LoKuMuM<3
Bayan Üye
“Şiddetin hangi biçimi daha komiktir, şakası mı, yoksa kendisi mi?” Yaşadığımız şu yeryüzü cenneti ya da cehennemi, tam gaz üçüncü sayfa haberleriyle çerçevelenmeye devam ediyor. Gittikçe büyüyen bir kaosa doğru elem içinde yol almaktayız. Günahlara kefaret olur diye, öyle masum masum bakınmayınız etrafa, görelim artık-görünüz artık…
Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu’nun üstünü çizeli çok oldu sanki (hatırlayalım; kanun numarası 1117-kabul tarihi 1927)… “Dünya bana göre değildi, ben dünyaya göre değildim” diyen Charles Bukowski kıvamındayım-z ya bugünlerde. Doğanın işgüzârlığı sonucunda odun paydasında birleşiyoruz da gerçi, hep bir erik-çınar ağacı olma modunda ve yeni tutkular âleminde, her şeyimizi kaybetmeden önceki son sapakta, müsait bir yer durma eğilimleri edasındayım-z… Ne diyelim, günahlara uyanmadığımız sabahlar da gelecektir elbet…
İstanbul’a bir uzaklık mesafede, yazın son demlerinin keyfini sürüyorum bulunduğum meridyenden… Her şeyden sıtkımızın sıyrıldığı (bu ‘sıtkı sıyrılmak’ deyimini çok seviyorum ben ya) bir dönemin eşiğinde, hayata dair üç beş kelamın söyleminde, küfrümüze eşlik edense; “Tatlı rüyalar bundan yapılır / Ben kimim ki karşı çıkayım? / Dünyayı ve yedi denizi dolaştım / Herkes bir şeyler arıyor / Bazıları seni kullanmak istiyor / Bazısı senin tarafından kullanılmak…” sözlerinden oluşan “Sweet Dreams” şarkısıyla, şahsına münhasır bünye Marilyn Manson.
APOLİTİK 80 KUŞAĞI SÖYLENCESİNE İNAT…
Şimdi girişte döküldüğüm şiddetin ‘den’ hali mevzusuna yeniden dönersek… (Zira sokaklar, yan binadakiler-evdekiler, iş yerlerindekiler, yazılı-çizili mecmualar, TV’ler, reklamlar, trafikte beklenilen ışıklar, nefes alamadığımız sıra numaraları ve diyaloglar şiddetten geçilmiyor. Ve ardında şiddet yatan, taciz ve tecavüzler.)
Geçtiğimiz akşam farklı bir söylemi olan, sürprizlerle dolu ve başka bir boyuttan selam eden “Atış Serbest” adlı oyunun konuğuydum. Oyunun başkalığı tabii ki Studio 4 İstanbul ekibinin elinden çıktığı içindi.(Ekibin daha önceki imza attığı işleri bunun göstergesiydi.) 2002’den bu yana tiyatro ve sinema alanlarında yurt içi-yurt dışı menşeili çalışmalar üreten (ve yeni ifade biçimleri arayan) bağımsız bir topluluk Studio 4 İstanbul.
Ekip, tiyatro sezonunun tatiline rağmen, biz tiyatro izleklerini bir araya getirdiği Beyoğlu Garajistanbul’da, toplumumuza gündelik haberler kıvamında sızan ve artık fanilerin ardından öyle ki ölen insan yerine tane hesabı yaptıracak hal aldıran şiddetin şeceresini işliyor. Apolitik gençlik tanımlarına inat 80’li yıllarda doğmuş bir ekibin elinden çıkma bir eser bu. O yüzden ben de 80 kuşağından bir bünye olarak; 30 yıllık memleketim coğrafyasının şiddet tarihçesini daha okunaklı izledim sahneden. Şiddetin normalleştirilmeye çalışıldığı, gündelik söylemlerin milliyetçiliğe çıktığı, marjinalleşmeye çalışılırken nasıl da birbirimizi hırpaladığımız günümüzde bu oyun, birçok soruyu ve cevabı da beraberinde getirecek türden çalışma olmuş kansısındayım.
“Şiddetin hangi biçimi daha komiktir, şakası mı, yoksa kendisi mi?” söyleminden hareketle, Europides’in meşhur eseri “Orestes”ten sahneye uyarlanmış (Mitolojinin Orestes adlı kahramanı, Atış Serbest’in Orhan’ı oluyor. ) ve toplumun hafızasında karadelikler açan türlü cinayet haberlerinden yola çıkan Atış Serbest, malzemeyi ortaya–sahneye saçıyor, toplamak da bizlere düşüyor. Hazırsanız toplamaya başlıyoruz!
HAKLI CİNAYET OLABİLİR Mİ?
Oyunculuk ve doğaçlama performanslarına hayran kaldığım üçlü; Mehmet Fatih Gençkal (Murat Mahmutyazıcıoğlu ile paylaştıkları ‘Seni Seviyorum Diyecek Kadar Sarhoş’ adlı oyunda hayran kaldığım Gençkal, bu oyunda performansını şahlandırmış.), Zinnure TüreŞafak Ersözlü (İlk defa izlememe rağmen, daha oyun başlamadan izlek kıvamında, sahneden bizleri gözlemleyen, sesi ve oyunculuğuyla dikkat çeken bir oyuncu Ersözlü.) (İstanbul Improv’da, doğaçlama oyunlarında izlediğimde aklımda kalan üç isimden biriydi Türe. Ve bu hali beni hiç şaşırtmadı, doğaçlamaları şahaneydi.) ve
90 dakika arasız, sahnede anlatan-katan-koşturan bir üçlü var karşımızda. Şahane tadında oyunculuklara eşlik edense; bir masa, beş sandalye, bir havlu ve bir kapüşonlu sweet. Tüm oyun boyunca akıttıkları terin karşısında hâlâ yüksek tempolu devam süreçleri, hafızada şaşkınlık yaratıyor. Bu nasıl heyecandır, nasıl bir anlatım soluğudur diyeceğiniz bir rol yeteneği karşımızdaki. Oyun akıyor ama bu akışın içine sizi de alıyorlar, siz de bir nevi sahnede endam ediyorsunuz, nasıl mı? Gelecek sezon oyun yine tiyatrodaki yerini alacak, ajandaya not edip, bir gece konuğu olun Studio 4 İstanbul’un, yaşayın en iyisi bu durumu siz de.
New York'ta Anne Bogart yönetiminde Columbia Üniversitesi'nde tiyatro yönetmenliği eğitimi alan Onur Karaoğlu'nun Türkiye'de uzun zaman sonra gerçekleştirdiği ilk oyunu Atış Serbest. Orijinalinde aristokrat kesimin bir kısmının şiddete yönelmesini anlatan oyunu yönetmen Karaoğlu, Türkiye’de gençlerin şiddete manipüle edilmesini ele alarak işlemiş. Yapımcılığını Deniz Buga’nın, dramaturgluğunu İbrahim Halaçoğlu’nun, ışık tasarımını Mustafa Çiçek’in ve müziklerini Çağrı Erdem’in üstlendiği oyun, Türkiye’den 20’li yaşlarında, üç genç arasında geçiyor. Ülke yönetiminde sözü geçen bir ailenin oğlu olan Orhan, “namus” ve “onur” gibi toplumun dayattığı için içinin boşaltıldığı kavramlar adına, kız kardeşi için katil olur. Çevresinde ise, kendi akıl dehlizlerini zorlayan kız kardeşi, iktidara oynayan politikacı amcası, yüksek mahkemenin başı olan büyükbabası ve kendi dünyasından bir arkadaşı vardır. Bir gün önce her şeyin yolunda gidiyorken ve bünye de gayet toplum normlarında yaşıyorken, bir gün sonra nasıl bir insanı öldürüp, katil haline gelindiğini, “haklı cinayet olabilir mi”-haklılık ve haksızlık- kavramlarının nerede koptuğunun altı çiziliyor oyunda. O yüzden de Atış Serbest ya. Şiddet ancak komiğe döndürülürse ortadan kaldırılabilinir diyor oyunun yönetmeni Karaoğlu, bir gün hepimiz oyunun baş aktörü Orhan da olabiliriz, Orhanlar’a da maruz kalabiliriz. Ama şimdilik bu boyuttan “oyuna devam”…