Sevgiliye Mektuplar...(:

Sen...Yüzümdeki gülüşlerin,ellerimdeki terlemenin,yüreğimdeki deli atışın sebebi...Her gece uykum,her sabah güneşim.Yıldızım,ay'ım,akan kanım.Bitmeyen masalım.Bahçedeki çiçeğim,çiçekteki rengim.Gökyüzüm,denizim,mavim sen...
Sevdamın adresi,aşkımızın menzili,içkimdeki tat,yaşadığım hayat sen...Sebebim,niyetim,geleceğim,geçmişim,bilinmezl iğim,belirsizliğim,kararlılığım,kararsızlığım sen...Bitmez yolculuğum,sonsuzluğum.Sen,gözüm,elim,yüreğim.Bebe ğim sen...
Hani gidecek olsan,yollarına sererim tüm kır çiçeklerini.Bilirim basamazsın çiçeklere de yine kalırsın benimle.Üzülecek olsan,içim erir,kalırım öyle.SENİ ÜZEN BİŞEY BENİ BİN ÜZER İNAN.Kırıyorsam seni,bu benim dengesizliğimdendir,şaşırmışlığımdandır.Kendimle kavgalıyım ben.Bir yanım sana tutkun,bir yanım çok bencil.Kayboluşlara vuruyorum kendimi,seni üzdüğümü bilmeden.Her kayboluşum yara açıyor sende biliyorum.Ah ben,nasıl da vurdumduymaz olabiliyorum bazen...Bakma bana birtanem,içimdeki aşkın büyüklüğünü ölçme bunlarla.Seviyorum diyorsam seni,öyle.Gereğinden fazla 'erkeğim'bazen,bağışla...
Seni bilirim ben,bir tek seni.Seni söylerim,seni duyarım her yerde ve her zaman.Sensiz olmaya gücüm yok artık,sensizliğe katlanmak benim harcım değil.Seni her şeyinle,ay parçası yüzünle,duruşunla,gülüşünle,bakışınla,konuşmanla,ç ocukluğunla,olgunluğunla,kızgınlığınla,şaşkınlığın la,güçlülüğünle,zayıflığınla kabul etmişim bi kere.NE DEĞİŞ,NE DE DEĞİŞTİR BENİ.Biz böyle sevdik birbirimizi.Seni sen yapan ne varsa kabulümdür hepsi.
Seni özlemek diye bir şey de var bu hayatta ve bu bazen öylesine dayanılmaz oluyor ki...YOKLUĞUNU YAŞAMAYI BECEREMİYORUM,ÜZGÜNÜM.İçimdeki o 'fazla erkek'yokluğunda çekiliyor bir köşeye ve ben güçsüzlüğümle başbaşa kalıyorum.Katlanamıyorum anla,sensizliği 'yok' hükmünde sayıyorum.Sensizlik diye bir şey yok,öyleyse sensiz kalmak da yok.
Şimdi hangi denizin kıyısındaysan,hangi göğün altındaysan önce o sonsuz maviliğe sonra da başını yukarı kaldırıp yıldızlara bak.Aşkımı,yüreğimi,içimdeki seni mavilere yükleyip gönderiyorum,tut onu.Tut ve bırakma...Ben maviyi sende buldum,beni BAŞKA RENKLERLE KANDIRMA...
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Bırakıp gitmek istiyorum her şeyi, herkesi… Yüreğim yanıyor, içim acıyor. Canım çok yanıyor Tanrım… Elimde bir oyuncak, çocukluğuma geri dönmek istiyorum. Sorumsuz, sorunsuz, mutlu… Okadar uzak ki umut ettiğim şeyler bana. Okadar zor ki bu yüreğin tamiri. Bir tanem, bebeğim, gözlerini, bana sarılmanı özledim. O kadar özledim ki seni, isyan edesim geliyor. Sen şimdi kaçıncı uykunda, sarılıyorsun yanındaki bedene. Mutlu musun? Ben aklına geliyor muyum? Düşünüyor musun beraber geçirdiğimiz saatleri? Ona da bana baktığın gibi sevgi dolu bakıyor musun? Ona da bana sarıldığın gibi sıkı sıkı sarılıyor musun? Ona bakarken de gözlerin parlıyor mu? Ben yalnız ben çaresiz, senin bana gelmeni bekliyorum. Karşılık beklemeden, sadece beni sarmanı beklerken, seni sevmeye, seni içimde büyütmeye devam ediyorum… Sen biriciğim, sevdiğim, meleğim… O kadar işledin ki içime, o kadar tanıdıksın ki, bırakamıyorum unutamıyorum seni!!! Ne yapacağımı, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Sadece bana gelmeni, bana sarılmanı bekliyorum, küçük bir çocuğun sevgi beklediği gibi… Geldiğinde, yüzümü gömeceğim göğsüne, doyasıya sarılacağım sana… Yine alacağım o sevgi dolu yüzünü ellerimin arasına. Bana sarıldığında nefes bile almayacağım, ürkütmemek için seni. Sen yeter ki gel, yeter ki sevgini esirgeme benden. Yine git sonunda ,istersen. Sesimi çıkartmayacağım…
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Bir başıma bu kentin sokaklarında yürüyorum.Üşüyorum.Ne kadar uzaksan bana o kadar soğuyor hava.Sen yoksan,sıcaklık hep mevsim normallerinin altında.Bu yüzden meteoroloji raporları bile umrumda değil.Kar mı yağıyor yoksa yağmur mu,bana ne?Ben senin hasretinle sırılsıklamım zaten,daha ne kadar ıslanabilirim ki?
Burada mısın değil misin belli değil.Bazen gidişlerin kahramanı oluyorsun,bazen sonsuz kalışların.Doyumsuz gecelerdesin kimi zaman,bazen de yalnız karanlıklardasın.Bitmek bilmez bir şarkısın;ama,ben mi notaları yanlış basıyorum da sen bu şarkıyı söylemiyorsun?Neden susuyorsun?
Aşkın sessizliği ne kadar korkunç olur bilir misin?Bir tek kelimeye hasret geçen gecelerin hesabını soracağın kimse de yoktur üstelik.Kendi kendiyle konuşana deli derler ya,beni çoktan akıl hastanesine kapatmaları gerekirdi.Hem de iflah olmaz hastalar bölümüne...
Yokluğuna alışmaktan korkuyorum,ne kadar kötü...Yokluğunu yürüyorum sokaklarda.Yokluğunu içiyorum kadeh kadeh.Hiç gelmeme ihtimalin bir idam mahkumuna dönüştürüyor beni.Hiçbirşey yapmadan beklerler ya hücrelerinde,ölümün soğuk nefesini hissederek...Anlamlı olan bir şey yoktur onlar için.Belki de bir an önce ölmektir akıllarından geçen,bu bekleme işkencesi bitsin diye...Bu yokluk hissi öldürecek beni...
Gelebilme ihtimalin ise yüreğimdeki kuşları havalandırıyor,kanat seslerini duy.Gelmek iste yeter ki,yorulmayasın diye kuşlarım taşır seni bana.Bir görsem yüzünü,ah bir dokunsam sana...Göreceksin,sevdanın çiçek çiçek açtığını,umudun bir yangın gibi alev alev ikimizi birden sardığını.Anladım ki mümkün değil seni sensiz yaşamak.Ben o gönlü genişlerden değilim.Madem içimdesin,yüreğimde taşıyorum seni,o zaman yanımda da olmalısın.Sensiz yaşanmayacak bu aşk ötesi yok.
Şimdi yalnız geceleri seviyorum.Seni yıldızlarda buluyorum.Daha bir dayanılır oluyor sensizlik sancısı.Mümkünü yok çıkmayacaksın aklımdan,bu yüzden gece,el ayak çekilmişken,hiçbir ses yokken seni düşünmek(yokluğunu değil ama)daha iyi.Bütünüyle sen oluyorsun o zaman her yerde.Ne kadar yakışıyorsunuz birbirinize,sen ve gece...ZAMAN GEÇER,HERŞEY UNUTULUR,BİR ÖRTÜYLE KAPLANIR ACILAR,AMA...''BİR TEK SENİ UNUTAMAM''...
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Hiçbir duygumu ertelemedim ben. Yaşayacağım hiçbir şeyi sonraya bırakmadım. Sonra diye bir şeyin olmadığını biliyorum çünkü. Hep yarına dair hayaller kurmak, gelmesi mümkün olmayacak zamanları beklemek benim işim değil.



Aşk zamana meydan okur ama sen karşı koyamazsın ona. Orada durup öylece bekleyemezsin geleceği. Bir adım atmalısın, bir el uzatmalısın aşka doğru..!

Aşkın anahtarı cesaret değil mi yar? Cesur olmak gerekmez mi bir sevdayı yaşamak, büyütmek için?

Kaç gece yalnız geçti hesaplasana... Kaç gece bir sonraki günü düşünerek geçti. Neler yapabilirdik, neler yaşayabilirdik düşünsene..! Her sabahı birlikte karşılamak vardı seninle. Gözünü açar açmaz ilk gördüğün şey ben olurdum ve sen benim yüzümde mutluluğu görürdün.

Bu kentin sokaklarında el ele dolaşabilirdik. Girmediğimiz sokak kalmazdı. Bakışlara aldırmadan sokağın ortasında sarılıp öpebilirdim seni.

Bir şarkıyı sözlerini bilmesek bile bağıra çağıra söyleyebilirdik. Sonra bir filme gider, bir kitap okur, bir martının bir lokma simit kapabilmek için vapurların peşinden bıkmadan uçuşunu izleyebilirdik.Paylaştığımız her an beynimize bir daha çıkmamak üzere kazınırdı. Özlerdik birbirimizi delicesine. Bir saati yalnız geçirsek, bir sonraki saati iki saatlik yaşardık.

Peki biz ne yaptık. Aşkı bir bekleyişin sırtına yükleyip ona sadece uzaktan bakmakla yetindik. Her an aşkı yaşamak varken, her gün birbirimizi yeniden keşfetmek varken, bu yolda birer kaşif olmak varken sürgünleri yaşamaya mahkum ettik birbirimizi. Bu sürgünlüğe son vermenin zamanı geldi artık. Sana huzur vaat etmiyorum. Aşkta huzur arayan yanılır. Ben tutkunun, en koyu sevdanın sözcüğüyüm. Onlar adına konuşuyorum.

Gözlerinin içine bakıp "Seni Seviyorum" demek istiyorum. Aşkın akışına kapılıp hiçbir kaygı duymadan gidebildiğim yere kadar gitmek istiyorum. Kokunu içime çekmek, teninin sıcaklığıyla irkilmek istiyorum. Yaşama senin adınla anlam katmak, mutluluğu bulmak ve bir daha kaybetmemek istiyorum.

Seni istiyorum eey yar!

Canıma bir can daha katmak için, ruhumun yalnızlığına, yüreğimin acısına son vermek için, daha mavi bir deniz, daha mavi bir gökyüzü, daha mavi bir sevda için...

Seni İstiyorum, Yarın, Öbür Gün, Öbür Hafta, Öbür Ay, Öbür Yıl değil..... Şimdi!
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Senin varlığındı kalbimin kapılarını açan, sendin anahtarı kalbimin. Ne kelimeler yeter anlatmaya, ne de kağıt kabul eder kalemden dökülenleri. Sadece yaşadığım anlardan kalan anılarım yetebilir seni anlatmaya…



Aşk yok, aşka inanmam dediğim anlarda çıktın karşıma. Önce gülüşündü seni bana çeken, sonrasında o gülüşün altındaki yaralı yüreğin…

O gün, hani seni gördüğüm ilk gün; tren istasyonunda yağmur altında saatlerce oturduğumuz ilk gün. Sözde tren beklerken onlarcası geçip gitmişti de aldırmamıştık. Yağmur bedenimi ıslatırken, her damlada bir kat daha sana aşık olduğum gün… Yaşama döndüğüm, aşkın varlığının kanıtını gördüğüm gün…

Ve sonra…. Sonu olmayan bir yaşam içinde asla gecesi olmayan bir gün gibi doğdun hayatıma. Oysa senden once “yağmurlar bile isyan ederdi akıttığım yaşlara onlar bile benim kadar ağlayamazdı”. Ya bu ben değilim, yada zaten ben bende değildim… Hayallerde yaşatılabilirdin, bir rüyada yer alabilirdin, belki de bir masal karamanı olabilirdin ama benim olamazdın...

Sen gideli iki gün oldu.. Asırlara bedel iki gün.. Ellerim ceplerimde caddelerde yürüyorum. Birlikte dinlediğimiz şarkılar kulağımda. Ya da odama kapıyorum kendimi, görmek istemiyorum senden başkasını. O kadar çok alışmışım ki sana. Senin üzerine kurulmuş tüm hayallerim. Sen gittin, ben bittim, hayallerim yok artık geleceğe dair...

Bil ki; içimde her zaman sıcacık kanayan bir yara olarak kalacaksın. Sana istediğim zaman söyleyemeyeceğim belki sevgimi ve ulaşamayacak uzattığım ellerim ellerine. Ama ne olursa olsun sana olan sevgim her an artarak yaşayacak bende." ......

İşte bitti; “Vazgeçtim Senden” ve belki de seninle birlikte kendimden…
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

İnsanın içine işleyen bir ayaza ev sahipliği yapıyorsan, aklıma geldiğinde yayılan sıcaklığın, dışarıda iki metre karı bile eritebileceğini düşünüyorsam, Odanın bütün duvarlarında senin yüzünü görüp,bana baktığını hissediyorsam, Ve bu beni her gün hep aynı şekilde heyecanlandırıyorsa, İçtiğim çayın şekeri, kahvaltımın her lokması sen oluyorsan, Sevdiğin şarkıyı başa alıp, defalarca dinleyebiliyorsam, O şarkının her sözüne seninle ilgili bir anlam yükleye biliyorsam, Yorucu bir günün sonunda hayalin ile enerji doluyorsam, Ve o enerji ile hiç dinlenmeden günlerce çalışabileceğimi hissediyorsam , Uykudan yüzümde mutlu bir tebessüm ile kalkıp, benimle birlikte uyanan güne senin adını verebiliyorsam, Gün boyu saatleri, dakikaları sayıp “ neden geçmiyor bunlar?” diye hayıflanıyorsam, Ve Hep seni bulacağım günü bekliyorsam, Yazı yazarken seni düşünmekten kendimi alamayıp, aynı satırları defalarca tekrar yazıyorsam, Sonra sana bunu anlattığımda ne kadar güleceğimizi düşünüp keyifleniyorsam, Seninle ilgili planlar yapıyorsam, Sadece varsayımlara dayalı olsa bile, o planları mükemmelleştirmek için her ayrıntıyı dakikalarca düşünüyorsam, Yüzyıllardır sevgililerin kullandıkları klasik sözcükleri benim duygularımı anlatmaya yetmediğini fark ediyorsam, Ve yinede bunları söylemekten hiç ama hiç bıkmıyorsam, Aşkımın coşkusunu sana yansıttığında, senin de bana aynı coşku ile karşılık vereceğini hissediyorsam, Hayatının en anlamlı şeyi, NE ? diye sorduklarında tereddüt etmeden senin adını verebiliyorsam, Sen beni için vazgeçilmez olmuşsun demektir…!
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Özlemin alev alev yandığı saatler bunlar.Gün çekiliyor,ay parlıyor.Haydi,geleceksen şimdi gel.Umudunla,yüreğinle,sevdanla gel,yık karanlığımı.Hayata dair kötü olan ne varsa yık onları,beni yeni umutlara sürükle.Aşkın en koyusuna,en tutkulusuna götür beni.
Bin yıldır bekliyor gibiyim seni.Bin yıldır karanlık bir odada tek başıma oturuyorum sanki.Kim girip çıkmışsa hayatıma,kim talan etmişse yüreğimi hepsini silmek için gel.Bir tek sen kal içimde.Seni bileyim bundan sonra.Sevdan yetsin bana.Senin aşkınla yaşamak istiyorum artık,öyleyse gel,bekleme gel.
Seninle olmak,seni duymak,seni görmek,seni anlamak,seni yaşamak tarifsiz sevinçler yaratacak içimde biliyorum.Bu yüzden sesleniyorum sana.Dallarımdaki kurumuş yaprakları tek tek temizlemek istiyorum artık.Gelişinle yeniden yeşermek,yeni yapraklar açmak istiyorum.İster haber ver,ister verme;ama gel bekliyorum.
İstanbul'u sokak sokak geçip gel.Her sokakta kendi izini göreceksin,şaşırma.Nereye gittiysem seni de götürdüm yoktun;ama,yanımdaydın.Hep yüreğimde hep aklımdaydın.Seni İstanbulsuz,İstanbul'u sensiz düşünemedim.Gel,bu kentin tarihine en ölümsüz sevdayı yazalım.Nice aşka mezar olmuş İstanbul,bu kez kabul etsin yenilgiyi.Haydi gel,biz İstanbul olalım.
Korkma gel,başkalarında gördüğün ihanetler,ikiyüzlülükler,bitmek bilmeyen acılar yok bende.İlk kez bırak kendini kaygısızca.Yarını düşünmeden,'ya sonra'demeden gel.Kurtul seni saran tutsaklıklardan,sana yazdığım,seni yazdığım şiirleri okumak için gel.
Bak,günler anlamsızca geçip gidiyor.Oysa ömür dediğin şey üç günlük.Birlikte ve severek tüketmek varken günleri,böyle koyu karanlıkta kalmak niye?Gel haydi,sensiz geçen günlere bir yenisini daha eklemek istemiyorum.Özlem yanıyor alev alev.Özlemin ateşini söndürüp aşkın ateşini yakmaya gel.Bekleme artık,geleceksen şimdi gel.GEL Kİ...ADIN EKSİLMESİN DİLİMDEN...
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Nasıl başlanır bilmiyorum,yani daha önce hiç seninle kağıtlarda konuşmamıştım.
Ben daha önce hiç beni sana yazmamıştım .
Hasretmiş , bu ellere kağıt kalem tutturan demek ki.
Nefesini bu kadar yakınımda hissetmemiştim hiç.
Hasret ne anlama gelir bilmiyordum...
Şimdi nerdesin,ne yaparsın meraklardayım.

Hep bir haberin gelir diye gözlerim yollarda.Belki bir ses senden..Telefon yanıbaşımda...
Hiç bu denli senle dolmamıştı bu yürek.Hasretinmiş bu denli çağlayan içimde...Yavaş yavaş büyüyor özlemin , korkuyorum bir çığ olacak...

Bir bayan vardı bu sabah,sensiz,seninle sürekli gittiğimiz sahildeki bankta..
Kırık dökük bir aşk hikayesi dilinde,anlatan oydu,ben dinleyen oldum..
Dillendiremezdim seni , çünkü ne zaman sana dair bişey söylesem gittiğinden beri,gözyaşlarımı tutamıyorum.Belki de utanıyorum bilmiyorum.Senden başka bir omuzda ağlamamıştım hiç,sen gidene kadar.Başka birine ihtiyacım yok benim.Hep sendin,sensin hala

..Sadece sen..Başkasını isteniyorum...

Uzaklara dalmış nemli gözlerim,farkettiğimde ise o bayan gitmişti...
Hikayesi hayal meyal hafızamda...
Gözyaşlarımı yüreğime akıtmayı öğreniyorum yavaş yavaş..Seni onlarla besleyeceğim orada.Kimse beni ağlarken göremeyecek,senin dışında,senin yokluğunda...
Biliyormusun gariptir,bu mektubu nereye göndereceğimi bile bilmiyorum.

Nerdesin MAVİ SEVDAM...Sadece bir umut,sen bu yürekte olduğun sürece hiç tükenmeyecek bir umut ile yazıyorum , sarıldım kağıda kaleme.Nereye postalayacağım ise çok da önemli değil aslında..
Gittiğinden beri , hiç farkına varamadığım , varlığından haberdar bile olmadığım hisler eşlik ediyor bana.Özellikle daha bir karanlık gecelerde.Evet artık daha karanlık geceler.
Sendin ışığım
...İçimi kemiriyor tarifsiz duygular.Uykuya hasret kaldı gözlerine aç gözlerim.Hayal bile kuramıyorum artık , bırak rüya görmeyi.
O kadar özlemişim ki...

Gittiğinden beri o kadar seninle yanlızım ki...
Dudaklarım mühürlenmiş sanki,gözlerimde bir perde.Yürek sadece SANA acıktı SEVGİLİ...

Hiçbir şey avutmuyor beni,fonda bize yazılmış bir parça eşlik ediyor yokluğunda...
Sensizliğimle dans ediyorum.Yürek hıçkırmakta.Gözlerimden kan damlamakta...

Evet MAVİ SEVDAM , gittin...
Ne zaman dönersin bilmiyorum yada döner misin? Beni merak etme.Sen gittin ama yüreğimdeki sen asla gitmeyecek.Ben onunla yaşıyorum,her yeni güne onunla doğuyorum.Dönersen şayet,değişen hiçbir şey görmeyeceksin sana dair bende.Çünkü ben zaten sen gitmemişsin gibi yüreğimde seninle yaşıyorum...
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlayı ağlayı kör olurmuş.

Biliyor musun, iki gözüm; bugün ayın kaçı? Hangi mevsimdeyiz? Bahar mı, kış mı, sonbahar mı, yaz mı; inan farkında değilim. Sıla ne yana düşer, gurbet ne yanda? Nerdeyim, nasılım? Bilmiyorum.

Derdim, kederim ne ? Biliyor musun yanıtını?... Neşemi, sevimcimi, yaşama gücümü yitirdim. O coşkulu, mutlu, umutlu günlerimi ne de çok özlüyorum. Öylesine bir özlem ki bu; ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Sevdiklerim, özlediklerim ve bana dost olanların her biri başka bir yerde; hiç birine kavuşamıyorum.

Dalları fırtınada kopmuş bir ağaç gibiyiz iki gözüm. Her dalımız bir sınır boyunda, her yaprağımız bir ülkeye savrulmuş. Bir yanımız vizeli, bir yanımız kaçak. Çocukluğumu, ilk gençliğimi, geçmişimi, memleketimi velhasıl eskiye ait herşeyimi nasıl özlüyorum biliyor musun? Özümü özlüyorum, özümü.....Kendim olabilmeyi, sözümde durmak için verdiğim çabayı, kendime dürüst olmak için kendimle olan mücadelemi, özümle barışık yaşamayı özlüyorum. En iyi sen bilirsin, bir huyumu terk etmek için sarf ettiğim gayreti. Doğaya, insanlara, hayvanlara, çocuklara olan sevgimi, tutkumu ve yüreğimdeki ateşi, dimağımdaki tadı da en iyi sen bilirsin.

Zaman geçiyor, hayat geçiyor, ömrümde akşam çanları çalmaya başladı bile. İnsanın mutlulukları, heyecanları, hayatı, yaşadıkları geride kalıyor iki gözüm. Bizim gibileri yıllar geçtikçe daha bir duygusallaşıyor. Toplumların gittikçe bencilleştiği, duyarsızlaştığı dünyamızda olup bitenler beni hüzünlendiriyor. Acaba bu durumun bilincinde ve farkında olan çevremizde kaç insan var ? Binbir düşünce üşüşüyor beynime. Anılarla, özlemlerle boğuşmak beni yıpratıyor. İç acısıyla dolu, yaralı, bin yerinden vurgun yemiş bir gönülle acılara karşı umarsız olmaya çalışıyorum ama olmuyor. Belki bir gün son bulacak ufuklarda solar hüznümüz. Hala bir şeyler bekleyerek bulutsu bir sise gömülüyor her şey.

Şimdi ise, gülmek-ağlamak arası monoton bir hayatın girdabında kaldım. Üzerime ölü toprağı serpilmiş gibi. Silkinip çıkamıyorum. Gün ışığına, suya hasret bitkiler gibi tatsız ve tuzsuzum. İşte şimdi böyle bir insan oldum iki gözüm. Gayesiz ve huysuz . Evden sokağa her çıkışımda, penceremden dışarı her bakışımda, karabasan gibi çöken sis ve karanlık dokunuyor bana. Oysa ışık umut, umutsa hayat demektir. Ben mi o ışığı yitirdim, yoksa o ışık mı beni; bilmiyorum.

Nedense hep geçmişe bir özlem duygusu büyüyor içimde... İşte böyle iki gözüm. Hangi gündeyiz? Bugün ayın kaçı? Hangi mevsimdeyiz ? Bilmiyorum. Bilsem de, benim için artık hiç bir önemi yok..........

Uzun yıllar önce sevdamı yüreğime yükleyip geldiğim bu yabancı ülkede, koynunda volkanları taşıyan bir dağ gibi sustum. Suskunluğumu delicesine haykırmak isterken, içime ağuları akıttım ve öylece sustum. Kara bir diken gibi yuttum ve içime yığılıp öğlece kalakaldım. İçimdeki yangını, yüreğimdeki yarayı, gözlerimdeki damlayı sorma. Hasretlere dayayıp başımı, hüzünle geçip giden günlere, gecelere döndüm sırtımı iki gözüm. Yorgun, yetim ve yaralı. Gönlümün duvarına kocaman bir sevda resmi çizdim, bir de ateş yaktım ocağıma dağ gibi.Ki, okyanuslar söndüremez.

İnsanlar, var olalı beri kabullenmiş sevdayı. Herkes kendi sevdasının Mecnunu; kendi hasretinin delisi olmuş. Kendi hikayesini, kendi sevdasını en büyük sanmış ve saymış; büyütmüş yüreğinde dağ dağ. Sabır sabır beyninin gergefine işlemiş. Benim sevdam da benim için dünyanın en büyük, en kutsal sevdası....

Ben ki, sevdanın çöllerinde ayrılıkların en büyük hasretini çektim Leyla ‘mın. Ferhat oldum dağları deldim. Kerem oldum yaktım kendimi. Pir Sultan oldum asıldım, Nesimi oldum yüzüldüm. Kavuşmak için gönlümü yollara düşürdüm. Horlandım, ezildim, hakaretlere, işkencelere maruz kaldım.

Yüreğimdeki yangını, gözlerimdeki hicranı sorma iki gözüm. Acılarımı kimsesizliğime yükleyip, uzayıp giden yollara düştüm. Yorgun, yetim ve yaralı. Aşık oldum, yaktım kendimi. İçimde bin yangınla çıktım yola. Sevgilime şiirler yazmak, şarkılar bestelemek, türküler yakmak en büyük ibadetimdi. Kavuşmak ise en inanılmaz hayalim.

Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlayı ağlayı kör olurmuş.

Aşk olmasa iki gözüm, içimde biriktirdiğim bu yangın olmasa, dolmasa iliklerime aşkın hasreti, bu yangın yüreğimi sarmasa, avuçlarımı yakmasa bu ateş, akar mı damarlarımdaki kan! Bir gün kavuşmak hayali olmasa, nasıl dayanılır bu yaşama, bu kimsesizliğe, bu gurbete, bu hasrete iki gözüm, nasıl?

sorma
ben kimim, adım ne, nereden geldim
kim açtı bu kahrolası çukuru yüreğimde
kimi sevdim, kime özlemim
kaç yıl sevda doldu iliklerime
kaç yıl eksildim.

tut ki, bir pınarım suyu kesik
akamadım nazlı nehirlere tut ki
susturulmuş binlerce türkü
bastırılmış binlerce acıyım
baştanbaşa aşk ve ateş

tut ki, incinmiş bir gülüşüm
gecikmiş bir düş
bir ateşin çemberinde
yarım kalmış sevinçler kanayan

tut ki, kar altında sevincim
bütün mevsimlere küsmüşüm

kanadı kırık bir serçeyim tut ki
dağlarda koparılmış kınalı bir çiçek

ateşin zulmünü gördüm
suyun ihanetini
baştanbaşa aşk
baştanbaşa hasret
susturulmuş
milyonlarca türküyüm

bir sarı çiçek
bir sarmaşık belki
çözer dilini yüreğimin

ihanetlerin kilitlediği


Nuri CAN
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Sevgiliye Yazılan Mektuplar...
19 Mayıs 1951
ROSENBERGLER

Benim canım sevgilim
Beni saran kollarından koparken ne kadar isteksizdim ahh.. Ve hücreme yaklaşırken adımlarım nasıl geri geri gidiyordu bilsen... Hücre- sessiz acımasız ve umursamaz tavırlı sahibinin gidişinin farkında değilmiş gibi görünen ama sonunda döneceğini bilerek böbürlenen hücre orada beni bekliyordu. Dudaklarım konulmaz bir açlık içinde seninkilerle kenetleneli yalnızca üç gün oluyor. Daha üç gün önce yıllardır sevdiğim garip bir aşinalık garip bir yabancılık duyduğum sayısız geceler boyu yanında yattığım ve tatlı uyuduğum o varlığa kondu gözlerim. Takvime göre yalnızca üç gün bana sorarsan aradan birçok evren çağı geçti ve ben seninle sanki hiç konuşmadım da konuştuğumu düşte gördüm. Sevgilim "kendimden geçtim " derken benim yerime de konuşmuş oluyorsun. Tırmandığın basamaklar içeri girdiğimde beliren görüntün. Manny'nin kulağıma boğuk boğuk gelen sesi içinde bulunduğumuz oda .. Hepsi ve herşey öyle çılgın bir gümbürtüyle bilekşime aktı ki ağzımı açamaz oldum . Sonra fiziksel selamlaşmamızın acı veren eşsiz tadına daha tümüyle varmadan bununla birlikte içtikçe daha çok susadığımın bilekşinde olarak ayrıldığımı ve kaldırılmaz bir masanın aramIıda olduğunu gördum..!

Ahh Monsieur Je t'aime Je t'adore. Büyük yalnızlık duyan karın Ethel ( Ethel ve Julius Rosenberg'lerin hapishanede birbirlerine yazdığı mektuplardan oluşan "Rosenbergler" kitabından..
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Eylül 1976

FRAU VON STEIN'a

Neden sana acı çektiriyorum sevgilim?
- Neden hep ya sana acı çektirmek yada kendi kendimi aldatmakla geçiyor günler.
Biz birbirimizin hiçbirşeyi olmayacaktık; ama herşey olduk. Seninle böyle düpedüz konuşuyorum çünkü sen her bakımdan anlarsın.
Şu var ki ben herşeyi olduğu gibi görüyor ve bunun için de çIğrımdan çıkıyorum.
İyi uyu meleğim ve uyan!
Seni artık görmeyeceğim yalnız biliyorsun ya ben kalbimi ah hepsi saçma ne soylesem hepsi boş.
Yıldızları nasıl seyrediyorsam bundan böyle sana da öyle bakacağım demek!
Hele bir düşün bunu...


Wolfgang von Goethe(Goethe'nin Seçilmiş Mektupları kitabından)

Evet beni oraya götüren yıllardır aradığımnasıl gireceğimio kapıyı açacak tılsımlı sözcükleri aradığım gerçek ülkeme taşıyacak şifreyi sen buldun ve yine biliyorum ki senle gidecek.
Senin söylediğin gibi her şey bir arada olmuyor.Seni gördüğüm her günher geceher sabah gözlerime yerleşen o pırıltıyı senin de taşımanı istiyordum.Ben varken çalan telefonları çalıp yanında olduğumu söylemeni...

Bütün o kadınları en çok da bir zamanlar şimdi bu duyduklarımı sana yaşatan o kadını unutmanı istiyordum.
Yaşamın bana nasıl bıkkınlık verdiğini bu insanlardanyüreklerine kazınmış tüm bu kötülüklerdentelevizyonda görünce ağladığım savaşlardanyıkımlardanbu yoksulluktanbu ikiyüzlü insanlardan nasıl usandığımı bunları taşıyamayacak denli zayıf olduğumu anlamanı korkarak uyandığım gecelerde anlattıklarımı geçiştirip beni sakinleştireceğine hepsinin doğru olduğunu ama yanımda olduğunu söylemeni istiyordum.

Oysa sen haklıydınbunların hepsini yaşamıştın.Böylesine acı duyarakböyle her şeyimin sana çarpıp zedelenmesine izin vererek yaşayamayacağımı biliyordun.

Evet öğrendim.Şimdi bunca zaman sonra bana ne yapmak istediğini anlayabiliyorum.Söylediklerini yapıyorum bu dünyaya geri döndüm.Artık o hala hatırladıkça beni ürperten dalgalanmaları istemiyorumdakikalarca çalıp açılmayan telefonun sesini ya da makinedeki boğuk cümleleri ne zamandır duymuyorumbana her gün çiçekler gönderen biri varher gün gelen çiçekleri seviyorum dünyanın en güzel kadını olduğumu duymak hoşuma gidiyor

Evet haklıymışsın öğrenmem gereken tek şey buymuş
suyun üstündeki taşlara basarak yürüyüp gitmekiçine girmemek yansıyan görüntülere bakmamak.
Öyle yapıyorum işte her şey düz bir çizgide gidiyor beklenmedik bir şey yokşaşırtacak bir şey yok.O her gün aynı saatte arıyor.Aynı saate çiçekler geliyor armağanlar...Onun tam yanında duruyorum bu ne demek biliyor musun tam yanında durmak?

Bir kadın senin ancak arkanda durabiliyor sevgili.Kocaman görüntünün ardında bir yerde gölgenden seçilemiyor.Başkaları da var mı bunu asla bilemiyorsunbilemedim bence vardı hep vardı ama her keresinde ince söz oyunlarıyla yüzündeki gergin ifadeylegözlerinde yerleşen bıkkınlıklarla beni hep yalanladın.
Şimdi biliyorum;senin tek bir kadınlatek bir müzik parçasıyla mutlu olamayacağını her sabah kalktığında yeni bir heyecan duymazsan mutsuzluktan öleceğini biliyorum.

Bunu sana yaşatmak istedim.Gerçekten istediğim tek şey buydu seni her sabah uyandığında yeniden mutlu etmek.Böylece çılgınca görüntüler eşliğinde ama benle yaşamanı sağlamak.Oysa senin değişimlerine kapılmaktanonları izlemektenonları yorumlamaya çalışmaktan başka bir şey yapamadım ki...

Belki doğru yalan söyledim istediğim tek şeyin senle bu sonsuz maceraya girmek olduğunuher gün yeniden tek bir bakışlatelefonun çalmasıylaküçük bir kağıda yazılmış sözcüklerle kalp atışlarının hızlanmasınıbeklenmedik bir anda tam her şey yoluna girdi derken yerin ayaklarımın altından kayıvermesini bu sonsuz sarsıntıyı istediğimi söylerken yalan söyledim.

Ama beni senden iyi kim anlayabilir?

Belki de aslında hiçbir şey istemiyordum ne istediğimi ne düşündüğümü sözcükler halinde belirginleştiremiyordum bile...Birlikte saatlerce oturduğumuz o ilk gün seni seviyordum ve bunca zaman hep aynı hala aynı seni seviyorum doğrusu bu...

Sürekli bir duvara çarptımsürekli sanki görünmez bir el beni uzakta tutuyordu.Yapmak istediğim hiç bir şeyi yapamadım.Senin istediğin kadın bu nasıl bir şeydi bilmiyordumonu olmaya çalıştımyeter ki o duvar belirmesino görünmez el beni yine itmesin diye senin sevimli küçük kızınsenin küçük ******nsenin dostun evet bunları sende öğrendim.

Birinden delice sevdiğin birinden ayrılmak zorunda olmak ama ayrılırken onu da içinde götürmekiçinde ondan uzaklaştığın her adımda onun içinde büyüdüğünüiçine sığmadığını duymakkurtulmaya çalışmakiçinde tutmaya çalışmakboğulmak bütün bir dünyanınbütün görüntülerinanılarınçocukluk günleriningelecek düşlerininbugünün renklerinin siliniverdiği bir anda yine de ayrılmak zorunda olmak...

Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Eminim biliyorsundur.

İşte şimdi senden ayrıldım.Sanki o ilk ayrılık anında içime sığdırmaya çalışıp başaramadığım şey şimdi sakince duruyor.Zaman zaman kalbimi sıkıştırankarın boşluğundaki o bildik burkulmaya yol açanellerim titreten gözlerimin dolmasını sağlayan o olsa da eskisi gibi değilduruyor.Sanki içimde katılaşan bir ruh...

Bak artık ağlamıyorum.
Kendimi öldüreceğimden korkuyorlardıkendini öldürmek başka nasıl olabilir ki içindeki coşkuyuiçindeki çocukluğu içindeki mutluluğuiçindeki her şeye rağmen kendini verişi öldürmekten başka nasıl olabilir?

Bütün bunların olmadığı bir dünyaya geri döndüm.Hepimizin söylediği gibi hepimizin yaşadığı sürece söylenip durduğu başka şeyler söyleyip yine de onları değil bu katılaşan yüreğinizi bulduğumuz dünyaya geri döndüm.

Belki de tek isteğim birlikte bir şarkı söylemekti... Benim şarkımı basit sıradan sevimli bir şarkı ama söylemedin.
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Hèloise’den Abèlard’a

Yanıtlamadım mektubunu.
Yapamadım. Öyle perişandım ki...
Perişanlık değil de, utanç içindeydim.
Fark ettim ki , duygularımı açmasaydım sana,
bırakmayacaktın kendini.
Her zaman üstündün benden, hele duygularda...
Istırabının da böyle olacağını düşünmeliydim.
Sana yazmakla, yazmanı istemekle hata ettim.
Kabahatliyim.

Hala da mektubuna yanıt değil bu yazdıklarım.
Mektup denemezdi ki ona,
bir hıçkırıktı. Erkek kadının karşısında ağladığında,
babası, kardeşi, sevgilisi....kim olursa olsun,
çocuğu gibi oluverir kadının gözünde.
Ah! Seni rahatlatmak için ne yapabilirim?
Yüreğimdeki acı kalktı bağrıma çöreklendi.
Utanç içindeyim,
asla yok olmayacağını bildiğim bir utanç.
Beni bağışlamanı dileyemem senden.
Sevdana kuşkunun gölgesi düşer, istemem.
Bir haftadır, yedi gündür, mektubunu yanımda taşıyorum,
her götürdüğüm yerde suçluyor beni,
sanki sensin taşıdığım.
Artık yazmamak gerek diye düşünmüştüm.
Şimdi diyorum ki, gaddarlıktır, aptallıktır bu.
Olan oldu ikimizi de.
Açtığımız gibi iyileştirelim yaralarımızı. Mektup yazalım.
Seni böyle rahatlatırım ancak.
Beni böyle rahatlatırsın ancak.
Elimizde kalan azıcık mutluluğu yitirmeyelim.
Hayatımızı mahvettiler,
ama karışamazlar mektuplarımıza, onlara dokunamazlar.
Satırlarında kocam olduğunu okuyacağım,
karın olarak sesleneceğim sana.
Kağıt üzerinde daha da yakınlaşırız,
daha yumuşak, daha sıcak sesleniriz birbirimize.
Mutluymuş gibi yaşayan,
önce teklifsizleşen, ardından gaddarlaşan, sonunda kayıtsız kalan

inkar etme beni, kendini, ya da bizi.
Yaz bana, gizli düşüncelerini öğreneyim.
Yanında gezdireyim mektuplarını,
onları seni öptüğüm gibi öpeyim.
Kıskanmaya gücün varsa,
tek rakibin, öptüğüm mektupları kıskan.
Özensizce, düşünmeden, çekinmeden yaz bana.
Beynini değil yüreğini dinlemek istiyorum. Kadınca...
Beni sevdiğini duymadan yaşayamam artık.
Aşkın can damarı oldu hayatımın.

Küçücük bir kuş gibiyim.
Havam sensin, es üstüme.
Küçücük bir balık gibiyim.
Suyum sensin, ak üstüme.
Suskunluğun çöl olur bana.
Suskunluğunda boğulurum.

Görevimin başına dönüyorum şimdi.
İçim rahat gidiyorum, sayende.
Buraya sen gönderdin beni.
Bana ‘Ana’ diyorlar.
Senin ana olamam ki.
Karım demelisin bana.
Ben senin karınım
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Abèlard’dan Hèloies’e

Pek az insana nasip olmuştur,
Sevdiğimiz gibi sevmek. Pek azına nasip olmuştur...
Istırap içindeysem de müteşekkirim.
Acı içinde olmasam da şükran duyacaktım,
acımın sebebine sarılacaktım.

Ayrılık, sevdanın türbesidir derler.
Derler ki, uzun ayrılıklarda ölür gidermiş sevdanın sıcaklığı.
Madem öyle, neden azalmadı aşkımız, bir nebze bile?
Yokluğun durup dinlenmeden sevdamı hatırlatıyor sadece
Düşünmüştüm ki, seni görmezsem eğer,
Bir anı olursun, canım istedikçe belleğimde canlanan.
O da canım isterse...
Ama ne oldu?
Anılarıma gömdüm kendimi, teslim aldın benliğimi.
Düşünmüştüm ki, oruç tutarım, çok çalışırım,
küçülür gidersin anılarımda.
Oruçlar tuttum, gece gündüz çalıştım, durdum.
Ne fayda! Yalnızca senin gözlerini okuyorum kitaplarımda.

Bu saplantı canımı sıkıyor, itiraf ediyorum.
Sana rastlamadan önce yaptıklarıma döneyim diyorum.
Aristo’yla kavgaya tutuşuyorum.
Öğrencilerle noktanın virgülün tartışmasını yapıyorum.
Şimdi de oturmuş güya St. Paul hakkında yazıyorum.
Hepsi beyhude...Hiçbir yararı yok!.
Ne dualar, ne ağıtlar yardım edebilir, erkeğin kaybettiği erkekliğini geri getirmeye.
Ah! Ruhumun kırılgan kasesi, zavallı bedenim...
Neden ‘İlk Günah’ denen o bağnazlıkla sakatlandı gitti?
Böylesine sadık olup hüznümü artırma.
Gövden yapamaz belki ama,
bari düşüncelerinde ihanet et bana.
Ben artık Abelard değilim ki...
Sen de Heloise olma.
Gücendir beni. Bırak yabancılaşayım.
Tanrım! Nasıl da gıpta ediyorum,
sevgisi bizim gibi olmayanların mutluluğuna.

Nedir şu tutkulu halim benim?
Delikanlı heyecanıyla oturmuş yazıyorum.
İnsanın insana aşkı doruğuna vardığında,
Yanılmıyorum, eminim böyle olduğuna.
Kim yaşamışsa bu yoğun çılgınlık dakikalarını,
kim bu hain girdaba girip çıkmışsa,
dönüp durmuşsa kendi etrafında,
kim kimdir, ne nedir, unutuncaya kadar...
o aşağılık duygu kaplamışsa her yanını,
etleri kasılmışsa ölecek gibi,
gözleri yaşarmışsa heyecandan,
bilsin ki, aşkın hazzıyla kıvranmaktadır.

Yine de tiksiniyorum bedensel aşktan.
Tedavi olmuş değilim henüz.
Aklım reddediyor onu,
yüreğimse bağışlıyor.

Nasıl da uğraştım kendimce sana kara çalmaya...
Aklımdan tüm kusurlarını tekrarladım, durdum.
Yalan söylemiştin, hatırladım.
Bir keresinde epeyce kabaydı davranışın...
Bu da işe yaramadı.
Hatalarında da sen vardın.
Onları hatırlarken erdemlerin geliyordu aklıma,
güzelliğin canlanıyordu gözlerimde.
Daha acısı, boynundaki o minicik beni hatırlıyordum...

Adım filozofa çıkmıştır benim.
Kendi tutkularını dizginleyemeyen şu koca filozofa da bakın!
Sen de çevrenin en akıllı, en iyi yetişmiş kızlarından birisin, değil mi?
Kilisenin demiyorum, dikkat et.
İkimiz de duygularımızın merhametine sığındık işte.
Kafamızı çalıştıramıyoruz,
Paçavraya dönen ruhlarımıza sahip çıkamıyoruz.
Kalan azıcık aklımızı da kullanamıyoruz.

Durup bir soluk almalı mıydık,
O girdaplara dalıp apaçık felakete sürüklenmeden önce?

Bir erkek gibi konuşacağım şimdi; anlamaya çalış beni:
Gözyaşlarını bir yana koy,
Üstüne benimkileri de ekle.
Bütün endişelerimizi, üpertilerimizi kat hepsine.
Kıskançlığı, üzüntüyü hesaplamayı unutma.
Güvensizliği, korkuyu da kat o hesaba.
Şimdi topla bakalım hepsini, ne ediyor?
Aşkın kısacık hazzıyla karşılaştır. Değiyor mu?
Aptallar iflasını isterdi bu hesapla.
Peki biz ne demeye direndik,
elimize asla geçmeyecek bir şeyin hastalıklı bedelini ödemekle?

Sıkıldın, değil mi? Bakkal gibi yaptım hesabı.
Ama gördüğün gibi, öğrenmeye çalışıyorum ben de,
bir zamanlar sana öğrettiklerimi.
Geleceğim eserlerimde yatıyor, sen ise geçmişimsin.
Benim için durum apaçık böyle.
Seni de özgürleştiriyor bu durum. Acı veriyor, değil mi?
Doğum da acı verir.

Yine de...neden rahat edemiyorum ben?
Yeni hayat yok: Hiçlik, ölüm bu!
Bakımsız bir mezarın üstündeki taşlar gibi.
Benim geleceğim yok mu yani?
Yani, ben yazdığım bütün şiirleri, yazdığım her şeyi,
senin tırnağın kadar değersiz mi görüyorum?
Hem şairim, hem filozofum ben; mesele burada.
Filozof dediğin, lafın tek gerçeğinin yine laf olduğunu iyi bilir.

O zaman soruyorum kendime:
Bizimki gibi bir aşkın amacı ne?
İnandığımız gibi, Tanrı’nın bir hikmeti varsa işin içinde,
her şeyi tüketen aşkımızdan öte,
O’na bağlılığımızın sapması da mı bu hesabın içinde?

Nedir bu aşkın amacı?
Seni kendi ruhumun yansıması gibi mi seviyorum?
Seni severek, kendi ruhuma, sonra Tanrı’ya mı ulaşacağım?
Tanrı’nın habercileri miyiz birbirimize?

Dizlerimin üstünde yakarıyorum Tanrı’ya da, sana da.
Utanmadan, lanetlemeden, dua ediyorum:
Seni bana versin, tut elimden, sen götür beni O’na.
İhtiyacım sonsuz sana.
Senden mahrum kalırsam, ruhum da Tanrısız kalacak.
İşte bir elimle özür bıraksam seni, ötekiyle bağlıyorum.
İyi de, nedir ki özgürlük?
Sevdanın zulmü!
Yazmayacağım artık. Artık hiçbir şey bilmiyorum,
ihtiyacımın bu sonsuzluğundan başka.
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

''Yusuf” yazdı Züleyha, sayfanın ortasına.
Hala hitaptaydı kalemi,bir satır ileri geçemedi.
Bir satır ileri geçsem hitaptan,dedi,yanacağım.Ses verdi içinden bir ses:”Yan o zaman,yan o zaman!”
Züleyha devam etti:
“Ah benim Yusuf’um,ah benim,ah/senim,dedi,başka bir şey diyemedi.”
Züleyha Yusuf’a bir mektup yazmaya başlayınca “Yusuf “diye başladı,”Yusuf ” diye bitirdi.Gördü ki hitaptan öteye geçemedi.Anladı ki aşkın namesinde ser-nameden öte kelam yok.Ve Züleyha’nın lügatinde “Yusuf”tan öte sözcük yok.
“Yusuf,dedi,kelamım artık sende hükümsüz.Ama kelamımın hükümsüz kaldığı bu yerde beni küçümseme.Bil ki kelamdan da ötede sadece ah var,ah ki dünya onun üzerinde durur,gökkubbe onun hararetiyle döner..”
Züleyha’nın gülümsemesi
“Bir gün Züleyha, arkalığına beyaz sümbül dalları işlenmiş tahtırevanıyla geçiyordu kütüphanelerin ve tapınakların kenti olan kentinin sokaklarından.
Görkemli bir alayla geldiğini görenler saygı ve hayranlıkla kenara çekiliyor ve Züleyha’ya yol açıyorlardı. Zengin ve güçlüydü, en fazla da güzeldi. Ve kimse kırmızı gülleri saçına Züleyha gibi takamazdı.
Birden bir meczub, ehil arslanları, atları ve arabaları aşarak Züleyha’nın tahtırevanının önünde dikiliverdi, yürüyüş durdu. Züleyha tül cibinliği aralayarak bu duraklamanın nedeninin anlamak istedi.
Gözlerini kaldırarak Züleyha’nın yüzüne bakmaya başladı meczub, “Züleyha…” dedi, “sevindir beni!” Züleyha kölelerine meczubun sevindirilmesi için işaret etti.
Köleler mor renkli kadife bir keseyi uzattılar avucuna; ama meczub oralı bile olmadı.
“Züleyha…” dedi, “Sevindir beni, bana gülümse! Başka bir şey istemem.”
Züleyha bu sesi hatırladı ve yüzüne dikkatlice bakınca, aşkını reddettiği silik bir yığın sima arasından bir zamanların ordu kumandanını tanıdı. Usulca gülümsedi.(…)
Başını önüne eğen meczub sessiz ve sakin geldiği gibi çekiliverdi.
O günden sonra Mısır’ın lisanına “sadaka vermek” anlamına gelen yeni bir deyim yerleşti: Züleyha’nın gülümsemesi.”



Yusuf-u Züleyha

Yusuf’ la başlamalıydı söz...

Kelimeleri kifayetsiz bırakan binbir hece düşer dudaklara...
Kurulan cümlelerin manası yeter mi seni anlatmaya ?
Yüzünün güzelliğine anlam bulan söze erişşem,
Yüreğinin güzelliğine yetemiyor ki hiçbir mana.

Yusuf’ um!
Kaderi dipsiz kuyulara atılan masumum,
İhaneti kan bağından öğrenen,
Çilesi kuyularda derinleşen temiz ruhum,
Sen kuyulara düşerken, yükseliyordu aşk.

Avuçlarına sıkışan ihanetin kan izleriyle başladı yolun,
Sitemin, arkasını dönüp giden on kardeşin kulaklarında çınladı,
Kenan ilinin topraklarında kara bir isyan oldu ayak izlerin...
Yusuf’ un kanlı gömleği düştü işte o vakit ihanetin ellerine.

Kenan ilinin topraklarına yolu düşen bir kafile...
Kuyuya salınan kaplara bir umut sızdı önce,
Yakub’ un en sevdiği evladı,
Atıldığı kuyudan köle olarak çıkıyordu.
Bakışlarında hayretler okunan kaç göz imrendi?
İlahi aşkın nurlar yansıttığı o yüzüne...

Mısır’ ın köle pazarlarında,
Satılığa çıkarılan bir köle.
Bilmezler ki köle diye bir aşkı satın aldıklarını.
Eşsiz güzelliğini, sarsılmaz hayasıyla tamamlayan,
Ve sinesine saklanmış nice imtihan...

Züleyha’ yı biçare bırakan,
Akla ziyan bu aşka tutsak eden,
Yusuf’ ta şiirleşen güzelliğe taparcasına aşık,
Kurallara başkaldıran, iffet perdelerini yırtan,
Kat kat artan bir muhabbetle çığa dönüşen yakıcı bir sevda.
Nefsin aklını çelen fısıltılarıyla,
Züleyha’ nın gözlerinde, vuslata davet her bakış...

Yusuf,Un Züleyha’ nın güzelliğin karşısında,
Her şeyin kalpte başlayıp, kalpte bittiği bir anda,
Aşkın, kalbin emrine göre isim aldığı yerde,
Şehveti reddeden üstün bir haya oldu Yusuf .

Züleyha’ nın iftiraları ile zindana düşen bir nur,
Adım adım yükseldi, sabırla,
Hem maşukuna, hem de makamına.

Ve Züleyha!
Nefsinin külleri arasından, haya kapılarına çıkan,
Güzelliğini, servetini Yusuf uğruna kaybeden,
Vicdan mahkemesinde, her davada müebbet bir hasrete mahkum,
Yusuf’ una hasret Züleyha...

Kırışan yüzüyle gittiği Yusuf’ un makamında,
Edep nuruyla güzelleşen,
Maşukunun gönlünde yer edinen kadın.
Aşk güneşinin aydınlığında,
Yusuf’ la vuslata erdi Züleyha.




Ayşe ÇETİNER.
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Züleyha!
Aynalara akseden
virgul.gif
sanki duru bir pınar.

Bir bakan bir daha bakar.
Zengin
virgul.gif
güçlü ve nümayişkâr…


Züleyha!
Potifar’ın gözdesiyken
virgul.gif
gözleri derin bir kuyuya meftun olup gözden düşen
virgul.gif

zaif köle diye takdim edilene zaafını izhar eden
virgul.gif

aşkı aşikâr…

Züleyha!
Gömleği arkadan yırtan
virgul.gif

Yusuf’u zindana atan
Hakkı olmayana uzanan
Müfteri
virgul.gif
mütecaviz
virgul.gif
hevâkâr…

Züleyha!
Kınayanlara : “ Benim yerimde olsaydınız siz de kınananlardan olurdunuz” diyerek Yusuf’un güzelliğini aşkına şahit getiren
virgul.gif

Yaratıcı’nın cemalinin tecellisi olan o güzellik karşısında ellerini doğrayan kadınların dillerini bağlayan
virgul.gif

sadece yüreğini ve aşkını konuşturan
Cüretkâr…

Züleyha!
Gülüşü sadakayken
virgul.gif
Yusuf’un bir gülümsemesine dilenen
virgul.gif

Leyla’nın
virgul.gif
Şirin’in
virgul.gif
Aslı’nın ve daha nicesinin maşuk olmak varken nasibinde;

yâr gülşeninde güzeller gonca gül iken
virgul.gif

aşka düşen
virgul.gif
dile düşen
virgul.gif
derde düşen; Mecnun olan
virgul.gif
Kerem olan
virgul.gif
Ferhat olan bir kadın…

Yüreği diken diken…
Mahzun
virgul.gif
mahcup
virgul.gif
siyahkâr…

Züleyha!
Her geleni: “Belki Yusuf’tan haber verir” diye dinleyen
Beytü’l-ahzanında “Yusuf!..” diye inleyen
Destan iken güzelliği bir vakitler Mısır’da;
saçlarına a(ş)k düşen
virgul.gif
gözgülerine küsen
virgul.gif

Gözü yaşlı
virgul.gif
yüzü yaşlı nâlişkâr…

Züleyha!
Önce tutkuyla
virgul.gif
sonrasında aşkla ve aşkın da ötesine geçerek hayat-kader-irade dairesinde
virgul.gif
varlıktan öte varlığı fark eden
virgul.gif

bu fark edişle belâyı aşka ‘Eyvallah’ diyen
bir tevbekâr…
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

herkesin bir feride'si vardır ben bilmez miyim
herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı
herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim
bir de kimsesizliği
(...)
d(erken) yıllar geçer
o herhangi bir gün de akşam olur
akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin
ensenden öperim o saat bardakta şeker gibi erirsin
sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerine bir sevinir
bir sevinirsin..

yüreğinden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer
tramvaylar havai fişekler geçer..
benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar
içinden uzun yol otobüsleri sessiz ırmaklar geçer..
benim ırmaklarım
ırmaklarım benim senin gözlerinden geçer...

 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

'Şiir bahçesindeki çiçekler açıyor; toplumcu şiirin yıldızlar gibi parladığının umudunu pekiştiriyor Feride.
Feride'yi yazarken inanıyorum ki Yılmaz Odabaşı doğum sancıları çekmiştir.

Şiirde bunca derinliğin yakalanmasının yoğun emek gerektirdiğini düşünüyorum.'
-Öner Yağcı Demokrat Dergisi1990- '...

Zaman zaman epik bir hava koklayacağımız yalın bir şiir Feride yalınlığında derin. Sevmek kadar güzel sevmek kadar acı...

Feride günümüz şiirinin nefes aldığı bir doruk...'
-Zeynep Funda Topal Kitap Rehberi Dergisi1998- '...

Birdenbire gelip dillere oturan bir eski türkü 'Feride'. Her mırıldanışta yeni bir tad bırakan eski bir türkü...

Elli dört parçadan oluşan koca bir insan Yılmaz Odabaşı'nın Feride'si... Tek bir şiire birçok hikaye sığdırmış şair; birçok zaman ve birçok mekan...


sunu:
'istasyonda konuşan iki dilsizdi onlar
ayrılığı söyleyen kara gürültülerde
şaşkındır buralarda ayrı düşmüş aşklar
kış'ın ve silahların beyaz serinliğinde

_l. aragon

k(adın):feride
uyruğu
laugh.gif
ünya;

dinin yok,dilin var
ve sonrasını ben bilirim

aynı yağmurlardan kaçarken bir saçağa düştük önce;
sonra gece; avluda bir kırık dal dursa üşür feride
tarihini düşünmedim,
düşünmedim, ama tenimiz tanışır
ama tenimiz tanışır önce
ve terimiz...
o benim avradım olur gecelerce, günlerce;
sonrasını... sonrasını ben bilirim...

geceye yağmur inerdi işte böyle sicim gibi, ipince
giderek soğuyan dünyamıza kanat vururken kuşlar
ve hüzünle şaşırırken yolunu yitik yıldızlar,
feride,bir destan gibi yürüdü ömrünü
akmaya yaraşırken sular...

sonra sular sulara, günler günlere vururdu
ve hayat onu da,
beni de hem ne kötü vururdu;
hayvan gibi vururdu hayat,
küfür gibi, namlu gibi vururdu...
sonra feride geceler boyu uyurdu.
ileride unutulmuş bir allah kendini doyururdu
ve susunca feride, yeryüzü boğulurdu...
yeryüzü yüreğimdi biraz da, kurudu... kurudu...

ben onu dilsiz ve dipsiz biçimlerden çaldım kimselere
kimselere bırakmam
öpüşlere sararım, gidişlere sorarım
kimselere... kimselere bırakmam!
feride başak kokar, esmer başak
gözlerini hep s(aklar) utanırken
sonrasını...
sonrasını ben bilirim.
günler turşu kıvamındaydı; şarkı söyler,
rüzgar giyerdik akşamları. masamızda hep
ucu karanfil dururdu; yaralarımızı sarardık,
sorardık ihtilal dönüşleri,
infazlara sayardık...

kadınlar ve erkekler kendi aybaşlarındaydı:
gelinler su başlarında,
şöförler direksiyon, gerillar silah başındaydı.
bitmezdi tükürdüğüm savaşlarda 'a
poletleri büyük beyni küçük' generallerin!
******lar sızardı gecenin yırtmacından
yırtmaçların tenine küfür dolardı
ve küfür yazardı gazeteler
geceler küfür kokardı/ alkol ve sperm
günlerin yaslı yüzünde kirli kan
ve peçeteler...

peçetelerde günler turşu kıvamındaydı
faşizim kıvamında işkenceler
bir uzun yol şöförü yolları
yolları feride'yi andığım gibi anardı
geceye devriyeler dolardı

ne o
kimliksiz miydik?
feride hınca hınç grevdedir tek tip insan pazarlarında;
dağlara atarım,bulutlara katarım onu kimselere
kimselere bırakmam!

kül gecelerinden çalarken onu ateşlerin içinden
bastım bağrıma üzüm suyu damıtır gibi
sarar gibi ağrısını ışık kanatlı bir güvercinin
dirildim, diriltim onu kimselere bırakmam
kimselere!

sonra tenini tutkuladım avuçlarımda
mühürledim dudaklarını ateş kızıllığında
kattım onu yasak şarkılarıma, kitaplarıma
feride'yi şiir saydım biraz da...
nisan'ın kızıdır feride; bundandır
nisan güneşi sinmiştir tenine ve kokusu
otların, kırlangıçların...
dağları uyutur koynunda kavgalara gidince;
sonra aşk olur,
kadın olur bana gelince... ki aşkın saati, gömleği, takvimi yoktur;
uçarı bir rüzgar gibidir
ansızın ne yana dönse yüzümü ufka çeviririm.
sonrasını... sonrasını ben bilirim...

feride tütünü türküye banarda içer
yüreğinde bir tufan negatifleri
ölümden gelmiş, kollarıma yakışmış
bırakamam kimselere
k i m s e l e r e !

feride şiir huyludur, gül kokuludur
gül kokuludur gözleri ile gözlerime dokunur
dokunur

vaay!
o aşklar ki hayatın teninde sonrasız bir oyundu
dağıtınca bir yangının alanında süngüler
birileri anlatmaya koyuldu

'(...) bu gün kimse konuşmuyor (eski söylediklerini yinelemeyenlerden başka), çünkü
dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler,
öğütleri, haber vermeleri,
yalvarıp yakarmaları dinleyeceğe benzemiyor.
şu son yıllarda gördüğüm bizde bir şey kırdı.
Bu şey, insanın güvenidir; o güven ki,
insanlığın dilini konuştuk mu bir başkasından
insanca karşılık göreceğimize inandırır bizi (...)
insanlar arasında sürüp giden uzun
diyalog bitti'...

-A.camus-

(herkesin bir feridesi vardır bilmez miyim
herkesin bir ayakkabısı gibi birde şarkısı
herkesin bir kimsesi vardır bilmez miyim
bir de kimsesizliği..)

gözlerimle gözlerime dokunuyosun
bir bilsen o an gözlerim oluyosun
kaçalım, beni gören sen sanacak

görüyor musun dağlara dokunuyor insanlar
giderek dağlaşıyorlar
görüyor musun adınla başlıyor her şey
karın eriyişi, yağmurun dirilişi
özlemenin ilk harfi, gücün hecelenişi

adınla!
adınla her şey: şarabın dökülüşü, sesimin eskimeyişi...
ben ise sana abanıyorum
büsbütün aşk kesiyorum...

yenile yenile bana abanıyosun sende
ateş kesiyor dudakların
saçların iri bir tutumak oluyor bu yangın yerlerinde
ben nereye gitsem biraz senden gelirim
ardımdan kuşlar ve uykular gelir...

feride
ey yaar!

gelip bana çıkıyor bu kent
ben kentlere çıkıyorum
kentler kent olmadı feride
bir türkü tutturup açabilmeliyim anlımı
gecelerinde
güne koşarken çocuklar güne erkenden
ya deniz yada dağ kokmalı yolları

çocuklar çocuk olmalı
aç bakmalı sevgiye
çocuklar bazen bir ülkedir
gözleri gök (yüzünde)

ter ve güneş kokarken işçiler evlerinde
herkes gibi olmalı,adı gibi
yoksa sonumuz olur feride
utanır rüzgarlar hakedilmiş iklimlere

çarşılarda kalabalık yürüyor
sanki topyekün bir ülke toprağın şiddetinde
ansızın o kalabalık soluyor'faili meçhul'lerde

(bu kalabalık ölmese
aşk,
önce!)

çarşılarda kalabalık yürüyor
her yanım kalabalık ve kabarık
duramıyom böyle
çarşılara abanıyorum bende
-gülüşleri, konuşmaları, oturuşları nerde?
hani çocuklar mavi esintilerde?
bu kanlar da ne?

bir bilsen o an gömleğimi parçalıyorum günün orta yerinde
çatırdıyarak kopuyor düğmelerim
suçlulular nerde?
bıyıklarımı kemiriyorum,bitiyor
çekip koparıyom saçlarımı
bir bilsen ter damlıyor yüreğimden yerlere
bileklerim kesilmiş, damarlarım dökülmüş caddelere

çarşılara abanıyorum işte
çarşılar yanlız, çarşılar yalan
çarşılar bana abanmıyor feride...

keder bile yıkar bendini
yağmur iner, gök boşaltır içini
büyür
mü benim yüzyılım
b e n i m y ü z y ı l ı m h a n i ?

çoğaldım ve bir soruyla dolaştım sokakları
bir soruyla açıp her sabah penceremi
benim yüzyılım hani?
benim yüzyılım hani?

sonra susamışlık oldum gitgide
ağlamışlık, kanamışlık birdenbire
artık bütün sularda bir susuzluğum
yankısı yok sesimin caddelerde
'bir yudum' diyorum sonra 'bir yudum,
halkım!'
çarşılara abanıyorum işte
çarşılar yanlız, çarşılar yalan
çarşılar bana abanmıyor feride...

artık böyle başlar gün: gün tomurcuk patlar,
bir dal kırılır apansız.
birileri düşer yağmurlara... yağmurlar zamansız...
belki ağzının kıyısı kansız
yarım kalır türküsü;
dağılır, yiter sesi
anlatılır rüzgarlara öyküsü...
daha önümde ardımda korkunun kokusu
dağlarda kırılan alevin yanlızlığın
vahşetin böhründe zulmün tortusu!

sonra güne koştum ,güne coştum kucağımda dünyaların
türküsü; çıkıp kentin en geniş meydanına boğazımı
gömleğim gibi yırtıyorum:
susmayın! bir şey bilmiyorsanız küfredin, düpedüz
küfredin işte!

bir şey anlamıyorlar bile; o an gökyüzünde dingin bir
bulut, duvarları aşabilen rüzgarlar çarpıyor yüzüme...
(bakıyorum da kanım pıhtılaşıyor
üstüm başım kir karanlık vay balam!)

kapıyı yağmur diye çaldılar oysa
açtık:
k a s ı r g a!

kasırga
kasılıyor
kalarında ülkemin

(bu hep böyle sürmese
aşk,önce!)

sonra bir bilsen teni kan içinde hayatın
eti kan yılmaz'ın, sesi kan
bir kahve önünde duruyorum
insanlar öylece oturmuş kendilerini turşuluyorlar
tuzsuz...

-dikkat dikkat!
ülkem dolaylarında yatmakta olan insanlar için
.... guruplarında kan
aranmıyor!

yitirdik infazda günlerimizi
can aranıyor!can aranıyor!

birden ön masadan üç adam kalkıyor,
'kes ulen' diyorlar: '-ne canı? can burada işte!
oturmuş pişti oynuyor çayına kahvede!'

utanıyor, çok utanıyorum
benim yüzyılım hani?
ülkem nerede?
arkadaşlar, su.. su yok mu be!

d(erken)
'kimliğiniz lütfen...'

yerlerde pıhtılaşmış kanların üzerinden
bir uğultu ummanında seslerin üzerinden
çarşılar yanlız kentlerin üzerinden
sessiz...


EY KASIRGALARDA OKYANUSLAR ÇİĞNEYEN GEMİ
AYRILIKSA: VUR SİNEME ÖLDÜR BENİ!'

'...yapılmamış unutulmuş itirazlar mı vardı? kuşkusuz vardı böyle itirazlar (...)
nerdeydi şimdiye kadar görmediği o yargıç? nerdeydi o yüksek mahkeme?
konuşacaklarım var el kaldırıyorum...'

-f.kafka-

(poliste)
portatif bir hayat
katlanabilir!

belliki tenimin rengini yitireceğim
ve hayat yitirecek rengini yüzümün sustuğu yerde
korkarak yürürken caddelerde
benim yüzyılım hani?
ülkem nerede?

feride
şimdi yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
çarpıp durayım güvertede gözlerine

(beni böyle bir eller
beni yollar beni yeller
kelepçeler hücreler beni
alıp gitmeye
inan ki feride inan
aşk
önce!)
(gözümü bağlıyorlar; korkma sevgilim! gözümü
gönlümü değil...)

kanlı karanlık odalarda
beni morartıyor azaltıyor ve azdırıyorlar
böyle her seferinde çıkınca fırında ekmek gibi kabarıyorum
sonra bir çoğalıyor bir çoğalıyor bir çoğalıyorum

(bir güzel renk değiştiriyorum; korkma! yürek değil renk değiştiriyorum sadece..)
ben can camiler e(zan) derdinde!
kollarım gidiyor önce ayaklarım ellerim
saçlarım gitmişti zaten bileklerim gitmişti

biliyor musun bir sen kalıyorsun içimde
yüreğimin alazında biz bize
ağlaşıyoruz sesizce...

(sonra gözlerim açılıyor; korkma! dilim değil gözlerim sadece...)

(mahkemede)
yurdum
seni
'devlet
topraklarının
bir
kısmını
veya
tamamını
ayırmaya
yönelik'
ve
gizli'
s e v i y o r u m
dediler

(hapisanede)
buraya gelme feride
bir hançer gibi saplama
savuran gözlerimi yüreğime

yine o öksüz koridor yaslı ve yaşlı koğuş
küf ve sidik kokuları yine
ben valeybol oynuyom bahçede
birikmiş volta borcumu
taksitle her gelişte ödüyorum

aldırma bir kedere sevkolunmuş suretim
kadınım
kardelenim
gülenim!
(bir de sen... sen feride olmasan
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam
kanmasam mahvolurum kız mahvolurum!)

ekmeksiz kal da demiştim
içeride
kavgasız kadınsız çaresiz kalma
bunları yazmadılar hayat bilgisi kitaplarında!

olmasam da hey feride tüten geceler
feride yine tütünü türküye banar da içer
yüreğimde bir tufanın negatifleri
yazmadılar!

oysaki ben aşka inanıyorum
hep ölüm bu(yurdunuz)
yazıyorum:
ey devlet
ey tanrı artık o(kulun) yok senin!

ben uçurumlar önünde kendimi kemiren kerem
artık beni kemiren türküler dinlemem

dinlemem
ki rüzgardım
usluca kedere kaldım
yürüdüm göçebeydim;
yürüdüm kurşunlandım!
sonra mart kaldım eylül kaldım ey susmanın çorak iklimi!
yüzüme uzun sürmüş soruşturmalar yorgunluğu
çarmıhlara gerildim ölümlere tek kaldım...
bu
tufan
ne yana
yana
yana
susmayı dilince
büyümeyi bilincine devşiren çocuk!

(dışarda)
çıktım
da uyku sızarken gecenin şarkısından
nerede yaralı kuşları yorgun yüzümün
kendi köpüğünü eriten bir denizde?
bileylenen her bıçak kınında çirkin
kınından çık yüreğim geç mi kaldın geç mi kaldın?

çıktım kanlı karanlık odalardan
elbet çıkarım çıkacağım!
şimdi dağları aralasan bu akşam üstleri ben çıkarım
kuşları kovalasanyürüsen yollara göçebe yanım
geceleri kanatsan alnımda yağmursaçlarım kar türküsü çıkarım!

( ben bu çiçeği bölsem koklasam sen çıkar mısın?)
bu nasıl yalan yollar ki böyle yürüdüğüm
saçlarımın kokusu sinmiş bu kente
bu gece saçlarından geçiyorum yüreğim ter içinde
sussam yokluğun kan tükürür beynime
geceler büyürse tutsağım sabahlar doludur yüreğime

çıktım
da kentler kent değildi yine
belki bu yüzden tüketmiş soluğunu şarkılar
kuşlarda gitmiş keder büyümüş
ama hiç boğulmamış içimizde kıyılar...
(kıyılara varsan ben çıkarım
halkımı tanısan yurtsuz çıkarım!)

kal kendinin anası ol doğur kendini
sonra gel beni doyur büyümeden açlığım

sesim mi
o da büyür sen kaygılanma

gel
bata
çıka
çıkalım
düşe
kalka
gide duragüle
ağlaya...

(bana kalsa bir namlunun ucundan rengimi sesimi alır çıkarım
ben bu şiiri okusam sen çıkar mısın?)
sonra zıbarıp kalmak için yer ayırttım bir 'palas palas'ta;
oturup fotoğraflarına baktım yazı makinamın içinde
külleri temizledim. sokağa çıktım yasak yürüdüm;
üzerime
adını almayı unutmadım...
yollara dokunmadım kedilere camlara dokunmadım;
yıldızlara...
yıldızlara hiç dokunmadım dokunsam düşecektin...

sonra geceye şiirler okudumbitti
bitmedin!
bilsen ne çıkar; hem nasıl bileceksin?

(sen bir şeyler bilsen bildiğinden ben çıkarım
çocukluğuma dokunsan öksüz çıkarım...)

şimdi sokaklardayım
sokaklarda... içimim sokaklarına adın yürüdü
adın satırbaşlarında ayrılıkların
oysa ben bu geceyi bilmiyorum yolları bilmiyorum
unutmayı hiç;

şimdi sokaklar bile esniyor uyumayı bilmiyorum...
yanmamış bir gaz sobasının yerlere dökülmüş artıkları
soluğumu kesiyor.
soba boruları kırık camlardan dışarıya uzuyor;
dışarıda kar dışarıda rüzgar esiyor;
uykusuzluğa uyuyorum...
dört battaniye aldım üstüme
üşüyorum feride; kalkıp şiir yazacağım
ama hep şiir mi
yazılırmış kuşatılmış gökyüzüne?

ben seni. seni diyorum;
nasıl gelirim hangi sokaklar çıkar sokak desene?
yine o gitmelere gitmeden
seni yorumluyor sana yoruluyorum işte
başka nereye giderim söylesene?

sonra bir bakıyoruz biz kokmuşuz biz bize
taşıdık taşındık bitti
öpüp durma üç numara traşlı kafamı öyle
feride kız geldim işte
ağlama şişmanlarım yine
yine sevişiriz sur dibinde bahar gelince

feride bu sen misin nasılsın söylesene?
ellerin... ellerin nerede?
bak ıssız bir ada gibiyim beni çevrele
beni sar beni sor beni ağlat bu gece

üşüyorum bana bir palto bul feride
ya da aç göğsünü ısınıp kalayım öyle
geceler çarpıp düşsün dalgın güzelliğine

gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime
yok gitme!
gitme sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor
özlemeyi yutkunuyorum
sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor
şu gök var ya şu gök birden üstüme çöküyor
yok gitme
gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle

diyorum ki bir koluma seni
çıkınca
diğerine ülkemi
gör ki payıma çığlıklar düşmüş ve kül geceleri
benim yüzyılım hani?
çarşılar çarşı mı şimdi?

belki insanlar tenine gül sunmaz diye
kir görmez diye
hasrettir böyle kanla ıslak
ve kire karılmış böğrünün asıl rengine
darda
daralır bir yerlerde...

bana bir ülke getir feride
üstünde masmavi bir gök olsun

saçlarını çöz
sağrılarını ıslak taylar gibiyim
ve tenin senin
doludizgin bir ülke

gözlerimin ortasında
gözlerimin ortası
tenini hatırlat tenime
bana aç vücudunun deltalarını
kadın kokunu ver
sulamak için rahminin kıraç topraklarını

şimdi aşk
önce!

(bu sensin
ve sensin
bu terin ve tenin ıslaklığı
kal öyle
ısıt gözlerimi gülüşlerinle...)

birazdan kapılar kırılacak belki de
birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde
biz diz kırarken sinesinde sancının
yolunur papatya deşilir ten ve yara da
çünkü ölmek günleri biraz da
gülmek günleri (de) inadına
gün gülümsemeleri ardında

gün gülümsemeleri ardında
dağlandıkça
dağlaşmak
ve dağları sevmeye yaraşmak
yaraşmaya
yanaşmak günleri...

sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
çarpıp durmayım güvertelerde gözlerine...

her gün bir avuç öldüğüm bu cehennemde
el verdiğim kentler vurulacak vurulacağım
bu yangı kabardıkça çok yanacağım!

farkında mısın infazlara ayarlı saatler yine
bu kabartma geceleri susmak böyle...

caddeye bir taşıt huzmesi düştü görüyor musun
bak bakalım beni mi arıyorlar
ya da ne geziyorlar gecede yarasa gibi?

bakarken görünmesin göğüslerin pencereden
yollar bir çift gül görmeye alışık değil...

tan atacak birazdan geceyi yırtarak yine
saçların da dağınık her yanın ter içinde

feride
sen bu kadar akıllının içinde nasıl
nasıl delisin böyle?

sevdan kıl beni kaybetme ellerimi
tutmazsam
dağlara çığ düşerken o çınarlar susarken
tutmazsam kırılır elim
tutmak kirlenir...

ben yolculuğum
sen bildiğim yol gibi
toplayıp ıssızlığa kirlenen eylülleri
geç hiç eskitmeden sevgileri
bazen de çalarak kendime bedenimi
girmesen
geçmesem yollar kirlenir...

benden kalan incelikler var sende
ateşimin örsüsün sana akar ırmaklarım
akar
ve biterim

bitmesek taşarız
bitmek kirlenir...

topla denklerini ürkmeden
külü dök ateşi yüklen
kentlerde yazısı silik duvarlarsa bulvarlarsa geçilen
sen sen ol apansız gelen gece bitmeden
gelmesen söz kirlenir

kime aitse kucağın
açık tut
ve diri
tutmasan insanlığın kirlenir...

bak sevda bu tut söz
hem kim var ki böyle sevecek seni?

öpmesem dudakların
yazmasam şiir
sevişmesem kadınlığın kirlenir...

ve bir gün değil her gün her şey kirlenir
çalarak bir şeylerin hayattan ve insandan
yenibaştan
yenibaştan

kirlenmeyen tek şey ise
kirdir...

rüzgar
ve kar
kar... yurdumda
bir dal daha kırılıyor rüzgarda
kimseler bilmiyor
o dalı yeşertebilir miyiz feride
baharda?

iki gözüm kar yağıyor dışarıda
elimden terliyor ellerin
kar yağıyor yoksul gecelerine ülkemin
pencerelerine perdesizliğin

kara kan karışıyor!

kara bin damla kan düşürüyoruz
çoktandır ayaz günleri ülkemin

karda
kar değil
kan mevsimi

bırak serseri yağmurlar darbeci generaller vizite
kağıtları ve gündelik telaşlar bir an bir yerlerde kalsınlar!
gecenin yüzüne karşı konuşan cinayetlerde ölümdü
kederdi hasretti gördüm!
tüyleri dökülen bir kuşun yüreği kadar sıcak
ve bir kez ağzımızdan çıkmış bir küfürdü hayat!
şimdi göç yollarında mısın?
yurdunu mu yitirdin?
örselenmenin yurdu
yok! aşkın yurdu
yok! özlemenin
yok!

daha gece bir keder salkımıyla geliyor; bir salkım da
bizden! yollara çıkmanın yurdu
yok! yürümenin
yok!

şimdi hasret iri gözlü bir çocuktur çırılçıplak kıyılarında
her uçurumun! göç yollarında yurdum yağmadırkabarık
ve kangren! ömürlerin ömrü
yok! efkarın takvimi
yok!
(yok! yağma kabarık ve kangren...)

şimdi bir namlu gibi gözlerin
dışarıda kar dinmiş
çamlar gelin...

bak bir izbe oda düşmüş payımıza
ısrarda çoğalıp inadına
ışıkları söndürelim
susmasın elim
tenimi tanı
kokumu
ve terimi
bu çığlık bir bıçak olup yırtacaksa geceyi
al göm göğsüne dağlanmış
süretimi
al da susalım biraz

hep aynı göğe büyürken ellerimiz

bana bir ölüm tarif et feride
yakma cıgaranı
çek şu kibriti de
olur ya
dinamit gibiyim bu gece...

aldırma! bir kerede sevk olunmuş süretim
kadınım
kardelenim
gülenim...

daha yenile yenileme bana abanıyorsun sen de
ateş kesiyor dudakların
saçların iri bir tutunmak oluyor yangın yerlerinde
bırak! çarşılar bana abanmasa da
çarşılara abanacağım yine
yoksa yaşamayı oynamıyorum işte
yoksa bu şiir burada biter feride

çarşıları yalnız kentleri öksüz
şiirleri yarım bırakmayalım!

kentler kent değilse
parçalanırım yine
gömleğimi boşuna ütüleme
bencağız damarlarım dökülsün caddelere
ter damlasın yüreğimden yerlere
çarşılar bana abanmasa da
bırak! ben çarşılara abanacağım yine...

şimdi sınasam
mı gücünü göğe sokulan ellerimin?
sıkıyönetim ''dört ay daha'' olağanlaştı
karanlık koyulaşıyor üstünde çok öldüğüm günlerin

sonra kirli bir duman çöküyor kente
serçelerde sonbahar mahmurluğu...

şimdi aaaaa ve arabesk geceleri bu kentin
ve ölesiye yanlızlığım;
candan geçip feride'den geçilmez geceleri bu kentin

(bir de sen... sen feride olmasan
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam
kanmasam mahvolurum kız mahvolurum!)

sana bir bıçak vereyim rüyalarımı dağıt
bir rüzgar vereyim külümü
bir sevda vereyim kuraklığımı dağıt

biz o yıllar rezil gecelerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük
sıcaklığımı al şimdi bu üşümeleri dağıt

bak bu kentler yeter bize
sevişmek için de çıldırmak için de!

kalabalık ol gel yalnızlığımı
gövdemi vereyim gel dağıt açlığımı...

d(erken) yıllar geçer
o herhangi bir gün de akşam olur
akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin
ensenden öperim o saat bardakta şeker gibi erirsin
sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerin bir sevinir bir sevinirsin

yüreğimden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer
tramvaylar havai fişekler geçer
benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar
içinden uzun yol otobüsleri sessiz ırmaklar geçer
benim ırmaklarım
ırmaklarım benim senin gözlerinden geçer

(biz on ikiden vurulmuş eylüllerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük!)

şimdi ''kaç'' diyorsun da
başka sokağım yok ki
yağmurum yok ki benim!

sokaklar mühürlüdür burada
kalbinde kör bir baykuş telaşı saklar
benim yüreğimde ise hep bir tabur konaklar

kalsam da bu kent beni yaralar
sabahları da kederli çocuk gözleri
göğsünde sahte lambalar

sonra bir yağmur
ipince
bir yağmur daha başlar
ölümün taht kurduğu varoşlarda nasıl da kirlenir aşklar...

yorgun bir baş ayrılacak gövdesinden
ve bir kaçak gibi gideceğim bu kentten

dışarıda simsiyah bir geceye çarpan hırçın rüzgarlar
olsun;
siz başka ölümlerde arayın beni
gidiyorum yollar kollasın kederimi
gidiyorum
bir uzun yol otobüsünün camına düşerek başımı
bir kaçak gibi...

bir baş nasıl ayrılır gövdesinden?

bir rüzgar
ikliminden?

bir ırmak
sesinden?

bir şair
bir şiir ülkesinden?

(her ipi denedim infazıma!)

o kuşlar yine çarpacak o mavinin alnına
o çocuk sekerek yine okul yoluna
kapımı kimse çalmayacak belki
artık uçurdum yüreğimin ıssızlığından ıslak güvercinimi
ömrüm kopacak bir infaz ipi...

belimde bir silah var bu gece dağıtacağım beynimi
bu gece
yine gece
dağıtacağım geceyi birdenbire
damıtacağım yaşamdan rengimi
şu başına buyruk takvimleri kinleri kirleri

belimde bir silah var dağıtacağım beynimi
ömrüm kopaca bir infaz ipi...

sonra ışıklar ve ıssızlıklar içinde yeniden
yürüsem de uğultulu bir gençlikle
ömrüm kuşatılır ihtilallerle

her bıçak tenimi
her namlu beynimi sınar

tutuklarken yangınlar acemi dilimi de
bir anı... bir dize kalır belki geride
kirli yaşansa da günler belki evrilir maviye

(ve güzel bir imge
dolanır dünyanın eksenini yine...)

hayat hep böyle düşünmek düşmek;
''düşmek'' dedim de
düştüğüm çok oldu biliyor musun?
ve düşürüp bir şeyleri düşündüğüm çok oldu...

ağlar gibi olup
da ağlamadığım;
ağlayamaz gibi durup
da ağladığım çağladığım çook!

yurtsuzdum bunu yazdı bültenler de
yurtsuzdum da yeni bir yurt kurdum kalbime
sana bile vize koydum kimlik sordum feride

(ben feodal bir yaraydım belki de...)

oysa ki iki tufandık seninle
lavlardan ayrı düşmüş iki kanardağ
savrulduk usulca günlerin dargın göğsüne

hani yüzün kar çiçekleri gibi açardı
yüzün sığmazdı öpüşlerime ve hep bir kuytu ararken özlem tüten yüzünde
hiçbir aşkı mevsimsiz yaşamadım
da kaç mevsim aşksız feride...

oysa ki tufandık seninle
yatağını arayan iki ırmak belki de
çoktandır dalgınlığımı düşünüyorum göğsüne
yorgunluğumu solgunluğumu bu dar evlere

ve akşamüstleri taşıtların amansızca zırladığı bu kentte
geceler karanlık çiçekler uzak aşklar dağınık
beni anlamıyorsun!

ve biz seninle soğuklar kadar yoksul
çünkü bir ekmeğin öyküsü ilişmiş kimliğime......
sonra geceler boyu izimi sürdü kan düşmanlarım
ansızın sesimi koyacak yer bulamadım

bir sesim vardı
bas bariton
onu dağlara emanet ettim
duruyor
orada
çapraz asıllı silahların gizli esmerliğinde....

artık gözümü kırpmadan vurabilirim kendimi de;
vurabilirim kendimi bir usturanın katil çeliğiyle
ya da o silik duvar yazıları önünde bir paslı tüfekle!
24.00 sonrası... kanlı karanlık çekilirken rengine
bir namlunun ansızın dağıtacağı beynimi
bırakabilirim bulvarda aç gezinen itlere
ardımdan kan
kan koksun gece!

(bilirim cesedimin üstünde bir dal kırılır bir yaprak hışırdar yine; orada 'kime ne'sin
sen; alıp gidesin kendini kendinle....)

ölürsem heceler kalır dişlerimde
ay biter
se bende biter
ay üşür
se ölmüşlüğüm kadar üşürüm ben de

kalınca ömrüm ölüme
yalnız!

(zaten yalnızdım...)

(SONRA BENİ İŞGÜZAR TÜRK BEKÇİLERİNE EMANET EDİNİZ...)

yalnızdık dağlara karşı
ya kentlere?
kentler ki tükürsek içinde boğulacaktık
sulara karşı yalnızım

gecenin desenine ay dokununca
yanlızdık
yük ve türkü taşıyan o ipek yollarına bir de...
işte şimdi ay kanar
yoksa başka ne kanar?
ve uzakta bozkırlarda atlar... atlar... atlar...
atlara yalnızdık!

yanlızdık karanlığa feride...

(şimdi vuruldu bu sevdada bu fısıltıya
çiğnenmiş bir bahçedir artık ömrümüz!)

denizleri özlerdi feride
elleriyle atlasları örterdi
deniz yellerini atlasların

kaldırımlarda 'fosforlu cevriye'ler biterdi sonra yazlık sinemalarda evde kalmış
kızların ciklet çiğnemeleri; mahallelerin bıyıkları tütün kokan emeklilerin ve renkli
giysileriyle külhan gençleri...

bir de sen... sen feride olsan da!

(herkesin bir feridesi vardır ben bilmez miyim herkesin bir ayakkabısı gibi bir de
şarkısı herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim birde kimsesizliği...)

yanmaktan değil yakmaktan 'müebbedenmen' ömrümde
iri dağlar güzel kadınlar sevdim yinede
ve bir tutam hırçın gençlikle
yürüdüm takvimlerin amansız büyüsüne
yüreğim hep uçurumlar denginde

(ve hangi renkte olsakta
kalarak bizi sarıp sarmalayan günlerin asıl rengine
rengarengine...)

benim ömrüm hep beyaza kandı ey 'şarkısı beyaz'
ama hangi beyazı tutsam gri oluyor
sonra boğuluyor
kararıyordu...

hiçbir beyaz
bembeyaz;
hiçbir yaz
yaz
kalmıyordu!

(bütün griler eskiden beyazdı feride...)

tüketmeden bir sevda ezgilerini bir ünlem olmak varken;
üç mevsim ilk yaza açılırken yeşile dolmak yerküreyi
uçurumlarda bile sarmaşık gibi sarmak tek telden her
tele bir akort olmak dorukların dağlarına tutunup kalmak meydanlarında halaylarda
diz kırıp gülmek
varken;
sen sar ve sor bırakıp gitmek varken...

çünkü yalnız sana gelmiştim dağılmıştım sevmiştim;
kabaran belam en unulmaz sularda vurgun yenilmiştim...

(artık sen... sen feride olsan da
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kansan da
kansan da mahvolmuşum kız mahvolmuşum!)

her yağmur bir gök bulur elbet kendine;her yeşil bir dal her su bir damla her ateş
bir kül her takvim bir yıl bulur elbet kendine!her yangın bir duman her öğrenci bir
okul her artı bir eksi her yol bir taşıt her soru bir yanıt;

her aragon bir fransa
her fransa bir elsa...

her karacaoğlan bir zülüf bulur (yeter ki bakmayı bilin her yarin bir zülfü vardır);
her ressam bir tuval her kış bir ayaz her kitap bir okur her şarap bir adam bulur
kendine; yeter ki şarap şarap olsun içen çıkar...

her deniz bir martı her ömür bir tufan her rüya bir uyku her nota bir şarkı her
mezar bir ölüm her ağaç bir kök her dağ bir duman her güneş doğacak bir
kuytuluk bulur ya kendine
bulur ya;

ben
senden
başka
sen
bulamam
b u l a m a m!

paramparça kıldım şiirimi
bu kadar b(ölüm) yeter mi?
s
o
n
r
a

a
ş
k:
sonra!
ve ben gittim yüreğimde kan gülleri
siz de o aşkın teninde dinamit sayın beni!
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Her şey güzel olacaktı. Sen, ben ve hayatımız... Hayallerimiz ve hedeflerimiz... Seni tanıyıp sevdikten sonra hayatıma dair verdiğim sözler… Hepsi çok güzel olacaktı, sen de olsaydın…
Seni tanımak, bana hayatı tanımak gibi geldi. Seni tanımak ve senin ideallerini hayata taşıma yolunda beraber olmak için söz vermiş ve bu beraberliği, ömür boyu sürdürme kararımızı nikâhla noktalamıştık. 'Daima mutlu olacağız ve bir gün gelip ölüm muvakkaten ayırsa bile, birbirimizi unutmayacağız.' diye nikâh memuruna söz verdik. Önce kilometre taşımdın, şimdi ise hayat arkadaşım…
Henüz üç aydır seninle aynı evi paylaşıyordum. Henüz üç aydır seninle kitap okuyor, çay içiyor ve hayata aynı pencereden bakıyordum. Evet, henüz üç aydır inanç ve ideallerimizi birlikte paylaşıyor ve henüz üç aydır 'yaşıyordum.'
Mutluydun… Bunu biliyor ve görüyordum. Senin mutluluğun beni de mutlu ediyordu. Seninle sevginin tılsımını çözmüştük. Evet ebedî bir sevginin kaynağının 'birbirine bakmak' değil, 'birlikte aynı yöne bakmak' olduğunu anlıyorduk... Senin baştan beri kalıcı güzelliklere olan bağlılığındı seni bana sevdiren. Allah'ın kalblerimize koyduğu muhabbetullah hissi ve oradan yayılan varlık sevgisi etrafa dalga dalga yayılıyordu. Gece ve gündüzümüz hep o sevgiyle aydınlanıyordu sanki. Huzurluyduk… Ve yuvamızın huzur kaynağı belki de senin geceleri sessizce yaptığın o dualardı. Tâ ki o geceye kadar…
17 Ağustos günü seninle alışverişe çıkmış, epey yürüdükten sonra dönüşte annenlere uğramıştık. Onların dualarını almıştık 'iki dünya mutluluğu' adına. Bulaşıcı bir yanı vardı mutluluğun, bizi görenler de neredeyse bizim kadar mutlu oluyorlardı. Eve geç dönmüştük. Yorgun olmamıza rağmen uyumaya pek niyetimiz yoktu. Sen birer kahve yaptın ve uzun uzun sohbet ettik. Önümüzdeki günler hakkında, hedeflerimiz adına, niyetlerimiz adına konuştuk. Etrafımızdaki insanlara daha çok nasıl faydamız olur, bildiklerimizi nasıl daha çok anlatabilir, bilmediklerimizi nasıl daha iyi anlayabiliriz diye, eserleri nasıl okumalıyız diye, düşündük… O gece bir kez daha inandım senin gönül dünyandaki güzelliklere ve bilmenin sevginin başlangıcı olduğuna…
Saate bakmıştım bir an, üçe geliyordu. "Artık uyumalıyız." diye düşündüm. Sen her gün biraz okuduğun baş ucu kitabından birkaç sayfa okumak istedin. Ben ise tam sana iyi geceler dilemiştim. İşte o an… Ömrümde ilk defa duyduğum o uğultu koptu. Hiç bilmediğim bu uğultu, korkunç bir sallantıya dönüştü. Bu neydi Allah'ım… Sehpanın üzerindeki bardağı bile anında yere fırlatan bu sarsıntı neydi? Evet, Allah'ın Celâl isminin bir tecellisi olan bu sarsıntıyı kabullenmek gerekiyordu, bu bir zelzeleydi… Gözlerindeki mânânın adı ise acziyetten gelen şaşkınlıktı… Hemen elinden tuttum, ayağa kalkıp kapının eşiğine gittik; ama boşunaydı gayretlerimiz… Sallantı toz bulutu haline gelmişti. Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü. Ben senin üzerine düştüm, portmanto ise benim üzerime… Ve sen acı çekiyordun. Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor, üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum. Sen o kadar ince ruhluydun ki, beni üzmemek için, kendi acını unutup bana hissettirmemeye çalışıyordun.
On sekiz saat bizi fark etmelerini, feryadımızı duymalarını bekledik. On sekiz saat birbirimizin ellerini tutup birbirimize teselli verdik. O durumda iken bir aralık bana 'Eğer ölürsem, seni orada bekleyeceğim.' dedin. Ve on sekiz saat, kim bilir belki de on sekiz ölümü bekledin.
Aradan dört gün geçmişti. Şehir o şehir değildi. İzmit bambaşka bir mekân olmuştu. Ben felâketi biraz olsun atlatmıştım. Senin durumun ise kötüydü. Doktor, bacağının kesileceğini söyledi. Bunu duyar duymaz ikinci bir zelzele ile dünya başıma yıkıldı sandım. Ama sen hâlâ gülümsüyordun. Sen nasıl bir insandın? Ne dünyaya ne de dünyalığa önem veriyordun. Senin için maddenin ve kaybedecek olduğun bir bacağın hiç önemi yok muydu? Hattâ hayatta kalmanın bile…
Sekizinci gündü… Bir kibrit kutusu gibi yıkılan evler, evlerin altında kalan canlar, ümitler... Çığlıklar, 'Sesimi duyan var mı?'lar... İsyanlar, sabırlar… Nice hikâyeler, mucizeler ve gönüllerde derin bir fay hattı… Şehirde keskin bir ceset kokusu ve insanlarda büyük bir hüzün hâkim… Boş arsalar kireçlenmiş toplu mezarlarla dolu… Evini, annesini, kendisini kaybetmiş insanlar… İnsanların dilinde tek kelime: Deprem.
Fakat sadece bacağın gidecek derken, sen birlikte olacağımız ebedî âleme gittin, geride dolu dolu yaşanmış üç ay ve ideallerini yaşatma azmi kaldı… Elimde, senin en çok sevdiğin çiçek, naif bir kırmızı gülle mezarının başındayım. Artık sen yoksun yanımda, ne de gönül pınarının heyecanları… Sen gittin, geride hüzün, geride ben, gâye-i hayâllerimiz… Şimdi omzumu sıvazlayan yakınlarım, 'Bırakma kendini. Unutur, yeni bir yuvayla yine mutlu olursun.' diyorlar. Aslâ!.. Sen bana o zor dakikalarda ne demiştin? Biz seninle " ötelere" sevdalandık.
Şimdi mezarının başında seninleyim. Bu bize yeter…
Ey benim ötelerdeki eşim ve eş ruhum, bana 'unutursun' diyenlere sadece acı bir tebessümle bakıyorum. Biz seninle sürekli "öteleri" aradık. Sen buldun aradığını. Ben ise yoldayım hâlâ.
İmtihanın bu en zor anında sabır diliyorum Rabb'imden. Ne olur, seni sevdiğimi, her an dua ettiğimi ve sana kavuşacağım günü şafak sayar gibi beklediğimi bil.
Vekillerin En Güzeli'ne emanet ol...
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Artık biliyorsun....

Seni uzaktan izlediğimi.

Artık biliyorsun bütün aşk sözcüklerinin sana yazıldığını,

Sana söylendiğini.

Artık biliyorsun o göz yaşlarının sana aktığını,

Artık biliyorsun işte gözlerine neden öyle baktığımı.

Biliyordun zaten SONSUZA KADAR SENSİZ OLAMAYACAĞIMI...

Artık biliyorsun yar !

Biliyorsun dar geliyor bana bu diyar.

Bak artık sözler içimde değil dilimde,

Artık biliyorsun söylemeye lüzum var mı?

Anla işte

Anla işte yar o iki kelime...
 
---> Sevgiliye Mektuplar...:)

Diyorlar ki
‘‘Eden bulur.’’
İnanmayın böyle değil.
Eden yine aşka yeni bir beden bulur.
...Başkasına gidecek olan ne yapsanız gitmek için bir neden bulur.
Size kalan acıdır.
Acı mı?
Hâlâ tokasını saklarken saçlarını başkasının okşamasıdır.
Biten o dev aşkın ardından
Ömrünüzce bitmez o sese can veren iki kelimenin cinneti;
‘‘Yaşadık bitti.’’
Siz
‘‘Öldük bitti.’’ diye düzeltin bunu.
Yaşasaydınız bitmezdi yaşayan bırakmazdı ki
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst