Hollywoodun en başarılı yönetmenlerinden Coen Biraderlerin Steven Spielberg başkanlığındaki Cannes Film Festivalinden büyük jüri ödülü ile dönen son filmi Sen Şarkılarını Söyle, 60′ların ilk yıllarında ABDnin Greenwich kentinde geçimini sağlamaya çalışan bir folk müzik sanatçısı olan Llewyn Davisin yaşantısından küçük bir kesiti anlatıyor. Önceki filmleri İz Peşindenin (True Grit) ardından yeniden bir dönem filmi ile hayranlarını selamlayan yönetmen ikili, kariyerlerinde bir dönüm noktası arz etmesi muhtemel müzikle saflaştırılmış, efsane oyuncu performanslarıyla süslendirilmiş, imgeleşen mizahlarıyla tatlandırılmış estetik bir biyografi örneği sunuyor.
1961 yılında başlayan Llewyn Davisin hikayesi, adeta oradan oraya saçılan ve aradığını bulamayan, umutsuz bir müzisyenin çırpınışları ile kendini dolduruyor. Davisin bitmek bilmeyen arayışları göz önünde bulundurulduğunda aslında bir yol filmi olarak değerlendirilebilecek Sen Şarkılarını Söyle, ilk dakikalarından itibaren seyircinin elinden tutup zaman zaman eğlenceli fakat çoğunlukla kaynağı belirsiz bir hüzün ve ümitsizlikle yoğrulmuş bir öyküyü doğuruyor. Coenlerin Dave von Ronk gibi kıymeti on yıllar sonra anlaşılmış fakat yaşadığı dönemde hiçliğe doymuş bir müzisyenin hayat öyküsünden beslenerek kaleme aldıkları senaryo o kadar pür-i pak ki hayranlık duymamak elde değil. İki saate yakın süresi boyunca Llewyn Davisin müzik partnerinin yaşamına kıymasının ardından içine düştüğü boşluğu doldurmaya çalışan öyküye seyircinin bu amaç doğrultusunu eşlik ediyor olması da bunun en güçlü destekleyicilerinden. Davisin sonu gözükmeyen arayışlarında onun en yakın arkadaşı olan müzik ise, ruhuyla ve tınısıyla filmin zirveye tırmanan yolculuğunda liderlik bayrağını taşıyor.
Oscar Isaacin kariyerinde bir dönüm noktası olacağını şimdiden belli eden şapka çıkarılası performansı, Sen Şarkılarını Söyleyi güzel ve özel kılan olguların en önemli dallarından şüphesiz. Coenler, Isaacin hayat verdiği Davis karakterine tüm bu arayışlarında destek olabilsin diye pek çok karakteri yan öyküleriyle birlikte hikayelerine dahil ediyor ve bunu yaparken ana temanın temellerini zedeleyici tüm ayrıntılardan ustalıkla kaçınıyor. Steve McQueen imzalı Shamede sergilediği müzikal performansın ardından Coenlerin dikkatini çektiğine inandığım Carey Mulligan, siyah ve uzun saçlı haliyle önemli bir performansa imza atarken kısa ama etkili bir oyunculuk sergileyen Justin Timberlake de müzikal kariyerinin yanında oyunculuğu ile de adından söz ettirmeye devam ediyor.
Büyük bir cesaret örneği sergileyerek filmdeki tüm karakterlere şarkıları kendi sesleriyle ve canlı olarak seslendirmeleri görevini veren yönetmen kardeşler, şimdilerde ne yazık ki nadiren rastladığımız geleneksel müziğin ruhunu yakalamakta hiç zorlanmıyor. Sen Şarkılarını Söyle, bu noktada tam bir müzikal şölen yaşatıyor. Sonraları efsaneleşecek bir müzisyenin eserlerinin yanı sıra dönemin varoşlarda kendilerini gösteren diğer sanatçılarını da filmlerine dahil eden Coenler, Bob Dylan gibi müzikte çağ açan bir ismi de kimliğini gizleyerek öykülerine dahil ederek filmlerini hakkında uzun uzun konuşulabilecek bir forma sokmanın çeşitli metotlarını zorluyorlar.
Başından sonuna, bir bağlamda kısır bir döngüye işaret eden Sen Şarkılarını Söylenin teknik anlamdaki gücü, süresi boyunca kendini o kadar belli ediyor ki seyirci için hayranlık beslememek kendini kandırmaya eşdeğer kabul edilebilir. Bir dönem filmi olmasından mütevellit kostümlerinden yapım tasarımlarına ve sanat yönetmenliğine adeta ışıldayan eserin ışık ve kamera kullanımı ise müziğin ardından seyircinin filme olan aşkını tamamlayan güçlü bir etken oluyor.
Hiç şüphe yok ki Coen Kardeşler bu sektöründe kendini kanıtlamış yönetmenler listesinde zirveyi zorlamakta ve artık onların sinemasında birer imge haline gelmiş kara komediyi yedirdikleri her türden filmleriyle sinema seyircisini memnun etmekte iddialarını koruyor; üstelik güçlendiriyor. Sen Şarkılarını Söyle de bu yolculuklarında adeta parlayan, içinde bulunduğumuz sezonun da en nadide işlerinden biri olarak kendini gösteren eserlerinin ta kendisi. Llewyn Davisin elinden tutarak, onun beslendiği müzikten beslenerek sonunun gelmesini istemeyeceğiniz bir yolculuğa çıkmanın biçilecek bir pahası olduğunu iddia etmek ise yürek ister.
- Burak Hazine -