Selçuklularda Savaşa Hazırlık, Strateji ve Savaş Taktikleri

Buğra1

Kayıtlı Üye
SELÇUKLULARDA SAVAŞA HAZIRLIK STRATEJİ VE SAVAŞ TAKTİKLERİ


[FONT=&quot]A-) SAVAŞA HAZIRLIK VE SEFER[/FONT]


[FONT=&quot]1-) Askeri Eğitim[/FONT]


Selçuklu ordusunda bugünkü anladığımız manada bir askeri eğitim yoktu. Çünkü Selçuklu devletini oluşturan büyük kitle oğuzlardı. Oğuzlar Selçuklu ile beraber Müslüman olmuş fakat hala göçebe hayat yaşıyorlardı. Göçebe hayat tarzında her birey asker gibi yetişiyordu. Çünkü göçebe hayat tarzının getirdiği zorluklar buna sebeptir. Hayvan yetiştiriciliği ile uğraşan konar-göçerler hayvanlarını idare etmek için iyi at kullanmak zorunda, hayvanlarını tehlikelerden ve yırtıcı hayvanlardan korumak için iyi silah kullanmak zorunda idi[FONT=&quot][1][/FONT].

Oğuz Türklerinde: geleceğin savaşçısı, askeri eğitime daha çocukluk çağında başlamaktaydı. Özellikle çocukların oynadıkları oyunlar, askeri eğitim için önemli bir vasıta olmaktaydı. Mesela, annesinin yardımından kurtulup yürümeye başlayan Türk çocukları, “koyunların sırtına binerek, önce farelere, gelinciklere ve kuşlara, daha sonra tilkilere ve tavşanlara ok atmak” şeklinde oynadıkları oyunlarla adeta ilk askeri eğitimlerini yapmaktaydılar. Çocuklar bununla kalmamaktaydılar; oyunla başladıkları askeri eğitime, tıpkı yetişkinler gibi atlara binmekle devam etmekteydiler. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, her Türk savaşçısı ata binmeyi ve at üzerinde ok atmayı da çocukluk çağında öğrenmekteydi. Böylece onlar gençlik çağına gelip, orduya katıldıklarında çok iyi ata binmekte ve at sırtında ok atabilmekteydiler. Bundan sonra sıra at sırtında silahları kullanmakta, yeteneğini geliştirmeye gelmekteydi. Bu da ordu saflarında yapılan eğitimlerle gerçekleşmekteydi[FONT=&quot][2][/FONT].

Türk orduları, saldırı durumuna göre eğitilmekte ve düzenlenmekteydi. Eğitimler, genellikle canlı ve hareketli hedefler üzerine yapılmaktaydı. Bu hususta, sürek avları, yarışlar (at ve ok) ve çeşitli sportif faaliyetler (cirit oynama, gülle atma, güreş, kayak v.s.), savaş eğitimi için birer vasıta olarak kullanılmaktaydı. Binlerce av hayvanının vurulması ile sonuçlanan sürek avları, adeta bir savaş tatbikatı şeklinde cereyan etmekteydi. Bu faaliyete hemen hemen bütün ordu birlikleri katılmaktaydı[FONT=&quot][3][/FONT]. Ayrıca ıkta sahipleri, sahip olduğu toprak nispetinde asker yetiştirmekle yükümlüdür. İkta sahipleri yetiştirdiği askerlerin askeri eğitimi de vermek zorunda idi.

Türklerde askeri eğitim üç ana esas da toplanmaktadır; emre itaat, anında karar verme ve gösterilen hedefi vurmada tam isabet. Bu metodu ilk kullanan Türk hükümdarı Mete’dir.
a-) Verilen Her Türlü Emre Tam İtaat: Emre itaat askeri disiplinin temel şartıdır. Disiplin olmaksızın hiçbir orduda düzen ve hareket birliği sağlanamaz. Çünkü bütün askeri faaliyetler emir-komuta zinciri içinde gerçekleşmektedir. Emir-komuta düzeni içinde emre itaati sağlamamış bir ordu komutanının savaşlarda hiçbir başarı yoktur. Bunun için komutan verdiği emri ilk olarak kendi uygulamalıdır ki askeri de emre itaatte tereddüt etmesin.
b-) Süratli ve İsabetli karar Verme: Askeri faaliyetlerde hangi derecede ve rütbede olursa olsun görev verilen kişiye, hem yetki verilmekte, hem de sorumluluk yüklenmektedir. Yetki ve sorumluluk verilen kişi de, hiç şüphesiz, tek başına bazı kararlar verip, bu kararları uygulamaktadır. Öyleyse bu kişinin kararları süratli ve isabetli bir şekilde vermesi gerekmektedir. Çünkü savaşlar sürat içinde geçmektedir; uzun uzun düşünmeye imkân vermemektedir. Tereddüt eden ve hissi davranan kimse, üstünlüğü karşı tarafa kaptırmakta ve savaşı kaybetmektedir.
c-) Hedefi Vurmada Tam İsabet: karşılaşan iki kuvvetten birinin diğerine üstünlük sağlaması, rakibin bertaraf edilmesi şartına bağlıdır. Bu da silahı karşı taraftan daha iyi bir şekilde kullanmakla mümkündür. Bilindiği gibi, Türkler, savaş araç ve gereçlerini iyi bir şekilde kullanabilmek için askeri eğitime daha çocuk yaşta başlamaktaydılar[FONT=&quot][4][/FONT].
Selçuklu devleti de askeri eğitime pek önem vermezdi çünkü askerleri hayat yetiştiriyordu. Fakat sipahiler ve hasekiler için yapılan talim-hanelerde süngü, kılıç, çomak eğitimi yapılırdı. Devlet sultanında katıldığı sürek avında askeri eğitim veriyor, askerin durumu gözetiliyordu. Ayrıca bizzat sultanlar tarafından sevilerek oynanan “çevgan” oyunu önemli bir askeri eğitimdir. Bazı özel durumlarda ise ordu çok sıkı bir eğitime tabi tutulurdu[FONT=&quot][5][/FONT].
Görülüyor ki “her Türk asker doğar” sözü Selçuklu Türkleri için geçerli olmaktadır. Hem Türkler islamiyeti kabul ettikten sonra eski savaşçılık özellikleri kaybetmemişler üstüne islamın gaza ve cihat politikasını çok iyi benimsemişlerdir. Böylelikle Selçuklu askerleri gayri Müslimlere karşı inanılmaz derecede savaşıyorlardı.

[FONT=&quot]2-) Ordunun Toplanması[/FONT]


Selçuklularda savaş kararı alınmadan önce sultanlar savaş meclisi toplar. Yardımcıları ve komutanları ile savaşa dair ayrıntıları ve uygulanacak taktikleri belirlerdi. Savaşa yakın zamanda sürgün avına çıkılarak ordunun durumu gözetilir, askerlerdeki eksikler giderilirdi. Orduya asker toplamak için beylere ve vassal hükümdarlara ok, yay, yüzük vs gönderilirdi. Halkın ve askerin moralini düzeltmek için askeri geçit törenleri düzenlenirdi. Savaş hangi yönde yapılacaksa o yöne otağ kurulur tüm asker de otağın etrafında toplanır. Burada askerler son denetimden geçer düzene sokulurdu. Daha sonra savaş nerede yapılacaksa, stratejik açıdan önemli noktalar zapt edilir. Askerin moralini üst düzeyde tutmak için eğlenceler yapılırdı[FONT=&quot][6][/FONT].
Askerler savaş yapılmadan bir evvel ki gece naralar atar, ateşler yakar, karşı kuvvetlerin içinde kendilerine dair efsaneler yayarlardı. Bunda ki ama karşı tarafı moralman çökertmektir. Böylelikle karşı tarafın askerlerinin savaşma isteği kırılmış oluyordu[FONT=&quot][7][/FONT].

[FONT=&quot]3-) Ordunun Savaş Düzeni[/FONT]


Selçuklu ordusu, diğer Türk-İslam devletleri gibi savaş düzeni alıyordu. Esas ordunun önünde hareket eden ve ordunun geçeceği yolları denetleyen öncü kuvvetler ki bunlara “Talaya” adı verilirdi. Bunlar yer yer düşmana vurkaç taktiği uyguluyordu. Böylelikle hem düşmanı yıpratıyor hem de düşmanla ilgili istihbarat topluyordu. Bunların diğer adları ise “pişdar, talia veya mukaddeme” dir. Bunların başında ise Emir-i Talaya bulunurdu[FONT=&quot][8][/FONT].

Talayeden sonra asıl ordu geliyordu. Asıl ordu ise üç kısma ayrılıyordu. Sol kol “meysere” sağ kol “meymene” ve merkez yani “kalp”. Her bölümün başında sultanın görevlendirdiği bir komutan bulunurdu. Savaş halinde bu gruplar tek bir vücut gibi hareket ederler, üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirirlerdi.

Ayrıca esas ordunun arkasında artçı birlikler bulunurdu, “dümdar veya saka” da denilen bu birlikler ordunun ihtiyat güçleriydi. Sultanın bulunduğu ve savaş kararlarının alındığı merkeze ise, “muasker”, yani karargâh adı verilmiştir[FONT=&quot][9][/FONT].

[FONT=&quot]B-) SAVAŞ TİPLERİ[/FONT]



[FONT=&quot]1-) Meydan Savaşları[/FONT]


Meydan savaşları, daima Türk tarihinin kaderini belirleyen savaşlar olagelmiştir. Selçuklu tarihinde de belki en önemlisi Malazgirt savaşıdır. Selçukluların meydan savaşında ki başarıları kayda değerdir. Dandanakan olsun Malazgirt olsun büyük güçlere karşı yapılmış taktik savaşlarıdır. Bu savaşlardan galibiyetle ayrılması Selçukluların bu konuda ki başarısını gösteriyor. Bunda elbetteki büyük ve bilge hükümdarlar çok önemlidir[FONT=&quot][10][/FONT].
Malazgirt meydan muharebesinde yaklaşık 40.000 veya 60.000 Selçuklu ordusuna karşı 100.000 veya 120.000 civarında Bizans ordusu çıkmıştır. Fakat Sultan Alparslan’ın üstün savaş becerisi ve cengâverliği sayesinde Türkler galip gelmeyi başarmışlardır.

Meydan savaşları Türklerin en çok sevdiği savaş tipidir. Çünkü hızlı ve çevik Türk savaşçıları hantal ordulara karşı çok üstün idiler. Ayrıca Türk savaşçılarının üstün ok kullanma becerisi uzaktan savaş yöntemi olarak kullanılmıştır. Bu sayede daha iki kuvvet göğüs göğüse gelmeden karşı ordunun dörtte biri öldürülmüş oluyordu.

Meydan savaşları ya komutanların belirlediği bir mevkiden ya da orduların ilk karşılaştıkları yerlerde yapılır. Eğer ordular konaklayacaksa suya yakın yerler seçilir ki askerler en önemli ihtiyacı olan suyu karşılaya bilsinler. Böyle durumlarda konaklanacak yeri seçmek çok önemlidir. Hâkim tepeler ve stratejik yerler ele geçirilmelidir. Öyle ki Malazgirt savaşından önce Alparslan ordusunu su kenarına konaklatmış ve hâkim tepelerin zaptını temin etmiştir. Böylelikle daha savaş başlamadan savaş alanının hâkimiyetini ele geçirmiştir. Malazgirt’te Bizans ordusu ise hiçbir stratejik yer olmayan ve su olmayan bir araziye yerleşmiş böylelikle daha savaştan önce yenilgiyi bir nebze olsun kendileri getirmişlerdir. Çünkü su ihtiyacını karşılayamayan asker rahatsız olur. Ayrıca savaş esnasında kötü bir durum olduğunda savaşı lehine çevirmek için elinde koz bulunmaz.

[FONT=&quot]2-) Kuşatma Savaşları[/FONT]


Türkler her ne kadar anadoluya gelmeden evvel kale muhasarası ile ilgili pek bir şey bilmeseler de. Anadoluya geldikten sonra bu işe hemen alıştılar. Selçuklular kaleleri düşürmek için techizatlar ve taktikler geliştirdiler.

Herhangi bir kale fethedilmek istendiğinde ordu toplanıyor, zeredhaneden alınan yıkıcı, yakıcı ve delice silahlarla yola çıkıyordu. Şehrin yakınına gelindiğinde kale çepeçevre kuşatılır, dışarıya bağı tamamen kesilirdi. Böylece dışarıdan gelebilecek yardım önlenmiş oluyordu[FONT=&quot][11][/FONT].

Ardından kaleye elçiler gönderilir; İslam geleneği uyarınca teslim olmaları istenirdi[FONT=&quot][12][/FONT]. Eğer şehir sulh teklifini kabul etmezse savaş başlatılırdı. Belirli bölgelere mancınıklar yerleştirilir, bunlar şehri mütemadiyen dövmeye başlardı. Bunu yağmur gibi yağan oklar takip ederdi. Bu arada arrade ve çarhlarla atılan küçük taşlar kaledeki askerlerin üzerine dolu gibi yağardı. Bundan istifade eden Selçuklu askerleri de birkaç kişinin çıkabileceği geniş merdivenlerle surlara tırmanırlardı. Bu arada nekkaplar kale duvarını delmeye çalışır, delikler açarlardı. Nihayet birkaç noktadan birden içeriye giren askerler kale kapılarını açar ve diğer askerlerinde içeriye girmesiyle şehir düşmüş oluyordu[FONT=&quot][13][/FONT].

Şehirler teslim alınmak için daha başka yollarda kullanılıyordu. Bunlar şehir haklını uzun süre kuşatarak aç ve susuz bırakmak, geçim kaynaklarına zarar vermek veya kale kumandanını türlü vaatlerle kandırarak kale kapılarını açmasını sağlamak vs[FONT=&quot][14][/FONT].

Selçuklular kale kuşatmalarında genel de savaş ile değil kalenin teslim edilmesi ile oluyordu. Çünkü kale, halkının isteği ile teslim alınırsa yağma yapılmıyordu böylelikle kale halkı mallarını yağmadan kurtarıyordu.

Ayrıca bir şehir kuşatıldığında şehir halkı kuşatmanın kaldırılması için karşı tarafa “nalbaha” adında bir vergi veriyordu. Nalbaha vergisiyle karşı tarafın sefer masrafları karşılanarak kuşatma kalkıyor, şehir tahrip olmaktan kurtarılıyordu. Böylelikle vergiyi alan karşı taraf kuşatmayı kaldırıp geri dönüyordu.

Selçuklular kale fethi kadar, kale muhafaza etmekte de başarılı idiler. Ele geçirdikleri kalelere hemen bir muhafız birliği ve komutan tayin ederlerdi. Ayrıca ele geçirilen şehirler Türk göçleri ile Türkleştirilmeye çalışılırdı. Böylece halktan destek alan askerler herhangi bir kuşatmada daha başarılı oluyordu.

[FONT=&quot]3-) Pusu ve Baskınlar[/FONT]


Göktürk Kitabeleri’nde yer alan ve eski Türk taktiği olan pusu ve baskın sayesinde Selçuklu ordusu kendisinden çok daha büyük orduları yenebilmiştir. Selçuklular, bu sistemi daha çok Bizans’a karşı kullanmıştır.

Pusu, Türk savaş sisteminin son safhası idi. Pusu kurulacak yer önceden belirlenmekteydi. Pusu yeri için genellikle iki tarafı dağlık derin vadiler ile orman, bataklık, çöl ve uçurum kenarları gibi belirli özellikleri olan arazi parçaları seçilmekteydi. Savaştan önce bazı birlikler burada pusuya yatırılmaktaydı. Sahte geri çekilme ile pusu yerine çekilen düşman, burada kıskaç veya çember içine alınmaktaydı. Bundan sonra düşman birkaç saat içinde tamamen imha edilmekteydi[FONT=&quot][15][/FONT].

Türkler, düşmanlarını pusuya düşürmede çok başarılıydı. Onlar düşmanın imhası için önlerine çıkan her fırsattan faydalanıyorlardı. Malazgirt savaşından önce akıncı birlikleri Bizans ordusunu yol üzerinde birçok defa baskına uğratmıştır. Bu sayede ordunun gücü saptanmış, moralman çökertilmiştir. Aynı şekilde Sultan Mesud zamanında büyük bir ordu ile Konya’ya yürüyen Bizans imparatoru, Konya’yı kuşatmış fakat Selçukluların kurduğu pusulara düşerek geri çekilmek zorunda kalmıştır[FONT=&quot][16][/FONT]. Selçukluların pusuya düşürme taktiğine verilebilecek en güzel örnek Miryokefalon’dur. Bizans’a, Anadolu’nun artık bir Türk vatanı olduğunu kabul ettiren bu savaş İmparator Manuel’in Türk akınlarına karşı sefere çıkmasıyla başladı. Her ne kadar Sultan II. Kılıç Arslan barış teklifinde bulunsa da İmparator bunu kabul etmedi. Bizans ordusu yol boyunca Türk akınlarıyla rahatsız edildi[FONT=&quot][17][/FONT]. Nihayet Bizanslılar, Kufi Çayı mevkiinde Miryokefalon denilen etrafı sarp kayalardan oluşan dar bir geçide girdi. Bu dar vadide sultanın kurduğu pusuya düşen Bizanslıların etrafı hızla sarıldı. Hiçbir çıkış yolu bulamayan İmparator, kuşatmayı yarmak için bizzat hücuma geçti. Kalkanı ve miğferi parçalandı. Kısa sürede bu sarp vadide hemen hemen bütün Bizans Ordusu imha edildi[FONT=&quot][18][/FONT].

Pusunun dışında baskınlarda çok önemliydi. Özellikle Haçlı ordularına karşı Türkler devamlı baskın yapıyorlardı. Yol boyunca iyice yıpratılıp yıldırılan Haçlılar, uygun bölgeye geldiklerinde ani baskınlarla imha ediliyordu. Mesela II. Kılıç Arslan döneminde Türkiye’ye giren büyük bir Haçlı ordusu Merzifon’a kadar iyice yıpratılmış ve burada yapılan ani bir hücumla birçoğu öldürülmüştür[FONT=&quot][19][/FONT].

Selçuklular düşmanlarına karşı gece baskınları da yaparlardı. Nitekim Baycu Noyan kışlak aramak için Anadolu’ya girdiğinde Melikül Ümera, Şemseddin Yavtaş ve Emir-i Ahur Fahreddin komutasındaki bir Selçuklu ordusu, Sultan Hanı civarında Moğol ordusuna bir gece baskını yaparak bütün atlarını almıştır[FONT=&quot][20][/FONT].

Görülüyor ki Türkler sadece kasları veya el becerileri ile savaşmıyorlar, beyinleri ile de savaşıyorlardı. Düşmanlarını hafife de almıyorlar çok büyük de görmüyorlardı. Düşmanlarının gücüne ve sayısına göre taktik ve stratejilerini geliştiriyorlardı.


[FONT=&quot]C-) STRATEJİ VE TAKTİK[/FONT]*


Strateji: Geçmişten bugüne yapılmış olan tanımlardan gidersek stratejinin doğuşunda temel düşüncenin milletlerin kendi çıkarlarını elde etmek üzere bu çıkarların ele geçirilmesini sağlayacak araç ve kaynakların bu amaçla harekete geçirilmesinden kaynaklandığını hissederiz. Dolayısıyla, strateji kavramı; “… Yalnız mevcut gücün bir amaç veya hedef doğrultusunda nasıl kullanılacağını değil, aynı zamanda bu amaç veya hedefe uygun bir gücün düşünülüp, planlanması ve geliştirilmesini de kapsamaktadır.” Buna göre strateji ile ilgili dört tanım mevcuttur bunlar;

a-) Çağdaş Strateji ( Genel veya Büyük Strateji ): Tayin ve tespit edilen hedef veya amaçlara ulaşmak için uygun bir gücün doğa şartlarını da yenecek şekilde düşünülüp planlanması, oluşturulması, geliştirilmesi ve müteakiben bu gücün tayin ve tespit edilen amaç veya hedefleri ele geçirecek şekilde kullanılması demektir.

b-) İttifak Stratejisi: Bir millet veya milletler topluluğunun yapmış olduğu jeopolitik değerlendirmelere göre tayin edilen veya istenilen hedef ya da amaçlara ulaşmak için, milli güçlerin tamamının veya bir kısmının doğa şartlarını da yenecek şekilde bu hedef veya amaçlar doğrultusunda planlanması, oluşturulması, geliştirilmesi ve kullanılması sanatıdır.

c-) Milli Strateji: Yüksek stratejinin öngördüğü hedef veya amaçlara ulaşmak üzere, milli güç unsurlarının tamamının veya bir kısmının stratejik istihbarat etütlerinin sonuçlarına göre, tabiat şartlarına yenecek şekilde, bu hedef ve amaçlar doğrultusunda planlanması, oluşturulması, geliştirilmesi ve kullanılması sanatıdır.

d-) Askeri Strateji: Milli stratejinin öngördüğü milli hedef veya amaçlara ulaşmak üzere, askeri gücün tamamının veya bir kısmının askeri coğrafya etütlerinin sonuçlarına göre tabiat şartlarını da yenecek şekilde, bu hedef ve amaçlar doğrultusunda planlanması, oluşturulması, geliştirilmesi ve kullanılması sanatıdır.

Strateji gibi taktik kavramı da günümüze kadar birçok tanımlara uğramıştır. Şüphesiz, taktik stratejiden daha dar kapsamlı olup, stratejinin hazırladığı gücün veya kuvvetlerin muharebe sahasında düşman karşısında almış olduğu düzen ve tertipler şeklinde düşünülebilir.



Taktik; Muhabere sahasında stratejinin öngördüğü hedefleri ele geçirmek düşmana azami zayiat verdirmek ve düşman tesirinden asgari zarar görecek şekilde birliklerin harp silah, araç ve gereçlerinin düşman karşısında en iyi şekilde kullanma, sevk ve idare etme sanatıdır.

Stratejinin Saptanmasında Ona Egemen Olan Faktörler

1-) Lider; Milli hedeflere ulaşmak için taktik yöntemleri, stratejik hareket tarzlarını saptayan ve metodik olarak hesaplayan ve bu hesapla uygulama alanında sevk ve idare sanatını kullanan kimsedir. Milletlerin geleceği üzerinde en etkin biçimde söz sahibi olmuş liderler, küçük veya büyük halk kitlelerini ve savaş alanlarında askerlerini ölüm derecesine vardıracak kadar kendilerine bağlamış, kafalarında ve gönüllerinde yatan stratejik planları uygulama alanına koyabilecek uyumlu bir ortam yaratmışlardır.

Selçuklu devletinde de bu liderler kimi zaman Tuğrul ve Çağrı Beyler, kimi zaman da Alparslan olmuştur. Onlar milletinin geleceği için, her gün kendilerini, devleti ve milleti düşünmekten alı koyamamışlardır.

2-) Zaman; Eskiden savaşlar insan kaynaklı olduğu için, askerlerin yeme ve barınma ihtiyacını karşılamak zordu. Bunun içinde savaşların kısa sürelerde tamamlanması gerekiyordu. Eğer asker aç ve susuz kalmaya başlarsa moralman çöker savaşma isteği kırılırdı. Ayrıca askerlerin daimi ordu da olmayıp aynı zamanda üretici olması sebebiyle, askerlerin evine dönüp üretim yapamaması tarıma dayalı devletlerde ekonomik krizlere neden oluyordu.

3-) Moral; Geçmişte savaşlar tamamen insan unsuruna dayanmaktaydı. Pekâlâ, asker bir robot değildir. Yeme içme ihtiyacı olduğu gibi moral ihtiyacı da olmalıdır. Türklerde moral kaynağının en büyüğü dindir. Çünkü Müslüman Türk askeri savaş da ölürse, şehit olacağını ve cennete gideceğinin bilir. Bu yüzden de pervasızca milleti ve vatanı için savaşır. Fakat asker her ne kadar dinine bağlı olsa da kazanamayacağını bilmek veya uzun süren savaş sonucu geride bıraktıklarını özleme hasletine kapılabilir. İşte o zaman savaşın bir an önce bitmesini istemeye başlar. Öyle ki arık onun için savaşın kazanılması bir şey ifade etmemeye başlar. Savaşma isteği de kaybolduğu için savaştan kaçmanın yollarını aramaya başlar. Bunun için eskiden savaşlar mümkün olduğunca kısa sürede tamamlanır ve askerin moralini bozacak her türlü davranıştan kaçınılırdı. Mesela Malazgirt savaşından önce askerin moralini üst seviye de tutmak için savaş türküleri söylenir, naralar atılır, ateşler yakılır ve tarihi destanlar anlatılmıştır.

4-) Amaç; Strateji oluştururken dikkat edilmesi gereken husus; yapılan stratejinin ne kadar milli amaçlara hizmet ettiğidir. Milletler büyün amaçlar taşıyan topluluklardır. Bu bakımdan strateji oluşturan liderlerin yaptıkları icraatın milletine ve devletine kısa ve uzun vadede olumlu sonuçlar doğurmasına dikkat etmek zorundadırlar. Strateji oluşturmadan önce ilk olarak amaç tespit edilmelidir. Yapılacak olan savaş veya sefer ne getirecek ne götürecek ve sonunda neye ulaşılacak. Bunlar tespit edilmez ve amaç belli olmazsa yapılacak olan icraat devleti ve milleti sonunda bir uçuruma veya yok oluşa götürebilir. Onun içindir ki milletler kendilerine yüzyıllar sonrayı bile amaç edinen stratejiler geliştirirler ve bunları yeri geldikçe uygulamaya koyarlar. Böylelikle milletin ve devletin bekasını uzunca süreler devam ettirirler. Türk milleri bu konuda çok hassadır. Öyle ki, her Türk, kafasın da yüzyıllar sonrası milletinin geleceğini kurgular ve bunun için kendine belli amaçlar edinir. Bu konuda herkesin bildiği Türk düşüncesi Nizam-ı Âlem fikridir. Bu fikir de gösteriyor ki büyük düşünmek büyük başarıları getirir. Nitekim Türk milleti bu fikir ve düşünce sayesinde tarihinde büyük devletler kurmuş ve dünyayı yönetmeye aday olmuştur. Selçuklular da bu devletlerden biridir. Amacı dünyayı yönetmek di ama başaramadı. Ama başardığı şey de büyük oldu Türk Milletine yeni bir vatan kazandırdı. Selçuklular sayesinde Anadolu bir Türk yurdu oldu.


5-) Araç; Stratejinin erişmek istediği amaçlara ulaşabilmek için başvuracağı ve kullanacağı bütün vasıtalar olarak tarif edilebilir. Bu tariften hareketle araç; silahlı bir kuvvet, bu kuvvete hareket yeteneği kazandıracak olanaklar olabileceği gibi bazen de sadece ele geçirilmiş bir fırsat olarak da kabul edilebilir. Fırsatların araç olarak kullanılması durumu, daha çok kendisini uzun vadeli planlarla gösterir. Hedef ülkedeki mevcut bir zaafın kullanılması ile çok büyük kazançlar elde edilebilir. Nitekim Bizans’ın Anadolu’daki otorite zaafı nedeniyle, Anadolu Türk akınlarına maruz kalmış ve Türk yurdu haline gelmiştir.

6-) Mekân; Coğrafi alanların yapısı ve özellikleriyle birlikte bölgenin iklim ve hava koşullarını kapsamı içerisine alır. Stratejinin hazırladığı kuvvetlerin, kesin sonuç için stratejik hedeflere sevk edilmesinde, dengeyi lehte veya aleyhte bozabilecek durum üstünlüğü sağlamak konusunda coğrafi yapının rolü büyüktür. Nitekim Alparslan Malazgirt’te ordusunu stratejik bir noktaya konuşlandırmıştı. Öyle ki su kenarlarını ve hâkim tepeleri ele geçirerek Bizans kuvvetlerine manevra imkânı bırakmamıştır.

7-) Kaynak; Kaynak esas olarak savaş gücüne dayanır. Eğer bir millet zafer istiyorsa savaşta bunu elde etmek için bütün kaynaklarını seferber etmesi gerekmektedir. Bu kaynaklar ekonomik yani parasal, politik, coğrafi ve sosyal kaynaklardır. Bu şekilde savaş milletin tek vücut olup varını yoğunu koyarak savaşmasıdır.

[FONT=&quot]D-) SAVAŞ TAKTİKLERİ[/FONT]*



[FONT=&quot]1-) Yanıltma Yıldırma ve Yıpratma[/FONT]


Selçuklu ordusu savaşlarda eski Türk taktiklerini uyguluyordu. Onların en sık kullandıkları yöntem, daha savaş başlamadan önce düşman güçlerini yıpratmaktı. Herhangi bir düşman ordusunun harekete geçtiğini öğrenen Selçuklular derhal çeşitli tedbirler alıyordu. Bu tedbirlerin en önde geleni gerilla taktiğiyle düşman ordusuna baskınlara yapmaktı. Küçük gruplara ayrılan Türk süvarileri, beklenmedik anlarda ve beklenmedik yerlerden düşman ordusuna saldırıyor, böylece düşman iradesi zayıflatılıyor ve büyük bir korkuya kapılması sağlanıyordu.

Bu saldırılar sayesinde düşman ordusunun savunma sistemi çöküyor, maneviyatı zayıflıyordu. Psikolojik savaşı da çok iyi bilen Türkler daha sefere çıkmadan kendileri hakkında korkunç rivayetler ortaya atıyor, böylece düşman askerleri, Türklerle karşı karşıya gelmeden onlardan çekinmeye ve korkmaya başlıyordu.

Türkler düzenli ordu savaşından gerilla, gerilla savaşından düzenli ordu savaşına geçmekte çok yetenekliydiler. Özellikle, muazzam ordulara karşı kullanılan bu taktikte, Türkler, uzaktan savaşmayı tercih ediyorlardı, bunun içinde zırhları bile delip geçen oklarını kullanıyorlardı. Onların amacı, zaten rakibe karşı düşük olan asker sayılarını en düşük zayiatla mücadeleden başarıyla çıkmaktı. Düşman ordusunun nereden geçeceği az çok tahmin eden Türkler, öncelikle uygun yerlere saklanıyorlardı. Düşman birlikleri pusuya girdiğinde yıldırım gibi öne atılan Türk süvarileri, oklarını yağdırıyor, hızla geri çekilen birliklerin yerine yenileri alıyordu. Türkler bu savaş taktiğini başarıyla uygularken, düşman daha önce görmediği bu durum karşısında şaşkına dönüyordu.


Türkler savaşlarda coğrafyayı kendi lehlerine bir avantaj olarak kullanıyorlardı. Onlar, savaşlarda coğrafyanın kendilerine sağladığı avantajlardan azami ölçüde faydalanıyorlardı. Selçuklu hükümdarları da tıpkı ataları gibi coğrafyayı çok iyi kullanan büyük liderlerdi.

Selçuklular düşman ordusunun güzergâhını bir şekilde öğreniyor ve yol boyunca bütün kuyuları kurutuyor, düşmanın iaşesini bitirip onları aç ve susuz bırakıyordu. Hatta onlar ekili dikili alanları ateşe veriyor, yerleşim yerlerinin boşaltarak bölgeyi ıssızlaştırıyorlardı. Böylece iyice bitkin düşen düşman ordusu, daha savaş başlamadan hezimete uğruyordu.

Ayrıca Selçuklular, düşmanı herhangi bir bölgeye çekmek istediklerinde oraya hiç dokunmuyorlardı. Düşman ordusu, güven içerisinde pusunun kurulduğu yere kadar ilerliyordu. Düşman askerleri pusuya geldiğinde ise, savaş başlıyordu.

Yanıltma, yıpratma ve yıldırma taktiğini kullanan genellikle dinamik bir unsur olan Türkmenlerdi. Bunlar irili ufaklı kuvvetlerle düşmanı yol boyunca veya ordugâhlarında hırpalıyor, onlara büyük zayiatlar veriyordu. Vur kaçlar genellikle gece yapılıyordu.

[FONT=&quot]2-) Sahte Geri Çekilme ve Turan Taktiği[/FONT]


Yanıltma, yıpratma ve yıldırma taktiği ile iyice perişan olmuş düşman ordusu, elverişli bir mevkide esas Selçuklu ordusu, tarafından karşılanıyordu. Çünkü vur kaç taktiği ne kadar etkili olsa da son darbeyi vurarak düşmanı imha etmek için elverişli değildi. Bu yüzden bir meydan savaşı kaçınılmaz oluyordu.

Düşman ordusuyla karşılaşan Selçuklular öncelikle düşmana şiddetli bir saldırı başlatıyor, böylece onların gücünü tartabiliyorlardı. Genellikle baştan aşağı zırhlarla kaplanmış olan düşmana karşı göğüs göğüse mücadelede başarısız olan Türkler aniden geri çekilmeye başlıyorlardı. Rakibin kaçtığını gören düşman savaş düzenini bozuyor ve onu takibe koyuluyordu. Safların bozulduğunu gören Selçuklular onları ileride kurdukları pusuya düşürerek imha ediyorlardı.

Turan taktiği veya kapan taktiği de denilen sahte geri çekilme, Türk tarihinde çok fazla tesadüf edilen bir savaş taktiğidir. Nitekim Sultan Alparslan Malazgirt’te Bizans ordusunu bu taktikle bozguna uğratmıştır. Sahte geri çekilmede bu derece başarılı olunmasının bir başka sebebi de Türklerin kaçarken dahi arkalarından gelen düşmana isabetli oklar atabilmesidir.

Pusuya düşürülen hemen kuşatılıyordu ve bu kuşatmadan kurtulmak mümkün değildi. Artık bundan sonra sıra imha ve ganimetlerin yağmalanmasına gelmişti. Ancak savaşın şiddeti geçtikten sonra teslim olanlar esir olarak alınmaktaydı.

Siyasette uygulayamadıkları “Hile”yi savaşta mükemmel bir biçimde icra eden Selçuklular, hava şartlarını ve coğrafyayı da her zaman lehlerine kullanmışlardır. Kuvvetle hilenin işbirliği savaşın karakteristiğidir. Aksarayi, Müsameretü’l Ahbar adlı eserinde “savaş hiledir” kaydıyla o dönemin savaş anlayışını vurgulamıştır.


KAYNAKÇA
Akdes Nimet Kurat; Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1992

Erol Güngör; Tarihte Türkler, İstanbul, 1996

İ. HAKKI UZUNÇARŞILI; Anadolu Beylikleri Tarihi, Ankara 1988

İbrahim Kafesoğlu; Türk Milli Kültürü, 1997

Kazım Haşimoğlu; Türkiye Selçuklularında Ordu, Gazi Üniversitesi, Ankara, 2004

Mehmet Altay Köymen; Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, 1998

Necati Ulunay UCUZSATAR; Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve Stratejisi,

Genel Kurmay Başkanlığı, Ankara, 1986

Osman Turan; Selçuklu Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul 1980

Osman Turan; Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, 2005

Salim Koca; Dandanakan’dan Malazgirt’e, Giresun, 1997

Salim Koca; Sultan I. İzzeddin Keykavus, Ankara, 1997

Salim Koca; Türk Kültürünün Temelleri II. Cilt, Ankara, 2003

Salim Koca; Türkiye Selçukluları Tarihi II. Cilt, Çorum, 2003
[FONT=&quot][1][/FONT] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü 1997, s.281

[FONT=&quot][2][/FONT] Salim Koca, Türk Kültürünün Temelleri II. Cilt Ankara–2003; s.94

[FONT=&quot][3][/FONT] Salim Koca, Türk Kültürünün Temelleri II. Cilt Ankara–2003; s.95

[FONT=&quot][4][/FONT] Salim Koca, Türk Kültürünün Temelleri II. Cilt Ankara–2003;96–97

[FONT=&quot][5][/FONT] Kazım Haşimoğlu, Türkiye Selçuklularında ordu Gazi Üniversitesi Ankara 2004 s.64

[FONT=&quot][6][/FONT] Salim Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, Giresun, 1997, s.145

[FONT=&quot][7][/FONT] Salim Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, Giresun, 1997, s.146

[FONT=&quot][8][/FONT] Salim Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, Giresun, 1997, s.190

[FONT=&quot][9][/FONT] İ. HAKKI UZUNÇARŞILI, Anadolu Beylikleri Tarihi Ankara 1988, s.107

[FONT=&quot][10][/FONT] Kazım Haşimoğlu, Türkiye Selçuklularında ordu Gazi Üniversitesi Ankara 2004 s.66

[FONT=&quot][11][/FONT] Salim Koca, Türkiye Selçukluları Tarihi II. Cilt, Çorum 2003, s.46

[FONT=&quot][12][/FONT] Salim Koca, Sultan I. İzzeddin Keykavus, Ankara 1997, s.32

[FONT=&quot][13][/FONT] Salim Koca, Sultan I. İzzeddin Keykavus, Ankara 1997, s.37

[FONT=&quot][14][/FONT] Kazım Haşimoğlu, Türkiye Selçuklularında ordu Gazi Üniversitesi Ankara 2004, s.68

[FONT=&quot][15][/FONT] Salim Koca, Türk Kültürünün Temelleri II. Cilt Ankara2003; s.101–102

[FONT=&quot][16][/FONT] Salim Koca, Türkiye Selçukluları Tarihi II. Cilt, Çorum 2003, s. 130–131

[FONT=&quot][17][/FONT] Salim Koca, Türkiye Selçukluları Tarihi II. Cilt, Çorum 2003, s. 178

[FONT=&quot][18][/FONT] Salim Koca, Türkiye Selçukluları Tarihi II. Cilt, Çorum 2003, s. 186–187

[FONT=&quot][19][/FONT] Osman Turan; Selçuklu Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul 1980, s.105

[FONT=&quot][20][/FONT] Osman Turan; Selçuklu Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul 1980, s. 66–67

*Necati Ulunay UCUZSATAR, Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve Stratejisi, Genel Kurmay Başkanlığı, Ankara, 1986

* Kazım Haşimoğlu, Türkiye Selçuklularında ordu Gazi Üniversitesi Ankara 2004
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst