'hayaL
Bayan Üye
Sevginin Bittiği Yerde
Ne hayallerle evleniyor insan.İdeal bir baba,mükemmel bir kadın olacağını,üstün vasıfları sayesinde baş tacı edileceğini umarak,çoğunlukla da severek-anlaşarak yuvalar kuruluyor.Kısa sürede nikâh masasına oturanlar olduğu gibi,yıllarca arkadaşlık(!) ederek birbirini tanıdıktan sonra da evleniliyor.Niyetler güzel,başlangıçlar güzel.Peki ya sonra ?...
Sonra mutluluk coşkusu nasıl oluyor da bir huzursuzluk kâbusuna dönüşüyor? Akıl almaz yıpratma senaryoları icat olunuyor,nasıl "aile" olarak adlandırılan ulvi kavram psikolojik bir savaş ortamında katlediliyor ?
Eşler birbirine öyle nahoş muamelede bulunabiliyor ki,yıllarca güzel geçinmiş iki insan günün birinde eşine "seni hiç tanıyamamışım" diyebiliyor. Evlilik sürecinde gerçekten de değişime uğruyoruz,yani mecburen değişmek zorunda bırakılıyoruz!...Neden ?
Bırakın başkalarını,Allah rızası diyerek,Peygamberimizin Sünneti diyerek,ibadet niyetiyle kurulan yuvalardan dahi kara dumanlar tütüyor.Umduğunu bulamayanlar,hayal kırıklığına uğrayanlar,sonradan aklı başına gelenler,gözü açılanlar,rahatı sindiremeyenler...
Çocuklar Ne Olacak ?
İster kavga-gürültü devam etsin,ister boşanmayla sonuçlansın,nihayetinde olan çocuklara oluyor.Bir denge kuralı vardır,çocuk düşünür:
Ben annemi seviyorum(+)
Ben babamı seviyorum(+)
Devamında,anne ile babanın arasındaki bağın da (+) pozitif yani olumlu olması gerekir.Sözü edilen ilişkinin yönü (-) ise,yani olumsuz ise bir tutarsızlık vardır.
Anne ile çocuk veya baba ile çocuk arasındaki sorunlar çözülebilir.Ancak,bazı anne-babalar bir çocuk kadar da olsa makul düşünemedikleri için sorunlar çığ gibi çoğalır,gider...Halbuki çocuklar ne kadar çok seviliyordur! Evde her şey yolunda giderken çocuklar baştacı,ayrılık söz konusu olunca birer ayak bağıdır.
Ayrılık durumunda çocuklar iki şekilde kullanılmaya mahkûmdurlar: Çocuğu hangi taraf aldı ise,en kısa zamanda karşı tarafa nefret duymasını temin etmek.İkincisi,yüreği cız etse de çocukları karşı tarafa terk edip,kendi yoksunluğunu hissettirerek kendi kıymetini bildirmeye çalışmak...Bu iki tavrın dengeli ve sağlıklı bir orta noktasını uygulayabilmek ne yazık ki pek mümkün olmuyor.
Hangisi Yetişkin ?
Anneler bazen çocuklarına ilişkin sorunları dile getirerek çözüm önerisi bekliyorlar.Okula ilgisizlik,söz dinlememe,başarısızlık,şımarıklık,içe kapanıklık,istenmeyen davranışlar ve benzeri...Sohbet biraz derinlere indiğinde ise,maalesef şu kanaat hâsıl oluyor: "Çocuklar gerçekten dayanıklılar.Hatta bazen öyle olgun bir tavır takınabiliyorlar ki,adeta bir psikolog gibi anne ya da babalarını dinleyip,anlayış gösterip,onları yönlendirip yuvanın dağılmasını önlemeye çabalıyorlar."
Aslında durum çok basittir.Beş yaşındaki bir çocuk ne annesinden ayrılmak ister ne de babasından.Kime sözünü dinletebilecekse ona boyun eğer."Anneciğim beni seviyorsan ne olur babamdan ayrılma!" diye yalvarır.
Ergen olmuş bir evlat,her ikisini de karşısına alıp "siz ayrılacaksanız ikinizin de yüzüne bakmam veya beni yok bilin" diye haykırabilir.Kendini bilen insanlar için evlatlarından bu tür sözler duymak ne utanç vericidir.
Ve şüphesiz ve mutlaka karşı taraf suçlu,kendisi masumdur.Farkına varmadan bir karar verirler: "Boşanmalıyım.Anam-babam bana sahip çıkar,çocuklarıma onun yokluğunu hissettirmem." Erkek ise kısa zamanda ideal eş ve evlilik hayalleri,kadın da bir iş bulup kendi ayakları üzerinde durma,yani bağımsızlığını kazanma fantezileri kurar durur.Süreç artık başlamıştır.Adeta bir bilim adamı gibi,ev içinde cerayan eden tüm süreçler,bu tür yargıların desteklenmesi için delil olarak hafızalara kazınır.
Ayrılık gerçekleşip murat hâsıl olduğunda(!) ise,ortaya çıkan tablonun insanı mutsuz etmenin çok ötesinde,ciddi rûhi bunalım ve hastalıklar için çok elverişli bir zemin olduğu ve ikinci evliliklere rağmen birinciye ait sorunların kişileri mutsuz etmeye yetip arttığı da tecrübe edilmiş olur.
İyi ki "kader" tesellisi var! Yoksa insanın başını taştan taşa vurası gelir.
Paylaşa Paylaşa Artan Dertler
Tek taraflı da olsa,aile sorunlarına ilişkin görüşmelerde,meslekî manada psikolojik danışma yapılırken şu olgu çok dikkatimi çeker:
Daha ziyade hanımlar, "dertler paylaşa paylaşa azalır" zihniyetiyle,pek çok arkadaşlarıyla bu özel mevzularını konuşurlar.Kendi aile efradı da dahil olmak üzere,bazı kişilere dayanırlar,"doğru" yaptığına dair kuvvetli destek alırlar.Hatta "O öyle yapıyorsa sen de böyle yap!" diye misilleme tavsiyeleri alınır.Yemek tarifi gibi kocaya karşı koyma yöntemleri öğrenilir.Karşı taraf birlikte yargılanır,kesin suçluluğu tescil edilir,onaylanır.Bu arkadaş/sırdaş danışmanlara göre onun hataları incir çekirdeği kadar önemsizdir.Karşıdakinin ise dağlar gibi...
Bu arkadaş-sırdaş-danışman konusu bizde gerçekten sosyal bir yaraya dönüşmeye başlamıştır.Bir anda onlarca tavsiye sıralayıveren bu insanların çok ama çok büyük çoğunluğu bilgelik ve ferasetten yoksun oldukları için kaç yaparken göz çıkarırlar.Dahası,karşısındakinin acısını,dertlerini kendi yarası için pansuman olarak kullanarak rahatlarlar.Yüzleri buruk olsa da içten içe haz duyarlar yani.Kendi yapmak isteyip yapamadıklarını tavsiye ederler.Bu yüzden genellikle sertlik,saldırganlık yanlısıdırlar.Ya da kendilerinin hep hayalini kurdukları her şeyi bir anda değiştirecek sihir-büyü gibi gayrimeşru yollara yöneltirler.
Böyle hanımların karşılarına gerçekten onlara yardımcı olabilecek profesyonel bir danışman ya da feraset ehli bir salih dost çıkmazsa işi gerçekten zordur.Eleştiriye veya hataları ile yüzleştirmeye hafiften başlanmalıdır.Yoksa yüzü allak bullak olur!
Bu aşamayı başarılı geçirip,hataların farkına vardırıp,ikna edip,sıra eşi ile ilişkisini yeniden düzenleme önerilerine geldiğinde,aslında sonradan kadının teselli bulma maksadıyla anlatıp,farkına varmadan kendini hapsettiği aşılması güç bir duvar karşısına çıkar.Bu,"Başkaları ne der?" duvarıdır.Şöyle düşünür:"Ben herkese onu öyle kötüledim ki,şimdi geri dönemem.Dönersem aptal olduğumu düşünürler veya onların yüzüne bakamam!"
Eşiyle tekrar barışma kararı alan bir hanım şu noktada kilitlenmişti:"Bu kararımı babama nasıl söyleyeceğim?" Oysa bir babanın böyle bir karara kızması değil,destek olması gerekmez mi?Bir kez daha denemekten ne kaybedilir ki.Atalar boşuna dememişler:İnsan ne çekerse dilinden çeker...
Karşımıza geçimsizlik kaynağı olarak getirilen sebeplerin içeriğine bakıldığında,çoğunun ne vicdana ne de kitaba uymadığını esefle görürüz.Anlaşmazlık sebebi olarak gösterilen buzdağının ana maddesi,nefsin bir balon gibi şişirilmiş olmasıdır.Enaniyet hissi,benlik duygusu,kendine reva veya layık görülen dünyalık miktarı veya muamele tarzı...Sahi,bizim tasavvuf diye bir kavramımız vardı değil mi ?
Arayana Bahane Çok
Başkalarıyla kendini mukayese etmek,başkaları üzerinden kendi ilişkilerimizi yorumlamak ciddi bir mutsuzluk kaynağı olabiliyor.Üzerinden yıllar geçse bile bu sebepler aile tarihi içerisinde dipdiri ayakta tutuluyor.
Yeni doğan çocuğa isim verme meselesi - kocanın bir süre işsiz kalması veya çalışma hayatının düzenli olmaması - doğum yaptığında bilezik alınmaması - eltiye daha ihtişamlı bir düğün yapılıp kaliteli eşyalar alınması - emekli olan kocanın evde ona-buna karışarak varlığını hissettirmesi - bazı kocaların ev işlerine yardım etmesi,kendi eşinin kaytarması - çocukların derslerine yardımcı olmama - gezdirmeme - sülaleden herhangi birini eleştirme - tasarrufa zorlama - dilediği eşyaları almasına izin vermeme vs. vs...
Daha buna benzer birçok konu alt alta toplanıp,çıkan sonuca "şiddetli geçimsizlik" adı veriliyor! Tabii ki çok gezmek,çok tv seyretmek gibi gayrı ciddi olanların yanı sıra,aldatma gibi çok ciddi sebepler de var.
İnsan bazı gerekçeleri duyduğunda,içinden "sen tam dayaklıksın" veya "seni huzur dürtüyor" diye düşünmekten kendini alamıyor.
Ne hayallerle evleniyor insan.İdeal bir baba,mükemmel bir kadın olacağını,üstün vasıfları sayesinde baş tacı edileceğini umarak,çoğunlukla da severek-anlaşarak yuvalar kuruluyor.Kısa sürede nikâh masasına oturanlar olduğu gibi,yıllarca arkadaşlık(!) ederek birbirini tanıdıktan sonra da evleniliyor.Niyetler güzel,başlangıçlar güzel.Peki ya sonra ?...
Sonra mutluluk coşkusu nasıl oluyor da bir huzursuzluk kâbusuna dönüşüyor? Akıl almaz yıpratma senaryoları icat olunuyor,nasıl "aile" olarak adlandırılan ulvi kavram psikolojik bir savaş ortamında katlediliyor ?
Eşler birbirine öyle nahoş muamelede bulunabiliyor ki,yıllarca güzel geçinmiş iki insan günün birinde eşine "seni hiç tanıyamamışım" diyebiliyor. Evlilik sürecinde gerçekten de değişime uğruyoruz,yani mecburen değişmek zorunda bırakılıyoruz!...Neden ?
Bırakın başkalarını,Allah rızası diyerek,Peygamberimizin Sünneti diyerek,ibadet niyetiyle kurulan yuvalardan dahi kara dumanlar tütüyor.Umduğunu bulamayanlar,hayal kırıklığına uğrayanlar,sonradan aklı başına gelenler,gözü açılanlar,rahatı sindiremeyenler...
Çocuklar Ne Olacak ?
İster kavga-gürültü devam etsin,ister boşanmayla sonuçlansın,nihayetinde olan çocuklara oluyor.Bir denge kuralı vardır,çocuk düşünür:
Ben annemi seviyorum(+)
Ben babamı seviyorum(+)
Devamında,anne ile babanın arasındaki bağın da (+) pozitif yani olumlu olması gerekir.Sözü edilen ilişkinin yönü (-) ise,yani olumsuz ise bir tutarsızlık vardır.
Anne ile çocuk veya baba ile çocuk arasındaki sorunlar çözülebilir.Ancak,bazı anne-babalar bir çocuk kadar da olsa makul düşünemedikleri için sorunlar çığ gibi çoğalır,gider...Halbuki çocuklar ne kadar çok seviliyordur! Evde her şey yolunda giderken çocuklar baştacı,ayrılık söz konusu olunca birer ayak bağıdır.
Ayrılık durumunda çocuklar iki şekilde kullanılmaya mahkûmdurlar: Çocuğu hangi taraf aldı ise,en kısa zamanda karşı tarafa nefret duymasını temin etmek.İkincisi,yüreği cız etse de çocukları karşı tarafa terk edip,kendi yoksunluğunu hissettirerek kendi kıymetini bildirmeye çalışmak...Bu iki tavrın dengeli ve sağlıklı bir orta noktasını uygulayabilmek ne yazık ki pek mümkün olmuyor.
Hangisi Yetişkin ?
Anneler bazen çocuklarına ilişkin sorunları dile getirerek çözüm önerisi bekliyorlar.Okula ilgisizlik,söz dinlememe,başarısızlık,şımarıklık,içe kapanıklık,istenmeyen davranışlar ve benzeri...Sohbet biraz derinlere indiğinde ise,maalesef şu kanaat hâsıl oluyor: "Çocuklar gerçekten dayanıklılar.Hatta bazen öyle olgun bir tavır takınabiliyorlar ki,adeta bir psikolog gibi anne ya da babalarını dinleyip,anlayış gösterip,onları yönlendirip yuvanın dağılmasını önlemeye çabalıyorlar."
Aslında durum çok basittir.Beş yaşındaki bir çocuk ne annesinden ayrılmak ister ne de babasından.Kime sözünü dinletebilecekse ona boyun eğer."Anneciğim beni seviyorsan ne olur babamdan ayrılma!" diye yalvarır.
Ergen olmuş bir evlat,her ikisini de karşısına alıp "siz ayrılacaksanız ikinizin de yüzüne bakmam veya beni yok bilin" diye haykırabilir.Kendini bilen insanlar için evlatlarından bu tür sözler duymak ne utanç vericidir.
Ve şüphesiz ve mutlaka karşı taraf suçlu,kendisi masumdur.Farkına varmadan bir karar verirler: "Boşanmalıyım.Anam-babam bana sahip çıkar,çocuklarıma onun yokluğunu hissettirmem." Erkek ise kısa zamanda ideal eş ve evlilik hayalleri,kadın da bir iş bulup kendi ayakları üzerinde durma,yani bağımsızlığını kazanma fantezileri kurar durur.Süreç artık başlamıştır.Adeta bir bilim adamı gibi,ev içinde cerayan eden tüm süreçler,bu tür yargıların desteklenmesi için delil olarak hafızalara kazınır.
Ayrılık gerçekleşip murat hâsıl olduğunda(!) ise,ortaya çıkan tablonun insanı mutsuz etmenin çok ötesinde,ciddi rûhi bunalım ve hastalıklar için çok elverişli bir zemin olduğu ve ikinci evliliklere rağmen birinciye ait sorunların kişileri mutsuz etmeye yetip arttığı da tecrübe edilmiş olur.
İyi ki "kader" tesellisi var! Yoksa insanın başını taştan taşa vurası gelir.
Paylaşa Paylaşa Artan Dertler
Tek taraflı da olsa,aile sorunlarına ilişkin görüşmelerde,meslekî manada psikolojik danışma yapılırken şu olgu çok dikkatimi çeker:
Daha ziyade hanımlar, "dertler paylaşa paylaşa azalır" zihniyetiyle,pek çok arkadaşlarıyla bu özel mevzularını konuşurlar.Kendi aile efradı da dahil olmak üzere,bazı kişilere dayanırlar,"doğru" yaptığına dair kuvvetli destek alırlar.Hatta "O öyle yapıyorsa sen de böyle yap!" diye misilleme tavsiyeleri alınır.Yemek tarifi gibi kocaya karşı koyma yöntemleri öğrenilir.Karşı taraf birlikte yargılanır,kesin suçluluğu tescil edilir,onaylanır.Bu arkadaş/sırdaş danışmanlara göre onun hataları incir çekirdeği kadar önemsizdir.Karşıdakinin ise dağlar gibi...
Bu arkadaş-sırdaş-danışman konusu bizde gerçekten sosyal bir yaraya dönüşmeye başlamıştır.Bir anda onlarca tavsiye sıralayıveren bu insanların çok ama çok büyük çoğunluğu bilgelik ve ferasetten yoksun oldukları için kaç yaparken göz çıkarırlar.Dahası,karşısındakinin acısını,dertlerini kendi yarası için pansuman olarak kullanarak rahatlarlar.Yüzleri buruk olsa da içten içe haz duyarlar yani.Kendi yapmak isteyip yapamadıklarını tavsiye ederler.Bu yüzden genellikle sertlik,saldırganlık yanlısıdırlar.Ya da kendilerinin hep hayalini kurdukları her şeyi bir anda değiştirecek sihir-büyü gibi gayrimeşru yollara yöneltirler.
Böyle hanımların karşılarına gerçekten onlara yardımcı olabilecek profesyonel bir danışman ya da feraset ehli bir salih dost çıkmazsa işi gerçekten zordur.Eleştiriye veya hataları ile yüzleştirmeye hafiften başlanmalıdır.Yoksa yüzü allak bullak olur!
Bu aşamayı başarılı geçirip,hataların farkına vardırıp,ikna edip,sıra eşi ile ilişkisini yeniden düzenleme önerilerine geldiğinde,aslında sonradan kadının teselli bulma maksadıyla anlatıp,farkına varmadan kendini hapsettiği aşılması güç bir duvar karşısına çıkar.Bu,"Başkaları ne der?" duvarıdır.Şöyle düşünür:"Ben herkese onu öyle kötüledim ki,şimdi geri dönemem.Dönersem aptal olduğumu düşünürler veya onların yüzüne bakamam!"
Eşiyle tekrar barışma kararı alan bir hanım şu noktada kilitlenmişti:"Bu kararımı babama nasıl söyleyeceğim?" Oysa bir babanın böyle bir karara kızması değil,destek olması gerekmez mi?Bir kez daha denemekten ne kaybedilir ki.Atalar boşuna dememişler:İnsan ne çekerse dilinden çeker...
Karşımıza geçimsizlik kaynağı olarak getirilen sebeplerin içeriğine bakıldığında,çoğunun ne vicdana ne de kitaba uymadığını esefle görürüz.Anlaşmazlık sebebi olarak gösterilen buzdağının ana maddesi,nefsin bir balon gibi şişirilmiş olmasıdır.Enaniyet hissi,benlik duygusu,kendine reva veya layık görülen dünyalık miktarı veya muamele tarzı...Sahi,bizim tasavvuf diye bir kavramımız vardı değil mi ?
Arayana Bahane Çok
Başkalarıyla kendini mukayese etmek,başkaları üzerinden kendi ilişkilerimizi yorumlamak ciddi bir mutsuzluk kaynağı olabiliyor.Üzerinden yıllar geçse bile bu sebepler aile tarihi içerisinde dipdiri ayakta tutuluyor.
Yeni doğan çocuğa isim verme meselesi - kocanın bir süre işsiz kalması veya çalışma hayatının düzenli olmaması - doğum yaptığında bilezik alınmaması - eltiye daha ihtişamlı bir düğün yapılıp kaliteli eşyalar alınması - emekli olan kocanın evde ona-buna karışarak varlığını hissettirmesi - bazı kocaların ev işlerine yardım etmesi,kendi eşinin kaytarması - çocukların derslerine yardımcı olmama - gezdirmeme - sülaleden herhangi birini eleştirme - tasarrufa zorlama - dilediği eşyaları almasına izin vermeme vs. vs...
Daha buna benzer birçok konu alt alta toplanıp,çıkan sonuca "şiddetli geçimsizlik" adı veriliyor! Tabii ki çok gezmek,çok tv seyretmek gibi gayrı ciddi olanların yanı sıra,aldatma gibi çok ciddi sebepler de var.
İnsan bazı gerekçeleri duyduğunda,içinden "sen tam dayaklıksın" veya "seni huzur dürtüyor" diye düşünmekten kendini alamıyor.