tek bir kelime yeterli sergen için:
UNUTULAMAZSIN
Alt yapıdan yetişip, İstanbul, F.Bahçe, Galatasaray ve Trabzon formalarını giyen ve Lucescu ile birlikte yeniden Kartal'a dönen Sergen için Artık Beşiktaş bittti.
Beşiktaş Yönetimi, Sergen Yalçın için kararını verdi, yollarını ayırdı. 2. Başkan Murat Aksu ile Genel Sekreter Kenan Öner, dün tecrübeli futbolcuyla görüşerek önce jübile önerdi. Ancak kabul etmeyince serbest bırakılmasına karar verildi.
Alt yapıdan yetişip, İstanbul, Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzon formalarını da giyen, Lucescu ile birlikte yeniden Kartal'a dönen Sergen bu kararı olgunlukla karşıladı. Süper solak, "Kimseye kırgın değilim. Bu dünyanın sonu da değil. Bir yıl daha forma giyeceğim. Yurt içi ve yurt dışından gelen teklifleri değerlendireceğim" dedi. Sergen'i Tigana'nın istemediği vurgulandı
işte o mektup
Seni ilk kez kepçe kulakların, çelimsiz vücudun ve uzun saçlarınla İnönü çimlerinde gördüğümde kim bu çocuk demiştim. Hemen hemen aynı yaşlardaydık. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum o çubuklu forma, benimle aynı yaşlarda bir cOcuqun sırtındaydı. Bu kadar genç yaşta birine forma verildiğini ilk kez görüyordum. Önceleri, sana için için çocukça bir haset duyarken Galatasaray kalesinin tavanına astığın golden sonra sana içim ısınmaya başlamıştı. Artık sana çocuk diyemiyordum. O gün benim en iyi arkadaşım olmuştun. Adın Sergen’di. Çok sürmedi kısa zamanda bu ülkede futbolla ilgilene herkesin dikkatini çektin. Attığın gollerden sonra umursamaz ve rahat tavırların beni çok güldürüyordu. Sonraları abilerinin izin verdiği ölçüde frikilerde topun başına geçiyordun. Öyle bir vuruyordun ki yeri göğü inletiyorduk. Verdiğin ara paslar dönülmesi zor virajlar gibiydi ama sen dönüyordun işte o virajları ustalıkla. Kalecilerin maçtan bir gece önce rüyalarına giren bir kabus olmuştun. Hatırlarsın 90. dakikada Kadıköy’de Rüştü’nün uzanamadığı köşeye bıraktığında topu tribünlerde slogan olmuştun sen.
Artık paranın hırsı mıdır yoksa futbol gibi hayatı da umursamamandan mı kaynaklanıyordu bilemiyorum. Yuvadan ayrılıp “Uzan Cem”in şan-şöhret dolu takımına gittin. Seni ilk kez başka bir forma içinde görmüştük. Daha sonra da birçok forma içinde gördük. Övgü aldıkça deliriyorduk gidişine. Her takım değiştirdiğinde içimiz yanıyordu. Niceleri geldi takımın orta sahasına ama hep seni aradı gözlerimiz. Televizyonda bir golümüzden sonra spikerin “Sergeeeen, harika bir goool!” diye bağırmasını bekledi kulaklarımız. Senin kadar kimselere yakıştıramadık orta sahanın ortasını.
Sonra bir gün çıkageldin evine. Kollarımızı koparcasına açtık iki yana. Biraz yaşlanmıştın sanki, biraz da kilo almıştın. Ama bunların hiçbiri seni daha çok sevmemize engel değildi ki…İnadına seviyorduk seni. Sana en çok yakışan numarayı verdik. Takımın en başında sahaya çıktığında yüzümüz daha da çok gülüyordu. Senin hakkında söylenen “koşmuyor,antrenman yapmıyor” laflarına kulaklarımızı tıkamıştık. Biz sahada gördüğümüz şeyin gerçek olduğunu biliyorduk. 100. yılımızdı, damgamızı vuruyorduk lige. İnanması zor gollerin ve paslarınla aramızdaydın tekrar. O kadar mutluyduk ki tribünlerde…Lay lara lay lay lara lay lay Sergen Yalçın!
O sezon birçok gole imzanı attın. Ama en anlamlısı İnönü’deki son maçımızdı. Dünyanın yolunu yürüdük dünya kadar büyük bir bayrakla. Sırtımızda Sergen yazan formalarla hazırdık büyük maça. Rakip ciddiydi…Galatasaray. Ama o gün kazanmaktan başka hiçbir şey düşünmüyorduk. Son dakikalarda sen çıktın sahneye. Bence hayatının en anlamlı golünü bıraktın Mondragon’un yanından. Yıktık ortalığı…Ne kadar sürdü o golün sevinci hatırlamıyorum bile. Deli gibi sarhoş olmuştuk mutluluktan. Hayatımızın en güzel günlerinden birini yaşattıkları için başta sana sonra da bütün takıma binlerce kez teşekkür ettik. Şampiyonluk kupasını elinde gördüğümde ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.
Sonraki sezon malum. Bir önceki yıl kaldığımız yerden devam ederek başladık lige. Sen yine konuşturuyordun yemyeşil çimler üzerinde. Londra’da Stamford Bridge’de Chelsea’nin ağlarını iki kez havalandırdığında dünyanın en güzel rüyalarını gördük o gece. Sonra bir ara verdik lige. Vermez olaydık o arayı. Herkes birbirine girdi. Hiçbir şey anlamadık. Takım durmadan tökezliyordu. Başta sen olmak üzere birçok adamdan medet umuyorduk. Bugün yarın toparlanırız diyorduk ama olmadı. İrtifa kaybeden bir uçak gibi hızla düşüyorduk….düşüyorduk…düştük. Sorunun sadece bizde olmadığını anlamıştık. Birilerinin ayar çektiğini biliyorduk. Susalım mı, isyan mı edelim, kararsız kaldık. Öylece kapattık ligi.
Yepyeni bir yönetim(!) ve hocayla merhaba dedik lige. Elimizde bir sürü adam vardı. Tribünde oturup 3 tane takım yapıyorduk kendi aramızda. Birkaç maç geçti aradan. Pos bıyıklı tombik İspanyol amcanın seni sevmediğini anlamıştık. Kimleri koyuyordu senin yerine kadroya, şaşırıyorduk. Seni ancak ikinci yarılarda küskün girerken görüyorduk sahaya. İlk on birde başladığı maçlarda da değişiklik tabelası kalktığında ilk senin numaranı görüyorduk. Senin gibi sitemkar ayrılıyorduk İnönü’den. Çok değil iki sene önceki mutlu günlerimize geri dönmek istiyorduk ama olmuyordu. İspanyol amca gitti, yerine Atom Karınca geldi. Atom’la beraber daha sık görür olduk seni. Ama ligden şampiyonluk treni çoktan kalkmıştı. Ligin ikinci yarısı verilen UEFA mücadelesi ile avuttuk kendimizi. 3-4’lük Kadıköy baskını bizi değil ama yönetimi(!) kendinden geçirmişti.
O güvenle radikal değişiklikler rafa kalktı. O bir sürü adama, bir sürü adam daha eklendi. Bizim de tribünde yaptığımız takım sayısı 4’e çıktı. Yine birkaç maç geçti. Geçen yılın kopyasını mı yaşıyorduk neydi? Biri bizi hemen bu kötü rüyadan uyandırmalıydı. Olmadı uyanamadık. Her hafta görmeye başladık o kabusu. Atom da, İspanyol amca gibi davranmaya başladı. Senden bir sürü şikayeti vardı. Aranız soğuktu hissediyorduk. Belki de haklıydı Atom bilemiyorduk. Biz sadece seni eskisi gibi görmek istiyorduk. Ama bir isteksizlik vardı hem sende hem de takımda. Bir şeyler eksikti bu takımda. Atom gitti, Tigana geldi. Ne çok adamı uğurladık, selamladık 100. yıldan sonra unuttuk. Erkenden havlu attık hem ligden hem UEFA’dan. Tigana’nın da seninle ilgili fikirleri kendinden önceki iki meslektaşından farklı değildi. Artık seni bir görüyorduk, bir görmüyorduk. Yeni sezon için seni istemeyeceğini çok önceden anlamıştık da dile getiremiyorduk. Son kupanı kaptan olarak kaldırışını yaşadık cennet İzmir’de ve seni hep öyle mutlu hatırlayacağımıza söz verdik.
Şimdi gideceğini kesin olarak öğrendik. Bir film şeridi gibi geçti aklımdan bunlar. Futbolun pek de vefalı bir meslek olmadığı fikri iyice pekişti aklımda. Bunu sen de biliyordun elbette. Onun için çıkıp “kimseye kırgın değilim, hoca beni istemiyorsa giderim” diyordun. Ama için bir alev topu gibi yanıyordu bunu biliyorum.
Keşke alacağın süre düşünülmeden takımda kalman sağlansaydı. Biz seni ilk on birde göremesek de varlığını,soluğunu hissetseydik. Keşke jübilen için bu kadar kararlı olunmasaydı. Keşke senin gidişine hiç şahit olmasaydık. Keşke stadı gelin gibi süslediğimiz bir gün seni o çubuklu formanla uğurlayabilseydik İnönü'den.Ama bu yönetim için”vefa” sadece İstanbul’da bir semt bunu kesin olarak biliyoruz. Onlardan böyle bir inceliği beklemek doğrusu çok büyük bir iyimserlik olurdu. Bunu sen benden daha iyi bilirsin. Kelimler boğazıma düğümleniyor, daha fazla laf edemiyorum. Çok ama çok üzgünüm.
Güle Güle REİS….Seni hiç ama hiç unutmayacağız!
UNUTULAMAZSIN
Alt yapıdan yetişip, İstanbul, F.Bahçe, Galatasaray ve Trabzon formalarını giyen ve Lucescu ile birlikte yeniden Kartal'a dönen Sergen için Artık Beşiktaş bittti.
Beşiktaş Yönetimi, Sergen Yalçın için kararını verdi, yollarını ayırdı. 2. Başkan Murat Aksu ile Genel Sekreter Kenan Öner, dün tecrübeli futbolcuyla görüşerek önce jübile önerdi. Ancak kabul etmeyince serbest bırakılmasına karar verildi.
Alt yapıdan yetişip, İstanbul, Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzon formalarını da giyen, Lucescu ile birlikte yeniden Kartal'a dönen Sergen bu kararı olgunlukla karşıladı. Süper solak, "Kimseye kırgın değilim. Bu dünyanın sonu da değil. Bir yıl daha forma giyeceğim. Yurt içi ve yurt dışından gelen teklifleri değerlendireceğim" dedi. Sergen'i Tigana'nın istemediği vurgulandı
işte o mektup
Seni ilk kez kepçe kulakların, çelimsiz vücudun ve uzun saçlarınla İnönü çimlerinde gördüğümde kim bu çocuk demiştim. Hemen hemen aynı yaşlardaydık. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum o çubuklu forma, benimle aynı yaşlarda bir cOcuqun sırtındaydı. Bu kadar genç yaşta birine forma verildiğini ilk kez görüyordum. Önceleri, sana için için çocukça bir haset duyarken Galatasaray kalesinin tavanına astığın golden sonra sana içim ısınmaya başlamıştı. Artık sana çocuk diyemiyordum. O gün benim en iyi arkadaşım olmuştun. Adın Sergen’di. Çok sürmedi kısa zamanda bu ülkede futbolla ilgilene herkesin dikkatini çektin. Attığın gollerden sonra umursamaz ve rahat tavırların beni çok güldürüyordu. Sonraları abilerinin izin verdiği ölçüde frikilerde topun başına geçiyordun. Öyle bir vuruyordun ki yeri göğü inletiyorduk. Verdiğin ara paslar dönülmesi zor virajlar gibiydi ama sen dönüyordun işte o virajları ustalıkla. Kalecilerin maçtan bir gece önce rüyalarına giren bir kabus olmuştun. Hatırlarsın 90. dakikada Kadıköy’de Rüştü’nün uzanamadığı köşeye bıraktığında topu tribünlerde slogan olmuştun sen.
Artık paranın hırsı mıdır yoksa futbol gibi hayatı da umursamamandan mı kaynaklanıyordu bilemiyorum. Yuvadan ayrılıp “Uzan Cem”in şan-şöhret dolu takımına gittin. Seni ilk kez başka bir forma içinde görmüştük. Daha sonra da birçok forma içinde gördük. Övgü aldıkça deliriyorduk gidişine. Her takım değiştirdiğinde içimiz yanıyordu. Niceleri geldi takımın orta sahasına ama hep seni aradı gözlerimiz. Televizyonda bir golümüzden sonra spikerin “Sergeeeen, harika bir goool!” diye bağırmasını bekledi kulaklarımız. Senin kadar kimselere yakıştıramadık orta sahanın ortasını.
Sonra bir gün çıkageldin evine. Kollarımızı koparcasına açtık iki yana. Biraz yaşlanmıştın sanki, biraz da kilo almıştın. Ama bunların hiçbiri seni daha çok sevmemize engel değildi ki…İnadına seviyorduk seni. Sana en çok yakışan numarayı verdik. Takımın en başında sahaya çıktığında yüzümüz daha da çok gülüyordu. Senin hakkında söylenen “koşmuyor,antrenman yapmıyor” laflarına kulaklarımızı tıkamıştık. Biz sahada gördüğümüz şeyin gerçek olduğunu biliyorduk. 100. yılımızdı, damgamızı vuruyorduk lige. İnanması zor gollerin ve paslarınla aramızdaydın tekrar. O kadar mutluyduk ki tribünlerde…Lay lara lay lay lara lay lay Sergen Yalçın!
O sezon birçok gole imzanı attın. Ama en anlamlısı İnönü’deki son maçımızdı. Dünyanın yolunu yürüdük dünya kadar büyük bir bayrakla. Sırtımızda Sergen yazan formalarla hazırdık büyük maça. Rakip ciddiydi…Galatasaray. Ama o gün kazanmaktan başka hiçbir şey düşünmüyorduk. Son dakikalarda sen çıktın sahneye. Bence hayatının en anlamlı golünü bıraktın Mondragon’un yanından. Yıktık ortalığı…Ne kadar sürdü o golün sevinci hatırlamıyorum bile. Deli gibi sarhoş olmuştuk mutluluktan. Hayatımızın en güzel günlerinden birini yaşattıkları için başta sana sonra da bütün takıma binlerce kez teşekkür ettik. Şampiyonluk kupasını elinde gördüğümde ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.
Sonraki sezon malum. Bir önceki yıl kaldığımız yerden devam ederek başladık lige. Sen yine konuşturuyordun yemyeşil çimler üzerinde. Londra’da Stamford Bridge’de Chelsea’nin ağlarını iki kez havalandırdığında dünyanın en güzel rüyalarını gördük o gece. Sonra bir ara verdik lige. Vermez olaydık o arayı. Herkes birbirine girdi. Hiçbir şey anlamadık. Takım durmadan tökezliyordu. Başta sen olmak üzere birçok adamdan medet umuyorduk. Bugün yarın toparlanırız diyorduk ama olmadı. İrtifa kaybeden bir uçak gibi hızla düşüyorduk….düşüyorduk…düştük. Sorunun sadece bizde olmadığını anlamıştık. Birilerinin ayar çektiğini biliyorduk. Susalım mı, isyan mı edelim, kararsız kaldık. Öylece kapattık ligi.
Yepyeni bir yönetim(!) ve hocayla merhaba dedik lige. Elimizde bir sürü adam vardı. Tribünde oturup 3 tane takım yapıyorduk kendi aramızda. Birkaç maç geçti aradan. Pos bıyıklı tombik İspanyol amcanın seni sevmediğini anlamıştık. Kimleri koyuyordu senin yerine kadroya, şaşırıyorduk. Seni ancak ikinci yarılarda küskün girerken görüyorduk sahaya. İlk on birde başladığı maçlarda da değişiklik tabelası kalktığında ilk senin numaranı görüyorduk. Senin gibi sitemkar ayrılıyorduk İnönü’den. Çok değil iki sene önceki mutlu günlerimize geri dönmek istiyorduk ama olmuyordu. İspanyol amca gitti, yerine Atom Karınca geldi. Atom’la beraber daha sık görür olduk seni. Ama ligden şampiyonluk treni çoktan kalkmıştı. Ligin ikinci yarısı verilen UEFA mücadelesi ile avuttuk kendimizi. 3-4’lük Kadıköy baskını bizi değil ama yönetimi(!) kendinden geçirmişti.
O güvenle radikal değişiklikler rafa kalktı. O bir sürü adama, bir sürü adam daha eklendi. Bizim de tribünde yaptığımız takım sayısı 4’e çıktı. Yine birkaç maç geçti. Geçen yılın kopyasını mı yaşıyorduk neydi? Biri bizi hemen bu kötü rüyadan uyandırmalıydı. Olmadı uyanamadık. Her hafta görmeye başladık o kabusu. Atom da, İspanyol amca gibi davranmaya başladı. Senden bir sürü şikayeti vardı. Aranız soğuktu hissediyorduk. Belki de haklıydı Atom bilemiyorduk. Biz sadece seni eskisi gibi görmek istiyorduk. Ama bir isteksizlik vardı hem sende hem de takımda. Bir şeyler eksikti bu takımda. Atom gitti, Tigana geldi. Ne çok adamı uğurladık, selamladık 100. yıldan sonra unuttuk. Erkenden havlu attık hem ligden hem UEFA’dan. Tigana’nın da seninle ilgili fikirleri kendinden önceki iki meslektaşından farklı değildi. Artık seni bir görüyorduk, bir görmüyorduk. Yeni sezon için seni istemeyeceğini çok önceden anlamıştık da dile getiremiyorduk. Son kupanı kaptan olarak kaldırışını yaşadık cennet İzmir’de ve seni hep öyle mutlu hatırlayacağımıza söz verdik.
Şimdi gideceğini kesin olarak öğrendik. Bir film şeridi gibi geçti aklımdan bunlar. Futbolun pek de vefalı bir meslek olmadığı fikri iyice pekişti aklımda. Bunu sen de biliyordun elbette. Onun için çıkıp “kimseye kırgın değilim, hoca beni istemiyorsa giderim” diyordun. Ama için bir alev topu gibi yanıyordu bunu biliyorum.
Keşke alacağın süre düşünülmeden takımda kalman sağlansaydı. Biz seni ilk on birde göremesek de varlığını,soluğunu hissetseydik. Keşke jübilen için bu kadar kararlı olunmasaydı. Keşke senin gidişine hiç şahit olmasaydık. Keşke stadı gelin gibi süslediğimiz bir gün seni o çubuklu formanla uğurlayabilseydik İnönü'den.Ama bu yönetim için”vefa” sadece İstanbul’da bir semt bunu kesin olarak biliyoruz. Onlardan böyle bir inceliği beklemek doğrusu çok büyük bir iyimserlik olurdu. Bunu sen benden daha iyi bilirsin. Kelimler boğazıma düğümleniyor, daha fazla laf edemiyorum. Çok ama çok üzgünüm.
Güle Güle REİS….Seni hiç ama hiç unutmayacağız!