğer sınıfları elinde oynatmasını ele alan çerçevesidir bu filmi değerli kılan. Zira Castle-White ikilisinin gözünden çıkan aslında bir bakıma gotik korku edebiyatında gördüğümüz ‘tedirgin edici ev’ kavramının izinden giderek ‘aristokrasi taşlaması’ içeren bir omurga kurmaktır. Bu noktada Castle, korku sinemasının has oyuncusu Vincent Price’ı başrole yerleştirmekle vukuatlarına başlar. Bunun devamında onun arka planına ‘lanetli bir hikaye’ dokumak kolaylaşır.
Zira Price, bir anlamda Frederick Loren adlı bu sadist, bencil, insan kıyımcısı tipli ve yozlaşmış zengin tiplemenin kökünü kazır. Dracula edasıyla girişini yapar. Onun müze kıvamındaki sarayında herkese uygun bir oyun izleği dokuduğunu zamanla daha fazla hayret içinde kalarak izleriz. Yönetmen bu durumu açılış sekansında belli eder. Bu karakterin yüzünün görüntüsünün siyah üzerine bindirilmiş haliyle doğrudan seyirciyle konuşması ve ‘siz isterseniz siz de gelebilirsiniz 10.000 dolar karşılığında’ demesi aktif-pasif izleyici denklemindeki tarafını belli eder Castle’ın.
Tabii tüm bu söylediklerimizin devamında ya da ilk girişin masum bir karakterin ‘orada eşimi ölü buldum’ demesinin yamacında, cenaze arabalarıyla o mekana gelinmesi de anlamlıdır. Bir bakıma ‘korku oyunları’nın start alacağı platforma doğru ilerlenirken; işkenceler, irkilmeler ve tedirgin olmaların artçı şoku seyirciye hissettirilir. Castle görsel yapısını klasik Amerikan sineması kalıplarına uygun bir şekilde idare eder ve hikayeyi öne çıkarır. Yönetmenin daha çok ‘tekinsiz olan’ın üzerine giden korku geleneğiyle de ilerleyen dönemde James Wan, Rob Zombie gibi yönetmenleri etkilediği tartışılmaz bir gerçektir.
3-Oyunlu korku filmlerinin çıkış noktası
Bu bağlamda girişte karşımıza çıkan beş orta sınıftan insanın, biraz da Büyük Buhran ve 2. Dünya Savaşı dönemi sonrası sınıfsal uçurumdan mustarip tiplemenin durumunu izleriz. Doktor, dedektif, gazeteci gibi mesleklerden seçilen bu karakterler soluğu en alt katta alırlar ilk olarak. Ancak bu noktada malikenin ya da ‘lanetli tepedeki ev’in müze gibi çizilmesi aslında oyunların start almasına büyük bir imkan sağlar.
Frederick Loren ve yine yozlaşmış eşinin bir grup insana kara filmlerin kötüleri edasında oynadıkları bu ‘ölümcül oyun’ perdeye hunharca yansıtılır. Zira mekan gerçek anlamda bir ‘korku tema parkı’ kıvamında inşa edilir. Kan ağlayan duvar, asitli su birikintisi, karanlık oda ve kopmuş kafa gibi şeyler birbirini izler. Karakterler adeta bir ‘ürperti’ sınavına tabi tutulur. Buna paralel olarak aralarda ‘hizmetçi’lerin hayalet edasıyla geçtiklerini izleriz.
Castle’ın esas sürprizi ise bu güdüyü ciddiye almaktan ziyade Price’ın kült tiplemesini seyirciye karşı konuşturma tekniğine başvurarak bizi sürekli aktif tutma algısıdır. Tabii sözünü ettiğimiz bu ‘oyun’ların devamında sanki bir şekilde olay çözümlenmeye doğru kayınca, geceyarısı gongunun çalmasıyla birlikte esas ‘intihar oyunu’ başlar. Zira karakterler ellerine küçük tabutlardan birer silah alırlar. Sabaha kadar paralarını korumak için de bu aletlerle bir yaşam mücadelesine girişirler.
Aslında bir bakıma Castle’ın kaynağını Robert Louis Stevenson’ın 19. yüzyılda yazdığı ve 1930’lardan itibaren sayısız kez sinemaya uyarlanan aristokrasi taşlaması malzemeli romanı ‘The Suicide Club’ (‘İntihar Oyunu’) ile “The Most Dangerous Game”den (1932) alan oyunlu korku filmi formülünün kalıplarını en ince detayına kadar çok iyi uyguladığı görülebilir. Zira ip efekti, intihar, iskelet gibi motifler de el emeği göz nuru efekt teknolojileriyle halledilince geriye fazla bir şey kalmaz. Halihazırda markalaşmak için bekleyen bir evin içinde faaliyet gösteren bir ‘çete’nin sinsi oyununa odaklanan bir film izleriz.
“House on Haunted Hill”, nesiller boyu birçok alandan eserde etki bırakmış bir perili ev filmidir görünürde. Ancak işin aslı öyle değildir. Castle’ın yapıtı ‘oyunlu korku filmi’ geleneğini başlatan ve aristokrasi taşlaması yapan fikriyle çığır açmıştır. Yine de Hollywood’un ‘perili ev filmi’ni A tipine taşıma arzusunda “13 Hayalet” ile birlikte en kilit film olmuştur. Castle kendisi öyle bir transfer gerçekleştirmese de olanları oturduğu yerden muhtemelen ‘hayret’le seyretmiştir.
4-Yeniden çevrimi ve Dark Castle Entertainment gerçeği
1999’da “Lanetli Tepe” adıyla ülkemizde gösterilen “House on Haunted Hill”in yeniden çevrimi; profesyonel efektler ve Famke Janssen, Geoffrey Rush, Taye Diggs, Bridgette Wilson, Ali Larter, Peter Gallagher gibi oyuncuların katkısıyla üretilmişti. ABD’de 19 milyon dolarlık bütçeden 40 milyon dolarlık bir gişe getirmesi de aslında ‘başarı’ ile taçlandırılmakta sıkıntı çekmediğini göstermişti filmin.
William Malone adlı belki de adını Castle’dan esinlenerek almış bir ismin yönetmenlik koltuğunda oturması ise projenin, “Korku nokta com” (“Feardotcom”, 2002) ile de bilinen yönetmenin ‘efekt odaklı’ evrenine transfer olmasına yol açtı. Aslında Warner Bros’un alt kolu Dark Castle Entertainment’ın “13 Hayalet” (“Thir13en Ghosts”, 2001), “Hayalet Gemi” (“Ghost Ship”, 2002), “Gothika” (2003), “Mumya Evi” (“House of Wax”, 2005) gibi eski usul hayalet filmlerini yenileme çabasının bir halkasıydı bu.
Halen faaliyet gösteren bu şirketin de en önemli gelir kapılarından birine dönüştü. Ancak 10.000 doları 1.000.000’a çıkarma zekasını yönetmenlik koltuğuna taşıyamaması Malone’un kariyerine iyi gelmedi. Filmin de çok beğenilmemesi bu duruma ‘köstek’ oldu elbette. Bir bakıma Castle’ın özgün geleneği karşılığını bulamamıştı, hatta ve hatta ruhundan uzaklaştırılmıştı. Tekinsiz öğeler ve hikaye yapısı, efekt bombardımanı ve göz boyayan oyuncularla sarılmıştı.
Aslında “House on Haunted Hill”in tabiri caizse etinden budundan yararlanma çabaları sadece bunla sınırlı değildi. Hitchcock bu filme olan ilgiden sonra “Sapık”ı (“Psycho”, 1960) üretmeye karar verdiğini duyurdu. Filmin DVD haklarını alan 20th Century Fox, ev videosu için siyah-beyaz, renkli ve HD farketmeden çeşitli versiyonları piyasaya sürdü.
5-Takipçileri
İlk olarak “The Innocents” (1961), “Lanetli Ev” (“The Haunting”, 1963) gibi perili ev filmlerinin stüdyolara sızmasına yol açtı.
Ancak bunun devamında çoğu kapalı alana sıkışan oyunlu korku filminde büyük etki bıraktığı görüldü. Seriye dönüşmüş “Ölüm Oyunu” (“Batoru rowaiaru / Battle Royale”, 2000) ve “Testere” (“Saw”, 2004) başta olmak üzere, “İntihar Kulübü” (“The Suicide Club”, 2000), “Ölüm Bizi Gözetliyor” (“My Little Eye”, 2002), “Halloween: Diriliş” (“Halloween: Resurrection”, 2002), “House of 1000 Corpses” (2003), “Küp” (“Cube”, 1998), “Beyin Avcıları” (“Mindhunters”, 2004), “Bilinmeyen” (“Unknown”, 2006), “Kapan” (“La habitación de Fermat”, 2007), “Ölüm Çarkı” (“Inshite miru: 7-kakan no desu gêmu”, 2009), “Paintball” (2009) ve “Exam” (2009) ilk akla gelenler.
Bir diğer taraftan da buradaki ‘tek mekanda sıkıştırılan karakterler’ meselesini, Michael Crichton’ın “Westworld” (1973) ile bilimkurguya uyarlayarak çığır açtığı öngörülebilir. Bir bakıma “House on Haunted Hill”den bir ‘Big Brother’ ya da bizde bilinen ismiyle ‘Biri Bizi Gözetliyor’ malzemesi çıkarmıştır bu eser.
Nereden bulabiliriz?
Türkiye’de DVD’si yok. İngilizce altyazılı versiyonu amazon.com’dan temin edilebilir.
Kimlik:
House on Haunted Hill
Yapım yılı: 1959
Yönetmen: William Castle
Oyuncular: Vincent Price, Carol Ohmart, Richard Long, Alan Marshal, Carolyn Craig, Elisa Cook Jr.
Senaryo: Robb White
Bütçe: 200.000 $
Egzantrik ve tedirgin edici milyoner Fredrick Loren (Vincent Price), üç eşini evinde gizemli bir şekilde kaybetmiştir. Dördüncü kurban ise oraya gelen dedektifin eşi olmuştur. Bu durumun üzerine Frederick, malikanede beşinci karısının onuruna bir parti düzenlemeye karar verir. Beş kişiyi çağırır ve adını ‘perili ev partisi’ koyar. Onların her birini ‘ölmezseniz veya kaçmazsanız 10.000 doları cebinizde bilin’ motivasyonuyla da doldurur. Peki bu korku dolu partinin sonucunda neler olacaktır, evin gizemi ne gibi sonuçlarla yüzleşmemizi sağlayacaktır?
Sadece korku türüne odaklanan ilk yönetmenlerden William Castle’ın kendi şirketinin ikinci üretimi olan eser, alanın kalıplarıyla bir şeyleri anlatabilme gerçeğinin bir karşılığıdır. Bu başarısıyla da 1960’larda perili ev filmi ya da hayalet filmi güdüsünün A sınıfına sıçramasını sağlayan “House on Haunted Hill” (1959), gerçek bir aristokrasi taşlaması sunar. Yani İngilizlerin miras filminde (heritage film), İtalyanların kılıç ve sandalet filminde (sword and sandal film), Hollywood’un dramada yaptığını bu türün içinde canlandırır. Buna paralel olarak da daha alt sınıflardan bireyleri evine çağıran yozlaşmış bir aristokratın ölüm oyununu perdeye taşır.
Bela Lugosi ile beraber sinemanın en önemli iki kült oyuncusundan Vincent Price’ın end******* güç alan “House on Haunted Hill”, ‘kapalı alanda oyunlu korku filmi’ formülünü ilk başlatan eserdir. Tabanına yerleştirdiği ‘gotik korku edebiyatı’ etkisiyle ve ‘tekinsiz öğelerle korkutma geleneği’yle de dikkat çekmiştir. Korkunun A sınıfına sıçrama noktasında ilk basamaklardandır.
İşte sinemanın en öncü korku filmlerinden birinin analizi:
1-Korkunun ilk auteur’ü mü?
Herhalde sinema tarihinin ilk ‘korku’ yönetmeni olarak anılması normaldir. Zira Tod Browning, Terence Fisher, James Whale gibilerinin ‘stüdyo işçisi’, F.W. Murnau gibilerinin ise Almanya çıkışlı entelektüel sanatçı olarak görüldüğü bilinir. William Castle ise daha Schloss soyadını değiştirip isminin peşine ‘şato’yu (castle) takmasından başlayarak gerçek bir tür yönetmenidir. Korkuda B filmleri döneminin Roger Corman ile birlikte en baskın iki figüründen biridir.
1950’lerin sonunda kurduğu ‘William Castle Productions’ da içinde “Rosemary’nin Bebeği”nin (“Rosemary’s Baby”, 1968) de bulunduğu sayısız korku filmi üretmiştir. 1958’de “Macabre” ile başlayan bu seri, bir anlamda yönetmenin anlayışını da ortaya koymaya yarar. Zira onun amacı sürekli pasif kalan seyirciyi aktif olarak film deneyiminin içine almak ve bu yolculuğu ‘üç boyutlu’ hale getirmektir. Zaten o sıralar ‘Hollywood büyüsü’ yıkılmaya başladığı için böylesi kitleyi ayağa kaldırıcı yöntemlere başvuruluyordu. Castle da eski teknoloji ile üç boyutlu üç film çekmişti.
Ancak esas ‘delice’ hareketi “Macabre”de başladı. Orada ‘ben tavuk değilim. Ama Macabre’yi izledim’ yazılı bir kimlik kartı ile salondan ayrılan izleyici kitlesine, aynı zamanda 1.000 dolarlık bir ‘fazla korkmaktan ölme sigortası’ yaptırıyordu yönetmen. “The Tingler”da (1959) sinema salonunun koltuklarının arasına ‘elektrik kıskacı’ bağlayan Castle’ın işlevleri hız kesmeden devam ediyordu aslında. Zira bu sayede ‘yaratık’ çıktığında seyircisine bir kaşınma ya da sarsılma hissettiren yönetmen, buna ‘Percepto’ adını vermişti.
“13 Hayalet”te (“13 Ghosts”, 1960) ise özel bir gözlükle sinemaya giren ‘kitle’, ‘hayaleti görmek isterseniz takın!’ uyarısıyla karşılaşıyordu. Castle, bir tarafında ‘mavi’, diğer tarafında ‘kırmızı’ filtre olan bir aygıt üretmişti. Bunların birincisi ‘ghost remover’ (hayalet kaldırıcı), ikincisi ‘ghost viewer’ (hayalet izlettirici) olarak adlandırılmıştı. Bu noktada da flu ve görüntü bindirme tekniğiyle yerleştirilmiş efektler ancak ‘kırmızı’ taraf üzerinden bakınca görülebiliyordu. Yönetmen buna Illusion-O adını koymuştu.
Seyirci ister istemez aktif bir şekilde sinema deneyimini soluklamıştır bu tekniklerle. Yönetmen bunları ‘Castle hileleri’ olarak anmaktan da asla gocunmamıştır. Kendisi korkuyu, seyircinin sinema perdesiyle kurduğu direkt ilişki üzerinden yaratmayı sever. Adeta herhangi bir Disneyland tema parkı kıvamında, bir seyirlikten ziyade bir deneyimleme olarak görmektedir yedinci sanatı.
Bu bağlamda William Castle’ın aslında amacı Corman, Browning, Whale ve Fisher’dan daha farklı işler üretmektir. Böylelikle de yönetmen, bir auteur güdüsüyle filmlerinin üzerine kurulur. Her daim yabancılaşma efekti salgılayarak da, adeta Avrupa’daki ‘modern sinema’ atılımının çıktığı dönemde ‘perdede olan gerçek değil’ ibaresiyle sıradanlaşan yedinci sanatı yeniden kitlelerin sanatı yapmayı hedefler.
Zira bu zaman dilimi, Hollywood’un böylesi şeylere en çok ihtiyaç duyduğu devredir. Yönetmen de 40’ların başından itibaren stüdyoların içinde ucuz tür filmleri çekmesine karşın 1958’de kendi yolunu çizmeye karar vermesiyle birlikte aslında amaçlarını yerine ulaştırma imkanı bulur. “House on Haunted Hill” de bu ‘oyunlu korku filmi’ geleneğinin en has temsilcisi olarak belirir.
Buradaki ‘Emergo’ kod adlı yani ‘yücelti’ anlamına gelen hile ise sonda bir iskeletin astili sudan çıkmasıyla birlikte izleyicinin üzerine geldiğini düşündürmektir. Bunu perdenin yanına yerleştirdiği siyah bir kutudan çıkan bir kablonun seyircinin üzerine açılmasıyla yapar yönetmen. Seyirci, göz yanılsaması olarak iskeletin üzerinden geçtiğini zannetse de aslında bu sinsi bir Castle numarasıdır.
2-Aristokrasiyi taşlamayı hedefleyen bir omurga
Yönetmen, “House on Haunted Hill”de en doğru tanımla belirtmek gerekirse özel senaristi Robb White’ın kaleminden de güç alan bir seyirliğe imza atar. Zira aslında kendisinden ‘zanaatkar yönetmen’ olarak söz etmek daha doğru olacaktır. Kara filmlerin dokusunu arka plan noktasında kavrayabilse de gerçek anlamda bir ‘yönetmenlik sanatı’ndan söz etmek mümkün değildir onun filmlerinde. Daha çok efekt yönetimi, hikaye ve olay örgüsü sıralaması bazı şeyleri belli eder.
Burada da zaten White’ın aristokrasinin diğer sınıfları elinde oynatmasını ele alan çerçevesidir bu filmi değerli kılan. Zira Castle-White ikilisinin gözünden çıkan aslında bir bakıma gotik korku edebiyatında gördüğümüz ‘tedirgin edici ev’ kavramının izinden giderek ‘aristokrasi taşlaması’ içeren bir omurga kurmaktır. Bu noktada Castle, korku sinemasının has oyuncusu Vincent Price’ı başrole yerleştirmekle vukuatlarına başlar. Bunun devamında onun arka planına ‘lanetli bir hikaye’ dokumak kolaylaşır.
Zira Price, bir anlamda Frederick Loren adlı bu sadist, bencil, insan kıyımcısı tipli ve yozlaşmış zengin tiplemenin kökünü kazır. Dracula edasıyla girişini yapar. Onun müze kıvamındaki sarayında herkese uygun bir oyun izleği dokuduğunu zamanla daha fazla hayret içinde kalarak izleriz. Yönetmen bu durumu açılış sekansında belli eder. Bu karakterin yüzünün görüntüsünün siyah üzerine bindirilmiş haliyle doğrudan seyirciyle konuşması ve ‘siz isterseniz siz de gelebilirsiniz 10.000 dolar karşılığında’ demesi aktif-pasif izleyici denklemindeki tarafını belli eder Castle’ın.
Tabii tüm bu söylediklerimizin devamında ya da ilk girişin masum bir karakterin ‘orada eşimi ölü buldum’ demesinin yamacında, cenaze arabalarıyla o mekana gelinmesi de anlamlıdır. Bir bakıma ‘korku oyunları’nın start alacağı platforma doğru ilerlenirken; işkenceler, irkilmeler ve tedirgin olmaların artçı şoku seyirciye hissettirilir. Castle görsel yapısını klasik Amerikan sineması kalıplarına uygun bir şekilde idare eder ve hikayeyi öne çıkarır. Yönetmenin daha çok ‘tekinsiz olan’ın üzerine giden korku geleneğiyle de ilerleyen dönemde James Wan, Rob Zombie gibi yönetmenleri etkilediği tartışılmaz bir gerçektir.
3-Oyunlu korku filmlerinin çıkış noktası
Bu bağlamda girişte karşımıza çıkan beş orta sınıftan insanın, biraz da Büyük Buhran ve 2. Dünya Savaşı dönemi sonrası sınıfsal uçurumdan mustarip tiplemenin durumunu izleriz. Doktor, dedektif, gazeteci gibi mesleklerden seçilen bu karakterler soluğu en alt katta alırlar ilk olarak. Ancak bu noktada malikenin ya da ‘lanetli tepedeki ev’in müze gibi çizilmesi aslında oyunların start almasına büyük bir imkan sağlar.
Frederick Loren ve yine yozlaşmış eşinin bir grup insana kara filmlerin kötüleri edasında oynadıkları bu ‘ölümcül oyun’ perdeye hunharca yansıtılır. Zira mekan gerçek anlamda bir ‘korku tema parkı’ kıvamında inşa edilir. Kan ağlayan duvar, asitli su birikintisi, karanlık oda ve kopmuş kafa gibi şeyler birbirini izler. Karakterler adeta bir ‘ürperti’ sınavına tabi tutulur. Buna paralel olarak aralarda ‘hizmetçi’lerin hayalet edasıyla geçtiklerini izleriz.
Castle’ın esas sürprizi ise bu güdüyü ciddiye almaktan ziyade Price’ın kült tiplemesini seyirciye karşı konuşturma tekniğine başvurarak bizi sürekli aktif tutma algısıdır. Tabii sözünü ettiğimiz bu ‘oyun’ların devamında sanki bir şekilde olay çözümlenmeye doğru kayınca, geceyarısı gongunun çalmasıyla birlikte esas ‘intihar oyunu’ başlar. Zira karakterler ellerine küçük tabutlardan birer silah alırlar. Sabaha kadar paralarını korumak için de bu aletlerle bir yaşam mücadelesine girişirler.
Aslında bir bakıma Castle’ın kaynağını Robert Louis Stevenson’ın 19. yüzyılda yazdığı ve 1930’lardan itibaren sayısız kez sinemaya uyarlanan aristokrasi taşlaması malzemeli romanı ‘The Suicide Club’ (‘İntihar Oyunu’) ile “The Most Dangerous Game”den (1932) alan oyunlu korku filmi formülünün kalıplarını en ince detayına kadar çok iyi uyguladığı görülebilir. Zira ip efekti, intihar, iskelet gibi motifler de el emeği göz nuru efekt teknolojileriyle halledilince geriye fazla bir şey kalmaz. Halihazırda markalaşmak için bekleyen bir evin içinde faaliyet gösteren bir ‘çete’nin sinsi oyununa odaklanan bir film izleriz.
“House on Haunted Hill”, nesiller boyu birçok alandan eserde etki bırakmış bir perili ev filmidir görünürde. Ancak işin aslı öyle değildir. Castle’ın yapıtı ‘oyunlu korku filmi’ geleneğini başlatan ve aristokrasi taşlaması yapan fikriyle çığır açmıştır. Yine de Hollywood’un ‘perili ev filmi’ni A tipine taşıma arzusunda “13 Hayalet” ile birlikte en kilit film olmuştur. Castle kendisi öyle bir transfer gerçekleştirmese de olanları oturduğu yerden muhtemelen ‘hayret’le seyretmiştir.
4-Yeniden çevrimi ve Dark Castle Entertainment gerçeği
1999’da “Lanetli Tepe” adıyla ülkemizde gösterilen “House on Haunted Hill”in yeniden çevrimi; profesyonel efektler ve Famke Janssen, Geoffrey Rush, Taye Diggs, Bridgette Wilson, Ali Larter, Peter Gallagher gibi oyuncuların katkısıyla üretilmişti. ABD’de 19 milyon dolarlık bütçeden 40 milyon dolarlık bir gişe getirmesi de aslında ‘başarı’ ile taçlandırılmakta sıkıntı çekmediğini göstermişti filmin.
William Malone adlı belki de adını Castle’dan esinlenerek almış bir ismin yönetmenlik koltuğunda oturması ise projenin, “Korku nokta com” (“Feardotcom”, 2002) ile de bilinen yönetmenin ‘efekt odaklı’ evrenine transfer olmasına yol açtı. Aslında Warner Bros’un alt kolu Dark Castle Entertainment’ın “13 Hayalet” (“Thir13en Ghosts”, 2001), “Hayalet Gemi” (“Ghost Ship”, 2002), “Gothika” (2003), “Mumya Evi” (“House of Wax”, 2005) gibi eski usul hayalet filmlerini yenileme çabasının bir halkasıydı bu.
Halen faaliyet gösteren bu şirketin de en önemli gelir kapılarından birine dönüştü. Ancak 10.000 doları 1.000.000’a çıkarma zekasını yönetmenlik koltuğuna taşıyamaması Malone’un kariyerine iyi gelmedi. Filmin de çok beğenilmemesi bu duruma ‘köstek’ oldu elbette. Bir bakıma Castle’ın özgün geleneği karşılığını bulamamıştı, hatta ve hatta ruhundan uzaklaştırılmıştı. Tekinsiz öğeler ve hikaye yapısı, efekt bombardımanı ve göz boyayan oyuncularla sarılmıştı.
Aslında “House on Haunted Hill”in tabiri caizse etinden budundan yararlanma çabaları sadece bunla sınırlı değildi. Hitchcock bu filme olan ilgiden sonra “Sapık”ı (“Psycho”, 1960) üretmeye karar verdiğini duyurdu. Filmin DVD haklarını alan 20th Century Fox, ev videosu için siyah-beyaz, renkli ve HD farketmeden çeşitli versiyonları piyasaya sürdü.
5-Takipçileri
İlk olarak “The Innocents” (1961), “Lanetli Ev” (“The Haunting”, 1963) gibi perili ev filmlerinin stüdyolara sızmasına yol açtı.
Ancak bunun devamında çoğu kapalı alana sıkışan oyunlu korku filminde büyük etki bıraktığı görüldü. Seriye dönüşmüş “Ölüm Oyunu” (“Batoru rowaiaru / Battle Royale”, 2000) ve “Testere” (“Saw”, 2004) başta olmak üzere, “İntihar Kulübü” (“The Suicide Club”, 2000), “Ölüm Bizi Gözetliyor” (“My Little Eye”, 2002), “Halloween: Diriliş” (“Halloween: Resurrection”, 2002), “House of 1000 Corpses” (2003), “Küp” (“Cube”, 1998), “Beyin Avcıları” (“Mindhunters”, 2004), “Bilinmeyen” (“Unknown”, 2006), “Kapan” (“La habitación de Fermat”, 2007), “Ölüm Çarkı” (“Inshite miru: 7-kakan no desu gêmu”, 2009), “Paintball” (2009) ve “Exam” (2009) ilk akla gelenler.
Bir diğer taraftan da buradaki ‘tek mekanda sıkıştırılan karakterler’ meselesini, Michael Crichton’ın “Westworld” (1973) ile bilimkurguya uyarlayarak çığır açtığı öngörülebilir. Bir bakıma “House on Haunted Hill”den bir ‘Big Brother’ ya da bizde bilinen ismiyle ‘Biri Bizi Gözetliyor’ malzemesi çıkarmıştır bu eser.
Nereden bulabiliriz?
Türkiye’de DVD’si yok. İngilizce altyazılı versiyonu amazon.com’dan temin edilebilir.
Kimlik:
House on Haunted Hill
Yapım yılı: 1959
Yönetmen: William Castle
Oyuncular: Vincent Price, Carol Ohmart, Richard Long, Alan Marshal, Carolyn Craig, Elisa Cook Jr.
Senaryo: Robb White
Bütçe: 200.000 $