Salvo
Kayıtlı Üye
Pakistan'da yetişen velîlerden. İsmiAhmed'dir. 1907 (H.1325) senesinde Gücerât şehri yakınlarında Sehanpâl'de doğdu. 1983 (H. 1403) senesinde vefât etti. Kabri Sehanpâl'dedir. Soyu Eshâb-ı kirâmdan Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbâs'a dayanır. Âlimler, velîler yetiştirmiş bir âileye mensûbdur. Tasavvufta Kâdiriyye yolundan yetişip kemâle ermiştir.
Dört yaşında iken babasının halası Bîbî Hanımdan ilk din bilgilerini öğrendi. Yedi yaşında iken dedesi Muhammed Şâh Nevşâhî'den ilim öğrenmeye başladı. Sonra Farsça kitaplardan, Kerîmâ, Nâm-ı Hak, Pendnâme-i Attâr, Sa'dî-i Şîrâzî hazretlerinin Gülistan ve Bostan adlı kıymetli eserlerini, MollaCâmî'nin Yûsuf ve Zeliha adlı eserini, Nizâmî'nin İskendernâme'sini dedesinin huzûrunda okuyup bitirdi. Bundan sonra Farsça eserler yanında Urduca kitaplardan da ders okudu. Vâhid Barî, Râh-ıNecât, Hakîkat-üs-Salât, Masdar-ı Feyz ve bâzı dînî kitapları da dedesinden okudu. On iki yaşında iken İskendernâme'yi de dedesinden okumakta iken, dedesi 1918 (H.1337) senesinde vefât etti. İskendernâme kitabını babasının derslerinde okuyup tamamladı. Babasından Fârisî dilinde Mesnevî-yi Nireng-i Işk, Envâr-ı Süheylî kitaplarını okudu. Ayrıca babasındanArapça öğrendi. Sarf-ıBehâî'yi de ondan okudu.
1922 (H.1341) senesinde hat, güzel yazı dersleri almaya başladı. Mevlevî Muhammed Hüseyin Mübârek'ten ta'lik ve nesih gibi hat çeşitlerini yazmayı öğrendi. Bu hocasından Tefsîr-i Hüseynî'yi okudu. Hat sanatında gâyet güzel yetişti.Kamış kalemle yazdığı güzel yazısıyla çok kitap yazmıştır. İktibas ettiği bu kitaplar, hat sanatında güzel nümûnelerdendir. Kendi hattıyla yazdığı kitapları özel olarak kurduğu kendine âit büyük bir kütüphânede muhâfaza edilmiştir.
Dedesinden, babasından okuyarak ve şahsî gayretiyle ilim öğrenip, gâyet iyi yetişmiştir. Bir medreseye veya fakülteye devâm etmemiştir. Bilhassa çok kitap okumakla geniş kültür sâhibi olmuştur. Üniversite mensupları ondan istifâde için devamlı yanına gelirlerdi.
1921 (H.1340) senesinde babasından Nevşâhiyye silsilesi üzere tasavvufta icâzet aldı. Babası onu şifâhen ve yazılı olarak kendisine halîfe tâyin etti. Böylece âlim, hattat ve tasavvuf ehli iki yönlü bir zât oldu. Gündüzleri yazı yazmak ve kitap okumakla, geceleri de ibâdet, tâat ve zikirle meşgûl olurdu. Ömrünün sonuna kadar hep böyle devam etti. 1928 (H.1347) senesinde evlendi. İki oğlu üç kızı vardır.
1983 senesinde bir yolculuğu sırasında hastalandı ve bu hastalıktan vefât etti. Bir Ramazan ayının onuncu gününde Lahor'a gitmişti. Orada oğluna; "Kendimde halsizlik hissediyorum. Beni Sehanpâl'e götür." dedi. İki gün sonraSehanpâl'e ulaştılar. Orada biraz iyileşti. İki defâ yazı yazmak ve dostlarına mektup yazmakla meşgûl oldu. Bu mektubunda; "Hâlim iyi değildir. Zayıf düştüm." diyerek hastalığını belirtmiştir. Bu arada iki defâ hastalığı ağırlaştı, ateşi yükseldi. Yapılan tedavilere rağmen hastalığı geçmedi. Gün geçtikçe halsizleşti. Konuşamayacak hâle gelip, maksadını işâretle anlatmaya başladı. Ramazanın on dokuzuncu günü biraz iyileşip konuştu. Sonra Genc-i Bahş hazretlerinin hallerini anlatan kitaptan biraz okutup dinledi ve vasiyetini yaptı. Ramazân-ı şerîfin yirmi ikinci günü öğleden sonra vefât etti.
Vefâtı, sevenlerini çok üzmüştür. Onu tanıyan ilim ehli pekçok kimse, hakkında medhedici sözler söylemişlerdir. Genc-i Bahş Kütüphânesinin eski müdürü Prof. Muhammed Hüseyin Tesbîhî onun vefâtını öğrenince; "Âlim ve fâdıl hazret-i Seyyid Şerîf Ahmed Şerâfet Nevşâhî'nin vefât haberi beni pek ziyâde üzdü. Ah! Yazık ki şimdi Nevşâhî âilesinden ilim hazînesi olan o zât da gitti..." demiştir.
Dr. Muhammed Eyyûb Kâdirî de onun için; "Büyük bir velî, şeyh-i tarîkat, yazar, şâir, edip, târihçi idi. Hayâtı gâyet sâde ve mütevâzî idi. Umûmî olarak Pencab âlimleri arasında ve husûsî olarak da Nevşâhî âilesi arasında kâmil ve mütehassıs bir zât idi." demiştir.
Prof. Muhammed İkbal Müceddidî; "Zaman onun gibi bir dehâ daha yetiştiremez. Hiç kimse onun yaptığına güç yetiremez kanâatindeyiz." demiştir.
Prof. Ahtar Râhî ise; "O, son nefesine kadar ilimle meşgul olmuştur. Allahü teâlâ onun ilme ve dîne hizmetlerini kabûl buyursun." demiştir.
Urdu dili muallimlerinden Muhammed Sıddık da onun için; "O, ilim deryâsında, fazîlette, hakîkat ve mârifette zamânın nâdir yetiştirdiği bir zâttır. Tevâzû ve şeref sâhibi olmak onun tabiî husûsiyeti idi. O sahrâda esen güzel bir rüzgâr idi. Vefâtıyla serin esintisi son buldu!" demiştir.
Şerâfet Nevşâhî kendini ilme o kadar vermişti ki; "Eğer ilimle, kitap okumakla, yazmakla meşgûl olmasam muhakkak hasta olurum." demiştir. En küçük fırsatı dahi değerlendirir, devamlı ilimle meşgûl olurdu. Yolculuğa çıkınca büyük bir azimle aynı meşgûliyetini devâm ettirirdi. Büyük bir kütüphâne kurmuş, devamlı bu kitaplarla meşgûl olmuştur. Bütün kitaplarını cild içinde mütehassıs bir sahâfa ciltletmiştir. Kitap okumaktan yorulunca yazmaya, yazmaktan yorulunca da okumaya başlar, aslâ boş durmazdı. Yazdığı eserler ve çalışmaları onu tanıyan ilim ehlini hayrete düşürmüştür. Kitapları ve müelliflerini o derece bilirdi ki, hangi kitaptan söz açılsa, kitabı ve müellifini, muhtevâsını, şaşılacak derecede anlatır, o hususta doyurucu bilgi verirdi. Bir defâsında Lahor şehrinde Melfûzât-ı Nevşah Genc-i Bahş adıyla da bilinen Çıhâr Behâr adlı kitabın el yazma nüshasını sâhibinden bir geceliğine emânet almış, o gece kitabı yazıp bitirmiştir. Pekçok kitabı da satın almıştır.
Şerâfet Nevşâhî'nin Şerîf-üt-Tevârih adlı târihle ilgili eseri çok meşhurdur.
Ayrıca tercüme ve telif yoluyla yazdığı pekçok eseri olup, bir kısmı şunlardır: Dürr-ül-Yetîm (Besmelenin fazîleti hakkında), Ulûm-ıKur'ân, Er-Ravd-ül-Cinân fî Ahâdîs-i Seyyid-il-İns ve'l-Cân, Envâr-üs-Seyyidât fî Âsârı Sâdât, Tuhfe-i Muhibbîn fî Cevâzi Simâi Âşikîn, Siyâdet-ül-Ulûbe, Sahîfe-i Mesâil, ZaferiHanefiyye ber Fırka-i Mirzâiyye, Mir'ât-ül-Hak, İsbât-ı Sohbet-ül-Hasan maaİmâm-ı Ebi'l-Hasan, Cevâhirât, Hazâin-ül-Esrâr, Kelimât-ı Tayyibât, Feyz-i Çeştiyye, İ'câz-üt-Tevârih, A'dâd-üt-Târih, Târih-i Sehanpâl, Târîh-i Selâtîn, Târîh-i Abbâsî, Vâkıat-ıCenk, Şerîf-üt-Tevârîh, Meâhiz-i Ahvâl-i Nevşâhiyye, Tezkirat-ü Muhadderât, Avâkıb-ül-Meâkıb, Tezkire-i Şuarâ-ı Nevşâhiyye, Tezkire-i Musannifîni Nevşâhiyye, Feydânî İlâhiyye, Tezkire-i Âfitâb-ıPencâb, Mirkât-üd-Darûriyye, Tarrâz-ı Evliyâ ve daha pekçok eser.
ÂHİRETTE İŞE YARASIN
Şerâfet Nevşâhî hazretlerinin vasiyeti şöyledir: "Bütün ömrüm boyunca, kütüphâne kurmak için kitaplar satın aldım. Dünyâ malı biriktirmedim. Vârislerim, evimde bulunan bir mal olduğunu biliyorlarsa, âlimlerin fetvâsına göre taksim etsinler.
Vârislerim din ilimlerini, Kur'ân-ı kerîmi, tefsîr, hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerini öğrenmeye gayret göstersinler. Çocuklarına da bu ilimleri, din bilgilerini öğretsinler ki, âhirette işe yarasın.
Enbiyâya, sıddıklara, şehidlere, sâlihlere tâbi olmak, uymak lazımdır. Onlar, Allahü teâlânın nîmetlerine kavuşmuşlardır.
Dînin emirlerine uyan tasavvuf ehli ile berâber bulunsunlar. Dînin emirlerine uymayanlarla berâber bulunmaktan sakınsınlar...
Kütüphânemi taksim etmesinler! Kıymetli oğul Ârif'i kütüphânemin sorumlusu tâyin etsinler. Çünkü o, ilim ehlidir. Kütüphânenin koruma vazîfesi ve salâhiyeti ve istifâdeye sunma işi ona âid olsun.
Kütüphânemdeki yazma eserleri aslâ satmasınlar. Çünkü ben, o kitapları büyük gayretler sarfederek geride kalanlar için topladım. O halde bu kitapları satmak benim maksadımı heder etmek olur!
Kütüphânemdeki matbu kitaplar da Nevşâhî âilesine âittir. Bu kitaplar Nevşâhî âilesine ister uygun olsun ister olmasın bunları da satmasınlar.
Şâyet vârislerim arasında kütüphânemden istifâde edecek salâhiyette, ehil kimse kalmazsa, kütüphânemi üniversite kütüphânesine veriniz ki, kütüphânem korunmuş olsun."
1) Şerâfet Nevşâhî (Seyyid Ârif Nevşâhî)
Dört yaşında iken babasının halası Bîbî Hanımdan ilk din bilgilerini öğrendi. Yedi yaşında iken dedesi Muhammed Şâh Nevşâhî'den ilim öğrenmeye başladı. Sonra Farsça kitaplardan, Kerîmâ, Nâm-ı Hak, Pendnâme-i Attâr, Sa'dî-i Şîrâzî hazretlerinin Gülistan ve Bostan adlı kıymetli eserlerini, MollaCâmî'nin Yûsuf ve Zeliha adlı eserini, Nizâmî'nin İskendernâme'sini dedesinin huzûrunda okuyup bitirdi. Bundan sonra Farsça eserler yanında Urduca kitaplardan da ders okudu. Vâhid Barî, Râh-ıNecât, Hakîkat-üs-Salât, Masdar-ı Feyz ve bâzı dînî kitapları da dedesinden okudu. On iki yaşında iken İskendernâme'yi de dedesinden okumakta iken, dedesi 1918 (H.1337) senesinde vefât etti. İskendernâme kitabını babasının derslerinde okuyup tamamladı. Babasından Fârisî dilinde Mesnevî-yi Nireng-i Işk, Envâr-ı Süheylî kitaplarını okudu. Ayrıca babasındanArapça öğrendi. Sarf-ıBehâî'yi de ondan okudu.
1922 (H.1341) senesinde hat, güzel yazı dersleri almaya başladı. Mevlevî Muhammed Hüseyin Mübârek'ten ta'lik ve nesih gibi hat çeşitlerini yazmayı öğrendi. Bu hocasından Tefsîr-i Hüseynî'yi okudu. Hat sanatında gâyet güzel yetişti.Kamış kalemle yazdığı güzel yazısıyla çok kitap yazmıştır. İktibas ettiği bu kitaplar, hat sanatında güzel nümûnelerdendir. Kendi hattıyla yazdığı kitapları özel olarak kurduğu kendine âit büyük bir kütüphânede muhâfaza edilmiştir.
Dedesinden, babasından okuyarak ve şahsî gayretiyle ilim öğrenip, gâyet iyi yetişmiştir. Bir medreseye veya fakülteye devâm etmemiştir. Bilhassa çok kitap okumakla geniş kültür sâhibi olmuştur. Üniversite mensupları ondan istifâde için devamlı yanına gelirlerdi.
1921 (H.1340) senesinde babasından Nevşâhiyye silsilesi üzere tasavvufta icâzet aldı. Babası onu şifâhen ve yazılı olarak kendisine halîfe tâyin etti. Böylece âlim, hattat ve tasavvuf ehli iki yönlü bir zât oldu. Gündüzleri yazı yazmak ve kitap okumakla, geceleri de ibâdet, tâat ve zikirle meşgûl olurdu. Ömrünün sonuna kadar hep böyle devam etti. 1928 (H.1347) senesinde evlendi. İki oğlu üç kızı vardır.
1983 senesinde bir yolculuğu sırasında hastalandı ve bu hastalıktan vefât etti. Bir Ramazan ayının onuncu gününde Lahor'a gitmişti. Orada oğluna; "Kendimde halsizlik hissediyorum. Beni Sehanpâl'e götür." dedi. İki gün sonraSehanpâl'e ulaştılar. Orada biraz iyileşti. İki defâ yazı yazmak ve dostlarına mektup yazmakla meşgûl oldu. Bu mektubunda; "Hâlim iyi değildir. Zayıf düştüm." diyerek hastalığını belirtmiştir. Bu arada iki defâ hastalığı ağırlaştı, ateşi yükseldi. Yapılan tedavilere rağmen hastalığı geçmedi. Gün geçtikçe halsizleşti. Konuşamayacak hâle gelip, maksadını işâretle anlatmaya başladı. Ramazanın on dokuzuncu günü biraz iyileşip konuştu. Sonra Genc-i Bahş hazretlerinin hallerini anlatan kitaptan biraz okutup dinledi ve vasiyetini yaptı. Ramazân-ı şerîfin yirmi ikinci günü öğleden sonra vefât etti.
Vefâtı, sevenlerini çok üzmüştür. Onu tanıyan ilim ehli pekçok kimse, hakkında medhedici sözler söylemişlerdir. Genc-i Bahş Kütüphânesinin eski müdürü Prof. Muhammed Hüseyin Tesbîhî onun vefâtını öğrenince; "Âlim ve fâdıl hazret-i Seyyid Şerîf Ahmed Şerâfet Nevşâhî'nin vefât haberi beni pek ziyâde üzdü. Ah! Yazık ki şimdi Nevşâhî âilesinden ilim hazînesi olan o zât da gitti..." demiştir.
Dr. Muhammed Eyyûb Kâdirî de onun için; "Büyük bir velî, şeyh-i tarîkat, yazar, şâir, edip, târihçi idi. Hayâtı gâyet sâde ve mütevâzî idi. Umûmî olarak Pencab âlimleri arasında ve husûsî olarak da Nevşâhî âilesi arasında kâmil ve mütehassıs bir zât idi." demiştir.
Prof. Muhammed İkbal Müceddidî; "Zaman onun gibi bir dehâ daha yetiştiremez. Hiç kimse onun yaptığına güç yetiremez kanâatindeyiz." demiştir.
Prof. Ahtar Râhî ise; "O, son nefesine kadar ilimle meşgul olmuştur. Allahü teâlâ onun ilme ve dîne hizmetlerini kabûl buyursun." demiştir.
Urdu dili muallimlerinden Muhammed Sıddık da onun için; "O, ilim deryâsında, fazîlette, hakîkat ve mârifette zamânın nâdir yetiştirdiği bir zâttır. Tevâzû ve şeref sâhibi olmak onun tabiî husûsiyeti idi. O sahrâda esen güzel bir rüzgâr idi. Vefâtıyla serin esintisi son buldu!" demiştir.
Şerâfet Nevşâhî kendini ilme o kadar vermişti ki; "Eğer ilimle, kitap okumakla, yazmakla meşgûl olmasam muhakkak hasta olurum." demiştir. En küçük fırsatı dahi değerlendirir, devamlı ilimle meşgûl olurdu. Yolculuğa çıkınca büyük bir azimle aynı meşgûliyetini devâm ettirirdi. Büyük bir kütüphâne kurmuş, devamlı bu kitaplarla meşgûl olmuştur. Bütün kitaplarını cild içinde mütehassıs bir sahâfa ciltletmiştir. Kitap okumaktan yorulunca yazmaya, yazmaktan yorulunca da okumaya başlar, aslâ boş durmazdı. Yazdığı eserler ve çalışmaları onu tanıyan ilim ehlini hayrete düşürmüştür. Kitapları ve müelliflerini o derece bilirdi ki, hangi kitaptan söz açılsa, kitabı ve müellifini, muhtevâsını, şaşılacak derecede anlatır, o hususta doyurucu bilgi verirdi. Bir defâsında Lahor şehrinde Melfûzât-ı Nevşah Genc-i Bahş adıyla da bilinen Çıhâr Behâr adlı kitabın el yazma nüshasını sâhibinden bir geceliğine emânet almış, o gece kitabı yazıp bitirmiştir. Pekçok kitabı da satın almıştır.
Şerâfet Nevşâhî'nin Şerîf-üt-Tevârih adlı târihle ilgili eseri çok meşhurdur.
Ayrıca tercüme ve telif yoluyla yazdığı pekçok eseri olup, bir kısmı şunlardır: Dürr-ül-Yetîm (Besmelenin fazîleti hakkında), Ulûm-ıKur'ân, Er-Ravd-ül-Cinân fî Ahâdîs-i Seyyid-il-İns ve'l-Cân, Envâr-üs-Seyyidât fî Âsârı Sâdât, Tuhfe-i Muhibbîn fî Cevâzi Simâi Âşikîn, Siyâdet-ül-Ulûbe, Sahîfe-i Mesâil, ZaferiHanefiyye ber Fırka-i Mirzâiyye, Mir'ât-ül-Hak, İsbât-ı Sohbet-ül-Hasan maaİmâm-ı Ebi'l-Hasan, Cevâhirât, Hazâin-ül-Esrâr, Kelimât-ı Tayyibât, Feyz-i Çeştiyye, İ'câz-üt-Tevârih, A'dâd-üt-Târih, Târih-i Sehanpâl, Târîh-i Selâtîn, Târîh-i Abbâsî, Vâkıat-ıCenk, Şerîf-üt-Tevârîh, Meâhiz-i Ahvâl-i Nevşâhiyye, Tezkirat-ü Muhadderât, Avâkıb-ül-Meâkıb, Tezkire-i Şuarâ-ı Nevşâhiyye, Tezkire-i Musannifîni Nevşâhiyye, Feydânî İlâhiyye, Tezkire-i Âfitâb-ıPencâb, Mirkât-üd-Darûriyye, Tarrâz-ı Evliyâ ve daha pekçok eser.
ÂHİRETTE İŞE YARASIN
Şerâfet Nevşâhî hazretlerinin vasiyeti şöyledir: "Bütün ömrüm boyunca, kütüphâne kurmak için kitaplar satın aldım. Dünyâ malı biriktirmedim. Vârislerim, evimde bulunan bir mal olduğunu biliyorlarsa, âlimlerin fetvâsına göre taksim etsinler.
Vârislerim din ilimlerini, Kur'ân-ı kerîmi, tefsîr, hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerini öğrenmeye gayret göstersinler. Çocuklarına da bu ilimleri, din bilgilerini öğretsinler ki, âhirette işe yarasın.
Enbiyâya, sıddıklara, şehidlere, sâlihlere tâbi olmak, uymak lazımdır. Onlar, Allahü teâlânın nîmetlerine kavuşmuşlardır.
Dînin emirlerine uyan tasavvuf ehli ile berâber bulunsunlar. Dînin emirlerine uymayanlarla berâber bulunmaktan sakınsınlar...
Kütüphânemi taksim etmesinler! Kıymetli oğul Ârif'i kütüphânemin sorumlusu tâyin etsinler. Çünkü o, ilim ehlidir. Kütüphânenin koruma vazîfesi ve salâhiyeti ve istifâdeye sunma işi ona âid olsun.
Kütüphânemdeki yazma eserleri aslâ satmasınlar. Çünkü ben, o kitapları büyük gayretler sarfederek geride kalanlar için topladım. O halde bu kitapları satmak benim maksadımı heder etmek olur!
Kütüphânemdeki matbu kitaplar da Nevşâhî âilesine âittir. Bu kitaplar Nevşâhî âilesine ister uygun olsun ister olmasın bunları da satmasınlar.
Şâyet vârislerim arasında kütüphânemden istifâde edecek salâhiyette, ehil kimse kalmazsa, kütüphânemi üniversite kütüphânesine veriniz ki, kütüphânem korunmuş olsun."
1) Şerâfet Nevşâhî (Seyyid Ârif Nevşâhî)