Shakespeare - II. Richard

ashli

Bayan Üye
Shakespeare’in Güller Savaşını ele alan tarih oyunlarından II. Richard’ın yazıldığı tarihi saptarken bazı yazılı kaynaklardan ve mektuplardan yararlanmak mümkündür. Örneğin, Sir Edward Hoby, 7 Aralık 1595 tarihinde Sir Robert Cecil’e yazdığı mektupta II. Richard oyununa değinmekte ve Cecil’i 9 Aralık günü Channon Row’da yapılacak gösteriye davet etmektedir. Doğal olarak Shakespeare oyunu bu tarihten önce yazılmış olmalıdır. Daha kesin bir tarih için, yazarın yararlandığı kaynakları da göz önünde bulundurmak ve buralardan elde edilecek ipuçlarını değerlendirmek gerekmektedir. Buna ek olarak, dil ve biçem açısından benzerlikler gösteren ve yazılış tarihleri kesin olarak bilinen oyunlarla aynı tarihlerde yazıldığı düşünülebilir.

II. Richard’ın şiirselliği, oyunun Bir Yaz Gecesi Rüyası ve Romeo ve Juliet oyunları ile aynı tarihlerde, yani, 1594 ya da 1595 tarihinde yazılmış olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca, Shakespeare, Samuel Daniel’in, kayıtlara 11 Ekim 1594 tarihiyle geçen The First Fowre Bookes of the Civile Wars başlıklı şiirinden yararlanmış olabilir. Bu doğruysa, II. Richard 1595 yılında yazılmıştır. Shakespeare Daniel’den değil de Daniel Shakespeare’den yararlanmış ise ve şiirini yazadan önce oyunu sahnede görmüşse, II. Richard 1594 yılında ya da daha erken bir tarihte yazılmış olmalıdır.

II. Richard’ın yazılmış olabileceği 1594-95 yılları İngiltere tahtının geleceği hakkında pek iyimser olmayan görüşlerin yoğunlaştığı yıllardır. Altmış iki yaşındaki Kraliçe I. Elizabeth için artık evleniptahta varis bırakma ümidi kalmamıştır. Bu durumun kraliçenin ölümü halinde ülkede bir otorite boşluğu, hatta bir taht kavgası doğurabileceğinden korkulmaktadır. Shakespeare’in öbür tarih oyunlarında olduğu gibi, II. Richard’ın yazma amacı da İngiltere tarihinin hanedan savaşlarıyla dolu çalkantılı bir dönemine ışık tutarak, aynı hataların yinelenmemesi yoluyla bir uyarı yapmaktır.

Ancak, Shakespeare’in çizdiği kral II. Richard portresi öylesine karmaşık ve birbiriyle çelişen özelliklerle doludur ki, bu uyarıyı kesin kes belirlemek güçtür. Shakespeare oyunun baş kişisi II. Richard’ın açıkça yanında ya da karşısında yer alamaz. Yazarın bu tutumunun çeşitli nedenleri vardır. Bunları anlayabilmek için on altıncı yüzyıl İngilteresinde geçerli olan bazı düşüncelere göz atmak gerekir.

Elizabeth döneminde kralın laik yönetimin başı ve ülkenin mutlak hakimi olduğu artık kesinlikle kabul edilmektedir. On altıncı yüzyıl insanı için kral siyasetin başıdır; çünkü kral tanrının yeryüzündeki temsilcisidir. Bu yüzyılın ikinci çeyreğinde VIII. Henry’nin başlattığı ve kral ile kilise arasında geçen egemenlik kavgası, yüzyılın ortasına gelindiğinde İngiliz kralının lehine sonuçlanmıştır. Papa’nın Hıristiyan dünyasının lideri olduğu görüşü Anglikan din adamları tarafından reddedilmektedir. Aynı inançtan olan tüm ulusların tek bir kişiye bağlanmalarının sakıncaları ortaya çıkmış, din birliği ülküsünün yerini dil birliği ve toprak bütünlüğü ülküsü almaya başlamıştır. Bu ülküye tek bir kişinin önderliğinde ulaşılacağının anlaşılması, soylulara bir daha toparlanamayacakları bir darbe indirmiş ve güçlerinin büyük bir bölümünü krala vermek zorunda kalmışlardır. Görüldüğü gibi, ulus devleti artık ortaya çıkmış, din ülke yönetiminde etkisini yitirmiştir; devlet dış baskılardan arınmış, bağımsız bir kurum olarak ortaya çıkmayı başarmıştır. Bu dönem düşünürlerine göre, Tanrının gücünden üstün bir güç yoktur ve Tanrının yeryüzündeki temsilcisi kraldır. Kral dilediği gibi davranmakta özgürdür ve Tanrıdan başka kimseye hesap vermekle yükümlü değildir. Bu nedenle, kral Tanrı yasalarını çiğneyerek suç işlemişse kulun yapabileceği pek bir şey yoktur. Benzer görüşü savunan Crowley’e göre, insanların birbirlerinden öç almaya kalkışması Tanrının varlığını hiçe saymaktır; çünkü suçluyu cezalandırma yetkisi kralındır. Kral iyi ise masumları korumak için iyidir, kötü ise kötüleri cezalandırmak için kötüdür. Tanrı kötü kralı, kullarının eski günahlarını cezalandırmak amacıyla gönderir. Böyle bir görevi olduğundan halkın yapabileceği tek şey kralın tüm baskılarına boyun eğmektir.

Aynı düşünceler “An Homily Againts Disobedience and Wilful Rebellion”da açıkça belirtilmiştir. Vaaz, her ne koşulda olursa olsunlar insanların düzeni korumakla yükümlü olduklarını söyler. Her kişi üstündeki kişiye karşı sorumludur ve onun buyruklarını yerine getirmekle yükümlüdür. Kadın kocasına, çocuklar ana-babaya, hizmetçiler efendilerine karşı nasıl sorumlu iseler, toplumu oluşturan bireyler de aynı yükümlülüğü yerine getirerek ülke esenliğinin sürekliliğini sağlarlar. Dikkat edilirse, bu görüşün temelinde mülkün ve soyluluğun babadan oğula geçmesi gerektiğini vurgulayan ilke yatmaktadır ve “varlıklar zinciri” kuramının özünü oluşturmaktadır. Bu görüşlerin tümü, kişilerin ses çıkarmadan, “Tanrı tarafından oluşturulan düzene” katlanmalarını salık vermektedir. Güçsüzün karşısında olan bu düzenin sürekliliğini sağlamak için, zincirin parçalanması durumunda sistemin bozulacağı ve evrene karmaşanın egemen olacağı sürekli yinelenmektedir. Zincirin halkaları arasında geçişin olamayacağı ilkesiyle de bu görüşün savunulması daha da pekiştirilmiştir. Kişilerin toplumdaki konumlarını değiştirmeyi düşünmeleri bile günahtır.

İlerleme ve gelişme yanlısı yetenekli kişilerin karşısına yine bu kuram ile çıkıp onları kutsal yasalara karşı gelmekle suçlamak çok kolaydır. Ama yasaları bozan kral olunca yukarıda sözü edilen görüşlere karşın durum biraz zorlaşmaktadır. Tanrının elçisini suçlamak olası değildir ama zorba bir kralın baskı yönetimi, herkes tarafından benimsenmiş olan tüm kuralları altüst edip yaşamı çekilmez bir hale getirir ve halk ülkede dirlik düzenlik kalmadığını düşünmeye başlarsa mne yapmalıdır? II. Richard’da yanıtı aranan sorulardan biri budur.

Öte yandan, on altıncı yüzyılda Ortaçağdan miras kalan bir başka görüş vardır ki, kralın ülkede tek güç olmasını engellemeyi hedefler; ancak bunu açıkça söyleyemediğinden, tek adam yönetiminin zorbalığa dönüşebileceğini ve zorbalık yönetiminin de en kötü yönetim biçimi olduğunu ileri sürer. Bu görüşe göre, yönetimi tek başına elinde bulunduran, öbür tüm güçleri yadsıyan zorba, karmaşanın nedeni de Tanrıya karşı gelen ikinci bir şeytandır. Böyle bir kişinin yönetimine karşı koyamamak Tanrıyı reddetmek demektir.

Bu dönemde kralı sorgulayan bir başka görüş de ülke yönetimine dinden bağımsız bir yorum getirmektedir. Kralın kutsallığını ve düzenin Tanrının eseri olduğunu reddeden bu yorum politika sahnesinde köklü bir değişikliğin habercisidir. Bu görüşe göre tüm bireyler önder olabilir, yeter ki gerekli özelliklere sahip olsunlar. Yöneticinin güvenebileceği tek şey gücüdür. Bu güç durmadan sınanmakta ve zayıflama belirtileri gösterdiği an rakip bireyler tarafından yıkılmaya çalışılmaktadır. Doğal olarak, bu görüş yönetime karşı girişilen hareketlere izin vermekte, hatta ülkeyi tehlikeye atan zayıf bir kralın tahttan indirilmesi gerektiğini savunmaktadır, çünkü önemli olan ülke ve ülkeyi huzur içinde yaşatacak bireylerdir.

Görüldüğü gibi, çıkış noktaları birbirinden tümüyle farklı olmakla birlikte krala isyanı onaylayan iki ana görüş vardır. Bunun nedeni devlet kavramının toplum bilincine iyiden iyiye yerleşmiş olmasıdır. Böylece bazı kişilerce krallık, babadan oğula geçen kutsal bir hak ve görev değil, yalnızca onu gerçekten hak eden güçlü kişinin eline teslim edilmesi gereken bir kurum olarak düşünülmeye başlanmıştır.

İkisi din ağırlıklı bu üç görüş İngiltere’de her zaman için gündemdedir ve ülkenin geleceğini ilgilendiren politik olaylara yön verilmesinde kullanılmaktadırlar. Ne var ki, Rönesansın İngiltere’de olgunluğa eriştiği on altıncı yüzyılın sonlarında halâ din ağırlıklı birinci görüş baskındır, çünkü iç ve dış tehlikelerle karşı karşıya bulunan İngiltere’de düzeni korumak için en kolay yol insanların içinde Tanrı korkusu yaratmaktır. İşte bu nedenle bu dönemde yazılan eserlerde, geçmiş olaylarda Tanrının parmağının bulunduğu ileri sürülür. İç savaşlar, isyan girişimleri Tanrının insanlara kırgınlığının bir belirtisi ve güçlü bir kral yönetiminde ülkedeki huzursuzluğun sona ermesi ise tanrının bu kadar cezayı yeterli bulup insanları artık affettiğinin belirtileri olarak kabul edilmiştir. Bu görüş özellikle Tudor hanedanı kralları tarafından desteklenmiş ve Güller Savaşının, kendilerinin başa geçmesiyle sonuçlanmasına dikkat çekerek Tanrı tarafından ülkenin yaralarını sarmaya yollandıklarını ileri sürmüşlerdir. Zamanla bu görüş Tudor tarihçileri Hall ve Holinshed’in de katkılarıyla bir öğreti kimliğine bürünmüştür.

Shakespeare II. Richard’ı yazarken yukarıda sözü edilen iki ünlü tarihçinin, Edward Hall’ın The union of the two noble and illustre famelies of Lancastre and Yorke (1548) ve Raphael Holinshed’in ... the chronicles of England, Scotlande and Irelande... (1577) başlıklı kitaplarından oldukça yararlanmıştır. Bu tarihçiler York hanedanının son kralı III. Richard’ı tahttan indirerek taç giyen Henry Tudor’ın, yasal kral olduğu savını, İngiltere tarihini kısmen değiştirip, kısmen de kendi amaçlarına uygun bir biçimde yorumlayıp desteklemektedirler. Amaçları Güller Savaşı denilen ve ülkeyi yerle bir eden, kardeşi kardeşe kırdıran o korkunç içsavaşı bir daha alevlendirmek üzere tarihin derinliklerine gömmektir. Ancak, Richard idamı kesinkes hakeden birkral olarak gösterilmemektedir, zaten dönemin din öğretisi gözünde bulundurulduğunda böyle yapılmasının mümkün olamayacağı açıkça görülmektedir, zaten dönemin din öğretisi gözönünde bulundurulduğunda böyle yapılmasının mümkün olamayacağı açıkça görülmektedir. Shakespeare’in vurgulamak istediği, kötü yönetimin ülkede sorunlara, sorunların ise kralın devrilmesine yol açtığı ve sonuçta halkın bundan zararlı çıktığıdır. Yani, ülkede sorunları yaratan kraldır ve bu yüzden tahttan indirilip idam edilmiştir, ancak krala karşı zor kullanılması hiçbir koşulda haklı gösterilemez.

Shakespeare bu iki farklı noktayı birleştirirken pek zorlanmaz; çünkü Elizabeth döneminde kral II. Richard konusunda iki egemen görüş vardır: Birincisi, Richard’ın yasaları hiçe sayarak ülkede bir dizi haksızlık yapan ama ufacık bir direnme ile karşılaşınca tahtından feragat eden zayıf bir kral olduğudur ki bu feodal yapının olduğu gibi kalmasını isteyen baronların savunduğu görüştür; öbürü de, soyluların kalmasını isteyen baronların savunduğu görüş kralı ülkenin mutlak hakimi kabul eder ve baronlardan krala karşı kesin bir teslimiyet içinde olmalarını bekler.

II. Richard’a ilişkin bu iki çelişik görüşün yansıtıldığı diğer iki kaynak da The Mirror for Magistrates ile Thomas of Woodstock adlı oyundur. On altıncı yüzyılda yazılmış ve günümüze kadar gelebilen yapıtlar arasında, yöneticilere nasıl davranılması gerektiğini öğretmeyi hedefleyen, onlara hiçbir zaman gurura kapılmamalarını öğütleyen, editörlüğünü William Baldwin’in yaptığı ve George Ferrers ile John Skelton’ın da katkıda bulunduğu The Mirror of Magistrates başlıklı yapıtta, kral II. Richard’ın amcası Gloucester Dükünün ruhu, öldürülmesiyle sonuçlanan gözden düşüşünü gururlu kişiliğine bağlar. Shakespeare’in The Mirror for Magistrates’i iyi bildiği kesindir. Ancak açıkça görülmektedir ki, Shakespeare kendi oyununda Gloucester Dükünü cinayete kurban gitmiş bir zavallı gibi göstermekte, The Mirror for Magistrates’teki yoruma pek katılmamaktadır.

Yukarıda sözü edilenin tersine, Gloucester Düküne sempati ile kral II. Richard’a da olumsuz bir biçimde yaklaşan birkaç on altıncı yüzyıl yapıtı vardır. Bunlardan en önemlisi, yazarı ve tarihi belli olmayan ancak kesin olarak II. Richard’dan önce yazılmış olduğunu bildiğimiz Thomas of Woodstock oyunudur ve II. Richard ile arasındaki benzerlikler Shakespeare’in II. Richard’ı yazarken bu oyundan büyük ölçüde yararlandığını düşündürmektedir. Örneğin, Woodstock’taki metinsel tutarsızlıkların hepsi II. Richard’da da bulunmaktadır. Her iki oyun da Bagot, ikinci perde üçüncü sahnede İrlanda’ya gider; üçüncü perde ikinci sahnede Bristol’da idam edilir; dördüncü perde birinci sahnede yine karşımıza çıkar. Kralın dostları hakkındaki yakınmaların dozu ve niteliği her iki oyunda da birbirlerine oldukça benzemektedir.

Aslında gerçek Gloucester Dükü, Woodstock oyunundaki iyi kalpli, yumuşak kişiden çok farlıdır. O, acımasız, ihtiraslı, kendi çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen, sürekli kral aleyhine çalışan bir insandır. Bu nedenle, Shakespeare’in Gloucester’i iyi bir insan olarak çizmesinin, II. Richard’ın olumsuz yönlerini göstermek ve böylelikle de tahttan indirilmesinin gerekli olduğunu vurgulamak kaygısından ileri geldiği söylenebilir. II. Richard sevilen bir soylunun acımasızca öldürülmesi sonucu baş gösteren anlaşmazlıklarla başlarken, başarısız bir yöneticinin ülkesine verdiği zararın boyutlarını da ayrıntılı bir biçimde göstermeyi hedefleyen bir oyundur. Oyun başladığında, ülkenin tek hakimi kral II. Richard, amcası Gloucester Dükünün Mowbray tarafından öldürüldüğünü ileri süren Bolingbroke ile Mowbray arasındaki anlaşmazlığı çözüme kavuşturmaya çalışmaktadır. Richard, bir kral olarak düklerden anlaşmazlığa bir son vermelerini ister ama ne Bolingbroke ne de Mowbray onun bu isteğine boyun eğer. Richard’ın suylular üzerinde hiçbir etkisi olmadığı daha oyunun başında ortaya çıkmaktadır. Dahası, soyluların kralın adaletini kabul etmeyip sorunu düello ile çözmek istemeleri Richard’ın yargı gücünü yitirdiğini göstermektedir.

Oyunun ikinci sahnesinde Gloucester Düşesi ile Gaunt arasındaki konuşmada Gloucester Dükünün öldürülmesinde Richard’ın parmağının bulunduğu ima edilmektedir. Kralın üçüncü sahnede Bolingbroke ve Mowbray’i sürgüne göndermesi de ayrı bir haksızlıktır çünkü her iki dük de davasında haklı olan kişinin yapılacak düelloyu Tanrının yardımı ile kazanacağına ve böylelikle haklı ve haksızın belirleneceğine inanmaktadırlar. Ancak bu umutları suya düşer, çünkü kullarının düello yolu ile adaleti sağlama isteklerini kabullenen Richard daha sonra bu izni geri alarak ülkenin tüm yetkilerini elinde tutan mutlak hakimi olduğunu gösterir. Oyunun açılış sahnelerinde ülkenin tek hakiminin aldığı keyfi kararlara soyluların tepkileri incelenir; bu noktadan yola çıkılarak Tanrının yeryüzündeki temsilcisinin nasıl olması gerektiği araştırılır ve hatalı davranan krallara karşı halkın ayaklanacağı mesajı verilmeye çalışılır.

Kral II. Richard’ı çok keskin bir dille eleştiren Woodstock’tan oldukça yararlanan Shakespeare’in de temelde II. Richard’a karşı bir tutum içinde olduğu görülmektedir. Bir yüzyıla yakın bir süre İngiltere’nin içsavaşla çalkalanmasına neden olan bu krala Shakespeare’in karşı olması garipsenmemelidir, çünkü onun amacı savaşların kötülüğünü vurgulamak ve aynı zamanda bu savaşlara son veren Tudor hanedanını yüceltmektir. II. Richard oyununda soylular tarafından krala ülke yönetiminde başarısız kaldığı, güçlü ve bilge bir kişilik sergileyemediği, halkına değer veren iyi bir önder olamadığı, ülkesini sevmeyen, tam tersine kişisel çıkar peşindeki insanları kendisine danışman olarak seçtiği yolunda suçlamalar yöneltilmektedir. Soyluların bu suçlamaları kral ile aralarında egemenlik çatışması olduğunu açıkça göstermektedir. Ortaçağın feodal toplum yapısının bozulmanda sürdürülmesini amaçlayan soylular bu yolla kral üzerindeki egemenliklerini kanıtlayacaklardır. Buna karşın Richard artık güçlenmeye başlayan merkezi otoriteyi simgelemektedir. Bu iki güç arasındaki çatışmanın ilk raundunu düello eden soyluları sürgüne göndermekle Richard kazanır ve ülkenin mutlak hakimi olduğunu herkese kabul ettirir. Ancak, kralın ülkeyi yönetim biçimine değinmekle, Shakespeare, zaten kuramsal olarak uzun bir süredir zihinleri meşgul eden, iyi bir yöneticinin olması gerektiği tartışmasını tiyatro sahnesine aktarmaktadır. Böylece, oyun öğretici bir kimliğe bürünmekte, dönemin ve gelecek kuşakların yöneticilerinin ders almaları gereken bir ibret tablosu oluşturmaktadır.

Shakespeare, oyunda krala öğüt veren, ülke için çalışması gerektiğini elinden geldiğince ona anlatmaya çalışan bir kişiye gereksinim duyar ve bu görevi Richard’ın amcalarından Gaunt’a yükler. Gaunt, kardeşi Gloucester’in Richard tarafından öldürülmesi konusunda sessiz kalarak kralın dokunulmazlığı ilkesini savunduğunu gösterirken gerçek bir kralın nasıl davranması gerektiğini de anlatmaktadır. Richard, Gaunt’u dinlemeyerek kulaklarını iyi ve yararlı her türlü öğüde tıkar. Gaunt gibi iyi bir kişi ile yan yana konulduğunda Richard’ın özellikle oyunun ilk yarısında, oldukça olumsuz bir biçimde çizildiğini daha iyi görülür.

Kralın ülkeyi nasıl bir karmaşanın eşiğine getirdiği, halkın ne denli büyük bir huzursuzluğun içinde bulunduğu ünlü bahçe sahnesinde açıkça anlatılır. Shakespeare, sıradan insanların temsilcisi bahçıvan ağzından başıbozuk yönetimlerin ülkeyi ateşe atmasına toplumun izin vermeyeceğini söylemektedir. Gücün Richard’dan Bolingbroke’a geçmesi gereklidir. Toplumun tüm kesimleri varlıklar zincirinin korunması gerektiği tezi ile zorba krala karşı çıkan asi Bolingbroke’u desteklemektedir. Bolingbroke eline geçen bu olanağı çok iyi kullanır. Richard’ın İrlanda savaşını finanse etmek için el koyduğu mirasını kurtarmak amacıyla sürgünden döndüğünü söyler. Bolingbroke, mirasın babadan oğla geçen bir hak olduğunu ve bu kuralın kral tarafından bile bozulamayacağını savunur. Richard’ın, ölen amcası Gaunt’un mallarına el koyması soyluları huzursuz etmiştir. Onlar göre, kralın bu tutumunu sürdürmesi ülkedeki derebeylik sistemini yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır. Bu korku, soyluları korumaya kararlı oldukları düzenin sürekliliğini savunan Bolingbroke’u desteklemeye iter.

Bolingbroke’un yıktığı sistemin en ateşli savunucusu kuşkusuz Richard’dır. Bu kimlik ona Tanrı tarafından verilmiştir:

Fırtınalı denizlerin tüm suları bile

Krala sürülen kutsal yağı çıkartmaz,

Hiçbir ölümlü tahttan indiremez

Tanrının vekilini.

İrlanda seferi dönüşü söylediği bu sözleri işitenlere Richard’ın işgal ettiği makama sonsuz güven duyduğu ve hatta kendisine karşı halkın büyük desteğini sağlayan Bolingbroke’u bu inancıyla silikleştirdiği duygusu uyanır. Ancak, artık salt inancın yeterli olmadığı bir aşamaya gelinmiştir. Richard’da ise inançtan başka bir şey yoktur, askerleri kaçmış, ordusu dağılmıştır. Richard hiçbir zaman yönetimde etkin, güçlü bir kral olamamıştır. Babasından miras kalan kutsal kimliği, düzenlediği görkemli törenler ve güzel giysileri, yığınları yönetmeye yetmemektedir; çünkü bunlar yalnızca gösteriştir. Görkem olmadan ülke yönetilebilir ama halk tarafından desteklenmeyen, ordu toplayamayan kral bir hiçtir. Kralı güçlü kılan halkın desteği ve ordudur. İrlanda dönüşü Richard bu iki destekten de yoksun olduğunu görür. Elinde asa, başında taç, kral rolü oynayan bir aktör gibidir. Dış görünüş olarak krala benzemektedir, ama kralı kral yapan özelliklerden yoksundur. Tanrı tarafından seçildiği inancının hiçbir önemi kalmamıştır; çünkü karşısında kendisi gibi düşünmeyen Bolingbroke, ordusu ile durmaktadır.

Shakespeare, Richard’ın karşısına gerçekçi, hiç de abartılı olmayan, Richard’a oranla donuk ve ruhsuz ama ne istediğini bilen ve tuttuğunu koparan, tıpkı bir işadamı gibi davranan Henry Bolingbroke’u koyar. Richard’ın olumsuz yönlerinin ön plana çıkarıldığı oyunun birinci yarısı ister istemez haksızlığa uğrayan Bolingbroke’un Richard’dan daha iyi bir kral olacağını düşündürür. Amcasının ülkedeki kokuşmuşluğu gidermek, haksızlıkları ortadan kaldırmak, krala yakın bir-iki kişinin ülkeyi yönetmesine engel olmak olduğunu söyleyen Bolingbroke İngiltere’nin yeni umududur. Halk onun gibi birinin yönetiminde kimseden haksız vergi alınamayacağını, değersiz insanların ülkenin önemli makamlarına getirilemeyeceğini ve böylelikle de Tanrının kurmuş olduğu düzenin alt üst edilmeyeceğini düşünür. Ne var ki, sürgünden sadece hakkı olanı almak için İngiltere’ye döndüğünü ileri süren, halkın genel arzusu üzerine ve Richard’ın zayıflığından yararlanarak IV. Henry ünvanı ile tahta çıkan Bolingbroke’un yasal krallara özgü ayrıcalıkları elde etmesi huzurlu bir yönetimin ilk koşuludur. Her ne kadar yetenekleri ve halkın ve soyluların onayı tahta layık olduğunu gösterse de, krallık makamının özünde bulunan otoriteye kavuşmaksızın gerçek anlamda kral olamayacaktır. Shakespeare’in hiçbir zaman gözardı edemeyeceği gerçek, yasal kralın dokunulmazlığıdır. 1571 yılında kiliselerde okunmak üzere hazırlatılan “Homily”lerde uzun uzadıya değinilen ve aynı zamanda devletin resmi politikası olan bu dinsel öğretiyi Shakespeare mutlaka çok iyi biliyor ve destekliyordu. Öyleyse Shakespeare kralı öyle çizmelidir ki, II. Richard’ın davranışları hem ondan uzaklaşmamıza neden olmalı ve kuzeni Bolingbroke’un başlattığı isyanı anlayabilmemizi sağlamalı, hem de ondan tamamıyla nefret etmemizi engellemelidir. İşte bu nedenle, yazar oyunun ikinci yarısında Richard’ın kişiliğinin insani yönünü ön plana çıkarmaktadır ve bu amaçla yine bazı tarihi gerçekleri çarpıtmaktadır. Bunların en önemlisi Richard’ın idam edildiği 1399 yılında 11 yaşında olan karısı İsabel’i yetişkin bir insan yapmakla kral ve kraliçenin evliliklerini göstermek, Richard’ın da acı çeken, üzülen, ağlayan, etten ve kemikten bir insan olduğunu anımsatarak onu daha sempatik bir karakter haline sokmaktır. Bolingbroke zor kullanmadan, gelenekleri ve yasaları çiğnemeden, krallığın tanrısal seçim ve miras yolu ile babadan oğla geçtiği düşüncesine zarar vermeden kral olmak istemektedir. Bütün bu çabalar tacının geleceğini güvence altına almaya yöneliktir. Northumberland ve York gibi etkin soyluların desteğini almış olmasına karşın, yasal yoldan tahta geçmediğinden, çıkabilecek en ufak hoşnutsuzluğun tüm ülkeye yayılacağını bilir.

Bollingbroke’un önünde böylesi zorlukların bulunmasının yanı sıra, oyunun başından bu yan aolumsuz bir ışık altında ele alınan Richard, türlü entrikalar sonucu tacını kaybeden zavallı kral konumuna yükselir. Richard’a karşı beslenen duyguların acımaya dönüşmesiyle Bolingbroke’a karşı tutum da değişir. Bolingbroke, daha tahta çıkmadan bir kral gibi davranmakla tepkileri üzerine çekmiştir. Hiçbir yetkisi olmadığı halde Richard’ın dostları Bushy ve Greene’i idam ettirmesi, Richard’ın tahttan feragat ettiğini bildirmesiyle “Tanrı adına tahta çıktığını” ilan etmesi affedilecek davranışlar değildir. Dolayısıyla, IV. Henry yönetiminin yasallık arayışlarının başarılı olması ve Tanrının temsilcisini tahttan indiren zorba yönetim damgasını silmesi gerçekten çok zordur.

Yasallık arayışı Elizabeth dönemi İngilteresinde üzerinde çok durulan bir konudur, çünkü taht üzerinde en çok kimi hak sahibi olduğu, evlilikler sonucu belirlenmektedir. Lanchaster ve York hanedanlarının İngiltere tahtı üzerindeki hak arayışları nedeniyle çıkan Güller Savaşının bir yüzyıla yakın bir süre devam etmesinin nedeni de budur. II. Richard’ın dedesi III. Edward’ın oğulları arasındaki karmaşık ilişki incelendiğinde bu savaşın neden bir türlü sona ermediği anlaşılacaktır: III. Edward’ın yedi oğlu vardır. Bunlardan en büyüğü Black Prince savaşta ölünce III. Edward’ın ölümüyle boşalan tahta, Black Prince’in oğlu ve tacın yasal sahibi II. Richard geçer. Henry Bolingbroke’un tahta el koymasıyla yönetime gelen Lancaster hanedanı ise hiçbir zaman tahtın gerçek sahibi olamaz, çünkü Bolingbroke’un babası John Gaunt’un yaşça kendisinden daha büyük bir erkek kardeşi vardır. Bu kardeşin soyundan gelen bir kız çocuğu III. Edward’ın bir başka oğlu olan York Dükünün soyundan gelen Edmund Mortimer ile evlenir. Bu iki kuzenin evlenmesinden doğan çocuklar doğal olarak taca, Lancaster hanedanından daha yakındırlar. İşte bu nedenle Lancaster hanedanının güçlü kralları IV. ve V. Henry’lere bile isyan etmeyi göze alanlar ortaya çıkmıştır. Tudor hanedanının kurucusu olan ve Lancaster hanedanından gelen Henry Richmond ise ancak York hanedanının tahta en yakın varisi Elizabeth ile evlenerek yasal varis olduğunu ilan edebilir ve ancak bu yolla ülkedeki iç savaşa son verebilir. Ne var ki gösterilen bu özene karşın taca VII. Henry’den daha yakın olduklarını söyleyen Perkin Warbeck ve Labret Simnel gibi insanlar ortaya çıkmıştır.

Ülkedeki huzursuzluğun hiç dinmediğini gören Shakespeare, geçmiş taht kavgalarından örnekler vererek halkı olası bir içsavaş tehlikesine karşı uyarmak isteğiyle II. Richard’ın da aralarında bulunduğu tarih oyunlarını yazmıştır.
 
takipçi satın al
Uwell Elektronik Sigara
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
Geri
Üst