Aralık 2002 – Sayı 33
BİRİNCİ SAYFA
Kartal devletin tepesine kondu
Yeni başbakan Abdullah Gül, sıkı bir Beşiktaş taraftarı ve aynı zamanda siyah-beyazlı kulübün kongre üyesi.
Gül’le birlikte Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün de Beşiktaşlı olması, “kartal devletin tepesine kondu” şeklinde tanımlamalara yol açtı.
Başbakan Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’a Başbakanlık yolunun açılması durumunda istifa edip etmeyeceğini “Şu anda Türkiye’nin başbakanı olarak yetki bende. Demokrasinin eksikliklerini düzeltip yolumuza devam edeceğiz. Aksi takdirde istifa edecek değilim.” sözleriyle açıkladı. Gül, öncelikli hedeflerinin ekonomide reformist ve yenilikçi politikalar olduğunu belirtti. Kıbrıs konusunda BM’nin çözüm raporunu müzakere edeceklerini belirten Başbakan Gül, raporu inceleyeceklerini belirterek, “Olumlu yaklaşımımız var. Ama çözüm tatmin edici olmalı” dedi. Öte yandan AK Parti, kurulan hükümetin hedeflerini belirledi. AKP’nin hazırladığı takvim şöyle:
Reel Sektör: Eximbank’ın imkanları artırılacak. KOBİ’lerin ISO 9000 ve CE kalite güvence belgeleri almaları ve buna uygun üretim yapmaları teşvik edilecek. KOBİ’lerin savunma sanayi başta olmak üzere büyük ihalelerden pay almaları sağlanacak. Sanayi ve ticaretin önündeki bürokratik engeller kaldırılarak, yatırım ortamı iyileştirilecek. İş kurma ile ilgili tüm bürokratik işlemlerin tamamlanması yetkisi belediyelere devredilecek.
Sağlık – Sosyal Güvenlik: Emekli Sandığı, SSK; Bağ Kur kaldırılarak Emekli Fon İdaresi kurulacak. Sağlık Finansman Kurumu oluşturulacak. Devlet hastaneleri özerkleştirilecek. Devlet İhale Yasası yeniden ele alınarak, aksaklıkları giderilecek.
Memurlar: Devlet memurları için esnek çalışma modeline geçilecek. Kamu personeli dil sınavı benzeri kamu personeli bilgisayar seviyesi tespit sınavı yapılarak, bilgi teknolojilerini kullanan memurlara ek ödeme yapılacak.
Sosyal Politika: Yoksul vatandaşlar gelir getiren iş kurabilmeleri için mikro kredi alabilecek. Şehirden köye dönenlere, yaşamlarını köyde devam ettirmeleri için özel kredi kolaylığı sağlanacak.
Diğer ekonomik hedefler: Enflasyon 3 yıl içinde tek haneye (yüzde 7) indirilecek. Kişi başına milli gelir 5 bin 500 dolara yükseltilecek. 3. yılın sonunda büyüme performansı yüzde 7, işsizlik oranı yüzde 3 olacak.
Bölge milletvekilleri
ilk kez Gazete BEŞİKTAŞ’a konuştu
Seçimin ardından İstanbul İkinci Bölge Milletvekilleri ile ‘İktidar ve Muhalefet Kesiminin Bakış Açısı’ çerçevesinde bir çok konuyu ele aldık. Üçüncü köprü sorunundan sosyal güvence ile ilgili merak edilenlere üretim sahasının genişletilmesinden işsizlik sorununa kadar bir çok konuda milletvekilleri Gazete BEŞİKTAŞ’a ilk demeçlerini verdi.
AKP
MEHMET ALİ ŞAHİN
Beşiktaş, seçim bölgemdedir, tabi ki tanıyorum. AK Parti tek başına iktidara geldi ve hedefleri vardır. Öncelikli sorunlar, vatandaşın deyimiyle “aş ve iş”tir. Esnaf ziyareti yaptığımız vatandaşların beklentileri; Türkiye’nin iyi yönetilmesi, ekonomik sıkıntıların üstesinden gelinmesi, bu sorunların aşılmasıydı. AK Parti bunu vatandaşın isteklerini en iyi şekilde karşılayacaktır.
Üçüncü köprüye sıcak bakmadığımızı daha önce ifade etmiştik. Bu tür bir ulaşım sorununun çözümü, tüp geçit tarzında olabilir. Olası bir üçüncü köprü çok gerekiyorsa yerleşim yeri olmayan bir yerden geçişin sağlanmasından yanayım.
HÜSEYİN KANSU
1950 Fatih doğumluyum. İki dönemdir 2. Bölgeden İstanbul Milletvekiliyim. 1995’te Refah, 1999’da Faziletten seçildim. Şimdi kurucusu olduğum AK Partiden yine 2. Bölge milletvekiliyim. İstanbul’a Üçüncü Köprü Projesi hakkındaki düşüncem; üçüncü köprü yerine tüp geçidin gerçekleşmesinden yanayız. Üçüncü Köprü ile, Karadeniz’e yakın olan ormanların önemli bir bölümü gidecektir. Ben çevreciyim. Tüp Geçit için gerekli mali kaynaklar var. Süreç içerisinde proje gerçekleşebilecektir.
MUSTAFA BAŞ
Vergi adetleri ve oranları konusunda çalışmalarımız olacak. Oranlar ve adetler düşürülecektir. Kamu arazilerini belediye, hazine, vakıflar, milli emlak el birliğiyle değerlendirerek satışa sunmalıdır. Oysa plansız satılmaktadır, rant olmaktadır. Halbuki hazine, belediye belli oranlarda paylaşabilirler, buna göre imar planlarını düzenleyerek gelir sağlayabilirler.
Kentin çeşitli sorunlarına çözüm olacak projelerimiz var. Merkezin oluşturduğu projeler arasında köprü çalışması yer alıyor, metro çalışmaları yer alıyor. Köprü çalışması veya tüp geçit ulaşımı rahatlatacak projeler arasındadır. Bayındırlık Bakanlığı tarafından İstanbul milletvekillerine teknik bilgi, brifing verilmesi sonucunda yeni bir geçişin nasıl olacağına karar verilecektir. İstanbul’da ulaşımın rahatlaması için yeni bir geçişe ihtiyaç vardır.
Ayrıca şehir hatlarının reform edilmesi lazım. Şehir hatları belediyelere devredilebilir. Deniz yollarının iyileştirilmesi yapılacak.
HAYATİ YAZICI
Kentleşme sorunu bütün ülkenin problemidir. Çarpıklaşmanın önüne geçilmesinde en önemli unsur, yerel yönetimleri güçlendirmeden geçiyor. Bu bir kültür ve eğitim meselesidir. Üç büyük kente göç edilmesinde ekonomik nedenler yatıyor. Daha iyi yaşama isteği yatıyor. Bu sorunun çözülmesinde hem kaynak hem özerkleşme açısından yerel yönetimlerinin güçlendirilmesi büyük bir önem taşımaktadır.
EKREM ERDEM
1969 yılından beri İstanbul’dayım. İstanbul’da en önemli sorun açlık ve işsizlik. Yerel yönetimleri devreye sokarak mevcut durumdan, Fak-Fuk Fonu’ndan da faydalanarak yoksul olan kesim için çok geçmeden kısa vadeli tedbirler getireceğiz. İstihdam alanlarının genişletilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Üretim kapasitesi artırılmalı, bütün sektörler için bu geçerli. Özellikle inşaat sektörü tüm sektörleri tetikliyor. Vergi alanında atılım olacak. Gereksiz vergiler var. Vergi oranlarını ve adetlerini düşüreceğiz. Bunun yanı sıra sosyal güvence takibi açısından bir diğer önemli konu, isteğe bağlı sigortalının sağlıktan yararlanması üzerine olacaktır. Şehrin mülkiyet sorunlarına da çözüm bulunacaktır.
DR. ZEYNEP K. USLU
İlginiz için sizi tebrik ediyorum. Böyle bir fırsatı milletvekillerine sunmanız çok yerinde. Ancak şu anda konuşmayı uygun bulmuyorum. Hükümet kurulsun. Tabir-i caizse taşlar yerine otursun. Sonra konuşmak daha mantıklı.
NİMET ÇUBUKÇU
12 yıl Beşiktaş Ihlamur’da oturdum. Eşim Beşiktaşlıdır. Ben insan hakları ihlalinin takipçisiyim. Tek başına kadın haklarına yönelik çalışmalar yapmış biri değilim. Ancak kadın hakları insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır, bir bütündür. AKP, AB hedeflerini gerçekleştirme noktasında samimiyeti olan bir partidir. Ülkenin en önemli problemi işsizlik ve yoksulluk. Biz iktidar partisi olarak makro ve mikro ekonomi politikaları ürettik. İlk 1 yıl içindeki hedefimiz işsizlik sorununa çözüm bulmaktır. Yüzde 30’a düşürmeyi amaçlıyoruz.
CHP
MEHMET SEVİGEN
Şu anda çok yoğun bir dönem içerisindeyim. Diğer milletvekili arkadaşlarıma konuşma fırsatı vermek istiyorum.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
Beşiktaş semti tipik bir İstanbul semti. Diğer semtlere oranla okuma- yazma oranı yüksek, sanat ve kültüre değer veren bir yerleşim. 12 yıldır İstanbul’da yaşadığım için Beşiktaş’ı tanıyorum. CHP’nin seçim bildirgesinde belirttiğimiz gibi işsizlik ve yoksulluğa öncelik veriyoruz. Öncelikle mecliste bunu dile getireceğiz. Bütün sorun işsizlikte uygulanan yöntem. AKP’nin bu konudaki tavrını bilemiyoruz. Onların projelerine göre hareket edeceğiz. Yoksulluk konusunda ise “Aile yardımları sigortası”nı uygulamak amacındayız. Bu sigorta kapsamınca gelir düzeyi düşük ya da yoksul ailelerin çocuklarının eğitimi sigorta kapsamına alınacak. Çünkü AB ülkelerinde uygulanıyor. Ayrıca şunu da söylemek isterim ki; 2. Bölge milletvekilleri olarak bölge sorunlarına daima duyarlı kalacağız.
MEMDUH HACIOĞLU
Ben Gümüşsuyu’nda yaşıyorum. Beşiktaş’a yakın bir bölgedeyim. Biz muhalefet partisi olarak sadece hükümet icraatlarının doğru olanlarını destekleyebilir yanlış olanlarını eleştirilebiliriz. Meclisteki iki siyasi parti olarak AB’ye önem veriyoruz. Ülkenin AB’ye giriş tarihi alabilmesi için çaba göstereceğiz. AB’ye girersek ülke ekonomisinin önü açılacak. Sosyal ve siyasal değişimin başlangıcı olacak. Kentleşme sorunu çözülecek. Bu nedenle öncelikli olarak AB’ye giriş politikası üzerinde yoğunlaşacağız.
ERSİN ARIOĞLU
Biz gölge kabine olarak çalışmalarımızı yürüteceğiz. Öncelikle, kentin güzelleştirilmesi ve uygar seviyesine getirilmesi konusunda çalışmalar olacak. Kent kültür yaratır, kültürel konulara önem vereceğiz. Ayrıca ulaşım ve çevre kirlenmesi konusunda çalışmalarımız olacak.
İstanbul’a üçüncü köprü projesi ise, master planında ele alınması lazım. Maliyeti düşük olsun diye 1.veya 2. Köprü çevre yollarına bağlayacaklar. Çevre yolu aynı olduğu müddetçe daha çok tıkanır. Boğazın uçlarına doğru kentin dokusuna zarar vermeyen çevre yoluyla desteklenen Trakya’ya Avrupa’ya gidecek bir köprü olabilir. Arnavutköy’ün tarihi dokusuna zarar verilmemeli.
Ayrıca İstanbul için diğer önemli sorun çarpık kentleşme. Yerel yönetimlerin özerkleşmesiyle bu sorun çözümlenebilir. Şehirler, stratejik planlarla olmalı nazım planlarıyla değil.
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
Beşiktaş’ı tanıdığımı sanıyorum, o bölgede 15 yıldır politika yapıyorum. Politikada politikacıların durumunu statüleri belirler. Bir muhalefet partisi olarak rolümüzü yerine getireceğiz. İlk günlerdeki durumu bizim belirlememizin, yönlendirmemiz konusu dışında yoğun anayasal tartışmaların gündeme geleceğini düşünüyorum. Anayasayı kişisel esnetme durumlarına yönelik çalışmalarımızı yürüteceğiz.
İstanbul gerek özel gerekse genel yönetim modelleriyle klasik yöntemlerle, kurallar içinde yönetilemeyecek bir şehirdir. İstanbul mevcut kurallarla, yönetim anlayışıyla yönetilemeyecek büyüklüğe erişti. Aş, iş, turizm bütün sorunlar buna bağlı.
ONUR ÖYMEN
Kuşkusuz dış politikada ve Avrupa Birliği hususunda atılacak adımlara destek olacağız. Kıbrıs gibi konularda atılacak adımlarda destek olacağız. Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmeyen zarara verecek adımlar atılırsa tepkimizi vereceğiz. İstanbul için 10 büyük proje var, hayata geçirmeye çalışacağız.
Anlamlı buluşma
Geçen sayımızda görmeyen 17 yaşındaki Tuğba Kocacenk’in hikayesine yer vermiştik. Üniversite sınavlarına hazırlanan ve lisede okuyan Tuğba, kendisi gibi görmeyen Lokman Ayva ile buluştu. AK Parti İstanbul Milletvekili Lokman Ayva ile Tuğba’yı buluşturan Gazete Beşiktaş, görme engellilerin sorunlarını masaya yatırdı. Sıcak bir sohbet şeklinde geçen görüşmede Tuğba Kocacenk’in dertlerini paylaştığı Lokman Ayva, konulara olan sıcak yaklaşımını ortaya koydu.
Başka bir gelişme ise, önümüzdeki günlerde engelliler için amaçlanan bir danışma merkezinin olması söz konusu. Büyükşehir Belediyesi Özürlüler Koordinasyon Merkezi’nde yöneticilik yapan Ayva, vazgeçmeden çalışmaya devam etmenin önemine değinirken birlikteliğin, dayanışmanın ve mücadele kavramlarının da altını çizdi.
Kocacenk ailesi, engellilerin yapmak istedikleri konusunda nereye başvurup neler yapabileceklerini bilemediklerini vurguladı. Bunun üzerine Lokman Ayva, bir çok konuda eksiğin olduğu ülkemizde bu konudaki eksiklerinde gözden geçirildiğini belirtti.
Eğitim sisteminin çürümüş yanları olduğunu söyleyen Ayva, görme engellilerin şekil muaflığından dolayı sosyal alandan başka bir alanda okuyamadığını söyledi. Bu konuda bakış açının büyük bir rol oynadığını belirtti. Eğitim sistemi içerisinde engelliye bakış açısının değişmesi gerektiğini ifade eden Ayva, şunları söyledi:
“Bir sene önce görmeyen birisi milletvekili olacak desen kimse inanmazdı. Demek ki dünya değişecek yani değişiyor. Amerika’da okuyan görme engelliler var. Kimya, biyoloji… Kimya ve biyoloji bana çok ilginç geliyordu mesela ama yapıyor insanlar. Hatta yedi yüzyıllı yıllarda fizik profesörleri vardı matematik profesörleri vardı. Elbette ki şu anki durumda öğretmenlerin ve eğitim sisteminin çok büyük bir etkisi var. Ancak şu da önemli, oradaki etki şu; Tuğba’nın kendi hakkında karar verecek olması. Ne yapacağına karar vererek hareket edilmeli. Belki liseye kaydederken de zorluk çıkarmış olabilirler. Ama Tuğba kararlı olduğu için, ailesi de desteklediği için liseye girmeyi başardı”
Bu durumda olan insanlar dayatmayla mı kararlarını gerçekleştirmeliler?
Olmamalı. Bu sadece benim, senin, Tuğba’nın sorunu değil, Türkiye’nin sorunu. Düşünün ki, lisede son üç ayda çocuklar hangi mesleği gideceklerine karar veriyorlar. Ben de valilik zoruyla gittim. Biz ne çocuğumuzu zorla soktuğumuzu biliriz, okulu birincilikle bitirdi. Sonra öğrencilerinden. gurur duydular. En yüksek bölümleri bu öğrenciler başardı ve okulun da gururu oldular. Ama başlangıçta kabul etmeme durumları yazık ki yaşanıyor, ancak bu bir süreç.
Santral memurluğunda kontenjan sorunları yaşanırken yöneticilik yapmayı istediniz ve işletme okudunuz. Bu konuda bugüne kadar ki mücadelenizden bahseder misiniz?
Elbette. Konya’da 1966 yılında Doğarhisar Başköy kasabasında doğdum. Fakir bir aileydik. Çocukluğum, gayet mütevazı şartlar içerisinde geçti. Benim hatırladığım bahçemiz vardı. Orada oynardık. Babam işçiydi. Devlet Su İşleri’nde odacıydı. Ben gözlerimi 11 yaşında kaybettim. İlkokula 7 yaşında başladım, sorun yoktu. Son sınıfa geldiğimde 23 Nisan akşamı başlayan bir hastalıkla, menenjit sonrası gözlerimi kaybettim. Tabi, 5 yıl kadar evde kaldım. Herhangi bir şeyle uğraşamadım. Acı günlerdi. Çünkü hiçbir hayaliniz yok, hayal kuramıyorsunuz… Neyin hayalini kuracaksın ki? Okuyabileceğini bilmiyorsun, inanmıyorsun. ‘Kör bir adam nasıl okuyacak’ Olmayacak zannediyorsun. Çalışma zaten görmeyen birine kim ne iş versin ki… Öyle düşünüyorsun sadece kendini potansiyel bir dilenci olarak görüyorsun. Askerlik, Anadolu şartları içerisinde önemlidir. Askere gidecek oğlum, döndüğünde evlenip yuva kurmasını istemek gibi beklentiler vardır. Onlar da yok, evlilik yuva kurma düşünülemiyor bile. Şu an evli ve 2 erkek çocuğu babasıyım. Ancak, o anki mantığınızı aşıp durumunuzu zorlamanız gerekli.
Buhrandan nasıl çıktınız?
O dönemlerde sürekli radyo dinlerdim. O esnada Ankara Radyosu’na yazdım. Kabartma yazı kurslarının olduğunu öğrenmiştim ve okumak istiyordum. Nasıl faydalanacağım hususunda yazmıştım. Kurslarla ilgili bir program yaptılar. O programda adres verdiler, ailemden gizli olarak başvurdum. Oradan Türkiye Körler Vakfına başvurdum. Aydınlık Evler Körler İlkokuluna başvurdum. Ardından Ankara Beşevler Körler İlkokulu’nda o yıl kursumun açılacağını söylediler. Mektubumu oraya göndermişler ve bana bir davet mektubu geldi. Mektubu gösterdim babama. Gittik, ve öylelikle başladık bu işe. Çok stres yaşadım ama istediğimden vazgeçmedim. Mücadele gücünü bularak bunalım hayattan kurtuldum. Moral çok önemli.
Kabartma kitap temini gibi bir sürü araç ve gereçlere ulaşmada ve yapılacaklar hususunda haberleşme ve bilgi akışı nasıl sağlanacak?
Sosyolojik gelişim süreci içindeyiz. Bu bir gelişim süreci. İnsanlar daha doğal karşılamaya çalışıyorlar. 20 senede bu noktaya geldik. Örneğin, Türkiye ilk bilgisayar kullanan kişi oldum. Bu bir anda olabilecek hadise değil ancak bunu hızlandırmak lazım. Basının ilgisi de bir çözümdür aynı zamanda. Topluma bir bilgi sunuyoruz. Bakış açısını değiştiriyoruz, zorluyoruz. Diyoruz ki, senin bildiğin özürlü, dilenci özürlü. Ama senin bildiğinde bir yanlışlık var. Kör adam milletvekili de olabilir, o zaman işveren de diyecek ki, ben bunu işe almayı bir düşüneyim diyebilecek.
Ancak hassas bir konu. Bazı ihtiyaçlar da önemli. Süreci bekleyemezsin ki. Bunun için müşteri hizmetleri gibi bir merkez oluşturmaya çalışacağız. Bir çağrı merkezi. Arayıp herkes her türlü sorununu danışabileceği bir merkez.
Danışma merkezi bu sorunun çözümlenmesinde ne gibi aşamalar kaydedecek?
Problem, conpact bir çözüm gerektiriyor. İnsanların bakış açısını bir taraftan değiştirmeye çalışırken bir taraftan çocukların eğitimini iyileştirmemiz lazım. Bir taraftan eğitimi iyileştirelim derken araç – gereçleri temin etmeniz gerekiyor. Peki iş bulacak mı? Bunların hepsini düşünüyoruz. Bu sorunların çözümü de o zaman iç içedir. Bunlar için çok kapsamlı projelerimiz var. İlk etapta bir yıl içerisinde düşündüğümüz, 168 tane proje var. Bunların bir an önce hayata geçirilmesi lazım.
Gezici öğretmenlik projenizden söz eder misiniz?
Biz buna kaynaşmış eğitim diyoruz. Engelli bir öğrenci ama normal bir eğitim görüyor. Burada öğretmen sorunları baş gösteriyor. Aradaki iletişimi sağlayacak ve neyi nereden temin edileceği hususunda rehber olabilecek bir sistem var. Hafta bir gün ya da 15 günde bir çocuğun durumuna göre ziyaret ediyor. Öğrenciyi gerekirse öğretmenlerle konuşuyor gerekirse ders çalıştırıyor. Türkiye sayısız sorunları var bunlar sadece eğitimle ilgili olanlar. Çift özürlü olanlar var, onların eğitim yok mesela. Korkunç bir durum.
Dayanışma ve inanç önemli kavramlar. Bunları toplumdaki yerleriyle nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vatandaşlarımız cebimize 100 bin lira koymaktansa bize şu soruyu sorsunlar, en son hangi kitabı okudun? Böylelikle benim bir şeyler yapabileceğime inanıyorsunuz. Kendimi geliştirebileceğime inanıyorsunuz. Ben de bunu yapabileceğime inanıyorum. O zaman okumuyorsam bile okumalıyım yani. Ama diğer yönden bakıldığında sen bunu bile kazanamazsın, sen buna bile muhtaçsın intibası uyanıyor. İnsanın hayatının toplumun hayatının hareketini değiştiren bir başlangıç, bu dediğim şey.
Üniversiteye girişte sınırlamalar kalkacak mı?
Sınırlamalar kalkacak. Şu bölümü yazamazsın şunu yazarsın diye bir durum ortadan kalkacak. Başaramazsan atılacaksın. Özürlü olduğu için, inisiyatif olmayacak. Kendi bilgi düzeyi, yetenekleri insanların sınırlarını belirler. Buna dışarıdan,yapay sınırlar koyamazsınız.
Umutsuzluk söz konusu olduğunda tavsiyeniz?
Biraz gayret edeceksin, şunu unutmamak lazım tabi. Biz suları tersine akıtmaya çalışıyoruz.
ÜÇÜNCÜ SAYFA
Kirletmeyin artık şu denizi
Gün geçtikçe kirlenen denizlerin bir türlü önüne geçilemediğini gören Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu “iş başa düştü” diyerek, temizlik işçileri ile birlikte adeta bir seferberlik başlattı. Başkan, denizlerin temizliği için bir çöp toplama motorunun hizmete sunulduğunu belirtirken, ”vatandaşlardan olumlu tepkiler alıyoruz. İsteğimiz elbirliği ile denizlerin temizliğine katkı sağlamak”dedi.
Beşiktaş Belediyesi çöp toplama motoru, kıyı şeridi 11 km. olan Beşiktaş ilçesinin sahilini denizden sürekli olarak temizliyor. Haftanın yedi günü faaliyette olan çöp toplama motoru, 07.00 ile 17.00 saatleri arasında denize atılan çöpleri topluyor. Tatil günleri dahil her gün 12 saat denizden çöp toplayan belediyenin temizlik işçileri, günde 5-6 ton çöpü toplayarak Beşiktaş sahilini temizliyorlar.
Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu, herkesi doğaya ve çevreye daha duyarlı olmaları konusunda uyararak, “Biz denizi temizliyoruz. Ancak bu yeterli olmuyor. Çevre kirliliği konusunda daha bilinçli olmak gerekiyor. Kıyılardan, gemilerden, yatlardan ve balıkçı motorlarından atılan çöpler denizi sürekli olarak kirletiyor. Herkes doğaya ve çevreye saygılı olduğu zaman sorun kendiliğinden çözülecektir” dedi.
Sanatçılar yarışıyor!.
Akatlar Mahallesi’nde ‘Sanatçılar Parkı’ için sanatı ve sanatçıyı simgeleyen büst, objeler için kollar sıvandı. Estetik normların yer aldığı ve son dönem sanatçıların yer aldığı park, kırk sekiz dönümlük bir alandan oluşuyor. Bitki örtüsüyle rahatlık veren park, estetik unsurların yanı sıra bir dinlenme alanı olarak da hizmet verecek. Sanatçılar Parkı’nda yer alacak heykel, büst ve diğer objeler için Cumhuriyet sonrası kuşağın sanatçıları yer alacak. Parkta, kimlerin olacağı ise gelen önerilerle belirleniyor. Beşiktaş Belediyesi, Sanatçılar Parkı’ndaki sanatçı büstleri için kararı ilçe sakinlerine bırakıyor. Oluşturulan anket formuna yedi sanat dalı göz önünde bulundurularak istenilen sanatçının ismi yazılıyor. Anket neticesinde seçilen sanatçıların büstleri, Sanatçılar Parkı’nda yer alacak.
Sinema, müzik, resim, heykel, tiyatro, edebiyat, mimari alanındaki önerilerin yazıldığı formun teslim yerleri şöyle:
Akatlar Kültür Merkezi, Akatlar Mahallesi Muhtarlığı, Etiler Mahallesi Hizmet Ofisi, Levent Kültür Merkezi, Kültür Mahallesi Muhtarlığı, Konaklar Mahallesi Hizmet Ofisi, Çilekli Stadı kafetaryası.
Bekart için açık mektup
Beşiktaşlılar için hem kredi kartı hem banka kartı olan Bekart, yoğun ilgi görüyor. Bekart, alışveriş söz konusu olduğunda yurtiçi ve yurtdışı kredili alışveriş, Beşiktaş’ta indirimli ve taksitli alışveriş imkanı sunuyor. Bunun yanı sıra bir çok seçenekleri de beraberinde getirirken Emlak ve Çevre Temizlik vergilerini ödemek için kartla işlem yapmanız yeterli. Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu, yoğun ilgi gören Bekart’ın daha iyi tanınması için açık mektupla açıklamada bulundu. Beşiktaş için gerek bankacılık gerek alışveriş gerek vergi ödeme için kolaylaştırıcı bir hizmet olan Bekart’ın özelliklerini şöyle anlattı: “Bugün sizinle yeni bir mutluluğu paylaşmak istedim. Beşiktaş ilçesine belediye başkanı adayı olduğumdan bugüne geçen 3 seneye gurur duyacağımız pek çok çalışmayı sığdırdık. Beşiktaşlılar için çalışırken hedefimiz yaşam kalitesi yükselmiş bir Beşiktaş’a sahip olabilmek ve seçimden önce sizlerle imzaladığım Beşiktaş Hizmet Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirebilmekti. Ve bugün Beşiktaşlılar için çok mutlu bir gün. Çünkü 3 yıldır çalışmalarını sürdürdüğümüz ayrıcalıklı yaşam kartı Bekart, Beşiktaşlının hizmetine giriyor. Bekart Beşiktaş Belediyesi’nin Beşiktaşlılara sunduğu uluslararası VISA amblemli bir kredi kartı olup Finansbank’la ortaklaşa geliştirilmiştir. Beşiktaşlılar Bekart sayesinde; Emlak ve Çevre Temizlik vergilerini belediyeye gelmeden otomatik ödeme talimatıyla ödeyebilecekler. Yurt içinde ve yurtdışında VISA amblemli her noktada kredili alışveriş yapabilecekler. Beşiktaş’ta yaşamanın ayrıcalığı ile ilçede indirimli alışveriş ve taksitli alışveriş imkanına sahip olabileceklerdir. Ayrıcalıklı hizmeti hak eden siz değerli Beşiktaşlılar, bu kart sayesinde her yerde alışveriş ve nakit kredi imkanı, kazanılan puanların harcamaya dönüşmesi, hem kredi kartı hem banka kartı, kolayca geri ödeme imkanı, sosyal ayrıcalıklar, ek kart avantajları, her şekilde kolay iletişim, acil kart yenileme ve nakit kredi imkanı, kayıp ve çalıntı sigortası, ücretsiz internet erişimine de sahip olabileceklerdir. Beşiktaş Belediyesi Bekart sahibi olmak için Finansbank Telefon Bankacılığı’nı 444 0 900’den aramanız veya Finansbank şubelerine müracaat etmeniz yeterli olacaktır. Türkiye’de ilk olan bu uygulamanın Beşiktaşlılara hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.”
DÖRDÜNCÜ SAYFA
Yeni yıla umutla giriyorlar
Yeni yılın gelişiyle birlikte umutlar, beklentilerde kapımıza yığıldı. Levent’ten Ortaköy’e Gayrettepe’den Beşiktaş’ın merkezindeki bir çok semt sakinine sorduk:
‘Yeni yılda ne bekliyorsunuz?’ Karamsarlıktan iyimser bakış açısına kadar bir çok yanıt aldık. Peki ya siz?
Ahmet Karakeçeli
45 yaşında, evli, 3 çocuk babası, Beşiktaş
Tek başına iktidar olduğu için yeni hükümetle daha iyi olacak. Genel başkanın aslında başbakan olması gerekiyor. Bu konuda bir beklentim var. Şahsıma yönelik beklentilerim de var elbette. Parasal yani maddi bakımdan… Toplum açısından ise, her yeni gelişmede toplumun bu sistem içerisindeki varlığı devam edecektir. Hiçbir şekilde hiç kimse bu sistemi değiştiremez. Toplumun ezilmesini değiştiremezler ama iyi olacak diye düşünüyoruz. İşler açılabilir diye düşünmüyorum, bu şekilde olduğu gibi devam eder, daha kötüye gitmez. Üç çocuğumun üçü de okuyor emekli maaşım da var. Biraz oradan biraz buradan idare ediyoruz. Ancak, boş durmuyoruz. Daha iyi olması için çalışıyoruz.
Necmi Mürtezaoğlu, 57 yaşında-emekli, Beşiktaş
Benim yeni yıldan ve yeni yılın gelişiyle birlikte bu hükümetten beklentilerim iyi olacağına yönelik. Aması yok, beklediğimiz bu… İşlerin açılması, durgunluğun giderilmesi ve hareketliliğin gelmesni istiyorum.Ben emekliyim. Emekli olanların koşullarını, zorluklarını biliyorum. Emeklilik refah payının yükselmesini istiyoruz ve beklentimiz de var. Bir tane oğlum var, o da okuyor. Henüz ufak, 12 yaşında. Geleceğe yönelik düşünceleri var, doktor olmak istiyor. Onun geleceğini için en büyük umutlarımız, dileklerimiz. Onun istediğini okuyabildiği, eğitimde fırsatların olduğu bir yarın, zorlukları göğüslememiz için güç verecektir.
Mikhail Güzel, 25 yaşında-esnaf, Beşiktaş
Yeni yılın öncelikle Türkiye’miz için daha sonra bütün dünya ülkeleri için sağlık, mutluluk ve barış içinde geçmesini temenni ederim. Temenniden öteye bir şey söyleyemeyiz. Kişisel projelerimiz var ama yeni hükümete bağlı olarak projelerin hayata geçirilmesi hususunda ona göre aşama kaydedeceğiz. Başka bir deyişle, yeni hükümetin başarılı olması durumunda biz ve bizim gibi esnaflarda başarılı olacaktır. 2003 yılının başından bu yana bu denklemin nasıl bir sonuca ulaştığını göreceğiz. Elbette ümit var. Beklentilere gelince, medyanın bu konuda yıkıcı değil yapıcı olmasını diliyoruz. ‘Sol, Sağ, Laiklik’ karmaşasından ziyade belli bir istikrar için tüm birimler, tüm alanlar birlikte hareket etmeli ki, kalkınalım.
Atilla Bektaş, 39 yaşında-esnaf, Ortaköy
Yeni yıldan hiçbir şey beklemiyorum. Karamsarım. Sözünü ettiğim, her şeyi oluruna bırakmış durumda olmak değil. Bu durumdan da kolaylıkla çıkılabileceğini düşünmüyorum. Ekonomik dengelerin sarsılması bizim de yaşamımızı alt üst etti. Zarar gördük.
Gülçin Batı, 25 yaşında-işçi, Ortaköy
İşlerimizin açılmasını daha iyi olmasını istiyoruz. Tüm çalışanların için çalışma koşullarının daha iyi olmasını istiyoruz. Ben aileme bakıyorum ve henüz okuyan bir kardeşim var. Maddi durumdan ötürü ben bir süre eğitimime ara vermek zorunda kaldım. Koşulların gittikçe zorlaştığı bir dönem ve hakların eritildiği… Tüm her şey için iyilikler diliyorum.
Tahir Bacı, 40 yaşında, Makro gazete bayi çalışanı, Kuruçeşme
Yani bugün insanlar önünü göremiyor. Ben sadece kendi adıma söylemiyorum yani toplumdaki durum bu. Kimsenin yarından beklentisi olmadığı gibi kimse ne olacağını bilemez durumda. Bu ekonomik açıdan da böyle, siyasi açıdan böyle. Bir çok açıdan baktığınızda bu durum aynı, değişmiyor. Halkın bir ideali olmazsa yöneticilerin halkı yönetmesi çok kolay oluyor. Zaten sorun buradan kaynaklanıyor. Sorun tek de değil ki. Sorun demokrasi sorunu, mesleki alanlarında örgütlenememe sorunu… Zaten biz örgütlü bir toplum olsak ne böyle bir siyasi yapıya maruz kalırız ne bu kadar sıkıntı çekeriz diye düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse İsveç’in nüfusu 8 milyon… İsveç’te derneğe kayıtlı 32 milyon insan var. Bu demek oluyor ki, bir kişi 4 ayrı derneğe kayıt olabiliyor. Türkiye’de bunun zaten önü kapalı. Türkiye’de sendikaların, derneklerin nasıl işlediği önemli. Kamu sendikaları emekçilerinin başlarına gelenleri görüyoruz. Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri demokrasi sorunu, insan hakları sorunudur. Bireyin özgür olamama sorununudur. Birileri gelip birileri gidiyor. Değişen bir şey yok. Ülkede yönetenler zaman zaman değişti ancak ortada bir şey yok. Bu da halkımızın elinde. Ama bu akşamdan sabaha değişecek bir şey de değil. Uzun bir süreç alacak. Bu halk, istediği insanları bir gün veyahut kendisi seçecektir ve yönetecektir diye düşünüyorum.
Şükrü Akgök, 43 yaşında-memur, Kuruçeşme
Yeni yılda hükümetten beklentilerimiz var. İktidara gelen partinin genel başkanı, İstanbul’u devralmıştı zaman içinde canlandırdı. Ayağa kaldırdı ve koşturdu. Büyükşehir Belediyesi’nde yirmi senedir çalışmışlığım var. İstanbul’u canlandıracağına su sorunu olsun kavşaklar yol ulaşım ve bir çok yatırım alanında iyi işler yapılabilir mi, bu bende bir soru işaretiydi. Ben açıkçası pek inandırıcı bulmuyordum ama başardı. Bir çok işe imza atıldı. Dürüst çalışıldı. En ufak işçisine kadar iniyordu hal hatır soruyordu kişileri ayırmıyordu. İstanbul’u nasıl düzelttiyse Türkiye’yi de eskilerden çok daha iyi bir yere getireceğine inanıyorum. Böyle bir beklentim var.
Leyla Ülker, Gayrettepe
Ne olacağını göreceğiz. Yeni yılın iyi olacağını umut ediyoruz. Her şey için çok erken. Umut elbette var, umutsuz olmaz. Kendimiz için değil de, çocuklarımızın geleceği için… Bekleyip göreceğiz.
Firaye Ersöz, Levent
Yeni yılda sağlık, mutluluk bekliyoruz. Düzen için ise, neler olacağı konusunda bir fikir yürütemiyorum, bekliyoruz. Çok da umudumuz var denemez.
Bahar Övünç, 21 yaşında-işçi, Levent
Daha iyi bir iş daha iyi olanaklar bekliyoruz. Umudumuz var, bekliyoruz. Yeni yılla birlikte geleceğe dair bir çok beklentilerimizi gerçekleştirebileceğimiz ortamın oluşması için gereken çabayı görmek istiyoruz.
Ebru Ormancı, 17 Yaşında-işçi, Levent
Karamsarlıklar oluyor. Umudum var ile yok arasında. Bekleyip göreceğiz diyorum.
Ümit Devecioğlu, 19 yaşında-işçi, Levent
Ben yakında askere gideceğim. Bir genç olarak geleceği yönelik düşüncelerim, yapmak istediklerim var. Umudum da var. Yeni yılın iyilikler gelmesini ve ideallerimiz için uygun ortamların oluşması için fırsatların doğmasını ümit ediyorum.
Derya Aygün, 23 yaşında-eczacı, Gayrettepe
Bir esnaf olarak sıkıntılarımızın azalmasını istiyoruz. İş sahalarının açılmasını, üretim sahasının genişleyerek sorunların çözülmesi için atılım istiyoruz. Ben yeni yılda, tüm evlenenler için mutluluklar diliyorum. Benim için de bu söz konusu. Tüm herkese iyilikler getirmesini diliyorum.
Emriye Gülreyik, 22 yaşında-eczacı, Gayrettepe
Yeni yılla birlikte umut ederim ki tüm iyilikler bizimle olur. Çok sıkıntılarımız var. Düşünülünce, zorlukların aşılması için çaba gerekiyor. Bizim beklentimiz artık daha fazla sorunların yaşanmaması, sorunların çözülmesi için gerekenin yapılması ve geç kalınmamasıdır.
Atatürk konulu panel büyük ilgi gördü
Cumhuriyetin kuruluşunun 79. yılına girildiği bu sene içinde Atatürkçü Düşünce Derneği Beşiktaş Şubesi çalışmalarına devam ediyor. Dernek her yıl olduğu gibi bu yılda çalışmalarını tüm hızıyla sürdürüyor. Gerek düzenlenen paneller gerek Atatürk kitaplığı genişletilmesi için çalışmalar birbirini kovalıyor. Yaz dönemi boyunca panellere ara veren dernek, Cumhuriyetin 79. yılında Küreselleşme Süreci İçinde Türkiye konulu paneli düzenleyerek etkinlikleri arasına ekledi. Derneğin Kasım ayı itibariyle başlayan panel çalışmaları tüm hızıyla devam ederken Küreselleşme süreci içinde Türkiye başlıklı panelle hararetli bir dönemi atlattı.
Akatlar Kültür Merkezi’nde düzenlenen panel, sıcak konuşmalara sahne oldu. Prof. Dr. Ahmet Ercan’ın ve Dilek Türker’in katıldığı Cumhuriyetin kuruluşunda küreselleşme süreci içinde vatandaşlık bilincine değinilirken çeşitli konular da gündeme geldi. Demokrasi, çağdaşlık, seçim sistemi ve propaganda kavramlarının hararetli konuşmalara neden olduğu panel, Atatürkçü Düşünce Derneği Beşiktaş İlçe Başkanı Uğur Seten’in konuşmasıyla sona erdi.
Panelin sona ermesinin ardından Cumhuriyetin kuruluşunun 79. yılı kutlamaları etkinlikleri çerçevesinde ödül törenine geçildi. Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu, Uğur Seten’in elinden plaketini aldı.
Muhtarların Sesi
Kapalı otopark gerekiyor
Bizim en büyük sorunumuz kapalı bir otoparkın olmayışı. Özellikle metronun yapılışından sonra Etiler’den olsun, Sarıyer’den olsun gelen vatandaşlar, arabalarını mahallemize parkedip ulaşım için metroyu kullanıyorlar. Bu nedenle parkedilen araçlar yolu tıkıyor. Ayrıca bölgemizde araba hırsızlığı had safhada. Eğer mahallemize kapalı bir otopark yapılırsa bu sorunun da önüne geçilmiş olunur. Ayrıca ring sefer yapan mini otobüsler de yapılsa metroya ulaşımı sağlar.
Oya Çolpan-Konaklar Mahallesi
Otobüsümüzü istiyoruz
25 yıldan beri kullandığımız Ulus- Taksim otobüsünün kaldırılması vatandaşlarımızı çok zor durumda bıraktı. Ortaköy’den kalkan Taksim-Şişli otobüsü ring yapıyor. Ancak her 15 dakikada bir geçeceği söylenen otobüs, vatandaşların söylediği kadarıyla 40-45 dakika boyunca gelmiyor. İETT Genel Müdürlüğü’ne talebimizi ilettik. Ancak hizmetin bu şekilde daha iyi olduğu cevabını aldık. Biz 59U otobüsümüzü geri istiyoruz. Bir başka talebimiz de elektrik hatlarının yer altına alınmasıdır. Belediye ve TEK’e başvurduk. Ancak 3-4 sene geçmesine rağmen bir çalışma göremedik.
Kadir Gedik-Ulus Mahallesi
Beşiktaşımızı temiz tutalım
Ben Beşiktaşlılara ilçelerini temiz tutmaları çağrısı yapıyorum. İnsanlarımız elindeki çöpü yere ya da denize atıyor. Herkes evinin önünü temizlese belediyenin temizlik görevlilerine gerek kalmaz. Önemli olan sokakların temizlenmesinin yanında temiz kalmasıdır. Bu özeni gösterelim. Beşiktaşımızı temiz tutalım. Hepimiz çevre bilincine sahip olmalıyız.
Sabit Akgün-Mecidiye Mahallesi
Sinyalizasyon istiyoruz
Nüshetiye Caddesi ile Deryadil Sokak ve yine Nüshetiye Caddesi ile Hüsrev Gerede Caddesi’nin kesiştiği kavşaklarda, sinyalizasyon koyulması talebimiz vardı. Talebimiz kabul edilmişti. Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü ihale kapsamına alındığını ve şu anda proje çalışmalarına devam edildiğini söylediğinden bu yana 1,5- 2 sene geçti. Bu kavşaklarda yaya trafiği çok yoğun olduğundan can ve mal kaybı oluyor. Bir an önce bu sorunumuzun çözüme ulaştırılmasını istiyoruz.
Cengiz Hacıömeroğlu-Muradiye Mah.
Çalışmalardan memnunuz
Sokak lambalarımız sık sık değiştiriliyor. Asfaltlarımız yapıldı. Temizlik çalışmaları düzenli bir şekilde devam ediyor. Belediyenin Fen İşleri ızgaraları temizledi. Ancak Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden bir ricamız var. Budama mevsimi yaklaştı. Parklar ve sokakların yıllık bakımları yapılırsa çok daha iyi olur.
Edip Umar-Nispetiye Mahallesi
Çevre bilinci oluşturulmalı
Temizlik konusunda sıkıntımız yok. Ancak her şeyi belediyeden beklememeliyiz. Vatandaş olarak çevre bilincine sahip olmalıyız. Çöpleri çöp bidonlarına atmalıyız. Çöp bidonu yoksa çöplerimizi kalın naylon torbalara koyup atmalıyız. Sürekli bozulan sokak lambalarımız da sorun yaratıyor. TEK’e sorunumuzu iletiyoruz. Kalitesiz olduğundan mı bilmiyorum. Sokak lambalarının altyapısı bozuk diyorlar. Ayrıca hala paslı direkler var.
Özden Gönül-Gayrettepe Mahallesi
Kazı çalışmaları bitmek bilmiyor
Ihlamur Caddesi’nde kazı çalışmaları hala devam ediyor. Ne zaman bitirileceğini de bilmiyoruz. Artık kış gelmeden bitirilmesi gerekiyor. Yoksa bir yağmur yağdığında yollar yine çamur içinde kalacak. Olan yine vatandaşa olacak.
Ahmet Bayraktar-Türkali Mahallesi
BEŞİNCİ SAYFA
Anlamlı buluşma
Geçen sayımızda görmeyen 17 yaşındaki Tuğba Kocacenk’in hikayesine yer vermiştik. Üniversite sınavlarına hazırlanan ve lisede okuyan Tuğba, kendisi gibi görmeyen Lokman Ayva ile buluştu. AK Parti İstanbul Milletvekili Lokman Ayva ile Tuğba’yı buluşturan Gazete Beşiktaş, görme engellilerin sorunlarını masaya yatırdı. Sıcak bir sohbet şeklinde geçen görüşmede Tuğba Kocacenk’in dertlerini paylaştığı Lokman Ayva, konulara olan sıcak yaklaşımını ortaya koydu.
Başka bir gelişme ise, önümüzdeki günlerde engelliler için amaçlanan bir danışma merkezinin olması söz konusu. Büyükşehir Belediyesi Özürlüler Koordinasyon Merkezi’nde yöneticilik yapan Ayva, vazgeçmeden çalışmaya devam etmenin önemine değinirken birlikteliğin, dayanışmanın ve mücadele kavramlarının da altını çizdi.
Kocacenk ailesi, engellilerin yapmak istedikleri konusunda nereye başvurup neler yapabileceklerini bilemediklerini vurguladı. Bunun üzerine Lokman Ayva, bir çok konuda eksiğin olduğu ülkemizde bu konudaki eksiklerinde gözden geçirildiğini belirtti.
Eğitim sisteminin çürümüş yanları olduğunu söyleyen Ayva, görme engellilerin şekil muaflığından dolayı sosyal alandan başka bir alanda okuyamadığını söyledi. Bu konuda bakış açının büyük bir rol oynadığını belirtti. Eğitim sistemi içerisinde engelliye bakış açısının değişmesi gerektiğini ifade eden Ayva, şunları söyledi:
“Bir sene önce görmeyen birisi milletvekili olacak desen kimse inanmazdı. Demek ki dünya değişecek yani değişiyor. Amerika’da okuyan görme engelliler var. Kimya, biyoloji… Kimya ve biyoloji bana çok ilginç geliyordu mesela ama yapıyor insanlar. Hatta yedi yüzyıllı yıllarda fizik profesörleri vardı matematik profesörleri vardı. Elbette ki şu anki durumda öğretmenlerin ve eğitim sisteminin çok büyük bir etkisi var. Ancak şu da önemli, oradaki etki şu; Tuğba’nın kendi hakkında karar verecek olması. Ne yapacağına karar vererek hareket edilmeli. Belki liseye kaydederken de zorluk çıkarmış olabilirler. Ama Tuğba kararlı olduğu için, ailesi de desteklediği için liseye girmeyi başardı”
Bu durumda olan insanlar dayatmayla mı kararlarını gerçekleştirmeliler?
Olmamalı. Bu sadece benim, senin, Tuğba’nın sorunu değil, Türkiye’nin sorunu. Düşünün ki, lisede son üç ayda çocuklar hangi mesleği gideceklerine karar veriyorlar. Ben de valilik zoruyla gittim. Biz ne çocuğumuzu zorla soktuğumuzu biliriz, okulu birincilikle bitirdi. Sonra öğrencilerinden. gurur duydular. En yüksek bölümleri bu öğrenciler başardı ve okulun da gururu oldular. Ama başlangıçta kabul etmeme durumları yazık ki yaşanıyor, ancak bu bir süreç.
Santral memurluğunda kontenjan sorunları yaşanırken yöneticilik yapmayı istediniz ve işletme okudunuz. Bu konuda bugüne kadar ki mücadelenizden bahseder misiniz?
Elbette. Konya’da 1966 yılında Doğarhisar Başköy kasabasında doğdum. Fakir bir aileydik. Çocukluğum, gayet mütevazı şartlar içerisinde geçti. Benim hatırladığım bahçemiz vardı. Orada oynardık. Babam işçiydi. Devlet Su İşleri’nde odacıydı. Ben gözlerimi 11 yaşında kaybettim. İlkokula 7 yaşında başladım, sorun yoktu. Son sınıfa geldiğimde 23 Nisan akşamı başlayan bir hastalıkla, menenjit sonrası gözlerimi kaybettim. Tabi, 5 yıl kadar evde kaldım. Herhangi bir şeyle uğraşamadım. Acı günlerdi. Çünkü hiçbir hayaliniz yok, hayal kuramıyorsunuz… Neyin hayalini kuracaksın ki? Okuyabileceğini bilmiyorsun, inanmıyorsun. ‘Kör bir adam nasıl okuyacak’ Olmayacak zannediyorsun. Çalışma zaten görmeyen birine kim ne iş versin ki… Öyle düşünüyorsun sadece kendini potansiyel bir dilenci olarak görüyorsun. Askerlik, Anadolu şartları içerisinde önemlidir. Askere gidecek oğlum, döndüğünde evlenip yuva kurmasını istemek gibi beklentiler vardır. Onlar da yok, evlilik yuva kurma düşünülemiyor bile. Şu an evli ve 2 erkek çocuğu babasıyım. Ancak, o anki mantığınızı aşıp durumunuzu zorlamanız gerekli.
Buhrandan nasıl çıktınız?
O dönemlerde sürekli radyo dinlerdim. O esnada Ankara Radyosu’na yazdım. Kabartma yazı kurslarının olduğunu öğrenmiştim ve okumak istiyordum. Nasıl faydalanacağım hususunda yazmıştım. Kurslarla ilgili bir program yaptılar. O programda adres verdiler, ailemden gizli olarak başvurdum. Oradan Türkiye Körler Vakfına başvurdum. Aydınlık Evler Körler İlkokuluna başvurdum. Ardından Ankara Beşevler Körler İlkokulu’nda o yıl kursumun açılacağını söylediler. Mektubumu oraya göndermişler ve bana bir davet mektubu geldi. Mektubu gösterdim babama. Gittik, ve öylelikle başladık bu işe. Çok stres yaşadım ama istediğimden vazgeçmedim. Mücadele gücünü bularak bunalım hayattan kurtuldum. Moral çok önemli.
Kabartma kitap temini gibi bir sürü araç ve gereçlere ulaşmada ve yapılacaklar hususunda haberleşme ve bilgi akışı nasıl sağlanacak?
Sosyolojik gelişim süreci içindeyiz. Bu bir gelişim süreci. İnsanlar daha doğal karşılamaya çalışıyorlar. 20 senede bu noktaya geldik. Örneğin, Türkiye ilk bilgisayar kullanan kişi oldum. Bu bir anda olabilecek hadise değil ancak bunu hızlandırmak lazım. Basının ilgisi de bir çözümdür aynı zamanda. Topluma bir bilgi sunuyoruz. Bakış açısını değiştiriyoruz, zorluyoruz. Diyoruz ki, senin bildiğin özürlü, dilenci özürlü. Ama senin bildiğinde bir yanlışlık var. Kör adam milletvekili de olabilir, o zaman işveren de diyecek ki, ben bunu işe almayı bir düşüneyim diyebilecek.
Ancak hassas bir konu. Bazı ihtiyaçlar da önemli. Süreci bekleyemezsin ki. Bunun için müşteri hizmetleri gibi bir merkez oluşturmaya çalışacağız. Bir çağrı merkezi. Arayıp herkes her türlü sorununu danışabileceği bir merkez.
Danışma merkezi bu sorunun çözümlenmesinde ne gibi aşamalar kaydedecek?
Problem, conpact bir çözüm gerektiriyor. İnsanların bakış açısını bir taraftan değiştirmeye çalışırken bir taraftan çocukların eğitimini iyileştirmemiz lazım. Bir taraftan eğitimi iyileştirelim derken araç – gereçleri temin etmeniz gerekiyor. Peki iş bulacak mı? Bunların hepsini düşünüyoruz. Bu sorunların çözümü de o zaman iç içedir. Bunlar için çok kapsamlı projelerimiz var. İlk etapta bir yıl içerisinde düşündüğümüz, 168 tane proje var. Bunların bir an önce hayata geçirilmesi lazım.
Gezici öğretmenlik projenizden söz eder misiniz?
Biz buna kaynaşmış eğitim diyoruz. Engelli bir öğrenci ama normal bir eğitim görüyor. Burada öğretmen sorunları baş gösteriyor. Aradaki iletişimi sağlayacak ve neyi nereden temin edileceği hususunda rehber olabilecek bir sistem var. Hafta bir gün ya da 15 günde bir çocuğun durumuna göre ziyaret ediyor. Öğrenciyi gerekirse öğretmenlerle konuşuyor gerekirse ders çalıştırıyor. Türkiye sayısız sorunları var bunlar sadece eğitimle ilgili olanlar. Çift özürlü olanlar var, onların eğitim yok mesela. Korkunç bir durum.
Dayanışma ve inanç önemli kavramlar. Bunları toplumdaki yerleriyle nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vatandaşlarımız cebimize 100 bin lira koymaktansa bize şu soruyu sorsunlar, en son hangi kitabı okudun? Böylelikle benim bir şeyler yapabileceğime inanıyorsunuz. Kendimi geliştirebileceğime inanıyorsunuz. Ben de bunu yapabileceğime inanıyorum. O zaman okumuyorsam bile okumalıyım yani. Ama diğer yönden bakıldığında sen bunu bile kazanamazsın, sen buna bile muhtaçsın intibası uyanıyor. İnsanın hayatının toplumun hayatının hareketini değiştiren bir başlangıç, bu dediğim şey.
Üniversiteye girişte sınırlamalar kalkacak mı?
Sınırlamalar kalkacak. Şu bölümü yazamazsın şunu yazarsın diye bir durum ortadan kalkacak. Başaramazsan atılacaksın. Özürlü olduğu için, inisiyatif olmayacak. Kendi bilgi düzeyi, yetenekleri insanların sınırlarını belirler. Buna dışarıdan,yapay sınırlar koyamazsınız.
Umutsuzluk söz konusu olduğunda tavsiyeniz?
Biraz gayret edeceksin, şunu unutmamak lazım tabi. Biz suları tersine akıtmaya çalışıyoruz.
Yayınımız ses getirdi Show TV’ye çıktı
Geçen sayımızda görme engelli Tuğba Kocacenk’in küçük yaşına rağmen verdiği yaşam mücadelesine ve başarı öyküsüne yer vermiştik. ‘Gözleri Görmüyor Yine de Umut Dolu’ adlı yayınımızın ardından 17 yaşındaki Tuğba, ailesi ve psikologu Hale Gedikoğlu ile Show Tv Kadınca Programına konuk oldu. Üniversite sınavlarına hazırlanan Tuğba Kocacenk, programda şekil muafı olmasına rağmen idealleri için mücadelesini programda ifade etti.
‘İnsan istediği zaman her şey olur’ diyerek kendine duyduğu inancına dile getirirken dayanışmanın ve birlikteliğinde bu konuda önemli olduğuna değindi. Tuğba Kocacenk ve ailesi çocukluğundan yetişkinliğine uzanan hayatında gözlerini yitirdiği yaşından okumak isteğine kadar bir çok konuda kendinden söz etti.
Sivil savunma hazır
Beşiktaş ilçesinde gönüllülerin ve çoğunu üniversiteli gençlerin oluşturduğu sivil savunma çalışmaları adından söz ettiriyor. Uzman bir kadro ile birlikte çalışan katılımcılar, sivil savunma konusunda gerekli programa tabi tutuluyor. Yoğun bir süreçten sonra teorik bilgileri uygulamalı çalışmalarla pekiştiren grup, olası bir durumda ilk müdahaleyi yapabilecek konuma geliyor. Gönüllü kuruluşlar arasında iyi bir çalışma temposuyla dikkat çeken Sivil Savunma Teşkilatı çalışmaları için Kaymakam Mehmet Emin Avcı, şunları söylüyor:
“Sivil Savunma Konusunda, çalışan arkadaşlarımız alanlarında uzmanlaşmış çekirdek bir kadrodan oluşuyor. Teşkilatta, deprem ve diğer doğal afetler söz konusu olduğunda temel kuralları ve ilk yardımı mutlaka görüyorsunuz. Bu da size öncelikli olarak bulunduğunuz durumu tespit etmede kolaylık sağlıyor.”
Birey, bu güveni kazandıktan sonra ilk müdahaleyi kendine ve çevresine uygulayabilecek konuma geliyor.
Teşkilatta, haberleşmenin önemine değinen Avcı, tüm birimler arasında mevcut haberleşme sisteminin olduğunu vurguladı. Nöbet sistemi ile teşkilattaki çalışmaların düzenli ve disipline bir şekilde yürütüldüğünü belirten Avcı, şöyle devam ediyor:
“Haberleşme çok önemli. Tüm birimler arasında bu mevcuttur. Katılımcılar amatör olarak başladıkları çalışma düzeninde nöbet sistemi işlemektedir. Afet Eğitim Merkezi’nde 24 saat bekliyorlar. Türkiye’nin her tarafıyla konuşabilecek hem telefon ağımız var hem haberleşme ağımız var. Uzman kadro ile çalışılıyor ve katılımcılar yetiştiriliyor ve çalışmalara katılarak nitelikli birer gönüllüler grubunu oluşturuyorlar. Eğitim seminerleri programlı bir şekilde veriliyor”
Şu ana kadar uygulanan eğitim programlarına katılanların sayısı yaklaşık 4 bin kişiyi buluyor.
Çocuklara kol kanat gerdiler
Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube, yenilenen haliyle Arnavutköy’de hizmete devam ediyor. Emniyette çocukların yerleşik bir düzen içinde bulunması hedefleyen düşünce, hayata geçiriliyor. Geniş ortamında farklı çizgi oluşturan şube, çocukları da rahatlatıyor.
Arnavutköy semt karakolunun arka kısmında yer alan şube, yeni çehresiyle çalışmalarını sürdürüyor. Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürü Hasan Türk, yeni yerlerinde çocukların rahat bir ortamda olmasının önemine değiniyor. Çalışmaları Müdür Serdar Akgün ve ekibinin çalışmaları yürüttüğü Çocuk Şubede, ranzalı yatak, genç işi mobilyalar, bebekler, oyuncaklar, çocuklar ve gençler için kitaplar bulunuyor. Çocuk şubeye getirilen çocuklar, rengarenk nevresimli ranza şeklindeki yataklarda kendilerine ayrılmış odalarında sabahlıyorlar.
Şubeye en çok evden kaçan, aileleriyle sorun yaşayan çocukların yolları düşüyor. Suçlu çocuklar için adli makamlara sevk konusunda, yaş durumları belirleyici. Çocuk Şubeye gelen her çocuk adli makamlara sevk edilmiyor. 12 yaşından küçük olan çocuklar ailelerine teslim ediliyor. 17 ve üstü yaşlardaki çocuklarsa savcılığa sevk ediliyor. Emniyette ifadesi alınan çocuğun şubeye sevk edilmesinden sonra yapılacak pek fazla bir şey kalmıyor. Çocuk şubede görevli olanlar, tiner kullanan çocuklardan sokak çocuklarına suç işleyen çocuklara kadar bir çok konu ile karşılaşılıyor. Meydana gelen her olayın istatistiksel raporu tutuluyor ve Devlet İstatistik Enstitüsü’ne bildiriliyor.
Çocuk Şube Müdürlüğü’nce evden kaçan çocuk ve çocuklar için şunları söylüyor:
“Evden kaçan çocuklar şubeye geldiklerinde, ailelerine ulaşmak için uğraşıyoruz. Bununla birlikte çocuğun evden kaçmasına neden olan sıkıntıları, sorunları paylaşmaya çalışıyoruz. Çocuk uzak kaldığı evinde sivil polislerin bulunduğu çocuk şube bürosunda da bir nebze rahatlamış oluyor. Çocuk Şubelerin görünümü, çocukların ürkmesini izin vermeyecek şekildedir. Çocuğun tedirginliği kapılmadan bulunduğu ortamda rahatlığını öncelikli tutan bir anlayış hakim.”
Suç işleyen çocukların çoğunun ailelerinin zoruyla suça yöneldiklerini söyleyen Çocuk Şube Müdürlüğü, ekonomik çıkmazı gözler önüne seriyor. Bununla birlikte, suça yönelen çocuk, eğitimsizlikten ve yeterli bilinç yerleşemediğinden ötürü suç işleyebiliyor.
Arnavutköy Karakolu
Çocuk Şube: 263 60 07
Okullardan çevre atağı
Beşiktaş Kaymakamlığı’nda, İstanbul Valiliği’nin “Okullarda Çevre Eğitimi ve Uygulama Projesi”nin ilçede daha etkin yürütülebilmesi için İlçe Çalışma Komitesi üyeleri toplandı. Toplantıya İlçe Mili Eğitim Müdürü Mustafa Göller, Sağlık Grup Başkanı Ufuk Demiralp, Tema Vakfı Eğitim Bölümü Başkanı Celal Ergün ve Greenpeace Akdeniz Bölgesi Temsilcisi Erol Scott katıldı.
Toplantıda okullarda çevre bilincini geliştirmek için öneriler dile getirildi. Ufuk Demiralp, projenin bir yıldır sürdüğünü belirterek, Beşiktaş’ta daha etkin hale getirilmesi gerektiğini açıkladı. Yapılan toplantıda eğitim için seminerler düzenlenmesi, öğrencilerin katılacağı çevre şenliği, çevre yürüyüşü, çevre temizliği gibi etkinlikler yapılması kararı alındı. Alınan ortak karar doğrultusunda Mustafa Göller, okullarda nasıl bir yöntemin uygulanacağını şu şekilde belirtti: “Öncelikle her okulda gönüllü bir ya da iki öğretmen seçilecek. Onlar çevre örgütlerinden çevre eğitimi aldıktan sonra diğer öğretmenleri bilgilendirecek. Sonunda çevre konusunda bilgilenen öğretmenler, öğrencilerini bilinçlendirecekler.”
Çevre eğitimi, öğretmenlere Greenpeace ve Tema Vakfı’nın eğitimcileri tarafından verilecek. Çevre eğitimini alan öğrenciler, çevre denetimleri yapabilecekler. Gönüllü öğrenciler bu denetimlerini küçük gruplar halinde bir öğretmen ya da çevre gönüllüsü eşliğinde okullarının bulunduğu semtte gerçekleştirebilecekler. Gördükleri olumsuzlukların giderilmesi için ilgili kişileri uygun bir şekilde ikaz edip tespit ve ikaz formu düzenleyebilecekleri gibi duruma göre rapor düzenleyerek ilgili kuruma, belediye veya kaymakamlığa suç duyurusunda da bulunabilecekler.
ALTINCI SAYFA
Bölge milletvekilleri
ilk kez Gazete BEŞİKTAŞ’a konuştu
Seçimin ardından İstanbul İkinci Bölge Milletvekilleri ile ‘İktidar ve Muhalefet Kesiminin Bakış Açısı’ çerçevesinde bir çok konuyu ele aldık. Üçüncü köprü sorunundan sosyal güvence ile ilgili merak edilenlere üretim sahasının genişletilmesinden işsizlik sorununa kadar bir çok konuda milletvekilleri Gazete BEŞİKTAŞ’a ilk demeçlerini verdi.
AKP
MEHMET ALİ ŞAHİN
Beşiktaş, seçim bölgemdedir, tabi ki tanıyorum. AK Parti tek başına iktidara geldi ve hedefleri vardır. Öncelikli sorunlar, vatandaşın deyimiyle “aş ve iş”tir. Esnaf ziyareti yaptığımız vatandaşların beklentileri; Türkiye’nin iyi yönetilmesi, ekonomik sıkıntıların üstesinden gelinmesi, bu sorunların aşılmasıydı. AK Parti bunu vatandaşın isteklerini en iyi şekilde karşılayacaktır.
Üçüncü köprüye sıcak bakmadığımızı daha önce ifade etmiştik. Bu tür bir ulaşım sorununun çözümü, tüp geçit tarzında olabilir. Olası bir üçüncü köprü çok gerekiyorsa yerleşim yeri olmayan bir yerden geçişin sağlanmasından yanayım.
HÜSEYİN KANSU
1950 Fatih doğumluyum. İki dönemdir 2. Bölgeden İstanbul Milletvekiliyim. 1995’te Refah, 1999’da Faziletten seçildim. Şimdi kurucusu olduğum AK Partiden yine 2. Bölge milletvekiliyim. İstanbul’a Üçüncü Köprü Projesi hakkındaki düşüncem; üçüncü köprü yerine tüp geçidin gerçekleşmesinden yanayız. Üçüncü Köprü ile, Karadeniz’e yakın olan ormanların önemli bir bölümü gidecektir. Ben çevreciyim. Tüp Geçit için gerekli mali kaynaklar var. Süreç içerisinde proje gerçekleşebilecektir.
MUSTAFA BAŞ
Vergi adetleri ve oranları konusunda çalışmalarımız olacak. Oranlar ve adetler düşürülecektir. Kamu arazilerini belediye, hazine, vakıflar, milli emlak el birliğiyle değerlendirerek satışa sunmalıdır. Oysa plansız satılmaktadır, rant olmaktadır. Halbuki hazine, belediye belli oranlarda paylaşabilirler, buna göre imar planlarını düzenleyerek gelir sağlayabilirler.
Kentin çeşitli sorunlarına çözüm olacak projelerimiz var. Merkezin oluşturduğu projeler arasında köprü çalışması yer alıyor, metro çalışmaları yer alıyor. Köprü çalışması veya tüp geçit ulaşımı rahatlatacak projeler arasındadır. Bayındırlık Bakanlığı tarafından İstanbul milletvekillerine teknik bilgi, brifing verilmesi sonucunda yeni bir geçişin nasıl olacağına karar verilecektir. İstanbul’da ulaşımın rahatlaması için yeni bir geçişe ihtiyaç vardır.
Ayrıca şehir hatlarının reform edilmesi lazım. Şehir hatları belediyelere devredilebilir. Deniz yollarının iyileştirilmesi yapılacak.
HAYATİ YAZICI
Kentleşme sorunu bütün ülkenin problemidir. Çarpıklaşmanın önüne geçilmesinde en önemli unsur, yerel yönetimleri güçlendirmeden geçiyor. Bu bir kültür ve eğitim meselesidir. Üç büyük kente göç edilmesinde ekonomik nedenler yatıyor. Daha iyi yaşama isteği yatıyor. Bu sorunun çözülmesinde hem kaynak hem özerkleşme açısından yerel yönetimlerinin güçlendirilmesi büyük bir önem taşımaktadır.
EKREM ERDEM
1969 yılından beri İstanbul’dayım. İstanbul’da en önemli sorun açlık ve işsizlik. Yerel yönetimleri devreye sokarak mevcut durumdan, Fak-Fuk Fonu’ndan da faydalanarak yoksul olan kesim için çok geçmeden kısa vadeli tedbirler getireceğiz. İstihdam alanlarının genişletilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Üretim kapasitesi artırılmalı, bütün sektörler için bu geçerli. Özellikle inşaat sektörü tüm sektörleri tetikliyor. Vergi alanında atılım olacak. Gereksiz vergiler var. Vergi oranlarını ve adetlerini düşüreceğiz. Bunun yanı sıra sosyal güvence takibi açısından bir diğer önemli konu, isteğe bağlı sigortalının sağlıktan yararlanması üzerine olacaktır. Şehrin mülkiyet sorunlarına da çözüm bulunacaktır.
DR. ZEYNEP K. USLU
İlginiz için sizi tebrik ediyorum. Böyle bir fırsatı milletvekillerine sunmanız çok yerinde. Ancak şu anda konuşmayı uygun bulmuyorum. Hükümet kurulsun. Tabir-i caizse taşlar yerine otursun. Sonra konuşmak daha mantıklı.
NİMET ÇUBUKÇU
12 yıl Beşiktaş Ihlamur’da oturdum. Eşim Beşiktaşlıdır. Ben insan hakları ihlalinin takipçisiyim. Tek başına kadın haklarına yönelik çalışmalar yapmış biri değilim. Ancak kadın hakları insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır, bir bütündür. AKP, AB hedeflerini gerçekleştirme noktasında samimiyeti olan bir partidir. Ülkenin en önemli problemi işsizlik ve yoksulluk. Biz iktidar partisi olarak makro ve mikro ekonomi politikaları ürettik. İlk 1 yıl içindeki hedefimiz işsizlik sorununa çözüm bulmaktır. Yüzde 30’a düşürmeyi amaçlıyoruz.
CHP
MEHMET SEVİGEN
Şu anda çok yoğun bir dönem içerisindeyim. Diğer milletvekili arkadaşlarıma konuşma fırsatı vermek istiyorum.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
Beşiktaş semti tipik bir İstanbul semti. Diğer semtlere oranla okuma- yazma oranı yüksek, sanat ve kültüre değer veren bir yerleşim. 12 yıldır İstanbul’da yaşadığım için Beşiktaş’ı tanıyorum. CHP’nin seçim bildirgesinde belirttiğimiz gibi işsizlik ve yoksulluğa öncelik veriyoruz. Öncelikle mecliste bunu dile getireceğiz. Bütün sorun işsizlikte uygulanan yöntem. AKP’nin bu konudaki tavrını bilemiyoruz. Onların projelerine göre hareket edeceğiz. Yoksulluk konusunda ise “Aile yardımları sigortası”nı uygulamak amacındayız. Bu sigorta kapsamınca gelir düzeyi düşük ya da yoksul ailelerin çocuklarının eğitimi sigorta kapsamına alınacak. Çünkü AB ülkelerinde uygulanıyor. Ayrıca şunu da söylemek isterim ki; 2. Bölge milletvekilleri olarak bölge sorunlarına daima duyarlı kalacağız.
MEMDUH HACIOĞLU
Ben Gümüşsuyu’nda yaşıyorum. Beşiktaş’a yakın bir bölgedeyim. Biz muhalefet partisi olarak sadece hükümet icraatlarının doğru olanlarını destekleyebilir yanlış olanlarını eleştirilebiliriz. Meclisteki iki siyasi parti olarak AB’ye önem veriyoruz. Ülkenin AB’ye giriş tarihi alabilmesi için çaba göstereceğiz. AB’ye girersek ülke ekonomisinin önü açılacak. Sosyal ve siyasal değişimin başlangıcı olacak. Kentleşme sorunu çözülecek. Bu nedenle öncelikli olarak AB’ye giriş politikası üzerinde yoğunlaşacağız.
ERSİN ARIOĞLU
Biz gölge kabine olarak çalışmalarımızı yürüteceğiz. Öncelikle, kentin güzelleştirilmesi ve uygar seviyesine getirilmesi konusunda çalışmalar olacak. Kent kültür yaratır, kültürel konulara önem vereceğiz. Ayrıca ulaşım ve çevre kirlenmesi konusunda çalışmalarımız olacak.
İstanbul’a üçüncü köprü projesi ise, master planında ele alınması lazım. Maliyeti düşük olsun diye 1.veya 2. Köprü çevre yollarına bağlayacaklar. Çevre yolu aynı olduğu müddetçe daha çok tıkanır. Boğazın uçlarına doğru kentin dokusuna zarar vermeyen çevre yoluyla desteklenen Trakya’ya Avrupa’ya gidecek bir köprü olabilir. Arnavutköy’ün tarihi dokusuna zarar verilmemeli.
Ayrıca İstanbul için diğer önemli sorun çarpık kentleşme. Yerel yönetimlerin özerkleşmesiyle bu sorun çözümlenebilir. Şehirler, stratejik planlarla olmalı nazım planlarıyla değil.
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
Beşiktaş’ı tanıdığımı sanıyorum, o bölgede 15 yıldır politika yapıyorum. Politikada politikacıların durumunu statüleri belirler. Bir muhalefet partisi olarak rolümüzü yerine getireceğiz. İlk günlerdeki durumu bizim belirlememizin, yönlendirmemiz konusu dışında yoğun anayasal tartışmaların gündeme geleceğini düşünüyorum. Anayasayı kişisel esnetme durumlarına yönelik çalışmalarımızı yürüteceğiz.
İstanbul gerek özel gerekse genel yönetim modelleriyle klasik yöntemlerle, kurallar içinde yönetilemeyecek bir şehirdir. İstanbul mevcut kurallarla, yönetim anlayışıyla yönetilemeyecek büyüklüğe erişti. Aş, iş, turizm bütün sorunlar buna bağlı.
ONUR ÖYMEN
Kuşkusuz dış politikada ve Avrupa Birliği hususunda atılacak adımlara destek olacağız. Kıbrıs gibi konularda atılacak adımlarda destek olacağız. Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmeyen zarara verecek adımlar atılırsa tepkimizi vereceğiz. İstanbul için 10 büyük proje var, hayata geçirmeye çalışacağız.
Gül: ‘Başbakan benim, yetkimi kullanırım’
Başbakan Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’a Başbakanlık yolunun açılması durumunda istifa edip etmeyeceğini “Şu anda Türkiye’nin başbakanı olarak yetki bende. Demokrasinin eksikliklerini düzeltip yolumuza devam edeceğiz. Aksi takdirde istifa edecek değilim.” sözleriyle açıkladı. Gül, öncelikli hedeflerinin ekonomide reformist ve yenilikçi politikalar olduğunu belirtti. Kıbrıs konusunda BM’nin çözüm raporunu müzakere edeceklerini belirten Başbakan Gül, raporu inceleyeceklerini belirterek, “Olumlu yaklaşımımız var. Ama çözüm tatmin edici olmalı” dedi. Öte yandan AK Parti, kurulan hükümetin hedeflerini belirledi. AKP’nin hazırladığı takvim şöyle:
Reel Sektör: Eximbank’ın imkanları artırılacak. KOBİ’lerin ISO 9000 ve CE kalite güvence belgeleri almaları ve buna uygun üretim yapmaları teşvik edilecek. KOBİ’lerin savunma sanayi başta olmak üzere büyük ihalelerden pay almaları sağlanacak. Sanayi ve ticaretin önündeki bürokratik engeller kaldırılarak, yatırım ortamı iyileştirilecek. İş kurma ile ilgili tüm bürokratik işlemlerin tamamlanması yetkisi belediyelere devredilecek.
Sağlık – Sosyal Güvenlik: Emekli Sandığı, SSK; Bağ Kur kaldırılarak Emekli Fon İdaresi kurulacak. Sağlık Finansman Kurumu oluşturulacak. Devlet hastaneleri özerkleştirilecek. Devlet İhale Yasası yeniden ele alınarak, aksaklıkları giderilecek.
Memurlar: Devlet memurları için esnek çalışma modeline geçilecek. Kamu personeli dil sınavı benzeri kamu personeli bilgisayar seviyesi tespit sınavı yapılarak, bilgi teknolojilerini kullanan memurlara ek ödeme yapılacak.
Sosyal Politika: Yoksul vatandaşlar gelir getiren iş kurabilmeleri için mikro kredi alabilecek. Şehirden köye dönenlere, yaşamlarını köyde devam ettirmeleri için özel kredi kolaylığı sağlanacak.
Diğer ekonomik hedefler: Enflasyon 3 yıl içinde tek haneye (yüzde 7) indirilecek. Kişi başına milli gelir 5 bin 500 dolara yükseltilecek. 3. yılın sonunda büyüme performansı yüzde 7, işsizlik oranı yüzde 3 olacak.
Başbakan’ın Beşiktaş kadrosu
Beşiktaş taraftarı ve kongre üyesi Başbakan Abdullah Gül, oğlu Mehmet Emre’nin de kendisi gibi siyah-beyazlı takımı tuttuğunu söyledi. Başbakan Abdullah Gül, oğlu Mehmet Emre ile birlikte oluşturduğu ideal Beşiktaş kadrosunun 4-4-2 olduğunu ve şu isimlerden oluştuğunu söyledi: Cordoba-Ali Eren-Ronaldo-Zago-Yasin-Sergen-Tümer-Kaan Dobra-Tayfur-Ahmet Dursun-İlhan Mansız
İstanbul 2. Bölge Milletvekilleri
AKP (13)
Mehmet Ali Şahin, Murat Başesgioğlu, Hüseyin Kansu, Mustafa Baş, Hayati Yazıcı, Burhan Kuzu, Ekrem Erdem, İbrahim Reyhan Özal, Egemen Bağış, Zeynep Karahan Uslu, Alaattin Büyükkaya, Recep Koral, Nimet Çubukçu.
CHP (8)
Mehmet Sevigen, Bülent Hasan Tanla, Kemal Kılıçdaroğlu, Memduh Hacıoğlu, Ersin Arıoğlu, Bihlun Tanaylıgil, Hasan Fehmi Güneş, Onur Öymen.
YEDİNCİ SAYFA
Yeni yılda yeni ceketler
Modası hiç geçmeyen ceketler, bu kış farklı tarzlarıyla karşımıza çıkıyor. Ceketler, 2003‘te klasik kimliğinden çıkarak en salaş ve uçuk kıyafetlerle giyilebilecek çizgilere sahip…
Mango, bu kış erkeksi ama dişi bir görünüme bürünmek isteyenlere farklı modellerde ceketler sunuyor. İster sezonun modası asimetrik kesimlerle isterseniz pantolonla kullanabileceğiniz ceketlerde ağırlıklı olarak kadife kumaş kullanılmış. Fiyatlar: 96 milyon-133 milyon 900 bin lira.
Diesel’in Avrupa’nın 4 önemli şehrinden esinlenerek hazırladığı kolleksiyonundaki ceketlerde koleksiyonun tamamında olduğu gibi eski amblemlerle birleştirilmiş bir stil ve işlemeler göze çarpıyor. Ayrıca klasik erkeksi ceketler kullanılan kumaşlar ve detaylar sayesinde feminen bir görünüme kavuşturulmuş. Fiyatlar: 150-590 milyon lira
Top Shop’un 2003 Kış Kolleksiyonu’nda bu sezonun en trendy giysilerinden biri olan blazer’lara da yer verilmiş. Ağırlıklı olarak kadife ve eskitilmiş jean kumaşının tercih edildiği ceketlerde 80’lerin unisex tarzına gönderme yapılıyor. Fiyatlar: Jean ceketler 60 milyon liradan, kadife ceketler ise 120 milyon liradan başlıyor.
Mudo Collection’un “City Teması”nda öne çokan çizgili kumaşlar, Harris tweed ve fitilli kadife kumaşlar ceketlerde sıkça kullanılmış. Bunun dışında ceketlerin 2 ya da tek düğmeli oluşu dikkat çekiyor. Fiyatlar: Pantolon- ceket 225-295 milyon lira, ceket 139-169 milyon lira.
Derimod’un bu yılın modası olan bele oturan ve western çizgiler taşıyan ceketleri kış kolleksiyonunda da kullanılmış. Bu kış modasına hakim olan renkli deri, napa, süet ve güderi değişik renklerde ve özellikle toprak ve kahve tonlarında oldukça sık kullanılmış. Fiyatlar: 350- 400 milyon lira.
Koton’da ceket boyları değişkenlik gösteriyor. Ceketlerde düz kadife, fitilli kadife, gabardinin yanı sıra klasik modellerde ağırlıklı olarak wool touch, goblen ve mekanik türü kumaşlar kullanılmış. Fiyatlar: 59 990 bin-99 milyon 990 bin lira.
Ysatis’te fitilli kadife ceketlerin dışında çizgili kumaşlarla hazırlanan ceketler de dikkat çekiyor. Ysatis’in kış koleksiyonundaki ceketleri başka kıyafetlerinizle kombine ederek rahatlıkla kullanabilirsiniz. Fiyatlar: 149- 215 milyon lira.
Park Bravo’da bu kışın yeni trendlerinden biri olan “Avrupa dağ köylüsü” imajını destekleyen tek ceketlere yer verilmiş. Her tür pantolon veya etekle rahatlıkla kullanılabilen modellerde genelde yünlü ve sıcak tuşeli ekose ve düz dokulu kumaşlar tercih edilmiş. Fiyatlar: 139 milyon 900 bin-249 milyon 900 bin lira.
Roman’ın ceketleri genelde klasik çizgi ağırlıklı. Bunun dışında kadife ve deri kumaşlarda tasarlanan ceketler ise spor çizgiyi tercih edenlere hitap ediyor. Renklerde ise, siyah, kahve ve lacivert tonları hakim.
‘Abdülhamit’i dedem korudu’
Ortaköy’ün soyu saraya dayanan eskilerinden Erdoğan Noyan, II. Abdülhamid’in muhafızı olan dedesinin anılarını, çocukluğunun Ortaköy’ünü ve bayramlarını bizimle paylaştı. Arnavut kökenli olan Noyan, eskiden Ortaköy’de içme sularının çeşmeden akıtıldığı, Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerle dostluk içinde yaşadıkları yılları özlemle anlattı. Şarkıcılığıyla tanıdığımız Engin Noyan’ın da babası olan Erdoğan Noyan, dedesiyle ilgili anılarını “Prizren-Dersaadet” adlı bir kitapta topladı.
Kitap yazmaktaki amacınız neydi ve dedenizle ilgili ne gibi anılar yer alıyor?
Ben aslında ruh ve sinir hastalıkları doktoruyum. Ancak dedemin saray muhafızlığı nedeniyle o dönem tarihini merak ettim. Elbette ki dedemin anılarını bir kitapta toplamak istedim. Dedem, Sultan II. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı muhafızlığına getirilen Prizren taburunda mülâzım Abbas Sırrı Nurko’dur. Nurko ismi Arnavutluk’ta çok yaygın olan Nureddin isminin kısaltılmış olarak kullanılma şeklidir. Prizren taburu, padişah II. Abdülhamid’in güvenliğini sağlamak için saraya getirilen bir birlikmiş. Yıldız Sarayı muhafızlığına seçilen Prizren Taburu, 1885 sıralarında bugün İstanbul Merkez Komutanlığının bulunduğu tarihî Orhaniye Kışlasında görevine başlamış. Prizren Taburu subayları günümüzde porselen fabrikasının, Malta ve Çadır Köşkleri’nin giriş kapısının karşısında bulunan ve “Gülistan Yamaçları” ismiyle anılan, Ortaköy deresine kadar uzanan alanda kendilerine evler satın almışlardır. Bugün Ortaköy’de Palanga caddesi civarında Fıstıklı Köşk ve Sarıbal sokaklarında İstanbul’un güzel köşkleri bulunuyordu. Büyükbabam binbaşı Abbas Sırrı’nın aldığı ev Fıstıklı Köşk sokağı merdivenlerinin başında idi. Sonradan maalesef ev yandı. Biz de yıllar sonra evi tekrar yaptırdık ve çocuklarımla oturuyoruz.
Osmanlı’da Arnavutlar nasıl yaşardı? Türk kültürüne ne gibi etkileri oldu?
Arnavutlar, Osmanlı devletinin üst düzeylerinde olduğu kadar, diğer hizmetlerde de çalışmışlardır. Otuz kadar Arnavut kökenli sadrazam bilinir. Şurayı- Devlet üyesi, milletvekili, umumi vali, kadı olanlar çoktur. Bu taburun subayları, erbaşları ve erleri kendilerinden önce de gelmiş bulunan Arnavut gruplarıyla Ortaköy-Arnavutköy çevresinde ilginç izler bırakarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bir çeşit düzgün yol yapımı olan ve yanlış olarak “Arnavut Kaldırımı” olarak anılan yollar, “Arnavut Biberi”, “Arnavut Çileği”, “Arnavut Ciğeri” gibi deyimlerin belirttiği gibi İstanbul Türkçe’sinde de izler bırakmışlardır.
Her ne kadar daha çok bahçe tarımıyla ilgilenmiş gibi görünürlerse de, üst kültür taşıyan birçok Kosova kökenli insan yine aynı tarihlerde İstanbul’da yaşamışlardır. Bunların başında Fraşeri ailesinin üyeleri bir yandan politikada, bir yandan da dilbiliminde büyük çalışmalar yapmışlardır. Gerçek bir dil bilgini olan Şemseddin Sami Fraşeri, Latin kökenli harflere dayalı Arnavut alfabesini Istanbul’da hazırlamış ve günümüzdeki Arnavut yazı devriminin temellerini atmıştır. Oğlu Ali Sami bey Türk sporuna, özellikle futbola yaptığı katkılarla tanınmıştır. Galatasaray kulübü onun ismini Mecidiyeköy’deki büyük stadyuma vermiştir. Sultan II. Abdülhamid’in son sadrazamı Ferit Paşa ailesi ise Vlora soyadıyla Istanbul’un çeşitli yerlerinde yaşamışlardır.
Ortaköy’e ait anılarınız nelerdir?
Istanbul’un ilk tramvayının son durağı Ortaköy’dü. Ayrıca üç büyük dinin cemaatleri mabedleriyle birarada yaşıyorlardı. Büyük bir yakınlıkla yaşayan bu topluluk, insanî ilişkilerin en güzel örneklerini sergiliyorlardı. Bu nedenle Ortaköy’e evimizde “Ortak-Köy” denilirdi.
O dönemlerde Yahudiler, Hristiyanlar, Rumlarla, Müslümanlar iç içe yaşardık. Şeker bayramı geldiğinde ellerimize alırdık torbaları, onların kapılarına gider şeker toplardık. Onlar bizim, biz onların bayramlarını kutlardık.
Hamidiye Suları’nın Ortaköy içinde yaygın bir dağılımı vardı. Hamidiye suları sokak çeşmelerinden akıtılırdı. Keşke şimdi de öyle bir şey yapılsa… En azından tarihi bir çeşmeden su verilerek, eski zamanlara ithaf edilebilirdi.
Bugün sadece Yıldız Parkı içindeki Çadır Köşkü yanında ve Ortaköy meydanında bulunan demirden yapılmış çok güzel bir şekli olan Hamidiye çeşmeleri, bölgenin su ihtiyacını bolca karşılıyordu. Fransız yapımı olduğu söylenen bu demir çeşmelerden başka, halen Barbaros Bulvarı üzerindeki Ertuğrul Sitesinde bulunan dört musluklu bir mermer çeşme, Osmanlı çeşme yapım kültürünün mükemmel bir örneğini günümüze taşımaktadır. Aynı çeşmenin bir örneği de, bütün o güzel mermer işlemeciliğiyle günümüzde Merkez Komutanlığı sınırları içinde ve Palanga Caddesine çok yakın bir yerde bulunmaktadır.
SEKİZİNCİ SAYFA
‘Yönetici yalnız adamdır’
Krizde döneminde daha yoğun bir iş temposu içine girdik. Böyle durumlarda, bazen inanın kendime ayıracak 5 dakika bile olmuyor. Çünkü bizim sektörde sistem 24 saat çalışıyor.
4Gıptayla bakıyorum diğer iş kollarına… Saat 18.00’da kalemi bıraktıktan sonra “yarın devam edeceğim” diye, bir gün bile yaşamadım hayatımda ben… Hatta onu bırakın telefonlar dahi susmuyor. Geçenlerde ilk kez cep telefonumu değiştirdim. Antakya’dan işten ayrılan birisinin annesi dahi beni aradı, hemde cep telefonumdan… Nasıl buluyorlar bilmiyorum. Onun için işe sadece , strateji, pazarlama, üretim veya benzeri şekillerde bakmayın.
4İşyaşamının bir de manevi yönü var, çalışanın sorumluluğu var. Üç bin kişi Gima’da, yaklaşık bin kişi Endy’de çalışıyor. Romanya’da yaklaşık sekiz yüz kişi çalışıyor. Bu yük sizlerin omuzlarınızda.
4Müşterinin ve de çalışanın sorunları ile tek tek ilgilenmek zorundasınız. İşini sevmeyen bunu kaldıramaz. Allahtan tepe yönetimimizin destek ve katkısı var da, bu bana bana güç veriyor.
4Ben, sorunları paylaşan bir insanda değilim. Eve bile yansıtmam. Olayların anlatıldığında dahada büyüyeceğine inanıyorum ve bu nedenle de bugünün işini yarına bırakmamaya çalışıyorum. Onun için, iş konusunu mümkünse, hiç açmıyorum. İşteki stresi arttırmanın bir anlamı yok. O zaman yatak odanız iş yeriniz oluyor. Ancak ne kadar belli etmeseniz de akşam yattığınızda sorunlarla baş başa kalıyorsunuz. Bu tabi ki sizi yıpratıyor.
4Her ne kadar bu iş takım oyunu da olsa, yönetici yalnız adamdır. Başarı paylaşılır, başarısızlıkta fatura yöneticiye kesilir.
Bu sözler Gima Genel Müdürü Dengiz Pınar’a ait. Sektörde krize rağmen önemli bir başarı elde ettiklerini söyleyen Gima Genel Müdürü Dengiz Pınar, yukarıda özet olarak verdiği sözleri ayrıca tek tek örnek vererek açtı. “Kriz bize şirket stratejilerini tekrar gözden geçirme fırsatı verdi” diyen Pınar ani ve doğru kararlar ile kriz dönemlerinde de şirketlerin kar edebileceğini gösterdiklerini söyledi. Dengiz Pınar, “yöneticilerde kendileri sınadılar” şeklinde konuşurken “yatırımların kesilmediğine tam tersine talepler doğrultusunda yönlendirilerek, başarıya ulaşıldığını kaydetti. Dengiz deneyimlerini başta gençler olmak üzere yönetici ve iş adamlarıyla şöyle paylaştı.
Eve stresli gitmeyin
İşteki stresi eve götürmemeye çalışırım. Ancak ne kadar da eve belli etmeseniz akşam yattığınızda baş başa kalıyorsunuz. Uyumadan önce. Bu tabi ki sizi yıpratıyor. Aslında kafada kalıyor. Bunu unutmaya çalışıyorsunuz sadece. Yüzde yüz stres gitmiyor eve ama yinede yüzde ellisi gidiyordur.
İşi yarın hallederim diye düşünemiyorum.Çünkü sistem 24 saat çalışıyor. Ben gıptayla bakıyorum diğer sektörlere… Saat altı da kalemi bıraktıktan sonra yarın devam edeceğim diye bir gün bile yaşamadım ben Gimada… Hatta onu bırakın telefonlar dahi susmuyor. Hayatımda ilk kez cep telefonumu değiştirdim, bir buçuk ay önce…Tepe yönetici yalnız işle değil, çalışanın sorunlarıylada ilgilenmek zoruda kalıyor. Örneğin Antakya’dan işten ayrılan birisinin annesi arıyabiliyor. Sizi cep telefonundan bile buluyorlar. Onun için işe, sadece strateji olarak bakmayın. Bir de manevi yönü var, çalışanın sorumluluğu var. Üç bin kişi Gimada yaklaşık bin kişi Endy’de çalışıyor. Romanyada yaklaşık sekiz yüz kişi çalışıyor. Onun verdiği bin bir sorunlar var.
İşi paylaşmam!..
İşi aile hayatımı sokmaya karşıyım. Paylaşırsam çoğalır diye düşünüyorum. O sıkıntıyla uyuyamam, kalktığımda zinde olamam ve işyerinde de verim sağlayamam. Onun için de evde hiç iş konusunu açmıyorum. Açmamaya çalışıyorum en azından… O zaman yatak odanız iş yeriniz oluyor. Asla da öyle bir şey düşünmüyorum.
Sıkıntılıysam kendimi başka yerlere atarım
Sıkıntılı ve stresli isem, başka bir genel müdür yardımcısının odasına giderim. Birimleri dolaşırım, konuyu dondururum, kafamı değiştiririm. Ben aşağıdaki restoranın mutfağını denetlerken çözümü düşünüyorum zaten, ama daha rahat düşünüyorum. Kafa orada ama aynı anda çay ocağına gidip çaycıyla sohbet edebiliyorum. Onlarda çok memnun oluyorlar. Onların memnuniyetiyle bende stresimi atıyorum. Geçen gün kıkıntılı idim, yönetim kurulu öncesi, kendimi bir anda buranın mutfağının soğuk dolabını kontrol ederken buldum. Evet yapıyorum bunları…
Üniversitelerde güzel gelişmeler var
Gençlerle ilgili çok güzel şeyler oluyor sonunda… Biri iki üniversitede perakendecilik sektörü ders konumuna geliyor. Benden bir iki kez toplantı istediler ben de gittim. Elimden gelen çabayı ben de orada gösterdim. Sabancı Üniversitesi başta olmak üzere, hepsini kutluyorum. Anladığım kadarıyla fakülte şekline sokmaya çalışıyorlar. Eğitim departmanları ve insan kaynakları olarak hangi üniversiteye hangi şekilde destek vermek gerekirse biz hazırız. Yardımcı olmaya çalışırız. Bu sektörde üç mağazaya baktığınız zaman, Migros, Gima ve Tansaş’ ta her halde oniki bin kişi çalışıyor. Oniki bin kişinin 4 kişilik ailesini düşünün. Onların bir de bizde işte bu firmalarda çalışan bir oniki bin kişi daha vardır. Fırıncısı, uncusu… Mağazalara mal getirenlerin çalışanları bir altı bin kişi de onlar var. 4 le çarptığınız zaman 120 – 130 binlere geliyor bu rakam… Ekipmanlarada girersen, 150 bine kadar gelirsin. Bunun bir ihtiyaç olduğuna ben eminim, hatta kendim işletme mezunu değil, perakendecilik mezunu olmak isterdim. Ben Perakendeciliği çekirdekten, mutfaktan yetişerek öğrendim. Bu da güzel. Gima bir üniversitedir. Ama Gima’ya girmeden önce parakendecilik sektörünü öğreten bir üniversitede de ayrıca ders almak isterdim. Alaylı olmak ta çok önemli, onu söylemek istiyorum. Eğitim ve tecrübe birleştiğinde başarı kaçınılmaz olur. Benim genel müdür yardımcılarımın yüzde yüzü alaylıdır. Ve hepsi son derece iyi eğitimlidir. Gençleri çok takdir ediyorum. Yetişmelerine katkı sağlamak için gayret ediyorum. Çünkü, çalışma hayatına girmeleri masterden çok daha önemli ve çok daha iyi diye düşünüyorum.
Yüz yıllık tat
Baklava Güllüoğlu’nda, profiterol İnci’de, badem ezmesi de “Meşhur Bebek Badem Ezmecisi”nde yenir… Neredeyse yüz yıldır el emeğiyle hazırlanan badem ezmelerinin müdavimleri çoktur. Ününü duyup merakla gelenler de badem ezmesinin büyüsüne kapılır. Ünü o kadar yayılmıştır ki devlet adamları bile yurtdışı ziyaretlerinde buraya uğramadan edemez. Bebek Badem Ezmecisi’nin varisi Sevim İşgüder, 42 yıldır geleneksel badem ezmeciliğini sürdürüyor. İşgüder, yaptığı işi her ne kadar önceleri istemese de şimdi kendi deyimiyle “sevgilisi, eşi, çocuğu” kadar bağlanmış işine. O kadar bağlanmış ki bu başarı kendisine ödüller bile getirmiş.
Dükkanda badem ezmesinden sonra gelen en önemli ürün ise fıstık ezmesi. Akide şekeri, lokum, özel kavrulmuş kuruyemiş; fıstıklı, bademli, portakallı drajeler o kadar çekici ki lezzetini tattırmak için sizi renkli ve tatlı dünyalarına davet ediyorlar.
İşgüder, lezzetiyle yüzyıla uzanan badem ezmesinin hikayesini bizimle paylaştı.
Bebek badem
ezmesinin hikayesi nasıl başladı?
Babam Mehmet Halil Bey, eğitim için İstanbul’a geldiğinde annem Anastasya’ya aşık olmuş. Annem Rum olduğu için aileler Türk- Rum aşkına karşı çıkmışlar. Ama sonradan kabullenince evlenmişler. Aile mesleğini İstanbul’a taşımış babam. Büyükbabamın ve annemin yardımıyla Bebek’te badem ezmesi, acı badem kurabiyesi, buzlama, akide şekeri yapıp satmaya başlamış. 1904’te başlayan bu hikaye bugüne kadar uzanıyor. Ben 1.5 yaşındayken babamı kaybettik. İşin başına annem Anastasya geçti. Çocukluğumuz badem ezmesiyle geçti. O zamanlar bademleri elle ayıklardık. Ablam, ben, annem ve mahallenin diğer çocukları. En çok badem ayıklayan hediye kazanırdı. Birbirimizle yarışırdık bu yüzden. Ayıkladığımız bademleri de sobanın üzerinde, mangalda kuruturduk. Madamın ezmesi diye tanınmaya başlamıştı ezmelerimiz. Annem babamın ölümünden sonra 20 yıl tek başına ilgilendi işlerle. Biz de çocuk halimizle yardım ederdik ona. Çocukluğumda eğlenceli gelirdi. Ama gençlik dönemimde eskisi kadar hoş görünmez oldu gözüme. Çünkü annem sabah altıda imalathaneye girer, gece yarısı çıkardı. Bir meslek tutturamazsam bile bu işi yapmam, gerekirse temizlikçilik yaparım diyordum. Ama annem hastalanınca işin başına birilerinin geçmesi gerekti. Ben de 1957 yılında işi devraldım ve 42 yıldır badem ezmesi benim her şeyim oldu.
Meşhur badem ezmesini nasıl yapıyorsunuz?
İlk işlem bademin ayıklanması. Eskiden olduğu gibi hala elde yapıyoruz bunu. İkinci işlem kurutma. Bademler düşük ısıda 12 saat kurutulur. Sonra rendelenip içine bir miktar su katılmış şekerle birlikte havanda dövülür. Sırada hamurun yoğrulması var. Bu işlem mermer üzerinde yapılır. Gerekli kıvama ulaşıncaya kadar elde yoğrulan hamur fitillenip, kesilir.
Meşhur Badem ezmesinin sırrı ne?
En önemli özelliklerimizden biri makine ve katkı maddesi kullanmamamız. Aslında asıl sır reçetede değil, gösterilen özende. Malzemeden, malzemenin gramajından ödün vermeyiz. Bademin ezmeye dönüş sürecinde çok titiz bir çalışma gerektirir. Bademin seçimi de çok önemli. Her bölgenin bademi ezme için uygun değil. Bademin tadı çok önemli. Ege bademi acıdır. Datça bademini viskiyle kavurun çok güzel olur ama ezmede aynı tadı elde edemezsiniz. Bu yüzden hammadde çok önemli. Zaten badem ağacı çocuk gibi bakım ister. Çok naziktir. Baharda ilk açan badem ağaçlarıdır. Soğuk vurduğunda tüm hasat mahvolur. Biz daha çok Güneydoğu, Doğu Anadolu’dan Malatya, Elazığ gibi illerden badem alırız. O yörelerin toprağının kalitesi iyidir.
Meşhur badem ezmesi geleneğini sizden sonra kim sürdürecek?
Beni de düşündüren bu. Keşke bir çocuğum olsaydı da bu mesleği devam ettirseydi. Ama maalesef kimseyi eğitemedik. Çünkü çok özen göstermek gerekiyor. Oya işler gibi bademleri işlemeniz gerekiyor. Bazen firmalardan teklifler geliyor. Güvenemediğim, yapabileceklerinden emin olamadığım için geri çeviriyorum. Geleneksel şekerciliğimiz kalmadı zaten. El emeğinin yerini makine aldı. Günümüzde sadece para kazanmak önemli hale geldi. Çok üzülüyorum ama ne yazık ki bizimle birlikte bu iş de yokolup gidecek.
DOKUZUNCU SAYFA
Cansız manken evinin kapılarını Gazete BEŞİKTAŞ’a açtı
Podyumların cansız mankeni diye ünlenen Vahe Kılıçaslan, aynı zamanda sıkı bir Beşiktaş taraftarı. Kılıçaslan, ayrıca Sabah ve Pas Gazeteleri’ndeki köşesinde Beşiktaş’ın performansını yorumluyor. Tavuk ticareti yaparken mankenlik dünyasına adım atan Kılıçaslan, “Cansız manken fikrini ben ortaya çıkardım. Bugüne gelirken kimsenin desteğini görmedim. Ailemin varlığıyla başardım.” diyor. MGD tarafından 5 yıl boyunca üst üste en iyi manken seçilen Vahe Kılıçaslan’ın başarıları mankenlikle de sınırlı değil. Kılıçaslan, “Gözlük” ve “Canlandım” adıyla iki de şiir kitabı yayımladı. Ünlü mankenle Beşiktaş Kulübü, meslek yaşamı ve ailesi üzerine söyleştik.
Beşiktaş’ın son günlerdeki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beşiktaş ligde ve Avrupa’da namağlup konumunu sürdürüyor. Bugüne kadar son yıllarda elde edilen en büyük başarı. Düşünün ligde 12 maçta hiç kaybetmedik. Avrupa’da da keza öyle. İspanya’nın dev ekibini eledik. Türkiye’de şu anda Avrupa’da tur atlayan iki takım var: Beşiktaş ile Denizlispor. Beşiktaş’ın bu başarıları bir taraftar olarak bende de memnuniyet yaratıyor. İlhan Mansız’ın ilk altı hafta sakatlığı, geçirdiği üç ameliyat, Beşiktaş takımındaki oyuncuların birbirlerine uyum sağlayamaması puan kayıplarına neden oldu. Fakat şu anda Beşiktaş takımı sakatların iyileşmesiyle beraber birbirleriyle uyum sağlayarak başarılarını devam ettirdiler. Kalecisiyle, santraforuyla, orta saha, geri dörtlüsüyle Beşiktaş iyi yolda.
Beşiktaş’ın kuruluşunun yüzüncü yılını kutlayacak olması sizin için ne ifade ediyor?
Tarihi bir yıl yaşıyoruz. Türkiye’nin kaptan kulübüyüz. 1 Ocak’ta 100. yılımızı dolduracağız. Bu çok önemli. Bu başarıların altında Lucescu yatıyor. İnsanlar ilk başta Beşiktaş’a çok faydalı olamayacağı gözüyle baktı iseler de Lucescu eski Beşiktaş futbolcusu Feyyaz ile beraber Kara Kartal’ı yükseklere uçurmaya devam ediyor. Benim yazılarımda özellikle eleştiriyorum. Çok önemli bir yıl yaşıyor olmamıza rağmen maalesef şu anda kutlama yapılamıyor. Galatasaray kuruluşunun 97. yılını kutlarken, 100. yılına üç yıl kala medyaya bunu çok iyi şekilde duyururken, Beşiktaş yüzüncü yılında bunları yapamıyor. Daha faaliyet içinde olması gerekirken maalesef yönetim yeteri kadar konuyla ilgilenmiyor. Belki ilgileniyor ama gerekli kaynak bulamıyor. Belki yönetimin de burada suçu yok. Demek ki Beşiktaş’a yeterli destek gelmiyor. Beşiktaş’a gönül vermiş olan insanların bence artık kesenin ağzını açmaları gerekiyor.
Futbolcuların oyunlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beşiktaş’ı bu sene oyuncu olarak görmüyorum. Bir ekip olarak görüyorum. İlhan Mansız Alaves maçında agresif davrandı, kırmızı kart görerek takımını yalnız bıraktı. Bana böyle futbolcu lazım değil. Bana profesyonel, ahlaklı, takımın forması için hareket eden oyuncu lazım. Her ne kadar İlhan’ın futbolunu beğeniyor olsam da bir o kadar da eleştiriyorum ve yadırgıyorum kendisini. Çünkü İspanyol oyuncu Oscar topla ona vurmuş olabilir, fakat artık maçın son dakikaları. Turu atlamış gözüyle bakıyoruz. Neden o oyuncunun üstüne yürüyorsun. Nouma da alet oldu. Çok tatsız olaylar oldu. İlhan kırmızı kart gördü ve iki maç yok. Üçüncü turda olmayacağı için üzgünüm. İyi de bir futbolcu. Beşiktaş’ın starı durumunda şu anda. Tabi ki profesyonel futbolcunun hareketlerine dikkat etmesi gerekiyor. Hele ki onun için çok önemli bir transfer yılı.
Pascal konusunda ise taraftar ikiye bölünmüş durumda. Bir kısım taraftar Pascal’ı istemiyor. Aslında iyi bir futbolcu. Kendisini ispatlamış, kabul ettirmiş bir futbolcu. Ama agresif hareketleri insanları yoruyor. Sempatik tavırları da birtakım taraftarları cezbediyor. Aslında bir bakıma şov adamı Pascal. Sonuç itibariyle futbol bir şov oyunudur. Seyirciyi harekete geçirecek birtakım ögeler vardır. Pascal’ı da bu ögelerden biri olarak değerlendiriyorum. Pascal şu anda futbol kişiliğinden uzak görünüyor. Formsuz günler yaşıyor. Eskiye oranla bir form düşüklüğü var. Eski oyununu bulursa o hareketlerden uzaklaşacak. Sonuç olarak tribünün istediği bir oyuncu.
“Cansız manken” olarak ün kazanmanızın üstünüze yapışıp kaldığını düşünüyor musunuz? Bu durum sizi rahatsız ediyor mu ya da her şey daha mı kolaylaşıyor?
Eskiden Türkiye’de vitrin mankeni deniyordu. Ben bunu değiştirdim. Artık vitrin mankenine bile cansız manken deniyor. Bu bence önemli. Bana kalırsa cansız manken hoş bir lakap. Cansız mankeni ben buldum ve bunun üstüne gittim. Ben bugünlere çok tırmalayarak geldi. Kimse bana destek olmadı. Sadece ailemin desteği vardı. Cansız manken nasıl ortaya çıktı? 1994 yılında mankenliğe başladım. 1995’de Best Model seçildim. Moda dünyasındaki bazı kötü niyetli insanlar bana yol vermek istemediler. Çünkü yaşamımda sansasyonellik yoktu, aile hayatıma düşkündüm. Sonra anladım ki moda dünyasının tekelleşmiş insanları düzgün yaşayan insanlara yol vermiyorlar. Ben de o yolu alamadığım için bir şey üretmem gerekiyordu. Bir farklılık yaratmalıydım. 1996 yılında Moskova’da bu cansız manken fikrini ürettim. Zaten ne yapabilirim diye çok düşünüyordum. Mankenliğe en yakın vitrin mankenliği vardı. Vitrin mankenliğine bir espri katmam gerekiyordu. Böylece cansız manken doğdu. Cansız manken olarak 5 saat 26 dk.’lık bir dünya rekoru kırdım.
Manken dünyasının çalkantısı içinde ailenizle farklı bir noktadasınız. Mesleğiniz evliliğinizi etkiledi mi?
Evlilik kutsal bir müessese. Hiçbir zaman olsun bitsin gözüyle bakmadım. Dengeli bir evlilik yaparsan o zaman hiçbir sorun kalmaz. Manken evliliği diye ayırt etmemek gerekir. Tabi ki bizim meslek görselliğe dayanan bir meslek. Ama ben irademe sahip bir insanım. Olaylara iş gözüyle bakıyorum. Mesleğimin evliliğimi etkilemesine izin vermem. Eşim çok akıllı ve anlayışlı bir insan. 13 senedir evliyiz. Biri 8.5, diğeri 5.5 yaşında iki kızımız var. Aileme çok değer veriyorum. Bugünlere gelmemde ailemin çok büyük desteği oldu.
Alışverişin yeni adresi
Yeni yılı gelişiyle birlikte hareketlenen alışveriş sezonu, kampanyalarla ve taksitli satışlarla renklendi. Beyaz eşyadan mobilyaya yatak odası serisinden elektronik eşyaya kadar bir çok çeşit için hesaplı kampanyalar sezonda yer alıyor. Her türlü eşya için hesaplı kampanyadan ve taksitli alışverişten yararlanmak için adresiniz ise, Beşiktaş’ta. İstanbul Alışveriş Merkezleri adını taşıyan mağazalar bünyesinde çalışmalarını yürüten mağazaların Beşiktaş Şubesi, markayı ve kaliteyi en uygun imkanlarla müşterilere sunuyor.
Mağaza Müdürü Ercan Atalay, yedi ayrı şubede hizmet veren İstanbul Alışveriş Merkezlerinde ilkeli çalışılarak müşteri memnuniyeti için tüm hassasiyetin gösterildiğini söylüyor. Atalay, şöyle devam ediyor: ‘Mağazamızda markayı ve kaliteyi bir aradadır. Bizim için müşterilerimizin memnuniyeti önemlidir. Sadece kampanya düzeyinde değil, hesaplı ve uygun önerilerle müşterilerimize çeşitli imkanlar sunuyoruz. Bununla birlikte hediyelerimiz de var. Zevke hitap ediyoruz ve kazandırıyoruz.’ Beşiktaş’ta Köyiçi Caddesi’nde yer alan İstanbul Alışveriş Merkezleri Beşiktaş Şubesi, alışveriş severler için gözdelerden biri. Tel: 0 212 227 81 97
ONUNCU SAYFA
Hem müzik hem dans
Azar, azar, isimli yüksek tempolu şarkısıyla tanıdık onu… Şarkısı, “Azar ,Azar” diyordu ama, ilk albümüyle müzik adına hiç de az sayılmayacak bir başarının sinyallerini veriyordu. Dansıyla bütünleşen sanatçı Faruk K, şimdilerde “Honki Ponki” adlı şarkısıyla gençlerin sevgilisi oldu. Ünlü sanatçı Faruk K, hayatının bilinmeyenlerini ilk kez Magazin Müdürümüz Nilgün Özcan’a anlattı.
Mazhar Alanson’u çok beğeniyorum
İnsanlara bir şeyler anlatma çabasını kendi dansıyla harmanlayarak hedefine ulaştıran ünlü sanatçı Faruk K, müzik dünyasında şöhret olmadan önce Devlet Tiyatrolarında çocuk oyunlarında oynadığını belirterek hayat hikayesinin tüm ayrıntılarını şöyle anlattı; “ Sevenlerim beni ilk olarak “Birkaç iyi adamla tanıdı. Ama ondan önce ben devlet tiyatrolarının çocuk oyunlarında oynuyordum. İlk profesyonelliğe 1992 yılında “Muhabbet 92 Müzikalinde Şener Şen ve Emel Sayın’la başrollerini birlikte paylaştığım Bostancı Gösteri Merkezinde sahnelenen bir oyunda profesyonel dansçı ve oyuncu olarak sahneye çıkmakla başladım. Arkasından Yonca Evcimik ile çalıştım. 1996 yılında “Birkaç iyi adam^kuruldu. Aynı yıl Mimar Sinan Üniversitesi Konservetuar bölümüne girdim. Modern dans bölümünden geçen sene mezun oldum. Aynı yılın yaz ayında da Azar, Azar çıkmıştı. Bu yaz da Honki Ponki..
Sizin beğenerek dinlediğiniz sanatçılar kimler?
Söz ve bestecilik yönüyle, kişilik ve karizma açısından Mazhar Alanson’u çok beğeniyorum Yenilerden de çok sevdiğim yetenekli bulduğum isimler var. Örneğin Nil Karaibrahimoğlu’nun albümüne bayılıyorum. Göksel benim eskilerden arkadaşım ve bu albümde kendisini bulduğunu düşünüyorum. Türkiye’de müzik adına güzel şeyler yapılmaya başlandı. Bunlar gurur ve mutluluk verici şeyler.
Dansdan müzik dünyasına geçiş nasıl oldu?
Yola çıkarken dans edip şarkı söyleyen, bunun yanında şov yapan insanlar çok azdı. Hedefim bu boşluğu doldurmaktı ve bu doğrultuda başarılı olduğumu düşünüyorum.
Azar Azar ve Honki Ponki arasındaki süreçte neler değişti?
Alt yapılar çok değişti. Daha enerjik, daha sound,daha dinamik ve daha melodik .Bu albümde daha büyük ve baş döndürücü sözler tercih ettim. Honki Ponki de imkanların daha fazla olmasının avantajını yaşadım.
Heyecanda değişti mi?
Azar azar da çok paniktim ve çok korkuyordum. İnsanların beni anlayıp anlamayacağı konusunda kaygılarım vardı. Honki Ponki de o heyecanı beş misli yaşadım. Hala da yaşıyorum. Yani heyecanda bir artış oldu. Zaten o heyecanı bir şekilde taşımıyorsan bunun bir anlamı yok. Ya paran çok, ya da ruhun yok! Bu heyecanı taşımayan insanlar da zaten silinip giden insanlar.
Honki Ponki nasıl çıktı?
Honki Ponki operet döneminde Beyoğlu Küçük Sahne de Lale Oraloğlu Tiyatrosu’nda sergilenen “Anneme Koca Aranıyor” adlı operette geçen bir şarkı. 1972 senesinde çocukların söylediği bir şarkı. Ayrıca bu şarkının kulak aşinalığı nedeniyle avantajlı olduğunu düşünüyorum. Çünki bu insanlar en az 40 yaşlarındalar. Aslında benim kitlem 7 den 70’e tüm insanlar. Eğer avantajı olsaydı daha farklı olurdu. Çünki en az 20 yaşına kadar olan insanların büyük bir çoğunluğu da duymamışlar ve inanıyorum ki bu albümden önce duymaları da çok zordu. Ayrıca ben çok merak ediyorum sen o sözleri nereden buldun? Nasıl birleştirdin? (Lale Oraloğlu için) Ben eğer ticari kaygı gütseydim Honki ponki’yi değil, Dilek Taşı’nı okurdum. Tabii ki,ticari boyutunu da düşünürdüm,çünkü para yatırıyorsun ve bir şekilde başarılı olup emeğinizin karşılığını maddi olarak da almanız gerekir.
Honki Ponki için ne dersiniz?
Honki Ponki zaten “Ben anlamsızım”diye bağırıyor. Bence son 20 yıl içinde yapılan en enterasan ve güzel şarkı .Honki Ponki ve Bandıra Bandıradır.
Tekrar tiyatro için teklif gelse ne yapardınız?
Tek bir cümle ile “Hayır”. Ben her şeyin zamanı geldiğinde gerçekleşeceğine inanan insanlardanım.
İsminizin ardındaki K’nın anlamı nedir?
Soyadım Karakaya.İlk harfini kullandım. Değişik bir şey denemek istedim. Daha doğrusu denettiler. Benim düşüncem Faruk Karakaya olarak çıkmaktı. Ama bu şekilde daha akılda kalıcı olacağını düşündük ve Faruk K olarak çıktım. Bu prodüktörümün fikriydi. Fenada olmadı benimle bütünleşti.
Yalnız mı yaşıyorsunuz?
Zaman zaman. Yanlış anlaşılmasın bazen işim gereği tek kalıyorum bazen de annemle birlikte.
Evlenmeyi düşünüyor musun?
Kısmet.
Aday var mı?
Hem var hem yok. Son ilişkim üç ay önce bitti.Şu anda birisi yok. Denenmiş bir şeyi denemek de bence aptallıktır.
Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.
Bende size ve Gazete Beşiktaş okuyucularına kucak dolusu selam ve sevgiler.
Sinema
Kutsal direniş
Yazan ve yöneten Elia Suleiman, yapımcılığını Humbert Balsan’ın yaptığı “Kutsal Direniş” de Elia Suleiman,Manal Khader ve Nayel Fahoum Daher baş rolleri paylaşıyor. Canes 2002 Jüri ödülü, Uluslar arası Eleştirmenler Ödülü ve Altın Palmiye adayı olan bu güzel film Aşk ve tutsaklığa dair söylenebilecek her şey bu filmde var.
8 Kadın
Senaryosunu ve Yönetmenliğini François Ozon’un yaptığı “8 Kadın” (8 Femmes) filmi müzikal komedi ve polisiye tarzında çekilmiş. Yaklaşık 103 dakika boyunca eğlenceli dakikalar geçirebiliceğiniz bu film de Catherine Deneuve, Isabella Huppert, Emmanuelle Beart, Fanny Ardant, Virginie Ledoyen, Danille Darrieux,Firmine Richard ve Ludivine Sagnier başlıca rolleri paylaşıyorlar. Fransa’da varlıklı bir aile Noel’i kutlamak üzere toplanırlar. Arife günü Noel gecesinin hazırlıkları tüm hızıyla devam ederken, ailenin reisi evde ölü bulunur. Cinayeti işleyen, evdeki 8 kadından biridir.
Tarihte bu ay
1 Aralık 1783
Hidrojenli İlk Balon
1781 yılında, Henry Cavendish adlı bir İngiliz, havadan hafif bir gaz olan hidrojeni keşfetmişti. Fransız fizikçisi Jacques Charles, o zamana kadar sıcak hava ile doldurulan balonları bu keşiften sonra, ilk olarak hidrojenle doldurmayı akıl etti. Robert adında bir arkadaşıyla birlikte “Caroline” adını verdikleri 9 m. Çapında bir balon yaptı. İlk defa balonun içindeki gazı serbest bırakacak sübap konmuştu. Böylece iniş kontrol altına alınmış oluyordu. Yükselişin düzenli olmasını sağlamak için safra olarak balona kum torbaları konmuş, inişi kolaylaştırmak için de bir gemi demiri eklenmişti. 1 Aralık 1783 sabahı balon yükselerek Seine Nehri’ni geçip Pontoise yakınlarındaki Nesles-la-Vallee’ye indi. Uçuş sırasında 3 bin metreye kadar yükselmişti.
7 Aralık 1941
Pearl Harbor Baskını
Fransa ve Belçika, Alman orduları tarfından ezilmişti. Fransa durmadan bombalanıyor, Hitler İngiltere’ye asker çıkarma planları kuruyordu. Japonya ise; Çin Hindi, Malezya, İndonezya’dan Avrupalılar’ı uzaklaştırmanın gerektiğini düşünüyordu. Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Yamamoto, amaçlarına ulaşabilmeleri için her şeyden önce Hawai adalarındaki büyük Pearl Harbor üssünde bulunan Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Okyanus Filosu’nu yok etmelerinin gerektiğini biliyordu. Nihayet Amiral Yamamoto, 7 Aralık 1941’de Pearl Harbor’a hücum emrini verdi. Uçaklar çekildiği zaman ABD’nin büyük Okyanus Filosu çok ağır hasara uğramış bulunuyordu. Japonların kayıpları ise 28 uçaktan ibaretti.
14 Aralık 1931
Ayaksız Pilot
1910’da Londra’da doğan Douglas Bader, 18 yaşındayken Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne yazılarak iki yıl sonra da pilot oldu. 14 Aralık 1931’deki bir uçuş sırasında uçağının düşmesi sonucu ağır şekilde yaralanan Bader’in iki bacağını birden kestiler. İyileşince ayaklarına yapma bacak takıldı. Böylece yeniden yürümeye başlayan Bader, inatla tekrar uçmak için çalışmaya koyuldu. Gösterdiği büyük irade gücü sonunda orduya kabul edildi. İkinci Dünya Savaşı çıktığında, filo komutanıydı.
25 Aralık 1973
İkinci Cumhurbaşkanı İnönü
1884 yılında İzmir’de dünyaya gelen Mustafa İsmet “İnönü”, babası Hacı Reşit Bey’in Sivas’a atanması dolayısıyla ilk öğrenimini ve Askeri Rüştiye’yi orada bitirdi. 1906’da İstanbul’da Erkanı Harbiye Mektebi’ni bitirdikten sonra kurmay yüzbaşı olarak Edirne’deki 2. Ordu’ya gönderilen İsmet Bey’in 1908’den sonra aralıksız bir sefer hayatı başladı. Birinci İnönü ve İkinci İnönü Zaferi’ni kazanan İsmet Paşa’ya bu başarısından ötürü Ataüürk tarafından “İnönü” soyadı verildi. 1924-1925 yıllarındaki birkaç aylık ara dışında, 1923’den 1937’ye kadar Başbakanlık yaptı ve Atatürk’ün ölümü üzerine 1938’de Cumhurbaşkanı oldu. Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmamayı başaran İnönü, 1946’dan itibaren çok partili demokratik rejimi kurup geliştirmeye çalıştı.
ONBİRİNCİ SAYFA
Ata’nın huzurundaki Işık
O gün, telaşlı çocuk adımları yankılandı Balıkpazarının taşları aşınmış sokaklarında… Elinde çantası okuluna koşan, mavi gözleri zeka pırıltıları saçan küçük Mustafa’nın durup soluklandığı köşede, onlar da bir an sessizliğe gömülüp, geçmişi duyumsamaya, O’nun kalp atışlarını hissetmeye çalıştılar. 1917 yılında tüm Selanik’i harap eden yangından geriye kalan Sabri Paşa Caddesi, balıkpazarına dönüşse de, Şemsi Efendi okulunun yerinde yeller esse de, bugün Atatürk’ün ruhu, bu 99 çocukla birlikte buradaydı işte…
Aristoteles Meydanı’nın dibindeki bu sokağı, 10 Kasım sabahı dolduran öğrenciler, Atatürk’ün çocukluk ayak izlerinde, kendi okullarının tarihini de bulmuşlardı; çünkü ‘Feyziye Mektepleri Vakfı’nın atası olan Feyz’i Sıbyan 1885 yılında burada kurulmuş ve çok geçmeden Şemsi Efendi Okulunu kendi bünyesine katmıştı.
Feyz-i Sıbyan’ın 4 sınıfı ve 50 kadar öğrencisi vardı.1885 -1886 öğretim yılından itibaren okula her yıl bir sınıf ilave edilerek sınıf sayısı sekize çıkarılmış, daha önce 4. Sınıfta başlayan Fransızca eğitimi tüm sınıflara konulmuş, okulun eğitim ve öğretime verdiği önemin temeli de o süreçte atılmıştı… Aradan geçen uzun yıllar okulun gelişmesini hızlandırmış; bazen zorluklar bazen de bolluk dönemleri gelip geçmiş, okul büyümüş ve ‘Feyziye’ adını almıştı. Feyziye, Rumeli’nin yanı sıra Anadolu’dan, Bağdat ve Trablusgarp’tan gelen pek çok yatılı öğrenciyi de bünyesine katmış ve erkek ve kız öğrencilerinin sayısı 700’ü geçmişti.
Birinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü 1913-14 ders yılı içinde, İstanbul ile tüm bağlantıların kesildiği günler geldiğinde ise artık okulun İstanbul’a taşınması söz konusu olmaya başlamıştı. Balkan bozgunundan hemen sonra İstanbul’a göç etmiş aileler arasında Feyziye’nin yönetim kurulu üyeleri de vardı. Bu kişilerin gayretleri ile 1917 yılında Feyziye İstanbul’da çalışmaya başladı. 1923 yılında ise ikisi ana olmak üzere sekiz sınıflı, 15 yatılı öğrencili bir lise haline gelen okul, Nişantaşı’ndaki Naciye Sultan Konağı’na taşındı… 1935 yılına gelindiğinde, kuruluşunun 50. Yılını kutlayan okulun ismi “Işık” olarak değiştirildi. Bu değişim Atatürk’e telgrafla bildirilmiş, Atatürk devrimlerinin heyecanından esinlenilen bu isim, Büyük Önder tarafından da onaylanmıştı. Atatürk gönderdiği cevabi telgrafında “Işık Lisesi”ni kutluyordu.
1967 yılında tüm tesisleri Vakıf haline getirilen Fevziye Mektepleri Vakfı, günümüzde İlköğretim ve Lise’ye Işık Üniversitesi’ni de katarak büyümüş; Nişantaşı, Ayazağa ve Erenköy olmak üzere üç kampusta hizmet veren 7.000 öğrencili dev bir eğitim kompleksine dönüşmüştür.
Hiç yoktan Feyz-i Sıbyan’ı yaratan, ilk defa hazırlık sınıflarından itibaren yabancı dil öğreten, henüz resmi okullarda uygulanmadan Arapça ve Farsça’yı programdan çıkaran, ilk defa cinsiyet farkı gözetmeden karma eğitim yapan, ilk defa öğrencilerine hayat bilgisi, görgü ve yaşama kuralları gibi eğitsel örnekler veren kuruluşun tarihine bir ilki daha yazdıran ve Ata’nın ölüm yıldönümünde, Selanik’te, onun evinde bütün Türk çocuklarını temsil eden FMV Özel Ayazağa Işık İlköğretim Okulu’nun 99 öğrencisi ile öğretmenleriydi.
Dilerseniz, öğrenciler ve öğretmenleri ile birlikte, 10 Kasım 2002 gününün sabahına; Selanik Türk Konsolosluğu’na ve Atatürk’ün evine dönelim.
Üzerlerinde okullarının pırıl pırıl formaları, yakalarında Atatürk fotoğrafları ile Selanik Türk Konsolosluğu salonunu dolduran öğrenciler, saat ‘dokuzu beş geçe’ bir dakikalık saygı duruşunun ardından, İstiklal Marşı ile başladıkları anma programını, Atatürk Oratoryosu ile sürdürdüler. Anma programının ardından Türk Konsolosluğu ile aynı bahçe içinde yer alan Atatürk’ün Evi’ni ziyaret ettiler.
Atatürk’ün çocukluğunu geçirdiği tarihsel evin ahşap basamakları, yirmili gruplar halinde evi gezen çocukların ağırlığıyla gıcırdadı o gün. Yaşlı duvarlarında çocuk sesleri yankılandı. Evin arka bahçesindeki, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi tarafından dikilen, Mustafa Kemal’in etrafında koşarak oynadığı nar ağacının etrafında yine çocuklar vardı. Yüz yaşını ardında bırakalı uzun yıllar geçen nar ağacı, çelik tellerin de yardımıyla, yaşlı gövdesinin üzerinde yükseliyor, dallarındaki meyveleri ve yemyeşil yapraklarıyla, bahçenin ortasında tarihe tanıklık etmeyi sürdürüyordu…
Adım adım tarih.
Çıktıkları bu Yunanistan gezisinde ‘Işıklı çocuklar’, Pacha Tours’un rehberleri eşliğindeki dört otobüsü doldurdular. Gezinin ilk durağı Edirne idi. Yağan yağmur, küçükleri Selimiye’yi gezmekten alıkoyamadı. Daha sonra İpsala sınır kapısından Yunanistan’a geçildi. Büyük İskender’in babası II. Philippe’nin doğduğu ve yaşadığı Philippi antik kentinden sonra, Kavala’ya gidildi. Eski Osmanlı yapıları ve genel havası ile yabancılık duygularına asla yer açmayan bu eski kentte, önemli duraklardan biri Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın eviydi şüphesiz. Rehberimiz Kavala hakkında bilgiler veriyor sürekli:
“Kavala at değiştirilen yer anlamında kullanılıyor. At değiştirip daha ilerilere devam ediyorlarmış. Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1769 doğumlu. Babası aslında oranın valisi fakat babası ölünce onun bir ailenin yanına veriyorlar, orada yetişiyor. Hem Türkler hem de Yunanlılar tarafından çok seviliyor ve Kavala’nın yöneticisi oluyor. Çok başarılı bir yönetici olan Mehmet Ali Paşa daha sonra Osmanlı Padişahı 3. Selim’in çağrısıyla Mısır’a gidiyor. Mısırı toparlayıp, düzeltmek karşılığında sadrazamlığı istiyor Mehmet Ali Paşa, ancak bu amacına ulaşamıyor…”
“Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da başlattığı hanedan son hanedandır, taa Londra antlaşmasına kadar geliyor…” diyor rehberimiz.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın tepede, şehre ve limana bakan evine gitmek üzere grup şiddetli yağmur altında yokuşu tırmanıyor. Yol boyu Osmanlı yapıları göze çarpıyor bu sevimli kentte. Sanki Türkiye’de biryerlerdeyiz; biraz Büyükada’da biraz İzmir’de. Semt adları da bu yakınlığı doğruluyor:500 evler, 1000 evler gibi… Çoğu bakımlı görünen evlerin ardından tepede Kavalalı’nın evinin harap görüntüsü yürekleri burkuyor… Evin karşısındaki meydanda ise Kavalalı’nın at sırtında bir heykeli var. Heykelin yüzü doğuya, eve dönük. Rehberilerimiz, evin böyle bakımsız, neredeyse ölmeye yatmış görüntüsünün nedenini “Evin Mısır toprağı sayıldığı” gerçeği ile açıklıyorlar. Bu nedenle Yunanlılar buraya bir çivi bile çakamıyorlar… Kavalalı’nın evinin Mısırlı makamlardan hiç ilgi görmediği kesin. Ya da bir dolu bürokratik engelle karşılaştığı… Evin karşısındaki heykeli, Yunanlılar yaptırmışlar. Kavalalı’ya duydukları sevginin bir karşılığı olarak…
Rehberimiz Yunanistan notlarına devam ediyor:
“Yunanistan 400 -500 sene Osmanlı işgalinde kalmış bir bölge. İlk isyan hareketine 1817de başlamış fakat bağımsızlığını 1912 de almış. Bayrağına baktığımızda, Hıristiyanlığı temsil eden bir haç ve ondan sonra mavi ve beyazlardan oluşan 9 tane şerit var. Bu şeritlerin de özellikleri şu: ‘Ya istiklal ya ölüm’ün Yunanca söylendiğinde hecelerinin sayısı dokuz. Renklere gelince maviler denizi, beyazlar karayı temsil ediyor. Baştaki ve sonraki mavi, ki; her taraf denizlerle çevrili ülke anlamına geliyor..”
Işıklı öğrencilerin gezisi Makedonya bölgesinde; Selanik’te sürüyor. Selanik’in görülmesi, gezilmesi gerekli yerlerini geziyorlar çocuklar. Elbette en önemlisi Atatürk Evi. Sonra Selanik Arkeoloji Müzesi; 2. Mahmud’un yeniçerileri ortadan kaldırırken kullandığı ve o zamanlar kırmızıya boyalı olan ve sonradan bu imajı silmek için beyaza boyanan Beyaz Kule. Türkçe adlar taşıyan başka kuleler de var Selanik’te; Zincirli Kule, Yedikule…
Rehberimiz, “Hep buralarda Osmanlı düzenini görmek mümkün” diyor, “ki, bizim de vermeye çalıştığımız buydu…”
Selanik’te pek çok kutsal yapı ve Bizans dönemi kalıntısı da yer alıyor. Bunlardan biri Roma İmparatoru Galerius Ceasar tarafından yaptırılmış ve Zeus’a ithaf edilen Rotunda.
Işıklı öğrencilerin gezisi İskeçe’de bir Türk okulu ile bir Rum okulunu ziyaret etmeleri ile sürüyor.
Sonrası Dedeağaç, İpsala ve Türk sınırı. Meriç’i geçen köprü üzerinde çocuklar “Türkiye sen bizim her şeyimizsin!” diye tempo tutuyorlar. Otobüs lastikleri üzerinde zıplıyor. Gümrük memuru önce şaşkınlıkla bakıyor, sonra gülüyor ve “Hoşgeldiniz” diyor Işıklı çocuklara…
Küreselleşme…
Işık Üniversitesi’nde “Küreselleşme Sürecinde Türk Sanayi ve Hizmet Sektörü” konulu sempozyum ve panel düzenlendi. Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nün açılışı nedeniyle yapılan sempozyum ve panelin endüstri mühendisliği dalında öğrenim gören gençlerin bilinçlenmesine ve Türk ekonomisinin gelişme sürecine olumlu katkılar sağlaması amaçlandı.
Sempozyumun konuşmacıları Işık Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Başkanı Doç. Dr. Seyhun Altunbay “Neden Endüstri Mühendisliği”, Işık Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sıddık Yarman “Küreselleşme sürecinde Dünyada ve Ülkemizde İleri Teknoloji Açısından Bir Değerlendirme”, İMKB Birinci Başkan Yardımcısı Arıl Seren “Globalleşme sürecinde Dünya Borsaları”, Işık Üniversitesi İ.İ.B. Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murat Ferman, S.T.F.A.- OGDEN Genel Müdürü Taner Canko “Türk Hizmet sektörü ve Küreselleşme”, İ.T.Ü. İşletme F. Öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet F. Özok “Küreselleşme Sürecinde Türk Kimliği ve İnsangücü Kaynağımız”, TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler “Küreselleşme, Rekabet ve sosyal Politikalar, Kale Altınay Robotik ve Otomasyon San. Tic. A.Ş. Genel Müdürü Hakan Altınay “Türkiye’de Robot Teknolojisinin Gelişimi ve Bugünkü Durumu” konularında konuşmacı olarak katıldılar.
Başkanlığını E. Büyükelçi Sönmez Köksal’ın yaptığı panelde ise Tübitak Başkanı Prof. Dr. Namık Kemal Pak, H. Akademileri Komutanı Org. Necdet Timur, Alcatel Genel Müdürü Lütfi Yenel, İTO Başkanı Mehmet Yıldırım konuşmacı olarak katıldı. Yıldırım konuşmasında “Şimdiye kadar hep akademik olarak iş olanaklarından ve küreselleşmeden konuşuldu. Ancak ben birebir ticaretin içinde olduğum için işin bir de gerçek hayatta uygulanışına bakmak lazım. Çünkü okulda okunanla gerçek iş hayatında olanlar çok farklı” dedi. Alcatel Genel Müdürü Lütfi Yenel ülkeye neden yabancı yatırım yapılmadığını söyledi.
Sonunda bebeklerine kavuşacaklar
Sekiz yıl bekleyen Töre çifti sonunda bebeklerine kavuşacak. Esra ve Hakan Törenin bebek sahibi olmak için verdikleri uzun uğraş bundan yıllar önce başladı. Töre çiftinin ilginç hikayesi şöyle;
Esra ve Hakan Töre’nin Merzifon’da arkadaş vasıtasıyla tanışmaları, sonuçta onları uzun bir serüvene sürükledi. Serüvene 1994 yılında evlenerek başlayan çift, iki sene sonra çocuk sahibi olmak istediler. 8 senelik evliliğin son 6 yılından beri bu özlemi duyan çift, maddi imkansızlıktan dolayı yakın dostlarının yardımıyla tedavi olmaya çalıştı. İlk iki yılda gittikleri doktorlar Esra Töre’nin prolaktin düzeyinin yüksek olmasından dolayı kadın kısırlığı üzerinde dururken, Hakan Töre’de varikosel hastalığı olduğu ancak iki yıl sonra öğrenilebildi. Maddi imkanlarını son kez yoklayan çift, varikosel ameliyatı sonrasında çocuk sahibi olabileceklerini umut ediyorlardı. Fakat Töre çiftinin bu ameliyattan sonra da çocuklarının olmaması, erkek kısırlığı yaşayan çiftlerden olduklarını ortaya çıkarmıştı. Genç çift tek çarenin tüp bebek olduğunu biliyordu ama mikroenjeksiyon tedavisini karşılayacak maddi imkanları da yoktu. Yakın bir akrabalarının maddi destek sağlayacağını söylemesi üzerine tekrar hayata sarıldılar ve Ferti-Jin Kadın Sağlığı Merkezi’ne başvurdular. Merkezin sorumlu doktoru Op. Dr. Seval Taşdemir’e muayene olan genç çiftin çocuk sahibi olma ümidi, bu sefer de akrabalarının verdiği sözü tutmaması üzerine yarım kaldı. Bunun üzerine Dr. Seval Hanım, gençlerin çocuk sahibi olma yolundaki çabalarına destek olmaya karar verdi. Töre çifti artık Ferti-Jin Kadın Sağlığı Merkezi’nde ücretsiz olarak tedavi olacak ve çok arzuladıkları bebeklerine kavuşacaklar.
Genç çift, şimdi, “Önce Allah’a sonra Ferti-Jin ekibine güveniyoruz. Bize gösterdikleri maddi manevi destek ve yakınlığı en yakın akrabalarımızdan dahi görmedik” diyor ve bebeklerine kavuşacakları günü bekliyor.
Bilimsel yaklaşım
Amerika, Kanada ve İsviçre’de modelleri bulunan ağız ve diş sağlığı merkezlerinin bir örneğini Türkiye’de kuran Dr. Mehmet Ali Özer, ilklerde önemli olan öncelikle sistemin oturmasıdır”dedi. Özer, “başlangıç safhasında yönetim biçimi, strateji ve planlamada zorluk çekebiliriz, ancak orta vadede tüm sistem rayına oturacaktır. İnsanı ön plana alan bir yapılanma içinde ekip ruhu ve uzman personelle her türlü zorluk aşılabilir”şeklinde konuştu. İlk olmanın zorluklarını yaşadığını söyleyen Dr. Özer, konuya tanıtım amacıyla değil de bilimsel yaklaşmak gerektiğini söyleyerek, deneyimlerini müteşebbis insanlara aktardı.
Öncelikle sizi tanıyalım,ardından gelecekte bu tür merkezlerin Türkiye’nin her yerinde olabileceğine inanıyor musunuz, böyle bir ihtiyaç var mı? diye soralım
Ben 1958 Alanya-Antalya doğumluyum. 1981 yılı İ.Ü. Diş hekimliği Fakültesi mezunuyum. 1981-1986 İ.Ü. Diş hekimliği Fakültesi Araştırma görevlisi, 1986 Nisan ayında Ortodonti Uzmanı oldum. Diş hekimliğinde 20. yıl, Ortodonti Uzmanı olarak 16. yılımı doldurdum. Kuruluşumuz DENTİSTANBUL Dentist ve İstanbul kelimelerindeki (ist) ortak harflerin tek kullanımından oluşmuştur. DENTİSTANBUL Diş hekimliğindeki tüm ana branşlarla birlikte Kulak-Burun-Boğaz ve estetik rekonstrüktif cerrahi branşlarında da hizmet vermektedir. Kısaca ağız, diş ve çene yüz bölgesindeki hastalıklar ve yaralanmaların tedavileri ile ilgilenir. Örnek vermek gerekirse, göz hastalıkları hastane işletmeciliğinde çok başarılı kullanılıyor. Göz iki tane organdır. Ağız-Diş ve Çene hastalıkları tam 42 organı ilgilendiren geniş bir sahayı oluşturuyor. 42 organın ne yazık ki ülkemiz özel sektöründe özel hastanesi yok. Bu model Amerika, Kanada ve İsviçre’de vardır.
Hastalar teşhis ve tedavide ne gibi zorluklar çekiyor, bunun önlenmesi için ne yapılmalıdır?
Yirmi bir yıllık klinik deneyimlerim göstermişti ki, hastaların tümü teşhis ve tedavide zorluk çekiyor. Ortodontistler ve Pedodontistler ayrı, protezciler ayrı, cerrahlar ayrı yerlerde çalıştıkları ve teşhis için röntgen, M.R.C.T. için gidip gelmeleri nedeni ile çok yoruluyor, motivasyonları bozulup, tedavileri dahi bırakıyor. Çok zaman kaybediliyor ve de ücretlendirmeler çok farklı olabiliyor. Yönetim tek yerden olamıyor. Bu tek bir elde toplanırsa verimli bir çalışma ve tek bir fiyatlandırma ortaya çıkabilir diye düşünüyorum.
Sağlık yatırımları ne boyuttadır, bu konuda sıkıntı yaşanıyor mu?
Ağız, diş sağlığı hizmetlerinin hastalarımızın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenmesi ,geliştirilmesi ve tıptaki yeniliklerin ülkemizde en ekonomik şekilde uygulanmasıdır. Sağlık yatırımları çok pahalıdır. Teşvikler kullanılarak halkımıza maliyeti ekonomik hale getirilebilir. Genel hastanelerde doktorlar beraber çalışmanın oluşturduğu ekip ruhundan çok yararlanmaktadırlar. Ekip çalışmasında ortaya çıkan kaliteli sağlık hizmetleri için tüm diş ve ağız sağlığı uzmanlarını aynı çatı altında, gelişmiş teknoloji imkanları ile birleştirmek gerekmektedir.
Diş hekimlerinin bir araya gelip,bu tür yerler açacaklarına inanıyor musunuz?
Bu sistem orta, kısa ve uzun vade de ülkemizde yayılacaktır. Büyük illerde hekimler birleşerek,diş hastaneleri açacaklardır. Artık butik muayenecilik devri yavaş yavaş kapanacaktır. Tavsiyem birbirlerini iyi anlayan hekim arkadaşların bir araya gelerek, birlikte amaç için beraber hareket etme kararı almalarıdır. Burada en temel özellik paylaşmak, birbirlerine destek olmak ve daha kuvvetli olabilmektir. Kurumsal kimlik için çok fedakarlık yapmalıyız. Özetle, sabırlı olmak gerekiyor.
SPOR
ONBEŞİNCİ SAYFA
‘Şampiyon olacağız’
İki ayağında birden stres kırığı var denilmesine rağmen sezona fırtına gibi başlayan Ahmet Dursun şu sıralar yine ortada yok. Sakatlıktan yana bir hayli dertli olan Dursun “Bu yıl şampiyon olacağız derken, taraftarların sorularına şöyle cevap verdi;
Kalabalık olan forvet oyuncularından hangisi ile daha iyi anlaşıyorsunuz?
Pascal ile daha iyi anlaşıyorum. Bunun nedeni de onunla daha uzun süre oynamamızdır. Pancu ve Sergen ile oynadığımda pas atmadığımı söylüyorlar ama ben buna katılmıyıorum. Sonuçta hepimiz aynı hedef etrafında oynuyoruz.
Türkiye’nin hemen hemen en güçlü forvetlerinin Beşiktaş’ta olmasına rağmen niçin az gol geliyor?
Beşiktaş gercekten de çok iyi forvet oyuncularına sahip. Fakat bazı talihsizlikler yaşandı. Forvet oyuncuların çoğu sakattı. Yeni yeni sakatlıktan çıktılar. Form tutmaya başladılar. Mesela bunun en büyük örneği Pascal’dır. İdmansızdı yeni forma tutmaya başladı.
Lucescu’nun sizi sağ kanatta oynatma düşüncesi var mı bu konuya nasıl bakıyorsunuz?
Hocamızdan bana şimdiye kadar böyle bir teklif gelmedi. Sağ kanatta oynamayı düşünmüyorum. Şu an oynadığım pozisyondan memnunum. Lucescu ile aramız çok iyi. O benim şu ana kadar çalıştığım en iyi hoca.
Takım içindeki arkadaşlık ilişkileriniz nasıl?
Takım içinde birlik ve beraberliği yakaladığımızı düşünüyorum. İyi anlaşıyoruz. Arkadaşlıklarımız çok iyi.
Türkiye’de ve Avrupa’da hangi takımlarda oynamayı isterdin?
Ben 12 yaşımdan beri Beşiktaşlıyım. Türkiye liglerinde Beşiktaş’tan başka bir takımda oynamayı düşünmezdim şu an da düşünmüyorum. Avrupa liglerinde ise Barcelona’yı beğeniyorum, orada oynamak isterdim.
Fenerbahçe’den teklif aldınız mı?
Evet. Gecen seneden bu yana Fenerbahçe’den teklif alıyorum.
Sergen ile aranızda 10 numara konusunda anlaşmazlık yaşanmış mıydı?
Hayır. Bu konuda doğru olmayan çok şey söylendi. Sergen ile daha öncelerden de gelen bir dostluğumuz var. O geldiği zaman benden 10 numarayı istedi ben de verdim. Hiçbir anlaşmazlık yaşamadık.
Futbolcu olmasaydınız, hangi mesleği yapardınız?
Bunu hiç düşünmedim. Hep aklımda futbolcu olmak vardı.
En büyük hayaliniz nedir?
En büyük hayalim jübilemi Beşiktaş’ta yapmak. Umarım bunu bir gün gerçekleştireceğim.
Uzun süren sakatlık devresinden sonra şu an sakatlığınız ne durumda?
Şu an sakatlığım ve ameliyat olmamı gerektirecek bir durum yok. Ne durumda olduğu hakkında bir şey söyleyemeyeceğim bu konuyu en iyi doktorlar bilir. Şu an hiç bilmiyoruz.
Hangi forvetle oynamak isterdiniz?
Hakan Şükür’le oynamak istiyordum ama olmadı. Hakan Şükür’ün başarısını kıskanıyordum onun gibi olmayı istiyordum her zaman başarılı…
İnönü’de taraftar baskısı yaşıyor musunuz?
Böyle bir baskının olduğunu düşünmüyorm. En azından kendi adıma ben bunu yaşamıyorum. Ayrıca taraftarın gücü de futbolcuya itici bir güç olarak yansır.
Milli takıma alınmayışını nasıl karşılıyorsun?
Milli takımda oynamak için elimden gelen her şeyi yapıyorum bunun için tüm engelleri aşarım ama Şenol Güneş engelini bir türlü aşamıyoruz
Şampiyonluk yolunda kendinize rakip gördüğünüz bir takım var mı?
Şampiyonluk için kendimize gördüğümüz bir rakip yok. Bizim en büyük rakibimiz kendimiz. Ben ve arkadaşlarım inanıyoruz ki biz böyle oynadığımız sürece kimse şampiyonluğu elimizden alamaz. Bütün Beşiktaş camiasına 100. yılla birlikte şampiyonluğun tadını yaşatacağız.
Avrupa’ya gitmeyi düşünüyor musun?
Neden olmasın. Bu biraz da yapılan teklife bağlı.
Bu sene Beşiktaş’tan gol kralı çıkar mı?
Bilemiyorum.
Anadolu takımlarından beğendiğiniz bir takım var mı?
Oyunu ve mücadelesi ile Gaziantep’i beğeniyorum.
Bu sezon kaç gol atmayı hedefliyorsunuz?
20’yi hedefliyordum ama sakatlıklardan kurtulmam gerekiyor. Eğer hiçbir sorun yaşamasaydım bu hedefimi gerçekleştirirdim.
Oyunda eksik kaldığınızı hissettiğiniz yanlarınız var mı?
Hava toplarında eksik olduğumu hissediyorum.
Unutamadığınız bir gol var mı?
Galatasaray maçında ve Barcelona’ya attıgım golleri ve Ümit Milli Takım’da Polonya’ya attığım golleri unutamıyorum.
Bazı gol pozisyonlarında çok egoist olduğunuz söyleniyor. Buna katılıyor musunuz?
Bence egoist olmayan forvet forvet değildir.
Pascal Nouma’yı birkaç kelimeyle nasıl tanımlarsınız?
Gerçek bir dost diyebilirim.
Ümraniye Tesisleri’ni nasıl buluyorsunuz?
Tesislerin bizim başarımızda büyük payı var. Orası bence tek kelimeyle cennet.
Hayatınızda kaçırdığınız gollerin hangisine çok üzüldünüz?
Benim için hepsi bir. Kaçırdığım gollerin hepsine üzülürüm.
Takımınızda hangi yıldız oyuncuyu görmek isterdiniz?
Zidane’ı görmek isterdim.
Taraftara mesajınız var mı?
Şu andaki destekleri sezon sonuna kadar bizim yanımızda olsun. Şampiyonluğa giden yolda buna da ihtiyacımız var.
ONDÖRDÜNCÜ SAYFA
Tribünün sesine kulak verin
Beşiktaş Yönetimi, küfür ve kötü tezahürat konusunda taviz vermeyen bir yapı sergiliyor. “Desteklemeye evet ama ‘ben de böyle destekliyorum ne yapayım’ı kabul edemeyiz.” diyen Beşiktaş Jimnastik Kulübü İletişim Komitesi Başkanı Mete Düren, “Takıma fayda vereceği düşüncesiyle yaptığı iş zarar getiriyorsa, gelmeyecek. Gelmeye devam ederse biz almayacağız” şeklinde konuştu.
Beşiktaş yönetimi olarak küfür ve kötü tezahürat konusundaki yaklaşımınız nedir?
Kulüp olarak, yönetim olarak değil kulüp olarak, yönetimler geçicidir ama kulüp politikaları kalıcıdır, biz her zaman için tüm statlarda kötü tezahürat ve küfür, sahaya yabancı madde atılması gibi futbol oynanmasını etkileyecek her türlü harekete karşıyız. Ancak Türkiye’deki futbol seyircisinin sosyal düzeni ve eğitim düzeni ne yazık ki sadece yöneticilerin bu konudaki caydırıcı, telkin edici beyanları ile bu problemin çözülmesine imkan vermiyor. Tabii futbol seyretmek için gelen taraftarları tenzi ederim ama onun dışında sadece deşarj olmak için maça gelenler bile var. Böyle bir anlayışla tribüne gelen kişileri için farklı tedbirler gerekiyor. Bunlar için şimdiye kadar hep polisiye tedbirler öne çıktı. Bunlar da hoş olmayan görüntülere yol açtı. İki tarafın da karşılıklı birbirine karşı toleransı az.
Emniyet birimlerinin müdahaleleri hakkındaki yorumlarınız neler?
Bizim polislerimizde de günün getirdiği yorgunluğun akşamında 30 bin kişinin içinde böyle bir görev yapmaları, zor olan mesleklerine bir de böyle bir yük getiriyor. Seyirciler açısından da ayrı bir stres. Potansiyel suçluymuş gibi etrafları çevrilerek maç seyretmek onlar için de hoş değil. Bu sene biz nispeten çözdük bunu. Polisin müdahalesi minimal. Seyirci bu konuda daha rahat.
Federasyonun aldığı tedbirleri nasıl buluyorsunuz?
İşin içine cezai yaptırımlar giriyor. Bu yaptırımla stat kapama ve tarafsız sahada oynatma gibi, para cezasının dışında çok ciddi yaptırımlar. Bunların da taraftar üzerinde caydırıcı etkisi oluyor ve taraftar hangi hareketine karşı ne yapılmış, nasıl bir ceza verilmiş bunun da bilincinde, verilen cezanın hak edildiğini biliyor. Bizim Antep maçında sahaya giren taraftarlarımız ve Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde ortaya çıkan olaylar. Başka takımlara verilen cezalar da örnek olabiliyor. Burada en çok üzerinde tartışılan konulardan bir tanesi; anonslar.
Anonsu yaptıracak olan hakemin anonsun yaptırılmasına ihtiyaç duyulacak olan gelişmeler nelerdir? Bunların kriterlerini koymak çok zor. Mesela Disiplin Kurulu, “ ‘I Love You’ diye bağırılmasına müsaade edilebilir’ demiş. Gol yiyen bir kaleciye rakip takımın taraftarları ‘I Love You’ diye kalecinin adını arka arkaya söylerse bu futbolcunun maça konsantresini etkileyecek bir şey o yüzden anonsla durdurması mı gerekir? Yoksa bu kabul edilebilir yöntemdir de bunu kaile almadan maça devam etmesi mi gerekir? Buna karar vermek de çok zor. Bunlar da futbolun yeni şekilleri, güncel hayata getirdiği yenilikler. Bu noktalarda hakemin üzerine büyük yük bindirildi. Bunu sezon başında da söyledik. Burada anons yaptırılabilir, şu olur bu olur, ama bunun daha sonra bir şekilde gözlemci raporlarıyla masa başında sağlıklı ve salim bir kafayla yeniden değerlendirilmesinde ve cezai müyedde konmasında fayda var dedik. Uygulama da o şekilde. Çünkü aksi halde hakemin maça konsantresini tamamen bozacak, dikkatini seyircilere çevirttirecek, maçtaki hadiselerden kopabilecek, kaldı ki salise ile değişen hadiseler var. Kendisini saptıracak bu tip olaylardan hakemin mümkün olduğu kadar sıyrılması gerekir. O nedenle böyle bir anons yaptırsa bile daha sonra ne ceza alacağı verilecek olan cezanın yaptırılan anonsların doğru verilmiş olma kaydıyla ancak verilebilir. Bunun içinde yeniden gözden geçirilmesi konusunda bizim de bir düşüncemiz vardı. Şu anda da öyle. Ama bu hakemlere ekstra bir yük getiriyor.
Şu anda bu konunun engellenmesi açısından Türk Futbolu hangi aşamada bulunuyor?
O yüzden ne yazık ki futbol adabı yerleşmeden bizim ülkemizde daha çok yöntem ararız. Polisten deneriz, hakemden deneriz, para cezası deneriz, seyircisiz deneriz. Şu anda doğru nedir bilmek mümkün olmadığı için denemeler aşamasındayız. Denizlispor telsiz tribün yapan tek kulüp. “Ben takımıma ve seyircime güveniyorum” dedi. Onlar da deniyor. Yarın Denizli’de olabilecek en küçük hadise, yeniden stadın tel örgülere girmesine sebep olur. Denizlispor Türk Futbolu için örnektir. Onun örnek oluşturduğu bir tablo bile sadece deneme. Bir gelişim değil, cesaretle yapılmış bir iş. Bir evrim değil bir devrim. Bu konuda, sağlıklı bir gelişme için bunun bir evrime uğraması lazım. Alt yapı oluşturulması lazım. O yapıldıktan sonraki devrim tamam. Şu an için mümkün değil. 30 40 bin kişinin içinde 500 kişiyi düşünüyoruz. Onlarla baş edemiyoruz. ‘Nasıl maçı seyrettiririz de bir problem çıkmadan evlerine göndeririz’ diyoruz onu da beceremediğimiz için ‘Aman gelmeyin’ diyoruz. ‘Aman gitmeyin’ diyoruz, derbi maçlarına özellikle. Hiçbir şekilde ben taraftarıma bizi yalnız bırakmayın diyemem. Haklılar da. Gayri insani muamelelere maruz kalıyorlar. Düşmana yapılacak işler değil bunlar. Ezeli rekabet şemsiyesi altında mazur görülebilecek şeyler değil.
Medyanın ve yönetimlerin bu konuda nasıl bir tedbir almaları gerekiyor?
En son yaşanan Fenerbahçe-Galatasaray derbisi seçim sonrası bir döneme denk geldi. Gerilimi, seçim arifesinde başlayacaktı ama seçim nedeniyle olmadı. Gerek medyanın gerek insanların dikkati başka bir yöndeydi. Yöneticiler de bu konuda sivri beyanlar vermediler. Ama sonuçta maç bir tarafın sahasının kapatılacak olmasına varacak kadar hazin bitti. Derbi sonrasında saha kapatıp başka bir yerde oynatma çok kötü bir şeydir. Bundan büyük ceza olabilir mi? Taraftarı onu karşılayacak, sıcaklığını, sevgisini gösterecek. Bunu yapamıyorsunuz. İnsanların içinde holiganizm ruhu öyle boyutlara ulaşmış ki bunun ateşlenmesi için medyaya da, sivri yönetici beyanatlarına da gerek yok. Kendi kendilerini büyüten bir alev haline gelmişler. Onun arkasından Emniyet güçleri tarafından bir takım sorgulamalar oldu. Tribünlerden taraftarlar çağrıldı, telkinlerde bulunuldu. Her sene 6 maçta saha kapatılmaz. Herkesin aklını başına alması gerekir. Medya ona göre yazacak, yönetici ona göre konuşacak, taraftar da attığı her meşalenin, her pet şişenin tekrar geri dönüp kendi başına geleceğini bilecek. Taraftarlık demek kulübünü evet ölesiye desteklemek demek ama destekleme karşılığında fatura ödettireceğim diye bir şey yok. Desteklemeye evet ama ‘ben de böyle destekliyorum ne yapayım’ı kabul edemeyiz. O zaman gelme. Takıma fayda vereceği düşüncesiyle yaptığı iş zarar getiriyorsa, o zaman gelmeyecek. Gelmeye devam ederse biz almayacağız. Onun için bu tür hadiseler yönetimle taraftar arasında seminer panel gibi aktivitelerle işlenmesi gerekir. Devamlı olarak iletişimin kurularak, doğruların gösterildiği, ne tür zararların olabileceğinin örneklerle gösterildiği bir takım telkinlerin yapılması gerekir. Bu işe sebep olan 14-15 yaşında çocuklar var. Onların aklından o anda neler geçiyor. Ne kadar kontrol mekanizmaları kendilerinin kontrol ediliyor. Bunlar çok sosyal olaylar. Aklı başında, rüştünü ispat etmiş insanlarla konuşur gibi konuşup bir sonuç beklemek de zor. Onun için birazcık da otokontrol de şart. O kişilerin de etrafındaki kişiler tarafından engellenmesi lazım.
Beşiktaş seyircisinin bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Diğer takımlara bakacak olursanız da şu an Beşiktaş seyircisi yapılabilecek yanlış bir hareketin takıma ne kadar zarar getireceğinin farkında, bilincinde. Alaves maçında da sahaya atılan bir pet şişeye yüzlerce, binlerce insanın verdiği tepki de bunun bir örneğiydi. Geçtiğimiz aylar içinde baktığımızda Beşiktaş taraftarı bu konuda çok mantıklı ve doğru yolda ilerliyordu. Bizim de sahamız kapandı. Sonuçta bu konuda Beşiktaşlı taraftarları niye getirtmediniz diye bir laf çıkmasın diye böyle bir uygulama oldu. Rakamsal olarak baktığınızda da olayın bizim açımızdan daha ikaz niteliğinde olduğu anlaşılıyor. Ama bu da işe yarayacak ve bizim tribünümüz açısından bir problem yaşanmayacak. Bu konuda ben taraftarımıza güveniyorum.
Maça girmesi yasaklanan taraftarlar hakkında kulübün bir desteği olacak mı?
Emniyet tarafından verilmiş kararlara bizim ters düşmemiz söz konusu değil. Sezon başında karşıdan gelen taleplere bilet vermeyeceksiniz şeklinde bir Emniyet kararı vardı. Aynı şekilde de uyguladık. Biz bilet tahsis etmiyoruz onlar isterlerse alıyorlar. Geldikleri zaman yer gösteriyoruz. Sezon sırasında maç güvenliği ile ilgili Emniyet’in alacağı her türlü tedbire saygılıyız. Bu konuda yan yol izlemek ya da alternatifler oluşturmak mümkün değildir.
ONUR BELGE
Spor Yazarları Derneği Başkanı
Türkiye Spor Yazarları Derneği Başkanı Onur Belge küfür ve kötü tezahürat konusunda medyanın payı olduğunu düşünenlerin gerçeklere farklı bakmaları gerektiğini söyleyerek, “Medya kendisine söyleneni yazar. Eğer kulüpler, federasyon, hakem görevini doğru yaparsa biz de o yönde yazarız. Ben gazeteci olarak kalemimle içeri alınmıyorum ama onlarca meşale ile içeri girilebiliyor.” Dedi. Statlardaki bu çifte standardın dikkate alınması gerektiğini bildiren Belge, araştırma konumuzla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Medya, küfür ve kötü tezahürat konusunda taraftarı nasıl etkiler?
Medya halkın aynasıdır. Tek başına ne kulüp ne seyirciler ne de medya güçlüdür. Kötü tezahüratın ve olayların artması konusunda medyanın payı olduğunu iddia edenler, gerçeklere daha farklı bakmak zorundalar. Medya kendisine ne söylenirse onu yazar, biz de yorumlarımızı yazarız. Bu yorumları yapanlar da zaten o toplumun içinden çıkmış insanlardır. O toplumlar, kulüpler, federasyon, hakemler görevlerini doğru yönde yaparlarsa medya da o yönde yazacaktır. Medyanın olumlu yönde kamuoyu oluşturması daha da artacaktır.
Federasyonun aldığı önlemler konusunda ne düşünüyorsunuz?
Holiganizmin bitmesi genel kültür meselesidir. İnsanların eğitim düzeyinin artması gerekiyor. Sonradan alınacak önlemlerle bir yere kadar durdurulabilir. Bu da durdurulamıyor. Çünkü geleneksel bir karakterimiz var. ‘Adam maçı seyredecek, sinirlenmiş, küfür etmiş, bırakalım gitsin’ mantığı ile hareket edilmemesi gerekir. Denizlispor- Bursaspor maçında sahaya adam iniyor, polisler götürürken, futbolcular tuttular. Beşiktaş maçında sahaya inenleri Sinan Engin aldı. Sadece bu takımlarımız değil. Bütün takımların adı var böyle şeylerde. Birbirimizden farkımız yok. Her kulüp ve yönetim aynı şeyi yapıyor. Bu iş nerede başlıyor, nerede bitiyor, kim holigan onu bilemiyoruz. Özendirmemek ve hiçbir noktada taviz vermemek gerekiyor. Küfüre karşı bir kapama cezası konusunda çok dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum. Şu anda bu silah hakemlerin elinde. Kötü yönetime ve hakemlerin kötü yönetimine karşı protestoyu önlemek için bir anlam taşıyor. Bu da insanları demokratik haklarını engelliyor. Son derece yanlıştır. Buna karşıyım. Hakeme ya da federasyona karşı tezahürat yapıldığı zaman anons geliyor. Bu nasıl iş? Bu yanlışın düzeltilmesi gerekiyor.
Sizce tedbirlerin nasıl düzenlenmesi gerekiyor?
Bir kriter koymamız gerekiyor. O kriter de insanların kafasındadır. Bir kere hakeme böyle bir görev vermek çok vicdansızlıktır. Hakem 90 dakikanın süratli pozisyonuna bakıyor. Bir de küfüre mi dikkat edecek? Tribünde bu iş için ayrıca görevlilerin bulunması gerekiyor. Hakem o sırada futbolcular birbirine giriyor mu, saha içinde küfür ediyorlar mı, ona bakmak zorunda. Dolayısıyla eğrileri doğrulardan ayırt etmek gerekiyor. Şu andaki uygulamaların anti-demokratik ve hakem-federasyon-kulüpler yönetiminin, kötü yönetimini protesto edilmesini engelleme açısından kullanıldığını düşünüyorum.
Yönetici ve taraftar arasındaki çizgi nasıl çizilmeli?
Her kulübün, camianın kendi gelenekleri vardır. Bunlara göre hareket ederler. Örneğin Türkiye’de bence Denizlispor’a fair-play madalyası verilmesi gerekir. 3 yıldır kimse görmüyor ama Denizlispor buna paralel olarak UEFA Kupası’nda 3. tura çıkmıştır. Düşünce devrimi yapmıştır. Tribünlerden dikenli telleri kaldırmıştır. Demek ki siz insanlara bir takım yasaklar getirdiğinizde insanlar özel olarak bu yasakları çiğnemek istiyorlar. Her kulübün kendi gelenekleri çerçevesinde düzenlemeler yapması gerekir. Asıl uyulması gereken, Türkiye Cumhuriyeti yasalarıdır. Bu yasaları ne yasa koyucu, ne koruyucu ne de vatandaş bu yasayı çiğneyemez. Ama yasa koyucu ve koruyucu çiğniyor. İçeri atması gereken insanları atmıyorlar, idare ediyorlar. Tribünde araması gereken insanları aramıyorlar. Ben gazeteci olarak kalemimle içeri alınmıyorum ama onlarca meşale ile içeri girilebiliyor. Bu çifte standarda bakmak lazım.
Spor yazarı ve taraftarların arası nasıl?
Spor yazarları ile taraftarların zannedildiği gibi birbirleriyle problemleri yok. Tam tersine spor alemi içinde birbirleriyle en iyi geçinen, en bağlı olan iki kesimdir. Ancak aynı zamanda birbirlerini çok sevdikleri için tartışmaları da çok oluyor, iki sevgili gibi. Bizim adımıza spor yazarlığını yanlış kullanan insanlar yüzünden tepki görüyoruz. Taraftarlar da doğru yapmıyor, o da tartışılır. Ben canlı yayında, maçtan çıkmış heyecanlı seyircinin önünde, takımı anlatırken o taraftarlar bana hiçbir zaman kötü davranmadılar. Taraftarın kasıtlı olmadığını bildiği bir insanla problemi olmaz.
En son yaşanan büyük derbi sonrasındaki olayları göz önüne alırsak, medyanın objektifliği konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Bunun üç yönü var. Birincisi, Fenerbahçe’nin Galatasaray’a altı tane atması. Bu çok anormal bir sonuçtur. Bu sonucun Galatasaray’ın bazı yetkilileri şu saptırmacayı yaptılar: Onlar bir ölçüde başarılı oldular, olaylara çekin dikkatleri, onun üzerine konuşun ki, altı tane yediğimiz konuşulmasın. İkinci yönü, olayların gerçekten kendisi. Her zaman tribünlerde bu olaylar çıkıyor. Kimse bunları onaylayamaz. Üçüncüsü de, Vilayete ve Güvenlik Birimlerine haksız eleştirilerde bulunuyorlar. Çünkü ben güvenlik toplantısındaydım. Galatasaraylı taraftarların olay çıkartacağı halde alınacağı önceden açıklandı. Bunu eleştirebilirsiniz ama güvenlik birimleri önceden söylediklerini yaptılar. Bir vatandaşın güvenlik birimine saldırmaya hakkı var mı? Onların elbette şefkatli olması gerekiyor ama onlara saldıramaz. Kulüpler bu tür saldırıları onaylamadığı için taraftara bilet vermiyor, deplasmana götürmüyor. Sorumluluğunu üstlenmiyor. Olay çıkarmayacaksanız gidin. Ama oraya tribünde “ben asarım, keserim” demeye gidecekseniz, bu olmaz.
ORHAN SAKA
Futbol Federasyonu Başkan Vekili
Maçlarda yaşanan gerilim dolu dakikaların en aza inmesi Futbol Federasyonu’nun aldığı önlemler bazı kesimler tarafından eleştiriliyor bazı kesimler tarafından benimseniyor. Görüştüğümüz Futbol Federasyonu Başkan Vekili Orhan Saka aldıkları tedbirlerin yeterli olduğunu, sporun dostluk, birlik ve beraberlik içinde yaşanması gerektiğini bütün spor camiasına tekrar hatırlatmak için ellerinden geleni yaptıklarını söylüyor. Federasyon’un barış için yeni sloganı ise ‘Maç nasıl başladıysa, öyle bitsin’…
Küfür ve kötü tezahürat konusunda Federasyonun aldığı tedbir ve önlemler nelerdir?
Kötü tezahürat konusunda aldığımız önlemleri hepimiz biliyoruz. Öncelikle talimatlarımızda değişiklik yaptık. 1. ve 2. anonslarımız var ve bunun neticesinde de Disiplin Kurulu’na sevk edilen kulüplerimiz var. Bu bir tedbir olarak yerini koruyor. Futbol Federasyonu olarak bu konuda seminerler düzenliyoruz. 20-21 Aralık’ta da Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nde bir seminer düzenleyeceğiz. Broşürler hazırlatıyoruz ve bir televizyon filmi hazırlatma düşüncemiz var. Bizim prensiplerimiz sporun ana ruhu olan dostça, kardeşçe yapılabilmesidir. Herkes karşı düşüncelere saygı duymalı. Sporun üç neticesinin olduğunun bilinmesini istiyoruz. Liglerde bir şampiyon olacak. Ama altı takımımızın Avrupa Kupaları’na gideceğini düşünürsek ilk altı derecenin önemli olduğu bir lig yaşıyoruz. O yüzden kötü tezahüratın kimseye karı yok. Karşı rakipleri de kamçıladığı bir gerçek. Bizim sloganımız “maç nasıl başladıysa öyle bitsin”. Maç el sıkışarak dostça başlıyorsa, maçın sonunda da aynen öyle olmalı.
Aldığınız önlemler sonucu ne kadar başarılı oldunuz?
Buralara kolay gelinmedi, burada herkesin vebali var. Öncelikle kulüplerimizin sorumluluğu çok fazla. Futbol Federasyonu olarak bizim eğitimden başka yapabileceğimiz bir şey yok ama kulüplerimizin özellikle taraftar gruplarıyla yapacağı toplantılar ve eğitimler önemli. Kulüplerin içine taraftar kulüplerine girme şansımız yok biz ancak Türk spor kamuoyuna girebiliriz. Asıl kulüplerin centilmenliğe davet etmesi gerekir.
Bu yaptırımlar yerini bulmazsa alacağınız daha büyük önlemler var mı?
Bizim bu konudaki talimat ve uygulamalarımız yeterli diye düşünüyoruz. Saha kapatma, seyircisiz oynama ya da daha da ötesine giderek müsabakadan men cezamız var. Bin Karagümrük’e ve Boluspor’a bu cezayı verdik. Bunlar Süper Lig’deki tüm kulüpler için uygulanabilir. Çünkü Futbol Müsabaka Talimatı tüm kulüpler için geçerlidir. Onun için talimatlara aykırı davranan kulüplerimiz cezalandırılabilir.
Kötü tezahürat konusunda taraftarın ve medyanın tutumunu nasıl buluyorsunuz?
Taraftarların tutumunu çok doğru bulmuyorum. Çünkü taraftarlar takımlarını teşvik yerine kulüplerinde kendilerine yer edinebilmek için mücadele içindeler. Kulüplerinden nasıl menfaat edinebiliriz düşüncesi içindeler. Onun için taraftarı kulübe destek verecek, kulüpten bir şey beklemeyecek düşünceye sahip olmaları lazım. Onlara çok büyük görev düşüyor. Bugün kendi sahasında kötü tezahürat yapan kendi takımı deplasmana gittiğinde aynı şey kendisine de yapılıyor. Kendisine yapılmasını istemediğini başkalarına yapmayacaksın. Bu felsefede hareket etmek lazım. Kötü tezahüratın hiçbir yararı olmadı. Para cezası olarak büyük bir meblağımız yok. En büyük para cezası 2 milyar 500 milyon TL.’dir. Ama UEFA 40 bin Frank 60 bin Frank’a varan cezalar verebiliyor ama biz yasa gereği elimiz kolumuz bağlı. Yasa 92 yılında çıktığında bu meblağ 500 milyondu. Bakanlar Kurulu onu 5 katına kadar arttırmaya yetkilidir. Bunu yapabildiler ama daha fazla artması için mutlaka yasa değişikliği gerekiyor. Taraftar mutlaka yanındakinin küfürlerini önlemeli. Medyaya her konu da olduğu gibi sporun gelişmesinde de büyük bir görevler düşüyor. Medyanın mutlaka kulüp taraftarları gibi davranmayıp Tür sporuna yararlı olacak bir yol çizmeliler. Bir kısım medya bir kulübün taraftarı öbür grup öbür takımın taraftarı gibi hareket edebiliyor. Bunların ortak davranış sergilemesi lazım.
Küfür ve kötü tezahürat konusunda elbetteki söz taraftar grup ve derneklerimize de düşecekti. Bu konuda görüş vermek istemeyen dernek ve gruplarımızın yanında, diğer dernekler, bu konuda, taraftar, federasyon, medya, yönetim ve emniyet birimlerinin tutumları üzerine şunları söylediler:
100. Yıl
Beşiktaşlılar Derneği
Dr. Turhan Şalva
(Başkan)
Kadir Kömürcü
(Başkan Yardımcısı)
Ahmet Kısa
(Genel Sekreter)
Derneğimizin ilk amacı fanatizme ve “kötü tezahürata hayır” tezini savunmak, bu konuda girişimlerde bulunmaktır. Önce işe tribünlerden başlamak, toplum olarak agresifliğimizin yanı sıra ahlaki değer yargılarına da önem verdiğimiz için ailece maçların seyir edilmesi konunun ana esasıdır. Tribünlerde özel bir bölümde gerek ev sahibi takımın ailece taraftarı ve gerekse rakip takımın ailece taraftarlarını bir arada oturtarak maç izleme ortamını oluşturmak, konunun en önemli yanıdır. Küfür ve kötü tezahüratın kaldırılması için taraftar eğitilmelidir. Eğitim sorumluluğu başta basına ve sonra da kulüpler ile taraftar derneklerine düşüyor.
Alınan tedbirler konusunda, en doğrusu bu konuda emniyet birimlerine iş düşmemesi ama ne yazık ki olaylar buralara kadar geldi. Yapılması gereken bu tip toplulukların başında olanlar olayları yönlendirenleri statlardan uzak tutmaktır. Emniyet sıkı önlemlerle taraftarın giriş ve çıkışını denetlemelidir. Olay çıkaranlar anında yakalanmalı ve cezalandırılmalıdır. Neyin suç, neyin ceza olduğu belirlenmeli ve taraftara duyurulmalıdır.
Federasyon, uygulamalarında adil olduğunu tüm kulüp taraftarlarına hissettirecek şekilde çalışmalıdır. Demeçlerinde bütünleştirici, ceza uygulamalarında adil olmalıdır. Uygulamalar dünya standartlarına uyumlu olmalıdır.
Kulüp yöneticileri, kamu görevlisi olduklarını bilmelidir. Tahrik etmemeli, yatıştırmalıdır. Başarı için her şey yapılmalı mantığını bırakmalıdır. Taraftarını ve sporcusunu eğitmelidir. Olayların buralara kadar gelmesindeki en büyük etken kulüp yöneticileridir. Verilen sivri demeçler ve ağır eleştiriler daima fanatik hayranlarda haz uyandırmıştır. Özellikle derbiler haftasında karşılıklı toplantılar düzenlemek taraftar ve temsilcilerini bir araya getirip kaynaştırmak, iki kulüp taraftarlarına tribünlerde bir aile ortamı içerisinde maç izleme bölümü ayırmak özellikle yöneticilerin maç haftasında kaynaşıp, tartışacağı yemekler ve buna benzer sosyal etkinlikler yapmak yapılabilecekler arasındadır.
Bu konuda medya, yangına körükle gitmektedir. Özellikle yalnızca futbol yazan gazetelerin varlığı ile birlikte 3 büyük kulüp taraftarı olduğunu ifade eden medya grupları oluşmaya başlamıştır. Yapılanın öncelikle bir spor olduğu vurgulanmadıkça, kendilerince fanatik taraftar sözcülüğü yapılarak konunun çözümü olanaklı değildir.
Web Kartalları
Dernek Başkanı
Altay Altın
Bizler Beşiktaş taraftarı olarak, tribünlerimizde küfür ve kötü tezahürat istemiyoruz. Ama takımı desteklediğimizi belli edecek, ateşleyecek tezahüratlara her zaman açığız. Taraftarlık ile holiganizmi ayırmak gerekiyor. Holiganizm kelime anlamı ile de şiddet içerir. Taraftarlıksa şiddetten uzak takımına, kulübüne sahip çıkmaktır. Holiganizm belli sınırlar da kalmalı. Beşiktaş’ın da böyle bir taraftar grubu var. Ama Çarşı’ya holigan demek yanlış olur. Bir yaşam tarzı ve ezilmişliğe baş kaldırış, Beşiktaş Holiganizmi. Saldırıyı tasvip etmiyoruz ama hakkı yendiği zaman Beşiktaş taraftarı sesini de çıkarmalı. Sinema seyreder gibi, ‘maç bitti, gidiyoruz, bundan sonrası yok’ olmamalı. Kulüp kendi taraftarının yanında olursa, taraftarlık mücadelesini omuz omuza götürürse bir problem olmaz. Ama eğer bazı kişilere ayrıcalık tanınırsa, farklı gruplar farklı davranışlar görürse, bu aynı camia içerisinde bölünmelere yol açar. Bir kulüp bütün taraftarlarına eşit ölçüde yaklaşmalı. Federasyonun, rakip takımın sahasında takımımızı destekleyemeyeceğimize yönelik kararını, insan haklarına aykırı buluyoruz. Maç sırasında, tribünleri kontrolün de hakemlerin sırtında olması büyük bir yüktür. Anonsların hangi durumlarda yapılacağı da çok göreceli bir kavramdır. Tamamen hakemin ruh sağlığına bağlıdır. Bu net bir kurala oturtulmalı. Saha içindeki anonslarda seyirciyi çok fazla etkilemez. İnsanlar tepki gösteriyor. Anons yapılırken bile çok dikkatli olunması gerekiyor. Bize göre emniyet birimleri de işlerini yanlış yerde yapıyorlar. Bileti olan, olmayan herkes stad girişlerinde birikiyor. Büyük bir yığılma gerçekleşiyor. Cebimizdeki 100 bin liradan ziyade biletleri kontrol etseler bu çok daha düzenli bir görünüme yol açacaktır. Küfür ve kötü tezahüratın önlenmesinde şüphesiz eğitimin payı çok büyük. Fakat aynı zamanda kulüplere de, medyaya da, emniyete de, taraftara da iş düşüyor. Beşiktaş taraftarı bu konuda sağduyulu. En son çıkan Fenerbahçe ve Galatasaray olaylarında haksız yere cezalandırıldılar. Biz maç seyretmeyi, sporun her dalını seviyoruz. Eğer bir taraftar takımının yanında, onu destekleyemiyorsa bu tamamen çağdışı ve insan haklarına aykırı uygulamadır.
ONÜÇÜNCÜ SAYFA
En popüler sitelerde
üçüncü olduk
Gazete Beşiktaş Web Sitesi, içeriği Beşiktaş olan web siteleri arasındaki en popüler 10 site arasında yer alıyor. BJK Europe tarafından seçilen en popüler 10 site sıralamasında, Gazete Beşiktaş, BJK Kulübü Resmi Sitesi ve Anadolu Beşiktaşlılar Derneği Resmi Web Sitesi’nden sora üçüncü oldu. Üçüncülüğü takip eden sıralama şöyle: Özel BJK Okulları, İTÜ, Grup Siyah Beyaz, Karakartal, Beşiktaş USA, Üsküdar Beşiktaşlılar Derneği, BJK.cc
ONİKİNCİ SAYFA
Engel tanımıyorlar
Engelli liginde aldığı başarılarla dikkatleri üzerine çeken Beşiktaş Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, azmin ve hırsın zaferinin en güzel örneğini gösteriyor. Şimdiye kadar oynadığı hiçbir maçta yenilmeyen Beşiktaş Engelliler Spor Kulübü, her şeyin eller ve beyinle yapıldığı tekerlekli sandalye basketbolunda, hem Lig Şampiyonluğunu hem de Avrupa Şampiyonluğunu hedefliyorlar. Engelli sporcular elde ettikleri başarıların hem evlerinde hayata küsmüş birçok engelliye hayat verdiğini hem de her şeyin iki ayaktan ibaret olmadığını ispat ettiklerini söylüyorlar.
Türkiye’de engelliler sporunun kurulması ve yaygınlaşmasındaki en önemli isimlerden biri olan, Beşiktaş Engelli Sporu Başkanı Erdem Göksel ve ikinci Başkanı Yücel Öztürk ile görüştük:
Türkiye’de engelli sporu nasıl başladı?
Gelişmiş ülkelerde engelli sporu 1940 yılında rehabilitasyon sporu olarak başladı. Daha sonraki yıllarda performans sporuna dönüştü. Ülkemizde 1988 yılında ilk Sakatlar Spor Kulübü’nü kurarak bu işe başladık. Onun ilk kurucusu ve başkanı bendim. 1990 yılında Engelliler Spor Federasyonu’nun kurulmasını önerdik. Gençlik ve Spor Müdürlüğüne bağlı olarak bu federasyon kuruldu ve yavaş yavaş gelişmeye başladı. Engelli dernekleri ile engelli spor camiası birbirinden çok farklı çalışıyor. Türkiye’de bunu çok karıştırıyorlar. Bakıyorlar ki engelli konfederasyona bağlı diyorlar. Oysa biz konfederasyona değil doğrudan Gençlik ve Spor Müdürlüğü’nün himayesinde olan federasyonlara bağlıyız. Dolayısıyla Spordan Sorumlu Devlet Bakanı’na bağlıyız.
Beşiktaş bünyesine nasıl geçtiniz?
Öncelikli olarak bizim yaptığımız halkı, kamuoyunu inandırmaktı. ‘Engelliler de sağlıklı insanlar gibi spor yapabilir’ bilincini aşılamaktı. Bunu başardık. Ülkenin her yanına engelli sporunun yayılmasını sağladık. Türkiye’den çok başarılı sporcular ülkeye önemli ödüller getirmeye başladı. Devletin, kamuoyunun dikkatini çekmeye başladık. Ama eksik bir şeyler vardı. Mutlaka üç büyük kulüpleri bizi desteklemesi halinde daha farklı bir kamuoyu oluşacağını düşündük. Beşiktaşlı olduğumuz için o misyonu biz aldık. Süleyman Seba’ya, Avrupa’daki ve Türkiye’deki engelli sporunu anlattık. O bu girişimi onayladı ve BJK desteği ile Beşiktaş Engelliler Spor Kulübü’nü kurduk. Kulübün iki ayağı olması amacıyla ve dönemin Belediye Başkanı Ayfer Atay’a da konuyu açtık. Böylece hem Beşiktaş Belediyesi’nin hem de BJK’nın desteği ile 3 Nisan 1999’da resmen faaliyete başladı.
O günlerden bugünlere ne gibi değişiklikler yaşadınız?
O günden bu güne kadar da Türkiye’de çok başarılı bir grafik çizdik. Hedeflerimizin en az 20 kat üstüne çıktığımızı gördük. Umduğumuzdan çok büyük destekler aldık. Sporcularımız çok başarılı oldu. Türkiye’deki en başarılı engelli sporcuları transfer etmeye başladık. Engelli Sporu’nda ilk ciddi paraları alan sporcular burada oldu.
Hangi branşlarda faaliyet gösteriyorsunuz?
Türkiye’de engelli sporunda, Avrupa standartlarına ulaşmış ve kurumsallaşmış en önemli spor dalı Tekerlekli Basketbol Takımı’dır. Onun haricinde atletizm, yüzme, atıcılık, yatarak halter, bilek güreşi, masa tenisi ve tenis de yeni başlayacak. Ama özellikle basketbolda yurt dışına giden sporcularımız çok büyük başarılar elde ettiler. Nihat Demir isimli bir sporcumuz şu anda Amerika’da. İki sporcumuz Fransa’dan önemli dereceler alarak geldiler. İtalya’ya bir takım gönderdik. Bizim kendi alt yapımızdan yetişen bir çocuğumuza talip oldular. Türkiye’de bir ilke imza atabilmek için de sporcumuzu bedelsiz olarak transfer ettik.
Yaşadığınız zorluklar var mı?
Ulaşım sorunu özellikle deplasmanda büyük bir sorundu çünkü play-off hariç basketbolda 8 deplasmanımız var. Sporcuların çok özel sandalyeleri var. Tanesi 5 milyar olan özel sandalyelerini götürmek zorundalar. Bu sandalyelerle sadece spor yapabilirsiniz. Sporcunun vücuduna göre özel hazırlanır. Ayakkabı gibi vücuda oturur ve normal iki bacağın yaptığı hareketin yüzde 80’ini yapar. Her branşın Avrupa’da özel sandalyeleri vardır. Bu ulaşım sorununu Yusuf Namoğlu’nun sağladığı asansörlü minibüs ile giderdik. Çok önemli başarılara imza atarken bunun arkasında çok özel destekler var. Öncelikle Belediye Başkanımız Yusuf Namoğlu’nun, Serdar Bilgili’nin çok önemli destekleri var. Bu iki insan da bizim için yaptıklarını kamuoyuna anlatmıyorlar. Engellilerin üzerinden reklam yapmıyorlar. Bunları hep gizli tutuyorlar. Ama çocuklarımızın başarıları bunları ortaya çıkarıyor.
Tekerlekli Basketbol Takımı’nın aldığı başarılar nelerdir?
Basketbol takımımız şu anda birinci ligin de en iddialı takımı. Şu ana kadar yaptığı maçları büyük farklarla kazandı. Takımımızdaki oyuncular Milli Takım oyuncularının çoğunluğunu oluşturuyor. Maçlarımız Fulya’da Serdar Bilgili’nin onayı ile Ahmet Fetgeri Kapalı Spor Salonu’nda yapılıyor. Başarı da bir maliyet meselesi. Sadece basketbol branşı araç ve gereç maliyeti 50 milyardır. Bunların üzerine diğer masrafları da koyduğunuz zaman önemli bir bütçe teşkil etmekte. Çünkü sadece Türkiye’de spor yapmıyorsunuz, buradan Avrupa’ya açılıyorsunuz ve bu nedenle Avrupa standartlarında en iyi malzemeleri almanız gerekiyor.
Derneğinizin sporcusu olmak için gelen yoğun taleplerle karşılaşıyor musunuz?
İstanbul’daki birçok engelli bize müracaat etti. Biz Beşiktaş’ta spor yapmak istiyoruz diye. Bunların hepsine yetişmek mümkün değil. Şu anda bin tane müracaatımız var. Bunları gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu arada Avrupa ülkeleri ile boy ölçüşebilecek sporcu yetiştirmeye gayret ediyoruz. İyi olanları alıyoruz.
Antrenör Asuman Dirmen: Bir yıl önce başladım. Daha önce SSK’daydım. Bir buçuk aydır Beşiktaş’tayım. Beşiktaş için tek hedef şampiyonluk. Bunun için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Ben kendi adıma kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Oyuncuların kaliteleri, seviyeleri belli. İnsanlar engelli sporcuları seyredince onlara hayran oluyorlar. Benim de başlangıcım öyleydi. SSK’da önceleri maçları seyrettim. Sonra bir şekilde Basketbol geçmişimden dolayı kayma oldu ama bu çok daha başka bir ortam ve girildiği zaman dönüşü olmuyor. Oyunun içinde daha değişik bir hırs var. Bu hırs kişilere değil sadece topa ve oyuna.
Murat Emrak: 9 yıldır bu sporu yapıyorum. Altı yıldır Milli Takım’dayım. Ligimiz Deplasmanlı Profesyonel Birinci Lig. Her hafta salonu ya kendi sahamızda ya da şehir dışında maçlarımız oluyor. Sürekli başka şehirlere maç yapmaya gidiyoruz. Hedefimiz bu sene şampiyonluk. Onun dışında Milli Takım’la da bu sene Avrupa Şampiyonası’na katılacağız. Bizim takımdan dört kişi geçtiğimiz ay Avrupa Gençler Şampiyonasına katıldı ve ikinci oldu. Bu ay da A Takımı Çekoslovakya’da Avrupa Şampiyonası’na çıkacak. Hem Milli Takıma hem de kendi takımımıza başarılı olmak için çalışmalarımız devam ediyor. Tekerlekli Sandalye Basketbolu yürüyen basketbolden çok daha zordur. Çünkü her şey eller ve beyinle yapılır. Basketbolde vücudunu kullanabilirsin, ayaklarını kullanabilirsin ama bu daha farklı. Bizim burada elde ettiğimiz başarılar hem evinde, hayata küsmüş birçok engelli arkadaşa hayat veriyor hem de sağlam insanın her şeyi iki ayaktan ibaret değil de dört tekerlek üzerinde de birçok şeyin yapılabileceğini ispatlıyor.
Kaan Dalay: Ben daha yeni bir oyuncuyum. Gelir gelmez Milli Takım’a seçildim. Takım arkadaşlarımla tek bir hedefimiz var, o da şampiyonluk. Daha önceden Beşiktaş Engelliler Spor Kulübü’nü biliyordum. Bütün gün evde oturup hayata küsmenin bir anlamı olmadığını anladığım zaman da buraya geldim. Bizler bu sporu yaptığımız için çok şanslıyız. Ve insanlardan çok destek alıyoruz. Her maçımızda en az yüz kişi seyirci olarak bulunuyor. Bazı insanlar bu sporun zevkinin farkına varabiliyor ama medyanın daha fazla ilgi gösterip, öne çıkarması lazım. Bu sporun yaygınlaşması ve daha fazla insana ulaşması için bu gerekiyor.
Yasin Cırgaoğlu: İki sene önce üyesi olduğum bir dernekte tanıştığım SSK’nın hocası Ercüment Bey tarafından buruya yönlendirildim. Buraya başlamadan önce hep evdeydim sadece okul devam ediyordu. Basketbol’a başladıktan sonra insanlarla ilişkilerim de değişti. Bir sene önce Milli Takım’a seçildim. Avrupa ikincisi olduk. Hedefimiz şampiyonluk, umarım hem Avrupa Şampiyonluğu’nu hem de Lig Şampiyonluğu’nu kazanırız.
Maçlar
1.Hafta
K.K.T.C. Lefkoşe- Beşiktaş 43-54
2. Hafta
Samsun Bedensel Engelliler Spor Kulübü-Beşiktaş 45-72
3. Hafta
İzmir RSK-Beşiktaş 58-59
4. Hafta
İskenderun Ortopedik Özürlüler Spor Kulübü-Beşiktaş 64-66
5. Hafta
Antakya Sevgi Engelliler Spor Kulübü-Beşiktaş 31-102
6. Hafta
Adana Martı Engelliler Spor Kulübü-Beşiktaş 35-104
7. Hafta
Anadolu Yakası Engelliler Spor Kulübü-Beşiktaş 21-75
Spor Hattı
Pancu da sakatlandı
Bu sezon sakatlıklardan yakasını bir türlü kurtaramayan Beşiktaş bu kez de Daniel Pancu’nun menisküs haberiyle sakatlandı. MR’i çekilen Romen golcünün sağ menisküsünde yırtık olduğu ortaya çıktı.
Amaral gidiyor mu?
Beşiktaş’ın sezon başında büyük umutlarla renklerine kattığı ve kısa sürede taraftarların sevgilisi Amaral, gözden düştü. Teknik Direktör Lucescu transfer listesinde ilk sırada yer alan Brezilyalı oyuncuyu, Altay maçında ortaya koyduğu kötü futbol üzerine ilk yarı bitmeden kenara alınca yönetim hemen rapor istedi.
Lucescu’dan gelecek bilgilere göre, Amaral konusunda son karar verilecek ve gerekirse bu oyuncu devre arasında gönderilecek. Amaral için, “Sadece içgüdüsel oynuyor ve bu yüzden ofansif oyun taktiğine hiç uymuyor” dediği öğrenildi. Brezilyalı oyuncu ise hocasının bu düşünceleri karşısında ‘çok tuhaf’ demekle yetindi.
İlhan Mansız’a ceza
UEFA Disiplin Kurulu, Alaves maçında kırmızı kart gören Beşiktaş’ın gölcü oyuncusu İlhan Mansız’a üç maç ceza verdi. Alaves’le oynanan UEFA Kupası 2. tur rövanş maçının son dakikalarında rakibi ile kavga ettiği için Fransız hakem Pascal Garibian tarafından oyundan atılan İlhan Mansız yaptığı hareketin faturasını böylelikle ağır ödemiş oldu.
Fevzi sonunda boşandı
Eski Beşiktaşlı Gaziantep kalecisi Fevzi ile eşi Yeşim’in evliliği anlaşmalı olarak sona erdi. Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki duruşmada Fevzi ve Yeşim Tuncay hazır bulundu. Mahkeme, 5 yaşındaki Eylül’ün velayeti annesine verildi.
Cordoba teklifleri reddetti
Beşiktaş’ın kalecisi Cordoba, Türkiye’ye gelen Arjantinli menajerlerin tekliflerini reddetti. Kolombiyalı kaleci, bir çok kulüpten teklif aldığını söyledi. İtalyan, İspanyol ve Alman kulüplerinden teklif alan kaleci, ‘Beşiktaş’ta mutluyum. Hiçbir yere gitmeyeceğim’ dedi.
Arat’ın babası vefat etti
Beşiktaş’ın eski yöneticisi ve son iki dönem başkan adayı Hasan Arat’ın babası vefat etti. 73 yaşındaki Mehmet Necmettin Arat’ın beyin kanaması sonucu hayatını kaybettiği öğrenildi. Baba Arat’ın cenazesini, Adana Kabasakal Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Nouma Soruları Yanıtladı
Nouma, siyah – beyazlı taraftarlarla arasında büyük bir bağ bulunduğunu belirterek, ‘Jübilemi Beşiktaş’ta yapmak isterim’ dedi. Taraftarlarla söyleşen Nouma’ya eskisi gibi agresif oynamaması ve formuna ne zaman kavuşacağı gibi konularda sorular yöneltildi. Nouma, ‘Her zaman sakin kalacağım’ ve ‘Her maçta daha iyiye gidiyorum. İstediğim performansa yakında ulaşacağım’ yanıtlarını verdi. Fransız futbolcu, futbolu 4 – 5 yıl sonra bırakabileceğini, jübilesini de Beşiktaş’ta yapmayı istediğini anlattı.
BİRİNCİ SAYFA
Kartal devletin tepesine kondu
Yeni başbakan Abdullah Gül, sıkı bir Beşiktaş taraftarı ve aynı zamanda siyah-beyazlı kulübün kongre üyesi.
Gül’le birlikte Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün de Beşiktaşlı olması, “kartal devletin tepesine kondu” şeklinde tanımlamalara yol açtı.
Başbakan Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’a Başbakanlık yolunun açılması durumunda istifa edip etmeyeceğini “Şu anda Türkiye’nin başbakanı olarak yetki bende. Demokrasinin eksikliklerini düzeltip yolumuza devam edeceğiz. Aksi takdirde istifa edecek değilim.” sözleriyle açıkladı. Gül, öncelikli hedeflerinin ekonomide reformist ve yenilikçi politikalar olduğunu belirtti. Kıbrıs konusunda BM’nin çözüm raporunu müzakere edeceklerini belirten Başbakan Gül, raporu inceleyeceklerini belirterek, “Olumlu yaklaşımımız var. Ama çözüm tatmin edici olmalı” dedi. Öte yandan AK Parti, kurulan hükümetin hedeflerini belirledi. AKP’nin hazırladığı takvim şöyle:
Reel Sektör: Eximbank’ın imkanları artırılacak. KOBİ’lerin ISO 9000 ve CE kalite güvence belgeleri almaları ve buna uygun üretim yapmaları teşvik edilecek. KOBİ’lerin savunma sanayi başta olmak üzere büyük ihalelerden pay almaları sağlanacak. Sanayi ve ticaretin önündeki bürokratik engeller kaldırılarak, yatırım ortamı iyileştirilecek. İş kurma ile ilgili tüm bürokratik işlemlerin tamamlanması yetkisi belediyelere devredilecek.
Sağlık – Sosyal Güvenlik: Emekli Sandığı, SSK; Bağ Kur kaldırılarak Emekli Fon İdaresi kurulacak. Sağlık Finansman Kurumu oluşturulacak. Devlet hastaneleri özerkleştirilecek. Devlet İhale Yasası yeniden ele alınarak, aksaklıkları giderilecek.
Memurlar: Devlet memurları için esnek çalışma modeline geçilecek. Kamu personeli dil sınavı benzeri kamu personeli bilgisayar seviyesi tespit sınavı yapılarak, bilgi teknolojilerini kullanan memurlara ek ödeme yapılacak.
Sosyal Politika: Yoksul vatandaşlar gelir getiren iş kurabilmeleri için mikro kredi alabilecek. Şehirden köye dönenlere, yaşamlarını köyde devam ettirmeleri için özel kredi kolaylığı sağlanacak.
Diğer ekonomik hedefler: Enflasyon 3 yıl içinde tek haneye (yüzde 7) indirilecek. Kişi başına milli gelir 5 bin 500 dolara yükseltilecek. 3. yılın sonunda büyüme performansı yüzde 7, işsizlik oranı yüzde 3 olacak.
Bölge milletvekilleri
ilk kez Gazete BEŞİKTAŞ’a konuştu
Seçimin ardından İstanbul İkinci Bölge Milletvekilleri ile ‘İktidar ve Muhalefet Kesiminin Bakış Açısı’ çerçevesinde bir çok konuyu ele aldık. Üçüncü köprü sorunundan sosyal güvence ile ilgili merak edilenlere üretim sahasının genişletilmesinden işsizlik sorununa kadar bir çok konuda milletvekilleri Gazete BEŞİKTAŞ’a ilk demeçlerini verdi.
AKP
MEHMET ALİ ŞAHİN
Beşiktaş, seçim bölgemdedir, tabi ki tanıyorum. AK Parti tek başına iktidara geldi ve hedefleri vardır. Öncelikli sorunlar, vatandaşın deyimiyle “aş ve iş”tir. Esnaf ziyareti yaptığımız vatandaşların beklentileri; Türkiye’nin iyi yönetilmesi, ekonomik sıkıntıların üstesinden gelinmesi, bu sorunların aşılmasıydı. AK Parti bunu vatandaşın isteklerini en iyi şekilde karşılayacaktır.
Üçüncü köprüye sıcak bakmadığımızı daha önce ifade etmiştik. Bu tür bir ulaşım sorununun çözümü, tüp geçit tarzında olabilir. Olası bir üçüncü köprü çok gerekiyorsa yerleşim yeri olmayan bir yerden geçişin sağlanmasından yanayım.
HÜSEYİN KANSU
1950 Fatih doğumluyum. İki dönemdir 2. Bölgeden İstanbul Milletvekiliyim. 1995’te Refah, 1999’da Faziletten seçildim. Şimdi kurucusu olduğum AK Partiden yine 2. Bölge milletvekiliyim. İstanbul’a Üçüncü Köprü Projesi hakkındaki düşüncem; üçüncü köprü yerine tüp geçidin gerçekleşmesinden yanayız. Üçüncü Köprü ile, Karadeniz’e yakın olan ormanların önemli bir bölümü gidecektir. Ben çevreciyim. Tüp Geçit için gerekli mali kaynaklar var. Süreç içerisinde proje gerçekleşebilecektir.
MUSTAFA BAŞ
Vergi adetleri ve oranları konusunda çalışmalarımız olacak. Oranlar ve adetler düşürülecektir. Kamu arazilerini belediye, hazine, vakıflar, milli emlak el birliğiyle değerlendirerek satışa sunmalıdır. Oysa plansız satılmaktadır, rant olmaktadır. Halbuki hazine, belediye belli oranlarda paylaşabilirler, buna göre imar planlarını düzenleyerek gelir sağlayabilirler.
Kentin çeşitli sorunlarına çözüm olacak projelerimiz var. Merkezin oluşturduğu projeler arasında köprü çalışması yer alıyor, metro çalışmaları yer alıyor. Köprü çalışması veya tüp geçit ulaşımı rahatlatacak projeler arasındadır. Bayındırlık Bakanlığı tarafından İstanbul milletvekillerine teknik bilgi, brifing verilmesi sonucunda yeni bir geçişin nasıl olacağına karar verilecektir. İstanbul’da ulaşımın rahatlaması için yeni bir geçişe ihtiyaç vardır.
Ayrıca şehir hatlarının reform edilmesi lazım. Şehir hatları belediyelere devredilebilir. Deniz yollarının iyileştirilmesi yapılacak.
HAYATİ YAZICI
Kentleşme sorunu bütün ülkenin problemidir. Çarpıklaşmanın önüne geçilmesinde en önemli unsur, yerel yönetimleri güçlendirmeden geçiyor. Bu bir kültür ve eğitim meselesidir. Üç büyük kente göç edilmesinde ekonomik nedenler yatıyor. Daha iyi yaşama isteği yatıyor. Bu sorunun çözülmesinde hem kaynak hem özerkleşme açısından yerel yönetimlerinin güçlendirilmesi büyük bir önem taşımaktadır.
EKREM ERDEM
1969 yılından beri İstanbul’dayım. İstanbul’da en önemli sorun açlık ve işsizlik. Yerel yönetimleri devreye sokarak mevcut durumdan, Fak-Fuk Fonu’ndan da faydalanarak yoksul olan kesim için çok geçmeden kısa vadeli tedbirler getireceğiz. İstihdam alanlarının genişletilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Üretim kapasitesi artırılmalı, bütün sektörler için bu geçerli. Özellikle inşaat sektörü tüm sektörleri tetikliyor. Vergi alanında atılım olacak. Gereksiz vergiler var. Vergi oranlarını ve adetlerini düşüreceğiz. Bunun yanı sıra sosyal güvence takibi açısından bir diğer önemli konu, isteğe bağlı sigortalının sağlıktan yararlanması üzerine olacaktır. Şehrin mülkiyet sorunlarına da çözüm bulunacaktır.
DR. ZEYNEP K. USLU
İlginiz için sizi tebrik ediyorum. Böyle bir fırsatı milletvekillerine sunmanız çok yerinde. Ancak şu anda konuşmayı uygun bulmuyorum. Hükümet kurulsun. Tabir-i caizse taşlar yerine otursun. Sonra konuşmak daha mantıklı.
NİMET ÇUBUKÇU
12 yıl Beşiktaş Ihlamur’da oturdum. Eşim Beşiktaşlıdır. Ben insan hakları ihlalinin takipçisiyim. Tek başına kadın haklarına yönelik çalışmalar yapmış biri değilim. Ancak kadın hakları insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır, bir bütündür. AKP, AB hedeflerini gerçekleştirme noktasında samimiyeti olan bir partidir. Ülkenin en önemli problemi işsizlik ve yoksulluk. Biz iktidar partisi olarak makro ve mikro ekonomi politikaları ürettik. İlk 1 yıl içindeki hedefimiz işsizlik sorununa çözüm bulmaktır. Yüzde 30’a düşürmeyi amaçlıyoruz.
CHP
MEHMET SEVİGEN
Şu anda çok yoğun bir dönem içerisindeyim. Diğer milletvekili arkadaşlarıma konuşma fırsatı vermek istiyorum.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
Beşiktaş semti tipik bir İstanbul semti. Diğer semtlere oranla okuma- yazma oranı yüksek, sanat ve kültüre değer veren bir yerleşim. 12 yıldır İstanbul’da yaşadığım için Beşiktaş’ı tanıyorum. CHP’nin seçim bildirgesinde belirttiğimiz gibi işsizlik ve yoksulluğa öncelik veriyoruz. Öncelikle mecliste bunu dile getireceğiz. Bütün sorun işsizlikte uygulanan yöntem. AKP’nin bu konudaki tavrını bilemiyoruz. Onların projelerine göre hareket edeceğiz. Yoksulluk konusunda ise “Aile yardımları sigortası”nı uygulamak amacındayız. Bu sigorta kapsamınca gelir düzeyi düşük ya da yoksul ailelerin çocuklarının eğitimi sigorta kapsamına alınacak. Çünkü AB ülkelerinde uygulanıyor. Ayrıca şunu da söylemek isterim ki; 2. Bölge milletvekilleri olarak bölge sorunlarına daima duyarlı kalacağız.
MEMDUH HACIOĞLU
Ben Gümüşsuyu’nda yaşıyorum. Beşiktaş’a yakın bir bölgedeyim. Biz muhalefet partisi olarak sadece hükümet icraatlarının doğru olanlarını destekleyebilir yanlış olanlarını eleştirilebiliriz. Meclisteki iki siyasi parti olarak AB’ye önem veriyoruz. Ülkenin AB’ye giriş tarihi alabilmesi için çaba göstereceğiz. AB’ye girersek ülke ekonomisinin önü açılacak. Sosyal ve siyasal değişimin başlangıcı olacak. Kentleşme sorunu çözülecek. Bu nedenle öncelikli olarak AB’ye giriş politikası üzerinde yoğunlaşacağız.
ERSİN ARIOĞLU
Biz gölge kabine olarak çalışmalarımızı yürüteceğiz. Öncelikle, kentin güzelleştirilmesi ve uygar seviyesine getirilmesi konusunda çalışmalar olacak. Kent kültür yaratır, kültürel konulara önem vereceğiz. Ayrıca ulaşım ve çevre kirlenmesi konusunda çalışmalarımız olacak.
İstanbul’a üçüncü köprü projesi ise, master planında ele alınması lazım. Maliyeti düşük olsun diye 1.veya 2. Köprü çevre yollarına bağlayacaklar. Çevre yolu aynı olduğu müddetçe daha çok tıkanır. Boğazın uçlarına doğru kentin dokusuna zarar vermeyen çevre yoluyla desteklenen Trakya’ya Avrupa’ya gidecek bir köprü olabilir. Arnavutköy’ün tarihi dokusuna zarar verilmemeli.
Ayrıca İstanbul için diğer önemli sorun çarpık kentleşme. Yerel yönetimlerin özerkleşmesiyle bu sorun çözümlenebilir. Şehirler, stratejik planlarla olmalı nazım planlarıyla değil.
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
Beşiktaş’ı tanıdığımı sanıyorum, o bölgede 15 yıldır politika yapıyorum. Politikada politikacıların durumunu statüleri belirler. Bir muhalefet partisi olarak rolümüzü yerine getireceğiz. İlk günlerdeki durumu bizim belirlememizin, yönlendirmemiz konusu dışında yoğun anayasal tartışmaların gündeme geleceğini düşünüyorum. Anayasayı kişisel esnetme durumlarına yönelik çalışmalarımızı yürüteceğiz.
İstanbul gerek özel gerekse genel yönetim modelleriyle klasik yöntemlerle, kurallar içinde yönetilemeyecek bir şehirdir. İstanbul mevcut kurallarla, yönetim anlayışıyla yönetilemeyecek büyüklüğe erişti. Aş, iş, turizm bütün sorunlar buna bağlı.
ONUR ÖYMEN
Kuşkusuz dış politikada ve Avrupa Birliği hususunda atılacak adımlara destek olacağız. Kıbrıs gibi konularda atılacak adımlarda destek olacağız. Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmeyen zarara verecek adımlar atılırsa tepkimizi vereceğiz. İstanbul için 10 büyük proje var, hayata geçirmeye çalışacağız.
Anlamlı buluşma
Geçen sayımızda görmeyen 17 yaşındaki Tuğba Kocacenk’in hikayesine yer vermiştik. Üniversite sınavlarına hazırlanan ve lisede okuyan Tuğba, kendisi gibi görmeyen Lokman Ayva ile buluştu. AK Parti İstanbul Milletvekili Lokman Ayva ile Tuğba’yı buluşturan Gazete Beşiktaş, görme engellilerin sorunlarını masaya yatırdı. Sıcak bir sohbet şeklinde geçen görüşmede Tuğba Kocacenk’in dertlerini paylaştığı Lokman Ayva, konulara olan sıcak yaklaşımını ortaya koydu.
Başka bir gelişme ise, önümüzdeki günlerde engelliler için amaçlanan bir danışma merkezinin olması söz konusu. Büyükşehir Belediyesi Özürlüler Koordinasyon Merkezi’nde yöneticilik yapan Ayva, vazgeçmeden çalışmaya devam etmenin önemine değinirken birlikteliğin, dayanışmanın ve mücadele kavramlarının da altını çizdi.
Kocacenk ailesi, engellilerin yapmak istedikleri konusunda nereye başvurup neler yapabileceklerini bilemediklerini vurguladı. Bunun üzerine Lokman Ayva, bir çok konuda eksiğin olduğu ülkemizde bu konudaki eksiklerinde gözden geçirildiğini belirtti.
Eğitim sisteminin çürümüş yanları olduğunu söyleyen Ayva, görme engellilerin şekil muaflığından dolayı sosyal alandan başka bir alanda okuyamadığını söyledi. Bu konuda bakış açının büyük bir rol oynadığını belirtti. Eğitim sistemi içerisinde engelliye bakış açısının değişmesi gerektiğini ifade eden Ayva, şunları söyledi:
“Bir sene önce görmeyen birisi milletvekili olacak desen kimse inanmazdı. Demek ki dünya değişecek yani değişiyor. Amerika’da okuyan görme engelliler var. Kimya, biyoloji… Kimya ve biyoloji bana çok ilginç geliyordu mesela ama yapıyor insanlar. Hatta yedi yüzyıllı yıllarda fizik profesörleri vardı matematik profesörleri vardı. Elbette ki şu anki durumda öğretmenlerin ve eğitim sisteminin çok büyük bir etkisi var. Ancak şu da önemli, oradaki etki şu; Tuğba’nın kendi hakkında karar verecek olması. Ne yapacağına karar vererek hareket edilmeli. Belki liseye kaydederken de zorluk çıkarmış olabilirler. Ama Tuğba kararlı olduğu için, ailesi de desteklediği için liseye girmeyi başardı”
Bu durumda olan insanlar dayatmayla mı kararlarını gerçekleştirmeliler?
Olmamalı. Bu sadece benim, senin, Tuğba’nın sorunu değil, Türkiye’nin sorunu. Düşünün ki, lisede son üç ayda çocuklar hangi mesleği gideceklerine karar veriyorlar. Ben de valilik zoruyla gittim. Biz ne çocuğumuzu zorla soktuğumuzu biliriz, okulu birincilikle bitirdi. Sonra öğrencilerinden. gurur duydular. En yüksek bölümleri bu öğrenciler başardı ve okulun da gururu oldular. Ama başlangıçta kabul etmeme durumları yazık ki yaşanıyor, ancak bu bir süreç.
Santral memurluğunda kontenjan sorunları yaşanırken yöneticilik yapmayı istediniz ve işletme okudunuz. Bu konuda bugüne kadar ki mücadelenizden bahseder misiniz?
Elbette. Konya’da 1966 yılında Doğarhisar Başköy kasabasında doğdum. Fakir bir aileydik. Çocukluğum, gayet mütevazı şartlar içerisinde geçti. Benim hatırladığım bahçemiz vardı. Orada oynardık. Babam işçiydi. Devlet Su İşleri’nde odacıydı. Ben gözlerimi 11 yaşında kaybettim. İlkokula 7 yaşında başladım, sorun yoktu. Son sınıfa geldiğimde 23 Nisan akşamı başlayan bir hastalıkla, menenjit sonrası gözlerimi kaybettim. Tabi, 5 yıl kadar evde kaldım. Herhangi bir şeyle uğraşamadım. Acı günlerdi. Çünkü hiçbir hayaliniz yok, hayal kuramıyorsunuz… Neyin hayalini kuracaksın ki? Okuyabileceğini bilmiyorsun, inanmıyorsun. ‘Kör bir adam nasıl okuyacak’ Olmayacak zannediyorsun. Çalışma zaten görmeyen birine kim ne iş versin ki… Öyle düşünüyorsun sadece kendini potansiyel bir dilenci olarak görüyorsun. Askerlik, Anadolu şartları içerisinde önemlidir. Askere gidecek oğlum, döndüğünde evlenip yuva kurmasını istemek gibi beklentiler vardır. Onlar da yok, evlilik yuva kurma düşünülemiyor bile. Şu an evli ve 2 erkek çocuğu babasıyım. Ancak, o anki mantığınızı aşıp durumunuzu zorlamanız gerekli.
Buhrandan nasıl çıktınız?
O dönemlerde sürekli radyo dinlerdim. O esnada Ankara Radyosu’na yazdım. Kabartma yazı kurslarının olduğunu öğrenmiştim ve okumak istiyordum. Nasıl faydalanacağım hususunda yazmıştım. Kurslarla ilgili bir program yaptılar. O programda adres verdiler, ailemden gizli olarak başvurdum. Oradan Türkiye Körler Vakfına başvurdum. Aydınlık Evler Körler İlkokuluna başvurdum. Ardından Ankara Beşevler Körler İlkokulu’nda o yıl kursumun açılacağını söylediler. Mektubumu oraya göndermişler ve bana bir davet mektubu geldi. Mektubu gösterdim babama. Gittik, ve öylelikle başladık bu işe. Çok stres yaşadım ama istediğimden vazgeçmedim. Mücadele gücünü bularak bunalım hayattan kurtuldum. Moral çok önemli.
Kabartma kitap temini gibi bir sürü araç ve gereçlere ulaşmada ve yapılacaklar hususunda haberleşme ve bilgi akışı nasıl sağlanacak?
Sosyolojik gelişim süreci içindeyiz. Bu bir gelişim süreci. İnsanlar daha doğal karşılamaya çalışıyorlar. 20 senede bu noktaya geldik. Örneğin, Türkiye ilk bilgisayar kullanan kişi oldum. Bu bir anda olabilecek hadise değil ancak bunu hızlandırmak lazım. Basının ilgisi de bir çözümdür aynı zamanda. Topluma bir bilgi sunuyoruz. Bakış açısını değiştiriyoruz, zorluyoruz. Diyoruz ki, senin bildiğin özürlü, dilenci özürlü. Ama senin bildiğinde bir yanlışlık var. Kör adam milletvekili de olabilir, o zaman işveren de diyecek ki, ben bunu işe almayı bir düşüneyim diyebilecek.
Ancak hassas bir konu. Bazı ihtiyaçlar da önemli. Süreci bekleyemezsin ki. Bunun için müşteri hizmetleri gibi bir merkez oluşturmaya çalışacağız. Bir çağrı merkezi. Arayıp herkes her türlü sorununu danışabileceği bir merkez.
Danışma merkezi bu sorunun çözümlenmesinde ne gibi aşamalar kaydedecek?
Problem, conpact bir çözüm gerektiriyor. İnsanların bakış açısını bir taraftan değiştirmeye çalışırken bir taraftan çocukların eğitimini iyileştirmemiz lazım. Bir taraftan eğitimi iyileştirelim derken araç – gereçleri temin etmeniz gerekiyor. Peki iş bulacak mı? Bunların hepsini düşünüyoruz. Bu sorunların çözümü de o zaman iç içedir. Bunlar için çok kapsamlı projelerimiz var. İlk etapta bir yıl içerisinde düşündüğümüz, 168 tane proje var. Bunların bir an önce hayata geçirilmesi lazım.
Gezici öğretmenlik projenizden söz eder misiniz?
Biz buna kaynaşmış eğitim diyoruz. Engelli bir öğrenci ama normal bir eğitim görüyor. Burada öğretmen sorunları baş gösteriyor. Aradaki iletişimi sağlayacak ve neyi nereden temin edileceği hususunda rehber olabilecek bir sistem var. Hafta bir gün ya da 15 günde bir çocuğun durumuna göre ziyaret ediyor. Öğrenciyi gerekirse öğretmenlerle konuşuyor gerekirse ders çalıştırıyor. Türkiye sayısız sorunları var bunlar sadece eğitimle ilgili olanlar. Çift özürlü olanlar var, onların eğitim yok mesela. Korkunç bir durum.
Dayanışma ve inanç önemli kavramlar. Bunları toplumdaki yerleriyle nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vatandaşlarımız cebimize 100 bin lira koymaktansa bize şu soruyu sorsunlar, en son hangi kitabı okudun? Böylelikle benim bir şeyler yapabileceğime inanıyorsunuz. Kendimi geliştirebileceğime inanıyorsunuz. Ben de bunu yapabileceğime inanıyorum. O zaman okumuyorsam bile okumalıyım yani. Ama diğer yönden bakıldığında sen bunu bile kazanamazsın, sen buna bile muhtaçsın intibası uyanıyor. İnsanın hayatının toplumun hayatının hareketini değiştiren bir başlangıç, bu dediğim şey.
Üniversiteye girişte sınırlamalar kalkacak mı?
Sınırlamalar kalkacak. Şu bölümü yazamazsın şunu yazarsın diye bir durum ortadan kalkacak. Başaramazsan atılacaksın. Özürlü olduğu için, inisiyatif olmayacak. Kendi bilgi düzeyi, yetenekleri insanların sınırlarını belirler. Buna dışarıdan,yapay sınırlar koyamazsınız.
Umutsuzluk söz konusu olduğunda tavsiyeniz?
Biraz gayret edeceksin, şunu unutmamak lazım tabi. Biz suları tersine akıtmaya çalışıyoruz.
ÜÇÜNCÜ SAYFA
Kirletmeyin artık şu denizi
Gün geçtikçe kirlenen denizlerin bir türlü önüne geçilemediğini gören Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu “iş başa düştü” diyerek, temizlik işçileri ile birlikte adeta bir seferberlik başlattı. Başkan, denizlerin temizliği için bir çöp toplama motorunun hizmete sunulduğunu belirtirken, ”vatandaşlardan olumlu tepkiler alıyoruz. İsteğimiz elbirliği ile denizlerin temizliğine katkı sağlamak”dedi.
Beşiktaş Belediyesi çöp toplama motoru, kıyı şeridi 11 km. olan Beşiktaş ilçesinin sahilini denizden sürekli olarak temizliyor. Haftanın yedi günü faaliyette olan çöp toplama motoru, 07.00 ile 17.00 saatleri arasında denize atılan çöpleri topluyor. Tatil günleri dahil her gün 12 saat denizden çöp toplayan belediyenin temizlik işçileri, günde 5-6 ton çöpü toplayarak Beşiktaş sahilini temizliyorlar.
Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu, herkesi doğaya ve çevreye daha duyarlı olmaları konusunda uyararak, “Biz denizi temizliyoruz. Ancak bu yeterli olmuyor. Çevre kirliliği konusunda daha bilinçli olmak gerekiyor. Kıyılardan, gemilerden, yatlardan ve balıkçı motorlarından atılan çöpler denizi sürekli olarak kirletiyor. Herkes doğaya ve çevreye saygılı olduğu zaman sorun kendiliğinden çözülecektir” dedi.
Sanatçılar yarışıyor!.
Akatlar Mahallesi’nde ‘Sanatçılar Parkı’ için sanatı ve sanatçıyı simgeleyen büst, objeler için kollar sıvandı. Estetik normların yer aldığı ve son dönem sanatçıların yer aldığı park, kırk sekiz dönümlük bir alandan oluşuyor. Bitki örtüsüyle rahatlık veren park, estetik unsurların yanı sıra bir dinlenme alanı olarak da hizmet verecek. Sanatçılar Parkı’nda yer alacak heykel, büst ve diğer objeler için Cumhuriyet sonrası kuşağın sanatçıları yer alacak. Parkta, kimlerin olacağı ise gelen önerilerle belirleniyor. Beşiktaş Belediyesi, Sanatçılar Parkı’ndaki sanatçı büstleri için kararı ilçe sakinlerine bırakıyor. Oluşturulan anket formuna yedi sanat dalı göz önünde bulundurularak istenilen sanatçının ismi yazılıyor. Anket neticesinde seçilen sanatçıların büstleri, Sanatçılar Parkı’nda yer alacak.
Sinema, müzik, resim, heykel, tiyatro, edebiyat, mimari alanındaki önerilerin yazıldığı formun teslim yerleri şöyle:
Akatlar Kültür Merkezi, Akatlar Mahallesi Muhtarlığı, Etiler Mahallesi Hizmet Ofisi, Levent Kültür Merkezi, Kültür Mahallesi Muhtarlığı, Konaklar Mahallesi Hizmet Ofisi, Çilekli Stadı kafetaryası.
Bekart için açık mektup
Beşiktaşlılar için hem kredi kartı hem banka kartı olan Bekart, yoğun ilgi görüyor. Bekart, alışveriş söz konusu olduğunda yurtiçi ve yurtdışı kredili alışveriş, Beşiktaş’ta indirimli ve taksitli alışveriş imkanı sunuyor. Bunun yanı sıra bir çok seçenekleri de beraberinde getirirken Emlak ve Çevre Temizlik vergilerini ödemek için kartla işlem yapmanız yeterli. Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu, yoğun ilgi gören Bekart’ın daha iyi tanınması için açık mektupla açıklamada bulundu. Beşiktaş için gerek bankacılık gerek alışveriş gerek vergi ödeme için kolaylaştırıcı bir hizmet olan Bekart’ın özelliklerini şöyle anlattı: “Bugün sizinle yeni bir mutluluğu paylaşmak istedim. Beşiktaş ilçesine belediye başkanı adayı olduğumdan bugüne geçen 3 seneye gurur duyacağımız pek çok çalışmayı sığdırdık. Beşiktaşlılar için çalışırken hedefimiz yaşam kalitesi yükselmiş bir Beşiktaş’a sahip olabilmek ve seçimden önce sizlerle imzaladığım Beşiktaş Hizmet Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirebilmekti. Ve bugün Beşiktaşlılar için çok mutlu bir gün. Çünkü 3 yıldır çalışmalarını sürdürdüğümüz ayrıcalıklı yaşam kartı Bekart, Beşiktaşlının hizmetine giriyor. Bekart Beşiktaş Belediyesi’nin Beşiktaşlılara sunduğu uluslararası VISA amblemli bir kredi kartı olup Finansbank’la ortaklaşa geliştirilmiştir. Beşiktaşlılar Bekart sayesinde; Emlak ve Çevre Temizlik vergilerini belediyeye gelmeden otomatik ödeme talimatıyla ödeyebilecekler. Yurt içinde ve yurtdışında VISA amblemli her noktada kredili alışveriş yapabilecekler. Beşiktaş’ta yaşamanın ayrıcalığı ile ilçede indirimli alışveriş ve taksitli alışveriş imkanına sahip olabileceklerdir. Ayrıcalıklı hizmeti hak eden siz değerli Beşiktaşlılar, bu kart sayesinde her yerde alışveriş ve nakit kredi imkanı, kazanılan puanların harcamaya dönüşmesi, hem kredi kartı hem banka kartı, kolayca geri ödeme imkanı, sosyal ayrıcalıklar, ek kart avantajları, her şekilde kolay iletişim, acil kart yenileme ve nakit kredi imkanı, kayıp ve çalıntı sigortası, ücretsiz internet erişimine de sahip olabileceklerdir. Beşiktaş Belediyesi Bekart sahibi olmak için Finansbank Telefon Bankacılığı’nı 444 0 900’den aramanız veya Finansbank şubelerine müracaat etmeniz yeterli olacaktır. Türkiye’de ilk olan bu uygulamanın Beşiktaşlılara hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.”
DÖRDÜNCÜ SAYFA
Yeni yıla umutla giriyorlar
Yeni yılın gelişiyle birlikte umutlar, beklentilerde kapımıza yığıldı. Levent’ten Ortaköy’e Gayrettepe’den Beşiktaş’ın merkezindeki bir çok semt sakinine sorduk:
‘Yeni yılda ne bekliyorsunuz?’ Karamsarlıktan iyimser bakış açısına kadar bir çok yanıt aldık. Peki ya siz?
Ahmet Karakeçeli
45 yaşında, evli, 3 çocuk babası, Beşiktaş
Tek başına iktidar olduğu için yeni hükümetle daha iyi olacak. Genel başkanın aslında başbakan olması gerekiyor. Bu konuda bir beklentim var. Şahsıma yönelik beklentilerim de var elbette. Parasal yani maddi bakımdan… Toplum açısından ise, her yeni gelişmede toplumun bu sistem içerisindeki varlığı devam edecektir. Hiçbir şekilde hiç kimse bu sistemi değiştiremez. Toplumun ezilmesini değiştiremezler ama iyi olacak diye düşünüyoruz. İşler açılabilir diye düşünmüyorum, bu şekilde olduğu gibi devam eder, daha kötüye gitmez. Üç çocuğumun üçü de okuyor emekli maaşım da var. Biraz oradan biraz buradan idare ediyoruz. Ancak, boş durmuyoruz. Daha iyi olması için çalışıyoruz.
Necmi Mürtezaoğlu, 57 yaşında-emekli, Beşiktaş
Benim yeni yıldan ve yeni yılın gelişiyle birlikte bu hükümetten beklentilerim iyi olacağına yönelik. Aması yok, beklediğimiz bu… İşlerin açılması, durgunluğun giderilmesi ve hareketliliğin gelmesni istiyorum.Ben emekliyim. Emekli olanların koşullarını, zorluklarını biliyorum. Emeklilik refah payının yükselmesini istiyoruz ve beklentimiz de var. Bir tane oğlum var, o da okuyor. Henüz ufak, 12 yaşında. Geleceğe yönelik düşünceleri var, doktor olmak istiyor. Onun geleceğini için en büyük umutlarımız, dileklerimiz. Onun istediğini okuyabildiği, eğitimde fırsatların olduğu bir yarın, zorlukları göğüslememiz için güç verecektir.
Mikhail Güzel, 25 yaşında-esnaf, Beşiktaş
Yeni yılın öncelikle Türkiye’miz için daha sonra bütün dünya ülkeleri için sağlık, mutluluk ve barış içinde geçmesini temenni ederim. Temenniden öteye bir şey söyleyemeyiz. Kişisel projelerimiz var ama yeni hükümete bağlı olarak projelerin hayata geçirilmesi hususunda ona göre aşama kaydedeceğiz. Başka bir deyişle, yeni hükümetin başarılı olması durumunda biz ve bizim gibi esnaflarda başarılı olacaktır. 2003 yılının başından bu yana bu denklemin nasıl bir sonuca ulaştığını göreceğiz. Elbette ümit var. Beklentilere gelince, medyanın bu konuda yıkıcı değil yapıcı olmasını diliyoruz. ‘Sol, Sağ, Laiklik’ karmaşasından ziyade belli bir istikrar için tüm birimler, tüm alanlar birlikte hareket etmeli ki, kalkınalım.
Atilla Bektaş, 39 yaşında-esnaf, Ortaköy
Yeni yıldan hiçbir şey beklemiyorum. Karamsarım. Sözünü ettiğim, her şeyi oluruna bırakmış durumda olmak değil. Bu durumdan da kolaylıkla çıkılabileceğini düşünmüyorum. Ekonomik dengelerin sarsılması bizim de yaşamımızı alt üst etti. Zarar gördük.
Gülçin Batı, 25 yaşında-işçi, Ortaköy
İşlerimizin açılmasını daha iyi olmasını istiyoruz. Tüm çalışanların için çalışma koşullarının daha iyi olmasını istiyoruz. Ben aileme bakıyorum ve henüz okuyan bir kardeşim var. Maddi durumdan ötürü ben bir süre eğitimime ara vermek zorunda kaldım. Koşulların gittikçe zorlaştığı bir dönem ve hakların eritildiği… Tüm her şey için iyilikler diliyorum.
Tahir Bacı, 40 yaşında, Makro gazete bayi çalışanı, Kuruçeşme
Yani bugün insanlar önünü göremiyor. Ben sadece kendi adıma söylemiyorum yani toplumdaki durum bu. Kimsenin yarından beklentisi olmadığı gibi kimse ne olacağını bilemez durumda. Bu ekonomik açıdan da böyle, siyasi açıdan böyle. Bir çok açıdan baktığınızda bu durum aynı, değişmiyor. Halkın bir ideali olmazsa yöneticilerin halkı yönetmesi çok kolay oluyor. Zaten sorun buradan kaynaklanıyor. Sorun tek de değil ki. Sorun demokrasi sorunu, mesleki alanlarında örgütlenememe sorunu… Zaten biz örgütlü bir toplum olsak ne böyle bir siyasi yapıya maruz kalırız ne bu kadar sıkıntı çekeriz diye düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse İsveç’in nüfusu 8 milyon… İsveç’te derneğe kayıtlı 32 milyon insan var. Bu demek oluyor ki, bir kişi 4 ayrı derneğe kayıt olabiliyor. Türkiye’de bunun zaten önü kapalı. Türkiye’de sendikaların, derneklerin nasıl işlediği önemli. Kamu sendikaları emekçilerinin başlarına gelenleri görüyoruz. Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri demokrasi sorunu, insan hakları sorunudur. Bireyin özgür olamama sorununudur. Birileri gelip birileri gidiyor. Değişen bir şey yok. Ülkede yönetenler zaman zaman değişti ancak ortada bir şey yok. Bu da halkımızın elinde. Ama bu akşamdan sabaha değişecek bir şey de değil. Uzun bir süreç alacak. Bu halk, istediği insanları bir gün veyahut kendisi seçecektir ve yönetecektir diye düşünüyorum.
Şükrü Akgök, 43 yaşında-memur, Kuruçeşme
Yeni yılda hükümetten beklentilerimiz var. İktidara gelen partinin genel başkanı, İstanbul’u devralmıştı zaman içinde canlandırdı. Ayağa kaldırdı ve koşturdu. Büyükşehir Belediyesi’nde yirmi senedir çalışmışlığım var. İstanbul’u canlandıracağına su sorunu olsun kavşaklar yol ulaşım ve bir çok yatırım alanında iyi işler yapılabilir mi, bu bende bir soru işaretiydi. Ben açıkçası pek inandırıcı bulmuyordum ama başardı. Bir çok işe imza atıldı. Dürüst çalışıldı. En ufak işçisine kadar iniyordu hal hatır soruyordu kişileri ayırmıyordu. İstanbul’u nasıl düzelttiyse Türkiye’yi de eskilerden çok daha iyi bir yere getireceğine inanıyorum. Böyle bir beklentim var.
Leyla Ülker, Gayrettepe
Ne olacağını göreceğiz. Yeni yılın iyi olacağını umut ediyoruz. Her şey için çok erken. Umut elbette var, umutsuz olmaz. Kendimiz için değil de, çocuklarımızın geleceği için… Bekleyip göreceğiz.
Firaye Ersöz, Levent
Yeni yılda sağlık, mutluluk bekliyoruz. Düzen için ise, neler olacağı konusunda bir fikir yürütemiyorum, bekliyoruz. Çok da umudumuz var denemez.
Bahar Övünç, 21 yaşında-işçi, Levent
Daha iyi bir iş daha iyi olanaklar bekliyoruz. Umudumuz var, bekliyoruz. Yeni yılla birlikte geleceğe dair bir çok beklentilerimizi gerçekleştirebileceğimiz ortamın oluşması için gereken çabayı görmek istiyoruz.
Ebru Ormancı, 17 Yaşında-işçi, Levent
Karamsarlıklar oluyor. Umudum var ile yok arasında. Bekleyip göreceğiz diyorum.
Ümit Devecioğlu, 19 yaşında-işçi, Levent
Ben yakında askere gideceğim. Bir genç olarak geleceği yönelik düşüncelerim, yapmak istediklerim var. Umudum da var. Yeni yılın iyilikler gelmesini ve ideallerimiz için uygun ortamların oluşması için fırsatların doğmasını ümit ediyorum.
Derya Aygün, 23 yaşında-eczacı, Gayrettepe
Bir esnaf olarak sıkıntılarımızın azalmasını istiyoruz. İş sahalarının açılmasını, üretim sahasının genişleyerek sorunların çözülmesi için atılım istiyoruz. Ben yeni yılda, tüm evlenenler için mutluluklar diliyorum. Benim için de bu söz konusu. Tüm herkese iyilikler getirmesini diliyorum.
Emriye Gülreyik, 22 yaşında-eczacı, Gayrettepe
Yeni yılla birlikte umut ederim ki tüm iyilikler bizimle olur. Çok sıkıntılarımız var. Düşünülünce, zorlukların aşılması için çaba gerekiyor. Bizim beklentimiz artık daha fazla sorunların yaşanmaması, sorunların çözülmesi için gerekenin yapılması ve geç kalınmamasıdır.
Atatürk konulu panel büyük ilgi gördü
Cumhuriyetin kuruluşunun 79. yılına girildiği bu sene içinde Atatürkçü Düşünce Derneği Beşiktaş Şubesi çalışmalarına devam ediyor. Dernek her yıl olduğu gibi bu yılda çalışmalarını tüm hızıyla sürdürüyor. Gerek düzenlenen paneller gerek Atatürk kitaplığı genişletilmesi için çalışmalar birbirini kovalıyor. Yaz dönemi boyunca panellere ara veren dernek, Cumhuriyetin 79. yılında Küreselleşme Süreci İçinde Türkiye konulu paneli düzenleyerek etkinlikleri arasına ekledi. Derneğin Kasım ayı itibariyle başlayan panel çalışmaları tüm hızıyla devam ederken Küreselleşme süreci içinde Türkiye başlıklı panelle hararetli bir dönemi atlattı.
Akatlar Kültür Merkezi’nde düzenlenen panel, sıcak konuşmalara sahne oldu. Prof. Dr. Ahmet Ercan’ın ve Dilek Türker’in katıldığı Cumhuriyetin kuruluşunda küreselleşme süreci içinde vatandaşlık bilincine değinilirken çeşitli konular da gündeme geldi. Demokrasi, çağdaşlık, seçim sistemi ve propaganda kavramlarının hararetli konuşmalara neden olduğu panel, Atatürkçü Düşünce Derneği Beşiktaş İlçe Başkanı Uğur Seten’in konuşmasıyla sona erdi.
Panelin sona ermesinin ardından Cumhuriyetin kuruluşunun 79. yılı kutlamaları etkinlikleri çerçevesinde ödül törenine geçildi. Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu, Uğur Seten’in elinden plaketini aldı.
Muhtarların Sesi
Kapalı otopark gerekiyor
Bizim en büyük sorunumuz kapalı bir otoparkın olmayışı. Özellikle metronun yapılışından sonra Etiler’den olsun, Sarıyer’den olsun gelen vatandaşlar, arabalarını mahallemize parkedip ulaşım için metroyu kullanıyorlar. Bu nedenle parkedilen araçlar yolu tıkıyor. Ayrıca bölgemizde araba hırsızlığı had safhada. Eğer mahallemize kapalı bir otopark yapılırsa bu sorunun da önüne geçilmiş olunur. Ayrıca ring sefer yapan mini otobüsler de yapılsa metroya ulaşımı sağlar.
Oya Çolpan-Konaklar Mahallesi
Otobüsümüzü istiyoruz
25 yıldan beri kullandığımız Ulus- Taksim otobüsünün kaldırılması vatandaşlarımızı çok zor durumda bıraktı. Ortaköy’den kalkan Taksim-Şişli otobüsü ring yapıyor. Ancak her 15 dakikada bir geçeceği söylenen otobüs, vatandaşların söylediği kadarıyla 40-45 dakika boyunca gelmiyor. İETT Genel Müdürlüğü’ne talebimizi ilettik. Ancak hizmetin bu şekilde daha iyi olduğu cevabını aldık. Biz 59U otobüsümüzü geri istiyoruz. Bir başka talebimiz de elektrik hatlarının yer altına alınmasıdır. Belediye ve TEK’e başvurduk. Ancak 3-4 sene geçmesine rağmen bir çalışma göremedik.
Kadir Gedik-Ulus Mahallesi
Beşiktaşımızı temiz tutalım
Ben Beşiktaşlılara ilçelerini temiz tutmaları çağrısı yapıyorum. İnsanlarımız elindeki çöpü yere ya da denize atıyor. Herkes evinin önünü temizlese belediyenin temizlik görevlilerine gerek kalmaz. Önemli olan sokakların temizlenmesinin yanında temiz kalmasıdır. Bu özeni gösterelim. Beşiktaşımızı temiz tutalım. Hepimiz çevre bilincine sahip olmalıyız.
Sabit Akgün-Mecidiye Mahallesi
Sinyalizasyon istiyoruz
Nüshetiye Caddesi ile Deryadil Sokak ve yine Nüshetiye Caddesi ile Hüsrev Gerede Caddesi’nin kesiştiği kavşaklarda, sinyalizasyon koyulması talebimiz vardı. Talebimiz kabul edilmişti. Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü ihale kapsamına alındığını ve şu anda proje çalışmalarına devam edildiğini söylediğinden bu yana 1,5- 2 sene geçti. Bu kavşaklarda yaya trafiği çok yoğun olduğundan can ve mal kaybı oluyor. Bir an önce bu sorunumuzun çözüme ulaştırılmasını istiyoruz.
Cengiz Hacıömeroğlu-Muradiye Mah.
Çalışmalardan memnunuz
Sokak lambalarımız sık sık değiştiriliyor. Asfaltlarımız yapıldı. Temizlik çalışmaları düzenli bir şekilde devam ediyor. Belediyenin Fen İşleri ızgaraları temizledi. Ancak Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden bir ricamız var. Budama mevsimi yaklaştı. Parklar ve sokakların yıllık bakımları yapılırsa çok daha iyi olur.
Edip Umar-Nispetiye Mahallesi
Çevre bilinci oluşturulmalı
Temizlik konusunda sıkıntımız yok. Ancak her şeyi belediyeden beklememeliyiz. Vatandaş olarak çevre bilincine sahip olmalıyız. Çöpleri çöp bidonlarına atmalıyız. Çöp bidonu yoksa çöplerimizi kalın naylon torbalara koyup atmalıyız. Sürekli bozulan sokak lambalarımız da sorun yaratıyor. TEK’e sorunumuzu iletiyoruz. Kalitesiz olduğundan mı bilmiyorum. Sokak lambalarının altyapısı bozuk diyorlar. Ayrıca hala paslı direkler var.
Özden Gönül-Gayrettepe Mahallesi
Kazı çalışmaları bitmek bilmiyor
Ihlamur Caddesi’nde kazı çalışmaları hala devam ediyor. Ne zaman bitirileceğini de bilmiyoruz. Artık kış gelmeden bitirilmesi gerekiyor. Yoksa bir yağmur yağdığında yollar yine çamur içinde kalacak. Olan yine vatandaşa olacak.
Ahmet Bayraktar-Türkali Mahallesi
BEŞİNCİ SAYFA
Anlamlı buluşma
Geçen sayımızda görmeyen 17 yaşındaki Tuğba Kocacenk’in hikayesine yer vermiştik. Üniversite sınavlarına hazırlanan ve lisede okuyan Tuğba, kendisi gibi görmeyen Lokman Ayva ile buluştu. AK Parti İstanbul Milletvekili Lokman Ayva ile Tuğba’yı buluşturan Gazete Beşiktaş, görme engellilerin sorunlarını masaya yatırdı. Sıcak bir sohbet şeklinde geçen görüşmede Tuğba Kocacenk’in dertlerini paylaştığı Lokman Ayva, konulara olan sıcak yaklaşımını ortaya koydu.
Başka bir gelişme ise, önümüzdeki günlerde engelliler için amaçlanan bir danışma merkezinin olması söz konusu. Büyükşehir Belediyesi Özürlüler Koordinasyon Merkezi’nde yöneticilik yapan Ayva, vazgeçmeden çalışmaya devam etmenin önemine değinirken birlikteliğin, dayanışmanın ve mücadele kavramlarının da altını çizdi.
Kocacenk ailesi, engellilerin yapmak istedikleri konusunda nereye başvurup neler yapabileceklerini bilemediklerini vurguladı. Bunun üzerine Lokman Ayva, bir çok konuda eksiğin olduğu ülkemizde bu konudaki eksiklerinde gözden geçirildiğini belirtti.
Eğitim sisteminin çürümüş yanları olduğunu söyleyen Ayva, görme engellilerin şekil muaflığından dolayı sosyal alandan başka bir alanda okuyamadığını söyledi. Bu konuda bakış açının büyük bir rol oynadığını belirtti. Eğitim sistemi içerisinde engelliye bakış açısının değişmesi gerektiğini ifade eden Ayva, şunları söyledi:
“Bir sene önce görmeyen birisi milletvekili olacak desen kimse inanmazdı. Demek ki dünya değişecek yani değişiyor. Amerika’da okuyan görme engelliler var. Kimya, biyoloji… Kimya ve biyoloji bana çok ilginç geliyordu mesela ama yapıyor insanlar. Hatta yedi yüzyıllı yıllarda fizik profesörleri vardı matematik profesörleri vardı. Elbette ki şu anki durumda öğretmenlerin ve eğitim sisteminin çok büyük bir etkisi var. Ancak şu da önemli, oradaki etki şu; Tuğba’nın kendi hakkında karar verecek olması. Ne yapacağına karar vererek hareket edilmeli. Belki liseye kaydederken de zorluk çıkarmış olabilirler. Ama Tuğba kararlı olduğu için, ailesi de desteklediği için liseye girmeyi başardı”
Bu durumda olan insanlar dayatmayla mı kararlarını gerçekleştirmeliler?
Olmamalı. Bu sadece benim, senin, Tuğba’nın sorunu değil, Türkiye’nin sorunu. Düşünün ki, lisede son üç ayda çocuklar hangi mesleği gideceklerine karar veriyorlar. Ben de valilik zoruyla gittim. Biz ne çocuğumuzu zorla soktuğumuzu biliriz, okulu birincilikle bitirdi. Sonra öğrencilerinden. gurur duydular. En yüksek bölümleri bu öğrenciler başardı ve okulun da gururu oldular. Ama başlangıçta kabul etmeme durumları yazık ki yaşanıyor, ancak bu bir süreç.
Santral memurluğunda kontenjan sorunları yaşanırken yöneticilik yapmayı istediniz ve işletme okudunuz. Bu konuda bugüne kadar ki mücadelenizden bahseder misiniz?
Elbette. Konya’da 1966 yılında Doğarhisar Başköy kasabasında doğdum. Fakir bir aileydik. Çocukluğum, gayet mütevazı şartlar içerisinde geçti. Benim hatırladığım bahçemiz vardı. Orada oynardık. Babam işçiydi. Devlet Su İşleri’nde odacıydı. Ben gözlerimi 11 yaşında kaybettim. İlkokula 7 yaşında başladım, sorun yoktu. Son sınıfa geldiğimde 23 Nisan akşamı başlayan bir hastalıkla, menenjit sonrası gözlerimi kaybettim. Tabi, 5 yıl kadar evde kaldım. Herhangi bir şeyle uğraşamadım. Acı günlerdi. Çünkü hiçbir hayaliniz yok, hayal kuramıyorsunuz… Neyin hayalini kuracaksın ki? Okuyabileceğini bilmiyorsun, inanmıyorsun. ‘Kör bir adam nasıl okuyacak’ Olmayacak zannediyorsun. Çalışma zaten görmeyen birine kim ne iş versin ki… Öyle düşünüyorsun sadece kendini potansiyel bir dilenci olarak görüyorsun. Askerlik, Anadolu şartları içerisinde önemlidir. Askere gidecek oğlum, döndüğünde evlenip yuva kurmasını istemek gibi beklentiler vardır. Onlar da yok, evlilik yuva kurma düşünülemiyor bile. Şu an evli ve 2 erkek çocuğu babasıyım. Ancak, o anki mantığınızı aşıp durumunuzu zorlamanız gerekli.
Buhrandan nasıl çıktınız?
O dönemlerde sürekli radyo dinlerdim. O esnada Ankara Radyosu’na yazdım. Kabartma yazı kurslarının olduğunu öğrenmiştim ve okumak istiyordum. Nasıl faydalanacağım hususunda yazmıştım. Kurslarla ilgili bir program yaptılar. O programda adres verdiler, ailemden gizli olarak başvurdum. Oradan Türkiye Körler Vakfına başvurdum. Aydınlık Evler Körler İlkokuluna başvurdum. Ardından Ankara Beşevler Körler İlkokulu’nda o yıl kursumun açılacağını söylediler. Mektubumu oraya göndermişler ve bana bir davet mektubu geldi. Mektubu gösterdim babama. Gittik, ve öylelikle başladık bu işe. Çok stres yaşadım ama istediğimden vazgeçmedim. Mücadele gücünü bularak bunalım hayattan kurtuldum. Moral çok önemli.
Kabartma kitap temini gibi bir sürü araç ve gereçlere ulaşmada ve yapılacaklar hususunda haberleşme ve bilgi akışı nasıl sağlanacak?
Sosyolojik gelişim süreci içindeyiz. Bu bir gelişim süreci. İnsanlar daha doğal karşılamaya çalışıyorlar. 20 senede bu noktaya geldik. Örneğin, Türkiye ilk bilgisayar kullanan kişi oldum. Bu bir anda olabilecek hadise değil ancak bunu hızlandırmak lazım. Basının ilgisi de bir çözümdür aynı zamanda. Topluma bir bilgi sunuyoruz. Bakış açısını değiştiriyoruz, zorluyoruz. Diyoruz ki, senin bildiğin özürlü, dilenci özürlü. Ama senin bildiğinde bir yanlışlık var. Kör adam milletvekili de olabilir, o zaman işveren de diyecek ki, ben bunu işe almayı bir düşüneyim diyebilecek.
Ancak hassas bir konu. Bazı ihtiyaçlar da önemli. Süreci bekleyemezsin ki. Bunun için müşteri hizmetleri gibi bir merkez oluşturmaya çalışacağız. Bir çağrı merkezi. Arayıp herkes her türlü sorununu danışabileceği bir merkez.
Danışma merkezi bu sorunun çözümlenmesinde ne gibi aşamalar kaydedecek?
Problem, conpact bir çözüm gerektiriyor. İnsanların bakış açısını bir taraftan değiştirmeye çalışırken bir taraftan çocukların eğitimini iyileştirmemiz lazım. Bir taraftan eğitimi iyileştirelim derken araç – gereçleri temin etmeniz gerekiyor. Peki iş bulacak mı? Bunların hepsini düşünüyoruz. Bu sorunların çözümü de o zaman iç içedir. Bunlar için çok kapsamlı projelerimiz var. İlk etapta bir yıl içerisinde düşündüğümüz, 168 tane proje var. Bunların bir an önce hayata geçirilmesi lazım.
Gezici öğretmenlik projenizden söz eder misiniz?
Biz buna kaynaşmış eğitim diyoruz. Engelli bir öğrenci ama normal bir eğitim görüyor. Burada öğretmen sorunları baş gösteriyor. Aradaki iletişimi sağlayacak ve neyi nereden temin edileceği hususunda rehber olabilecek bir sistem var. Hafta bir gün ya da 15 günde bir çocuğun durumuna göre ziyaret ediyor. Öğrenciyi gerekirse öğretmenlerle konuşuyor gerekirse ders çalıştırıyor. Türkiye sayısız sorunları var bunlar sadece eğitimle ilgili olanlar. Çift özürlü olanlar var, onların eğitim yok mesela. Korkunç bir durum.
Dayanışma ve inanç önemli kavramlar. Bunları toplumdaki yerleriyle nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vatandaşlarımız cebimize 100 bin lira koymaktansa bize şu soruyu sorsunlar, en son hangi kitabı okudun? Böylelikle benim bir şeyler yapabileceğime inanıyorsunuz. Kendimi geliştirebileceğime inanıyorsunuz. Ben de bunu yapabileceğime inanıyorum. O zaman okumuyorsam bile okumalıyım yani. Ama diğer yönden bakıldığında sen bunu bile kazanamazsın, sen buna bile muhtaçsın intibası uyanıyor. İnsanın hayatının toplumun hayatının hareketini değiştiren bir başlangıç, bu dediğim şey.
Üniversiteye girişte sınırlamalar kalkacak mı?
Sınırlamalar kalkacak. Şu bölümü yazamazsın şunu yazarsın diye bir durum ortadan kalkacak. Başaramazsan atılacaksın. Özürlü olduğu için, inisiyatif olmayacak. Kendi bilgi düzeyi, yetenekleri insanların sınırlarını belirler. Buna dışarıdan,yapay sınırlar koyamazsınız.
Umutsuzluk söz konusu olduğunda tavsiyeniz?
Biraz gayret edeceksin, şunu unutmamak lazım tabi. Biz suları tersine akıtmaya çalışıyoruz.
Yayınımız ses getirdi Show TV’ye çıktı
Geçen sayımızda görme engelli Tuğba Kocacenk’in küçük yaşına rağmen verdiği yaşam mücadelesine ve başarı öyküsüne yer vermiştik. ‘Gözleri Görmüyor Yine de Umut Dolu’ adlı yayınımızın ardından 17 yaşındaki Tuğba, ailesi ve psikologu Hale Gedikoğlu ile Show Tv Kadınca Programına konuk oldu. Üniversite sınavlarına hazırlanan Tuğba Kocacenk, programda şekil muafı olmasına rağmen idealleri için mücadelesini programda ifade etti.
‘İnsan istediği zaman her şey olur’ diyerek kendine duyduğu inancına dile getirirken dayanışmanın ve birlikteliğinde bu konuda önemli olduğuna değindi. Tuğba Kocacenk ve ailesi çocukluğundan yetişkinliğine uzanan hayatında gözlerini yitirdiği yaşından okumak isteğine kadar bir çok konuda kendinden söz etti.
Sivil savunma hazır
Beşiktaş ilçesinde gönüllülerin ve çoğunu üniversiteli gençlerin oluşturduğu sivil savunma çalışmaları adından söz ettiriyor. Uzman bir kadro ile birlikte çalışan katılımcılar, sivil savunma konusunda gerekli programa tabi tutuluyor. Yoğun bir süreçten sonra teorik bilgileri uygulamalı çalışmalarla pekiştiren grup, olası bir durumda ilk müdahaleyi yapabilecek konuma geliyor. Gönüllü kuruluşlar arasında iyi bir çalışma temposuyla dikkat çeken Sivil Savunma Teşkilatı çalışmaları için Kaymakam Mehmet Emin Avcı, şunları söylüyor:
“Sivil Savunma Konusunda, çalışan arkadaşlarımız alanlarında uzmanlaşmış çekirdek bir kadrodan oluşuyor. Teşkilatta, deprem ve diğer doğal afetler söz konusu olduğunda temel kuralları ve ilk yardımı mutlaka görüyorsunuz. Bu da size öncelikli olarak bulunduğunuz durumu tespit etmede kolaylık sağlıyor.”
Birey, bu güveni kazandıktan sonra ilk müdahaleyi kendine ve çevresine uygulayabilecek konuma geliyor.
Teşkilatta, haberleşmenin önemine değinen Avcı, tüm birimler arasında mevcut haberleşme sisteminin olduğunu vurguladı. Nöbet sistemi ile teşkilattaki çalışmaların düzenli ve disipline bir şekilde yürütüldüğünü belirten Avcı, şöyle devam ediyor:
“Haberleşme çok önemli. Tüm birimler arasında bu mevcuttur. Katılımcılar amatör olarak başladıkları çalışma düzeninde nöbet sistemi işlemektedir. Afet Eğitim Merkezi’nde 24 saat bekliyorlar. Türkiye’nin her tarafıyla konuşabilecek hem telefon ağımız var hem haberleşme ağımız var. Uzman kadro ile çalışılıyor ve katılımcılar yetiştiriliyor ve çalışmalara katılarak nitelikli birer gönüllüler grubunu oluşturuyorlar. Eğitim seminerleri programlı bir şekilde veriliyor”
Şu ana kadar uygulanan eğitim programlarına katılanların sayısı yaklaşık 4 bin kişiyi buluyor.
Çocuklara kol kanat gerdiler
Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube, yenilenen haliyle Arnavutköy’de hizmete devam ediyor. Emniyette çocukların yerleşik bir düzen içinde bulunması hedefleyen düşünce, hayata geçiriliyor. Geniş ortamında farklı çizgi oluşturan şube, çocukları da rahatlatıyor.
Arnavutköy semt karakolunun arka kısmında yer alan şube, yeni çehresiyle çalışmalarını sürdürüyor. Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürü Hasan Türk, yeni yerlerinde çocukların rahat bir ortamda olmasının önemine değiniyor. Çalışmaları Müdür Serdar Akgün ve ekibinin çalışmaları yürüttüğü Çocuk Şubede, ranzalı yatak, genç işi mobilyalar, bebekler, oyuncaklar, çocuklar ve gençler için kitaplar bulunuyor. Çocuk şubeye getirilen çocuklar, rengarenk nevresimli ranza şeklindeki yataklarda kendilerine ayrılmış odalarında sabahlıyorlar.
Şubeye en çok evden kaçan, aileleriyle sorun yaşayan çocukların yolları düşüyor. Suçlu çocuklar için adli makamlara sevk konusunda, yaş durumları belirleyici. Çocuk Şubeye gelen her çocuk adli makamlara sevk edilmiyor. 12 yaşından küçük olan çocuklar ailelerine teslim ediliyor. 17 ve üstü yaşlardaki çocuklarsa savcılığa sevk ediliyor. Emniyette ifadesi alınan çocuğun şubeye sevk edilmesinden sonra yapılacak pek fazla bir şey kalmıyor. Çocuk şubede görevli olanlar, tiner kullanan çocuklardan sokak çocuklarına suç işleyen çocuklara kadar bir çok konu ile karşılaşılıyor. Meydana gelen her olayın istatistiksel raporu tutuluyor ve Devlet İstatistik Enstitüsü’ne bildiriliyor.
Çocuk Şube Müdürlüğü’nce evden kaçan çocuk ve çocuklar için şunları söylüyor:
“Evden kaçan çocuklar şubeye geldiklerinde, ailelerine ulaşmak için uğraşıyoruz. Bununla birlikte çocuğun evden kaçmasına neden olan sıkıntıları, sorunları paylaşmaya çalışıyoruz. Çocuk uzak kaldığı evinde sivil polislerin bulunduğu çocuk şube bürosunda da bir nebze rahatlamış oluyor. Çocuk Şubelerin görünümü, çocukların ürkmesini izin vermeyecek şekildedir. Çocuğun tedirginliği kapılmadan bulunduğu ortamda rahatlığını öncelikli tutan bir anlayış hakim.”
Suç işleyen çocukların çoğunun ailelerinin zoruyla suça yöneldiklerini söyleyen Çocuk Şube Müdürlüğü, ekonomik çıkmazı gözler önüne seriyor. Bununla birlikte, suça yönelen çocuk, eğitimsizlikten ve yeterli bilinç yerleşemediğinden ötürü suç işleyebiliyor.
Arnavutköy Karakolu
Çocuk Şube: 263 60 07
Okullardan çevre atağı
Beşiktaş Kaymakamlığı’nda, İstanbul Valiliği’nin “Okullarda Çevre Eğitimi ve Uygulama Projesi”nin ilçede daha etkin yürütülebilmesi için İlçe Çalışma Komitesi üyeleri toplandı. Toplantıya İlçe Mili Eğitim Müdürü Mustafa Göller, Sağlık Grup Başkanı Ufuk Demiralp, Tema Vakfı Eğitim Bölümü Başkanı Celal Ergün ve Greenpeace Akdeniz Bölgesi Temsilcisi Erol Scott katıldı.
Toplantıda okullarda çevre bilincini geliştirmek için öneriler dile getirildi. Ufuk Demiralp, projenin bir yıldır sürdüğünü belirterek, Beşiktaş’ta daha etkin hale getirilmesi gerektiğini açıkladı. Yapılan toplantıda eğitim için seminerler düzenlenmesi, öğrencilerin katılacağı çevre şenliği, çevre yürüyüşü, çevre temizliği gibi etkinlikler yapılması kararı alındı. Alınan ortak karar doğrultusunda Mustafa Göller, okullarda nasıl bir yöntemin uygulanacağını şu şekilde belirtti: “Öncelikle her okulda gönüllü bir ya da iki öğretmen seçilecek. Onlar çevre örgütlerinden çevre eğitimi aldıktan sonra diğer öğretmenleri bilgilendirecek. Sonunda çevre konusunda bilgilenen öğretmenler, öğrencilerini bilinçlendirecekler.”
Çevre eğitimi, öğretmenlere Greenpeace ve Tema Vakfı’nın eğitimcileri tarafından verilecek. Çevre eğitimini alan öğrenciler, çevre denetimleri yapabilecekler. Gönüllü öğrenciler bu denetimlerini küçük gruplar halinde bir öğretmen ya da çevre gönüllüsü eşliğinde okullarının bulunduğu semtte gerçekleştirebilecekler. Gördükleri olumsuzlukların giderilmesi için ilgili kişileri uygun bir şekilde ikaz edip tespit ve ikaz formu düzenleyebilecekleri gibi duruma göre rapor düzenleyerek ilgili kuruma, belediye veya kaymakamlığa suç duyurusunda da bulunabilecekler.
ALTINCI SAYFA
Bölge milletvekilleri
ilk kez Gazete BEŞİKTAŞ’a konuştu
Seçimin ardından İstanbul İkinci Bölge Milletvekilleri ile ‘İktidar ve Muhalefet Kesiminin Bakış Açısı’ çerçevesinde bir çok konuyu ele aldık. Üçüncü köprü sorunundan sosyal güvence ile ilgili merak edilenlere üretim sahasının genişletilmesinden işsizlik sorununa kadar bir çok konuda milletvekilleri Gazete BEŞİKTAŞ’a ilk demeçlerini verdi.
AKP
MEHMET ALİ ŞAHİN
Beşiktaş, seçim bölgemdedir, tabi ki tanıyorum. AK Parti tek başına iktidara geldi ve hedefleri vardır. Öncelikli sorunlar, vatandaşın deyimiyle “aş ve iş”tir. Esnaf ziyareti yaptığımız vatandaşların beklentileri; Türkiye’nin iyi yönetilmesi, ekonomik sıkıntıların üstesinden gelinmesi, bu sorunların aşılmasıydı. AK Parti bunu vatandaşın isteklerini en iyi şekilde karşılayacaktır.
Üçüncü köprüye sıcak bakmadığımızı daha önce ifade etmiştik. Bu tür bir ulaşım sorununun çözümü, tüp geçit tarzında olabilir. Olası bir üçüncü köprü çok gerekiyorsa yerleşim yeri olmayan bir yerden geçişin sağlanmasından yanayım.
HÜSEYİN KANSU
1950 Fatih doğumluyum. İki dönemdir 2. Bölgeden İstanbul Milletvekiliyim. 1995’te Refah, 1999’da Faziletten seçildim. Şimdi kurucusu olduğum AK Partiden yine 2. Bölge milletvekiliyim. İstanbul’a Üçüncü Köprü Projesi hakkındaki düşüncem; üçüncü köprü yerine tüp geçidin gerçekleşmesinden yanayız. Üçüncü Köprü ile, Karadeniz’e yakın olan ormanların önemli bir bölümü gidecektir. Ben çevreciyim. Tüp Geçit için gerekli mali kaynaklar var. Süreç içerisinde proje gerçekleşebilecektir.
MUSTAFA BAŞ
Vergi adetleri ve oranları konusunda çalışmalarımız olacak. Oranlar ve adetler düşürülecektir. Kamu arazilerini belediye, hazine, vakıflar, milli emlak el birliğiyle değerlendirerek satışa sunmalıdır. Oysa plansız satılmaktadır, rant olmaktadır. Halbuki hazine, belediye belli oranlarda paylaşabilirler, buna göre imar planlarını düzenleyerek gelir sağlayabilirler.
Kentin çeşitli sorunlarına çözüm olacak projelerimiz var. Merkezin oluşturduğu projeler arasında köprü çalışması yer alıyor, metro çalışmaları yer alıyor. Köprü çalışması veya tüp geçit ulaşımı rahatlatacak projeler arasındadır. Bayındırlık Bakanlığı tarafından İstanbul milletvekillerine teknik bilgi, brifing verilmesi sonucunda yeni bir geçişin nasıl olacağına karar verilecektir. İstanbul’da ulaşımın rahatlaması için yeni bir geçişe ihtiyaç vardır.
Ayrıca şehir hatlarının reform edilmesi lazım. Şehir hatları belediyelere devredilebilir. Deniz yollarının iyileştirilmesi yapılacak.
HAYATİ YAZICI
Kentleşme sorunu bütün ülkenin problemidir. Çarpıklaşmanın önüne geçilmesinde en önemli unsur, yerel yönetimleri güçlendirmeden geçiyor. Bu bir kültür ve eğitim meselesidir. Üç büyük kente göç edilmesinde ekonomik nedenler yatıyor. Daha iyi yaşama isteği yatıyor. Bu sorunun çözülmesinde hem kaynak hem özerkleşme açısından yerel yönetimlerinin güçlendirilmesi büyük bir önem taşımaktadır.
EKREM ERDEM
1969 yılından beri İstanbul’dayım. İstanbul’da en önemli sorun açlık ve işsizlik. Yerel yönetimleri devreye sokarak mevcut durumdan, Fak-Fuk Fonu’ndan da faydalanarak yoksul olan kesim için çok geçmeden kısa vadeli tedbirler getireceğiz. İstihdam alanlarının genişletilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Üretim kapasitesi artırılmalı, bütün sektörler için bu geçerli. Özellikle inşaat sektörü tüm sektörleri tetikliyor. Vergi alanında atılım olacak. Gereksiz vergiler var. Vergi oranlarını ve adetlerini düşüreceğiz. Bunun yanı sıra sosyal güvence takibi açısından bir diğer önemli konu, isteğe bağlı sigortalının sağlıktan yararlanması üzerine olacaktır. Şehrin mülkiyet sorunlarına da çözüm bulunacaktır.
DR. ZEYNEP K. USLU
İlginiz için sizi tebrik ediyorum. Böyle bir fırsatı milletvekillerine sunmanız çok yerinde. Ancak şu anda konuşmayı uygun bulmuyorum. Hükümet kurulsun. Tabir-i caizse taşlar yerine otursun. Sonra konuşmak daha mantıklı.
NİMET ÇUBUKÇU
12 yıl Beşiktaş Ihlamur’da oturdum. Eşim Beşiktaşlıdır. Ben insan hakları ihlalinin takipçisiyim. Tek başına kadın haklarına yönelik çalışmalar yapmış biri değilim. Ancak kadın hakları insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır, bir bütündür. AKP, AB hedeflerini gerçekleştirme noktasında samimiyeti olan bir partidir. Ülkenin en önemli problemi işsizlik ve yoksulluk. Biz iktidar partisi olarak makro ve mikro ekonomi politikaları ürettik. İlk 1 yıl içindeki hedefimiz işsizlik sorununa çözüm bulmaktır. Yüzde 30’a düşürmeyi amaçlıyoruz.
CHP
MEHMET SEVİGEN
Şu anda çok yoğun bir dönem içerisindeyim. Diğer milletvekili arkadaşlarıma konuşma fırsatı vermek istiyorum.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
Beşiktaş semti tipik bir İstanbul semti. Diğer semtlere oranla okuma- yazma oranı yüksek, sanat ve kültüre değer veren bir yerleşim. 12 yıldır İstanbul’da yaşadığım için Beşiktaş’ı tanıyorum. CHP’nin seçim bildirgesinde belirttiğimiz gibi işsizlik ve yoksulluğa öncelik veriyoruz. Öncelikle mecliste bunu dile getireceğiz. Bütün sorun işsizlikte uygulanan yöntem. AKP’nin bu konudaki tavrını bilemiyoruz. Onların projelerine göre hareket edeceğiz. Yoksulluk konusunda ise “Aile yardımları sigortası”nı uygulamak amacındayız. Bu sigorta kapsamınca gelir düzeyi düşük ya da yoksul ailelerin çocuklarının eğitimi sigorta kapsamına alınacak. Çünkü AB ülkelerinde uygulanıyor. Ayrıca şunu da söylemek isterim ki; 2. Bölge milletvekilleri olarak bölge sorunlarına daima duyarlı kalacağız.
MEMDUH HACIOĞLU
Ben Gümüşsuyu’nda yaşıyorum. Beşiktaş’a yakın bir bölgedeyim. Biz muhalefet partisi olarak sadece hükümet icraatlarının doğru olanlarını destekleyebilir yanlış olanlarını eleştirilebiliriz. Meclisteki iki siyasi parti olarak AB’ye önem veriyoruz. Ülkenin AB’ye giriş tarihi alabilmesi için çaba göstereceğiz. AB’ye girersek ülke ekonomisinin önü açılacak. Sosyal ve siyasal değişimin başlangıcı olacak. Kentleşme sorunu çözülecek. Bu nedenle öncelikli olarak AB’ye giriş politikası üzerinde yoğunlaşacağız.
ERSİN ARIOĞLU
Biz gölge kabine olarak çalışmalarımızı yürüteceğiz. Öncelikle, kentin güzelleştirilmesi ve uygar seviyesine getirilmesi konusunda çalışmalar olacak. Kent kültür yaratır, kültürel konulara önem vereceğiz. Ayrıca ulaşım ve çevre kirlenmesi konusunda çalışmalarımız olacak.
İstanbul’a üçüncü köprü projesi ise, master planında ele alınması lazım. Maliyeti düşük olsun diye 1.veya 2. Köprü çevre yollarına bağlayacaklar. Çevre yolu aynı olduğu müddetçe daha çok tıkanır. Boğazın uçlarına doğru kentin dokusuna zarar vermeyen çevre yoluyla desteklenen Trakya’ya Avrupa’ya gidecek bir köprü olabilir. Arnavutköy’ün tarihi dokusuna zarar verilmemeli.
Ayrıca İstanbul için diğer önemli sorun çarpık kentleşme. Yerel yönetimlerin özerkleşmesiyle bu sorun çözümlenebilir. Şehirler, stratejik planlarla olmalı nazım planlarıyla değil.
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
Beşiktaş’ı tanıdığımı sanıyorum, o bölgede 15 yıldır politika yapıyorum. Politikada politikacıların durumunu statüleri belirler. Bir muhalefet partisi olarak rolümüzü yerine getireceğiz. İlk günlerdeki durumu bizim belirlememizin, yönlendirmemiz konusu dışında yoğun anayasal tartışmaların gündeme geleceğini düşünüyorum. Anayasayı kişisel esnetme durumlarına yönelik çalışmalarımızı yürüteceğiz.
İstanbul gerek özel gerekse genel yönetim modelleriyle klasik yöntemlerle, kurallar içinde yönetilemeyecek bir şehirdir. İstanbul mevcut kurallarla, yönetim anlayışıyla yönetilemeyecek büyüklüğe erişti. Aş, iş, turizm bütün sorunlar buna bağlı.
ONUR ÖYMEN
Kuşkusuz dış politikada ve Avrupa Birliği hususunda atılacak adımlara destek olacağız. Kıbrıs gibi konularda atılacak adımlarda destek olacağız. Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmeyen zarara verecek adımlar atılırsa tepkimizi vereceğiz. İstanbul için 10 büyük proje var, hayata geçirmeye çalışacağız.
Gül: ‘Başbakan benim, yetkimi kullanırım’
Başbakan Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’a Başbakanlık yolunun açılması durumunda istifa edip etmeyeceğini “Şu anda Türkiye’nin başbakanı olarak yetki bende. Demokrasinin eksikliklerini düzeltip yolumuza devam edeceğiz. Aksi takdirde istifa edecek değilim.” sözleriyle açıkladı. Gül, öncelikli hedeflerinin ekonomide reformist ve yenilikçi politikalar olduğunu belirtti. Kıbrıs konusunda BM’nin çözüm raporunu müzakere edeceklerini belirten Başbakan Gül, raporu inceleyeceklerini belirterek, “Olumlu yaklaşımımız var. Ama çözüm tatmin edici olmalı” dedi. Öte yandan AK Parti, kurulan hükümetin hedeflerini belirledi. AKP’nin hazırladığı takvim şöyle:
Reel Sektör: Eximbank’ın imkanları artırılacak. KOBİ’lerin ISO 9000 ve CE kalite güvence belgeleri almaları ve buna uygun üretim yapmaları teşvik edilecek. KOBİ’lerin savunma sanayi başta olmak üzere büyük ihalelerden pay almaları sağlanacak. Sanayi ve ticaretin önündeki bürokratik engeller kaldırılarak, yatırım ortamı iyileştirilecek. İş kurma ile ilgili tüm bürokratik işlemlerin tamamlanması yetkisi belediyelere devredilecek.
Sağlık – Sosyal Güvenlik: Emekli Sandığı, SSK; Bağ Kur kaldırılarak Emekli Fon İdaresi kurulacak. Sağlık Finansman Kurumu oluşturulacak. Devlet hastaneleri özerkleştirilecek. Devlet İhale Yasası yeniden ele alınarak, aksaklıkları giderilecek.
Memurlar: Devlet memurları için esnek çalışma modeline geçilecek. Kamu personeli dil sınavı benzeri kamu personeli bilgisayar seviyesi tespit sınavı yapılarak, bilgi teknolojilerini kullanan memurlara ek ödeme yapılacak.
Sosyal Politika: Yoksul vatandaşlar gelir getiren iş kurabilmeleri için mikro kredi alabilecek. Şehirden köye dönenlere, yaşamlarını köyde devam ettirmeleri için özel kredi kolaylığı sağlanacak.
Diğer ekonomik hedefler: Enflasyon 3 yıl içinde tek haneye (yüzde 7) indirilecek. Kişi başına milli gelir 5 bin 500 dolara yükseltilecek. 3. yılın sonunda büyüme performansı yüzde 7, işsizlik oranı yüzde 3 olacak.
Başbakan’ın Beşiktaş kadrosu
Beşiktaş taraftarı ve kongre üyesi Başbakan Abdullah Gül, oğlu Mehmet Emre’nin de kendisi gibi siyah-beyazlı takımı tuttuğunu söyledi. Başbakan Abdullah Gül, oğlu Mehmet Emre ile birlikte oluşturduğu ideal Beşiktaş kadrosunun 4-4-2 olduğunu ve şu isimlerden oluştuğunu söyledi: Cordoba-Ali Eren-Ronaldo-Zago-Yasin-Sergen-Tümer-Kaan Dobra-Tayfur-Ahmet Dursun-İlhan Mansız
İstanbul 2. Bölge Milletvekilleri
AKP (13)
Mehmet Ali Şahin, Murat Başesgioğlu, Hüseyin Kansu, Mustafa Baş, Hayati Yazıcı, Burhan Kuzu, Ekrem Erdem, İbrahim Reyhan Özal, Egemen Bağış, Zeynep Karahan Uslu, Alaattin Büyükkaya, Recep Koral, Nimet Çubukçu.
CHP (8)
Mehmet Sevigen, Bülent Hasan Tanla, Kemal Kılıçdaroğlu, Memduh Hacıoğlu, Ersin Arıoğlu, Bihlun Tanaylıgil, Hasan Fehmi Güneş, Onur Öymen.
YEDİNCİ SAYFA
Yeni yılda yeni ceketler
Modası hiç geçmeyen ceketler, bu kış farklı tarzlarıyla karşımıza çıkıyor. Ceketler, 2003‘te klasik kimliğinden çıkarak en salaş ve uçuk kıyafetlerle giyilebilecek çizgilere sahip…
Mango, bu kış erkeksi ama dişi bir görünüme bürünmek isteyenlere farklı modellerde ceketler sunuyor. İster sezonun modası asimetrik kesimlerle isterseniz pantolonla kullanabileceğiniz ceketlerde ağırlıklı olarak kadife kumaş kullanılmış. Fiyatlar: 96 milyon-133 milyon 900 bin lira.
Diesel’in Avrupa’nın 4 önemli şehrinden esinlenerek hazırladığı kolleksiyonundaki ceketlerde koleksiyonun tamamında olduğu gibi eski amblemlerle birleştirilmiş bir stil ve işlemeler göze çarpıyor. Ayrıca klasik erkeksi ceketler kullanılan kumaşlar ve detaylar sayesinde feminen bir görünüme kavuşturulmuş. Fiyatlar: 150-590 milyon lira
Top Shop’un 2003 Kış Kolleksiyonu’nda bu sezonun en trendy giysilerinden biri olan blazer’lara da yer verilmiş. Ağırlıklı olarak kadife ve eskitilmiş jean kumaşının tercih edildiği ceketlerde 80’lerin unisex tarzına gönderme yapılıyor. Fiyatlar: Jean ceketler 60 milyon liradan, kadife ceketler ise 120 milyon liradan başlıyor.
Mudo Collection’un “City Teması”nda öne çokan çizgili kumaşlar, Harris tweed ve fitilli kadife kumaşlar ceketlerde sıkça kullanılmış. Bunun dışında ceketlerin 2 ya da tek düğmeli oluşu dikkat çekiyor. Fiyatlar: Pantolon- ceket 225-295 milyon lira, ceket 139-169 milyon lira.
Derimod’un bu yılın modası olan bele oturan ve western çizgiler taşıyan ceketleri kış kolleksiyonunda da kullanılmış. Bu kış modasına hakim olan renkli deri, napa, süet ve güderi değişik renklerde ve özellikle toprak ve kahve tonlarında oldukça sık kullanılmış. Fiyatlar: 350- 400 milyon lira.
Koton’da ceket boyları değişkenlik gösteriyor. Ceketlerde düz kadife, fitilli kadife, gabardinin yanı sıra klasik modellerde ağırlıklı olarak wool touch, goblen ve mekanik türü kumaşlar kullanılmış. Fiyatlar: 59 990 bin-99 milyon 990 bin lira.
Ysatis’te fitilli kadife ceketlerin dışında çizgili kumaşlarla hazırlanan ceketler de dikkat çekiyor. Ysatis’in kış koleksiyonundaki ceketleri başka kıyafetlerinizle kombine ederek rahatlıkla kullanabilirsiniz. Fiyatlar: 149- 215 milyon lira.
Park Bravo’da bu kışın yeni trendlerinden biri olan “Avrupa dağ köylüsü” imajını destekleyen tek ceketlere yer verilmiş. Her tür pantolon veya etekle rahatlıkla kullanılabilen modellerde genelde yünlü ve sıcak tuşeli ekose ve düz dokulu kumaşlar tercih edilmiş. Fiyatlar: 139 milyon 900 bin-249 milyon 900 bin lira.
Roman’ın ceketleri genelde klasik çizgi ağırlıklı. Bunun dışında kadife ve deri kumaşlarda tasarlanan ceketler ise spor çizgiyi tercih edenlere hitap ediyor. Renklerde ise, siyah, kahve ve lacivert tonları hakim.
‘Abdülhamit’i dedem korudu’
Ortaköy’ün soyu saraya dayanan eskilerinden Erdoğan Noyan, II. Abdülhamid’in muhafızı olan dedesinin anılarını, çocukluğunun Ortaköy’ünü ve bayramlarını bizimle paylaştı. Arnavut kökenli olan Noyan, eskiden Ortaköy’de içme sularının çeşmeden akıtıldığı, Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerle dostluk içinde yaşadıkları yılları özlemle anlattı. Şarkıcılığıyla tanıdığımız Engin Noyan’ın da babası olan Erdoğan Noyan, dedesiyle ilgili anılarını “Prizren-Dersaadet” adlı bir kitapta topladı.
Kitap yazmaktaki amacınız neydi ve dedenizle ilgili ne gibi anılar yer alıyor?
Ben aslında ruh ve sinir hastalıkları doktoruyum. Ancak dedemin saray muhafızlığı nedeniyle o dönem tarihini merak ettim. Elbette ki dedemin anılarını bir kitapta toplamak istedim. Dedem, Sultan II. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı muhafızlığına getirilen Prizren taburunda mülâzım Abbas Sırrı Nurko’dur. Nurko ismi Arnavutluk’ta çok yaygın olan Nureddin isminin kısaltılmış olarak kullanılma şeklidir. Prizren taburu, padişah II. Abdülhamid’in güvenliğini sağlamak için saraya getirilen bir birlikmiş. Yıldız Sarayı muhafızlığına seçilen Prizren Taburu, 1885 sıralarında bugün İstanbul Merkez Komutanlığının bulunduğu tarihî Orhaniye Kışlasında görevine başlamış. Prizren Taburu subayları günümüzde porselen fabrikasının, Malta ve Çadır Köşkleri’nin giriş kapısının karşısında bulunan ve “Gülistan Yamaçları” ismiyle anılan, Ortaköy deresine kadar uzanan alanda kendilerine evler satın almışlardır. Bugün Ortaköy’de Palanga caddesi civarında Fıstıklı Köşk ve Sarıbal sokaklarında İstanbul’un güzel köşkleri bulunuyordu. Büyükbabam binbaşı Abbas Sırrı’nın aldığı ev Fıstıklı Köşk sokağı merdivenlerinin başında idi. Sonradan maalesef ev yandı. Biz de yıllar sonra evi tekrar yaptırdık ve çocuklarımla oturuyoruz.
Osmanlı’da Arnavutlar nasıl yaşardı? Türk kültürüne ne gibi etkileri oldu?
Arnavutlar, Osmanlı devletinin üst düzeylerinde olduğu kadar, diğer hizmetlerde de çalışmışlardır. Otuz kadar Arnavut kökenli sadrazam bilinir. Şurayı- Devlet üyesi, milletvekili, umumi vali, kadı olanlar çoktur. Bu taburun subayları, erbaşları ve erleri kendilerinden önce de gelmiş bulunan Arnavut gruplarıyla Ortaköy-Arnavutköy çevresinde ilginç izler bırakarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bir çeşit düzgün yol yapımı olan ve yanlış olarak “Arnavut Kaldırımı” olarak anılan yollar, “Arnavut Biberi”, “Arnavut Çileği”, “Arnavut Ciğeri” gibi deyimlerin belirttiği gibi İstanbul Türkçe’sinde de izler bırakmışlardır.
Her ne kadar daha çok bahçe tarımıyla ilgilenmiş gibi görünürlerse de, üst kültür taşıyan birçok Kosova kökenli insan yine aynı tarihlerde İstanbul’da yaşamışlardır. Bunların başında Fraşeri ailesinin üyeleri bir yandan politikada, bir yandan da dilbiliminde büyük çalışmalar yapmışlardır. Gerçek bir dil bilgini olan Şemseddin Sami Fraşeri, Latin kökenli harflere dayalı Arnavut alfabesini Istanbul’da hazırlamış ve günümüzdeki Arnavut yazı devriminin temellerini atmıştır. Oğlu Ali Sami bey Türk sporuna, özellikle futbola yaptığı katkılarla tanınmıştır. Galatasaray kulübü onun ismini Mecidiyeköy’deki büyük stadyuma vermiştir. Sultan II. Abdülhamid’in son sadrazamı Ferit Paşa ailesi ise Vlora soyadıyla Istanbul’un çeşitli yerlerinde yaşamışlardır.
Ortaköy’e ait anılarınız nelerdir?
Istanbul’un ilk tramvayının son durağı Ortaköy’dü. Ayrıca üç büyük dinin cemaatleri mabedleriyle birarada yaşıyorlardı. Büyük bir yakınlıkla yaşayan bu topluluk, insanî ilişkilerin en güzel örneklerini sergiliyorlardı. Bu nedenle Ortaköy’e evimizde “Ortak-Köy” denilirdi.
O dönemlerde Yahudiler, Hristiyanlar, Rumlarla, Müslümanlar iç içe yaşardık. Şeker bayramı geldiğinde ellerimize alırdık torbaları, onların kapılarına gider şeker toplardık. Onlar bizim, biz onların bayramlarını kutlardık.
Hamidiye Suları’nın Ortaköy içinde yaygın bir dağılımı vardı. Hamidiye suları sokak çeşmelerinden akıtılırdı. Keşke şimdi de öyle bir şey yapılsa… En azından tarihi bir çeşmeden su verilerek, eski zamanlara ithaf edilebilirdi.
Bugün sadece Yıldız Parkı içindeki Çadır Köşkü yanında ve Ortaköy meydanında bulunan demirden yapılmış çok güzel bir şekli olan Hamidiye çeşmeleri, bölgenin su ihtiyacını bolca karşılıyordu. Fransız yapımı olduğu söylenen bu demir çeşmelerden başka, halen Barbaros Bulvarı üzerindeki Ertuğrul Sitesinde bulunan dört musluklu bir mermer çeşme, Osmanlı çeşme yapım kültürünün mükemmel bir örneğini günümüze taşımaktadır. Aynı çeşmenin bir örneği de, bütün o güzel mermer işlemeciliğiyle günümüzde Merkez Komutanlığı sınırları içinde ve Palanga Caddesine çok yakın bir yerde bulunmaktadır.
SEKİZİNCİ SAYFA
‘Yönetici yalnız adamdır’
Krizde döneminde daha yoğun bir iş temposu içine girdik. Böyle durumlarda, bazen inanın kendime ayıracak 5 dakika bile olmuyor. Çünkü bizim sektörde sistem 24 saat çalışıyor.
4Gıptayla bakıyorum diğer iş kollarına… Saat 18.00’da kalemi bıraktıktan sonra “yarın devam edeceğim” diye, bir gün bile yaşamadım hayatımda ben… Hatta onu bırakın telefonlar dahi susmuyor. Geçenlerde ilk kez cep telefonumu değiştirdim. Antakya’dan işten ayrılan birisinin annesi dahi beni aradı, hemde cep telefonumdan… Nasıl buluyorlar bilmiyorum. Onun için işe sadece , strateji, pazarlama, üretim veya benzeri şekillerde bakmayın.
4İşyaşamının bir de manevi yönü var, çalışanın sorumluluğu var. Üç bin kişi Gima’da, yaklaşık bin kişi Endy’de çalışıyor. Romanya’da yaklaşık sekiz yüz kişi çalışıyor. Bu yük sizlerin omuzlarınızda.
4Müşterinin ve de çalışanın sorunları ile tek tek ilgilenmek zorundasınız. İşini sevmeyen bunu kaldıramaz. Allahtan tepe yönetimimizin destek ve katkısı var da, bu bana bana güç veriyor.
4Ben, sorunları paylaşan bir insanda değilim. Eve bile yansıtmam. Olayların anlatıldığında dahada büyüyeceğine inanıyorum ve bu nedenle de bugünün işini yarına bırakmamaya çalışıyorum. Onun için, iş konusunu mümkünse, hiç açmıyorum. İşteki stresi arttırmanın bir anlamı yok. O zaman yatak odanız iş yeriniz oluyor. Ancak ne kadar belli etmeseniz de akşam yattığınızda sorunlarla baş başa kalıyorsunuz. Bu tabi ki sizi yıpratıyor.
4Her ne kadar bu iş takım oyunu da olsa, yönetici yalnız adamdır. Başarı paylaşılır, başarısızlıkta fatura yöneticiye kesilir.
Bu sözler Gima Genel Müdürü Dengiz Pınar’a ait. Sektörde krize rağmen önemli bir başarı elde ettiklerini söyleyen Gima Genel Müdürü Dengiz Pınar, yukarıda özet olarak verdiği sözleri ayrıca tek tek örnek vererek açtı. “Kriz bize şirket stratejilerini tekrar gözden geçirme fırsatı verdi” diyen Pınar ani ve doğru kararlar ile kriz dönemlerinde de şirketlerin kar edebileceğini gösterdiklerini söyledi. Dengiz Pınar, “yöneticilerde kendileri sınadılar” şeklinde konuşurken “yatırımların kesilmediğine tam tersine talepler doğrultusunda yönlendirilerek, başarıya ulaşıldığını kaydetti. Dengiz deneyimlerini başta gençler olmak üzere yönetici ve iş adamlarıyla şöyle paylaştı.
Eve stresli gitmeyin
İşteki stresi eve götürmemeye çalışırım. Ancak ne kadar da eve belli etmeseniz akşam yattığınızda baş başa kalıyorsunuz. Uyumadan önce. Bu tabi ki sizi yıpratıyor. Aslında kafada kalıyor. Bunu unutmaya çalışıyorsunuz sadece. Yüzde yüz stres gitmiyor eve ama yinede yüzde ellisi gidiyordur.
İşi yarın hallederim diye düşünemiyorum.Çünkü sistem 24 saat çalışıyor. Ben gıptayla bakıyorum diğer sektörlere… Saat altı da kalemi bıraktıktan sonra yarın devam edeceğim diye bir gün bile yaşamadım ben Gimada… Hatta onu bırakın telefonlar dahi susmuyor. Hayatımda ilk kez cep telefonumu değiştirdim, bir buçuk ay önce…Tepe yönetici yalnız işle değil, çalışanın sorunlarıylada ilgilenmek zoruda kalıyor. Örneğin Antakya’dan işten ayrılan birisinin annesi arıyabiliyor. Sizi cep telefonundan bile buluyorlar. Onun için işe, sadece strateji olarak bakmayın. Bir de manevi yönü var, çalışanın sorumluluğu var. Üç bin kişi Gimada yaklaşık bin kişi Endy’de çalışıyor. Romanyada yaklaşık sekiz yüz kişi çalışıyor. Onun verdiği bin bir sorunlar var.
İşi paylaşmam!..
İşi aile hayatımı sokmaya karşıyım. Paylaşırsam çoğalır diye düşünüyorum. O sıkıntıyla uyuyamam, kalktığımda zinde olamam ve işyerinde de verim sağlayamam. Onun için de evde hiç iş konusunu açmıyorum. Açmamaya çalışıyorum en azından… O zaman yatak odanız iş yeriniz oluyor. Asla da öyle bir şey düşünmüyorum.
Sıkıntılıysam kendimi başka yerlere atarım
Sıkıntılı ve stresli isem, başka bir genel müdür yardımcısının odasına giderim. Birimleri dolaşırım, konuyu dondururum, kafamı değiştiririm. Ben aşağıdaki restoranın mutfağını denetlerken çözümü düşünüyorum zaten, ama daha rahat düşünüyorum. Kafa orada ama aynı anda çay ocağına gidip çaycıyla sohbet edebiliyorum. Onlarda çok memnun oluyorlar. Onların memnuniyetiyle bende stresimi atıyorum. Geçen gün kıkıntılı idim, yönetim kurulu öncesi, kendimi bir anda buranın mutfağının soğuk dolabını kontrol ederken buldum. Evet yapıyorum bunları…
Üniversitelerde güzel gelişmeler var
Gençlerle ilgili çok güzel şeyler oluyor sonunda… Biri iki üniversitede perakendecilik sektörü ders konumuna geliyor. Benden bir iki kez toplantı istediler ben de gittim. Elimden gelen çabayı ben de orada gösterdim. Sabancı Üniversitesi başta olmak üzere, hepsini kutluyorum. Anladığım kadarıyla fakülte şekline sokmaya çalışıyorlar. Eğitim departmanları ve insan kaynakları olarak hangi üniversiteye hangi şekilde destek vermek gerekirse biz hazırız. Yardımcı olmaya çalışırız. Bu sektörde üç mağazaya baktığınız zaman, Migros, Gima ve Tansaş’ ta her halde oniki bin kişi çalışıyor. Oniki bin kişinin 4 kişilik ailesini düşünün. Onların bir de bizde işte bu firmalarda çalışan bir oniki bin kişi daha vardır. Fırıncısı, uncusu… Mağazalara mal getirenlerin çalışanları bir altı bin kişi de onlar var. 4 le çarptığınız zaman 120 – 130 binlere geliyor bu rakam… Ekipmanlarada girersen, 150 bine kadar gelirsin. Bunun bir ihtiyaç olduğuna ben eminim, hatta kendim işletme mezunu değil, perakendecilik mezunu olmak isterdim. Ben Perakendeciliği çekirdekten, mutfaktan yetişerek öğrendim. Bu da güzel. Gima bir üniversitedir. Ama Gima’ya girmeden önce parakendecilik sektörünü öğreten bir üniversitede de ayrıca ders almak isterdim. Alaylı olmak ta çok önemli, onu söylemek istiyorum. Eğitim ve tecrübe birleştiğinde başarı kaçınılmaz olur. Benim genel müdür yardımcılarımın yüzde yüzü alaylıdır. Ve hepsi son derece iyi eğitimlidir. Gençleri çok takdir ediyorum. Yetişmelerine katkı sağlamak için gayret ediyorum. Çünkü, çalışma hayatına girmeleri masterden çok daha önemli ve çok daha iyi diye düşünüyorum.
Yüz yıllık tat
Baklava Güllüoğlu’nda, profiterol İnci’de, badem ezmesi de “Meşhur Bebek Badem Ezmecisi”nde yenir… Neredeyse yüz yıldır el emeğiyle hazırlanan badem ezmelerinin müdavimleri çoktur. Ününü duyup merakla gelenler de badem ezmesinin büyüsüne kapılır. Ünü o kadar yayılmıştır ki devlet adamları bile yurtdışı ziyaretlerinde buraya uğramadan edemez. Bebek Badem Ezmecisi’nin varisi Sevim İşgüder, 42 yıldır geleneksel badem ezmeciliğini sürdürüyor. İşgüder, yaptığı işi her ne kadar önceleri istemese de şimdi kendi deyimiyle “sevgilisi, eşi, çocuğu” kadar bağlanmış işine. O kadar bağlanmış ki bu başarı kendisine ödüller bile getirmiş.
Dükkanda badem ezmesinden sonra gelen en önemli ürün ise fıstık ezmesi. Akide şekeri, lokum, özel kavrulmuş kuruyemiş; fıstıklı, bademli, portakallı drajeler o kadar çekici ki lezzetini tattırmak için sizi renkli ve tatlı dünyalarına davet ediyorlar.
İşgüder, lezzetiyle yüzyıla uzanan badem ezmesinin hikayesini bizimle paylaştı.
Bebek badem
ezmesinin hikayesi nasıl başladı?
Babam Mehmet Halil Bey, eğitim için İstanbul’a geldiğinde annem Anastasya’ya aşık olmuş. Annem Rum olduğu için aileler Türk- Rum aşkına karşı çıkmışlar. Ama sonradan kabullenince evlenmişler. Aile mesleğini İstanbul’a taşımış babam. Büyükbabamın ve annemin yardımıyla Bebek’te badem ezmesi, acı badem kurabiyesi, buzlama, akide şekeri yapıp satmaya başlamış. 1904’te başlayan bu hikaye bugüne kadar uzanıyor. Ben 1.5 yaşındayken babamı kaybettik. İşin başına annem Anastasya geçti. Çocukluğumuz badem ezmesiyle geçti. O zamanlar bademleri elle ayıklardık. Ablam, ben, annem ve mahallenin diğer çocukları. En çok badem ayıklayan hediye kazanırdı. Birbirimizle yarışırdık bu yüzden. Ayıkladığımız bademleri de sobanın üzerinde, mangalda kuruturduk. Madamın ezmesi diye tanınmaya başlamıştı ezmelerimiz. Annem babamın ölümünden sonra 20 yıl tek başına ilgilendi işlerle. Biz de çocuk halimizle yardım ederdik ona. Çocukluğumda eğlenceli gelirdi. Ama gençlik dönemimde eskisi kadar hoş görünmez oldu gözüme. Çünkü annem sabah altıda imalathaneye girer, gece yarısı çıkardı. Bir meslek tutturamazsam bile bu işi yapmam, gerekirse temizlikçilik yaparım diyordum. Ama annem hastalanınca işin başına birilerinin geçmesi gerekti. Ben de 1957 yılında işi devraldım ve 42 yıldır badem ezmesi benim her şeyim oldu.
Meşhur badem ezmesini nasıl yapıyorsunuz?
İlk işlem bademin ayıklanması. Eskiden olduğu gibi hala elde yapıyoruz bunu. İkinci işlem kurutma. Bademler düşük ısıda 12 saat kurutulur. Sonra rendelenip içine bir miktar su katılmış şekerle birlikte havanda dövülür. Sırada hamurun yoğrulması var. Bu işlem mermer üzerinde yapılır. Gerekli kıvama ulaşıncaya kadar elde yoğrulan hamur fitillenip, kesilir.
Meşhur Badem ezmesinin sırrı ne?
En önemli özelliklerimizden biri makine ve katkı maddesi kullanmamamız. Aslında asıl sır reçetede değil, gösterilen özende. Malzemeden, malzemenin gramajından ödün vermeyiz. Bademin ezmeye dönüş sürecinde çok titiz bir çalışma gerektirir. Bademin seçimi de çok önemli. Her bölgenin bademi ezme için uygun değil. Bademin tadı çok önemli. Ege bademi acıdır. Datça bademini viskiyle kavurun çok güzel olur ama ezmede aynı tadı elde edemezsiniz. Bu yüzden hammadde çok önemli. Zaten badem ağacı çocuk gibi bakım ister. Çok naziktir. Baharda ilk açan badem ağaçlarıdır. Soğuk vurduğunda tüm hasat mahvolur. Biz daha çok Güneydoğu, Doğu Anadolu’dan Malatya, Elazığ gibi illerden badem alırız. O yörelerin toprağının kalitesi iyidir.
Meşhur badem ezmesi geleneğini sizden sonra kim sürdürecek?
Beni de düşündüren bu. Keşke bir çocuğum olsaydı da bu mesleği devam ettirseydi. Ama maalesef kimseyi eğitemedik. Çünkü çok özen göstermek gerekiyor. Oya işler gibi bademleri işlemeniz gerekiyor. Bazen firmalardan teklifler geliyor. Güvenemediğim, yapabileceklerinden emin olamadığım için geri çeviriyorum. Geleneksel şekerciliğimiz kalmadı zaten. El emeğinin yerini makine aldı. Günümüzde sadece para kazanmak önemli hale geldi. Çok üzülüyorum ama ne yazık ki bizimle birlikte bu iş de yokolup gidecek.
DOKUZUNCU SAYFA
Cansız manken evinin kapılarını Gazete BEŞİKTAŞ’a açtı
Podyumların cansız mankeni diye ünlenen Vahe Kılıçaslan, aynı zamanda sıkı bir Beşiktaş taraftarı. Kılıçaslan, ayrıca Sabah ve Pas Gazeteleri’ndeki köşesinde Beşiktaş’ın performansını yorumluyor. Tavuk ticareti yaparken mankenlik dünyasına adım atan Kılıçaslan, “Cansız manken fikrini ben ortaya çıkardım. Bugüne gelirken kimsenin desteğini görmedim. Ailemin varlığıyla başardım.” diyor. MGD tarafından 5 yıl boyunca üst üste en iyi manken seçilen Vahe Kılıçaslan’ın başarıları mankenlikle de sınırlı değil. Kılıçaslan, “Gözlük” ve “Canlandım” adıyla iki de şiir kitabı yayımladı. Ünlü mankenle Beşiktaş Kulübü, meslek yaşamı ve ailesi üzerine söyleştik.
Beşiktaş’ın son günlerdeki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beşiktaş ligde ve Avrupa’da namağlup konumunu sürdürüyor. Bugüne kadar son yıllarda elde edilen en büyük başarı. Düşünün ligde 12 maçta hiç kaybetmedik. Avrupa’da da keza öyle. İspanya’nın dev ekibini eledik. Türkiye’de şu anda Avrupa’da tur atlayan iki takım var: Beşiktaş ile Denizlispor. Beşiktaş’ın bu başarıları bir taraftar olarak bende de memnuniyet yaratıyor. İlhan Mansız’ın ilk altı hafta sakatlığı, geçirdiği üç ameliyat, Beşiktaş takımındaki oyuncuların birbirlerine uyum sağlayamaması puan kayıplarına neden oldu. Fakat şu anda Beşiktaş takımı sakatların iyileşmesiyle beraber birbirleriyle uyum sağlayarak başarılarını devam ettirdiler. Kalecisiyle, santraforuyla, orta saha, geri dörtlüsüyle Beşiktaş iyi yolda.
Beşiktaş’ın kuruluşunun yüzüncü yılını kutlayacak olması sizin için ne ifade ediyor?
Tarihi bir yıl yaşıyoruz. Türkiye’nin kaptan kulübüyüz. 1 Ocak’ta 100. yılımızı dolduracağız. Bu çok önemli. Bu başarıların altında Lucescu yatıyor. İnsanlar ilk başta Beşiktaş’a çok faydalı olamayacağı gözüyle baktı iseler de Lucescu eski Beşiktaş futbolcusu Feyyaz ile beraber Kara Kartal’ı yükseklere uçurmaya devam ediyor. Benim yazılarımda özellikle eleştiriyorum. Çok önemli bir yıl yaşıyor olmamıza rağmen maalesef şu anda kutlama yapılamıyor. Galatasaray kuruluşunun 97. yılını kutlarken, 100. yılına üç yıl kala medyaya bunu çok iyi şekilde duyururken, Beşiktaş yüzüncü yılında bunları yapamıyor. Daha faaliyet içinde olması gerekirken maalesef yönetim yeteri kadar konuyla ilgilenmiyor. Belki ilgileniyor ama gerekli kaynak bulamıyor. Belki yönetimin de burada suçu yok. Demek ki Beşiktaş’a yeterli destek gelmiyor. Beşiktaş’a gönül vermiş olan insanların bence artık kesenin ağzını açmaları gerekiyor.
Futbolcuların oyunlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beşiktaş’ı bu sene oyuncu olarak görmüyorum. Bir ekip olarak görüyorum. İlhan Mansız Alaves maçında agresif davrandı, kırmızı kart görerek takımını yalnız bıraktı. Bana böyle futbolcu lazım değil. Bana profesyonel, ahlaklı, takımın forması için hareket eden oyuncu lazım. Her ne kadar İlhan’ın futbolunu beğeniyor olsam da bir o kadar da eleştiriyorum ve yadırgıyorum kendisini. Çünkü İspanyol oyuncu Oscar topla ona vurmuş olabilir, fakat artık maçın son dakikaları. Turu atlamış gözüyle bakıyoruz. Neden o oyuncunun üstüne yürüyorsun. Nouma da alet oldu. Çok tatsız olaylar oldu. İlhan kırmızı kart gördü ve iki maç yok. Üçüncü turda olmayacağı için üzgünüm. İyi de bir futbolcu. Beşiktaş’ın starı durumunda şu anda. Tabi ki profesyonel futbolcunun hareketlerine dikkat etmesi gerekiyor. Hele ki onun için çok önemli bir transfer yılı.
Pascal konusunda ise taraftar ikiye bölünmüş durumda. Bir kısım taraftar Pascal’ı istemiyor. Aslında iyi bir futbolcu. Kendisini ispatlamış, kabul ettirmiş bir futbolcu. Ama agresif hareketleri insanları yoruyor. Sempatik tavırları da birtakım taraftarları cezbediyor. Aslında bir bakıma şov adamı Pascal. Sonuç itibariyle futbol bir şov oyunudur. Seyirciyi harekete geçirecek birtakım ögeler vardır. Pascal’ı da bu ögelerden biri olarak değerlendiriyorum. Pascal şu anda futbol kişiliğinden uzak görünüyor. Formsuz günler yaşıyor. Eskiye oranla bir form düşüklüğü var. Eski oyununu bulursa o hareketlerden uzaklaşacak. Sonuç olarak tribünün istediği bir oyuncu.
“Cansız manken” olarak ün kazanmanızın üstünüze yapışıp kaldığını düşünüyor musunuz? Bu durum sizi rahatsız ediyor mu ya da her şey daha mı kolaylaşıyor?
Eskiden Türkiye’de vitrin mankeni deniyordu. Ben bunu değiştirdim. Artık vitrin mankenine bile cansız manken deniyor. Bu bence önemli. Bana kalırsa cansız manken hoş bir lakap. Cansız mankeni ben buldum ve bunun üstüne gittim. Ben bugünlere çok tırmalayarak geldi. Kimse bana destek olmadı. Sadece ailemin desteği vardı. Cansız manken nasıl ortaya çıktı? 1994 yılında mankenliğe başladım. 1995’de Best Model seçildim. Moda dünyasındaki bazı kötü niyetli insanlar bana yol vermek istemediler. Çünkü yaşamımda sansasyonellik yoktu, aile hayatıma düşkündüm. Sonra anladım ki moda dünyasının tekelleşmiş insanları düzgün yaşayan insanlara yol vermiyorlar. Ben de o yolu alamadığım için bir şey üretmem gerekiyordu. Bir farklılık yaratmalıydım. 1996 yılında Moskova’da bu cansız manken fikrini ürettim. Zaten ne yapabilirim diye çok düşünüyordum. Mankenliğe en yakın vitrin mankenliği vardı. Vitrin mankenliğine bir espri katmam gerekiyordu. Böylece cansız manken doğdu. Cansız manken olarak 5 saat 26 dk.’lık bir dünya rekoru kırdım.
Manken dünyasının çalkantısı içinde ailenizle farklı bir noktadasınız. Mesleğiniz evliliğinizi etkiledi mi?
Evlilik kutsal bir müessese. Hiçbir zaman olsun bitsin gözüyle bakmadım. Dengeli bir evlilik yaparsan o zaman hiçbir sorun kalmaz. Manken evliliği diye ayırt etmemek gerekir. Tabi ki bizim meslek görselliğe dayanan bir meslek. Ama ben irademe sahip bir insanım. Olaylara iş gözüyle bakıyorum. Mesleğimin evliliğimi etkilemesine izin vermem. Eşim çok akıllı ve anlayışlı bir insan. 13 senedir evliyiz. Biri 8.5, diğeri 5.5 yaşında iki kızımız var. Aileme çok değer veriyorum. Bugünlere gelmemde ailemin çok büyük desteği oldu.
Alışverişin yeni adresi
Yeni yılı gelişiyle birlikte hareketlenen alışveriş sezonu, kampanyalarla ve taksitli satışlarla renklendi. Beyaz eşyadan mobilyaya yatak odası serisinden elektronik eşyaya kadar bir çok çeşit için hesaplı kampanyalar sezonda yer alıyor. Her türlü eşya için hesaplı kampanyadan ve taksitli alışverişten yararlanmak için adresiniz ise, Beşiktaş’ta. İstanbul Alışveriş Merkezleri adını taşıyan mağazalar bünyesinde çalışmalarını yürüten mağazaların Beşiktaş Şubesi, markayı ve kaliteyi en uygun imkanlarla müşterilere sunuyor.
Mağaza Müdürü Ercan Atalay, yedi ayrı şubede hizmet veren İstanbul Alışveriş Merkezlerinde ilkeli çalışılarak müşteri memnuniyeti için tüm hassasiyetin gösterildiğini söylüyor. Atalay, şöyle devam ediyor: ‘Mağazamızda markayı ve kaliteyi bir aradadır. Bizim için müşterilerimizin memnuniyeti önemlidir. Sadece kampanya düzeyinde değil, hesaplı ve uygun önerilerle müşterilerimize çeşitli imkanlar sunuyoruz. Bununla birlikte hediyelerimiz de var. Zevke hitap ediyoruz ve kazandırıyoruz.’ Beşiktaş’ta Köyiçi Caddesi’nde yer alan İstanbul Alışveriş Merkezleri Beşiktaş Şubesi, alışveriş severler için gözdelerden biri. Tel: 0 212 227 81 97
ONUNCU SAYFA
Hem müzik hem dans
Azar, azar, isimli yüksek tempolu şarkısıyla tanıdık onu… Şarkısı, “Azar ,Azar” diyordu ama, ilk albümüyle müzik adına hiç de az sayılmayacak bir başarının sinyallerini veriyordu. Dansıyla bütünleşen sanatçı Faruk K, şimdilerde “Honki Ponki” adlı şarkısıyla gençlerin sevgilisi oldu. Ünlü sanatçı Faruk K, hayatının bilinmeyenlerini ilk kez Magazin Müdürümüz Nilgün Özcan’a anlattı.
Mazhar Alanson’u çok beğeniyorum
İnsanlara bir şeyler anlatma çabasını kendi dansıyla harmanlayarak hedefine ulaştıran ünlü sanatçı Faruk K, müzik dünyasında şöhret olmadan önce Devlet Tiyatrolarında çocuk oyunlarında oynadığını belirterek hayat hikayesinin tüm ayrıntılarını şöyle anlattı; “ Sevenlerim beni ilk olarak “Birkaç iyi adamla tanıdı. Ama ondan önce ben devlet tiyatrolarının çocuk oyunlarında oynuyordum. İlk profesyonelliğe 1992 yılında “Muhabbet 92 Müzikalinde Şener Şen ve Emel Sayın’la başrollerini birlikte paylaştığım Bostancı Gösteri Merkezinde sahnelenen bir oyunda profesyonel dansçı ve oyuncu olarak sahneye çıkmakla başladım. Arkasından Yonca Evcimik ile çalıştım. 1996 yılında “Birkaç iyi adam^kuruldu. Aynı yıl Mimar Sinan Üniversitesi Konservetuar bölümüne girdim. Modern dans bölümünden geçen sene mezun oldum. Aynı yılın yaz ayında da Azar, Azar çıkmıştı. Bu yaz da Honki Ponki..
Sizin beğenerek dinlediğiniz sanatçılar kimler?
Söz ve bestecilik yönüyle, kişilik ve karizma açısından Mazhar Alanson’u çok beğeniyorum Yenilerden de çok sevdiğim yetenekli bulduğum isimler var. Örneğin Nil Karaibrahimoğlu’nun albümüne bayılıyorum. Göksel benim eskilerden arkadaşım ve bu albümde kendisini bulduğunu düşünüyorum. Türkiye’de müzik adına güzel şeyler yapılmaya başlandı. Bunlar gurur ve mutluluk verici şeyler.
Dansdan müzik dünyasına geçiş nasıl oldu?
Yola çıkarken dans edip şarkı söyleyen, bunun yanında şov yapan insanlar çok azdı. Hedefim bu boşluğu doldurmaktı ve bu doğrultuda başarılı olduğumu düşünüyorum.
Azar Azar ve Honki Ponki arasındaki süreçte neler değişti?
Alt yapılar çok değişti. Daha enerjik, daha sound,daha dinamik ve daha melodik .Bu albümde daha büyük ve baş döndürücü sözler tercih ettim. Honki Ponki de imkanların daha fazla olmasının avantajını yaşadım.
Heyecanda değişti mi?
Azar azar da çok paniktim ve çok korkuyordum. İnsanların beni anlayıp anlamayacağı konusunda kaygılarım vardı. Honki Ponki de o heyecanı beş misli yaşadım. Hala da yaşıyorum. Yani heyecanda bir artış oldu. Zaten o heyecanı bir şekilde taşımıyorsan bunun bir anlamı yok. Ya paran çok, ya da ruhun yok! Bu heyecanı taşımayan insanlar da zaten silinip giden insanlar.
Honki Ponki nasıl çıktı?
Honki Ponki operet döneminde Beyoğlu Küçük Sahne de Lale Oraloğlu Tiyatrosu’nda sergilenen “Anneme Koca Aranıyor” adlı operette geçen bir şarkı. 1972 senesinde çocukların söylediği bir şarkı. Ayrıca bu şarkının kulak aşinalığı nedeniyle avantajlı olduğunu düşünüyorum. Çünki bu insanlar en az 40 yaşlarındalar. Aslında benim kitlem 7 den 70’e tüm insanlar. Eğer avantajı olsaydı daha farklı olurdu. Çünki en az 20 yaşına kadar olan insanların büyük bir çoğunluğu da duymamışlar ve inanıyorum ki bu albümden önce duymaları da çok zordu. Ayrıca ben çok merak ediyorum sen o sözleri nereden buldun? Nasıl birleştirdin? (Lale Oraloğlu için) Ben eğer ticari kaygı gütseydim Honki ponki’yi değil, Dilek Taşı’nı okurdum. Tabii ki,ticari boyutunu da düşünürdüm,çünkü para yatırıyorsun ve bir şekilde başarılı olup emeğinizin karşılığını maddi olarak da almanız gerekir.
Honki Ponki için ne dersiniz?
Honki Ponki zaten “Ben anlamsızım”diye bağırıyor. Bence son 20 yıl içinde yapılan en enterasan ve güzel şarkı .Honki Ponki ve Bandıra Bandıradır.
Tekrar tiyatro için teklif gelse ne yapardınız?
Tek bir cümle ile “Hayır”. Ben her şeyin zamanı geldiğinde gerçekleşeceğine inanan insanlardanım.
İsminizin ardındaki K’nın anlamı nedir?
Soyadım Karakaya.İlk harfini kullandım. Değişik bir şey denemek istedim. Daha doğrusu denettiler. Benim düşüncem Faruk Karakaya olarak çıkmaktı. Ama bu şekilde daha akılda kalıcı olacağını düşündük ve Faruk K olarak çıktım. Bu prodüktörümün fikriydi. Fenada olmadı benimle bütünleşti.
Yalnız mı yaşıyorsunuz?
Zaman zaman. Yanlış anlaşılmasın bazen işim gereği tek kalıyorum bazen de annemle birlikte.
Evlenmeyi düşünüyor musun?
Kısmet.
Aday var mı?
Hem var hem yok. Son ilişkim üç ay önce bitti.Şu anda birisi yok. Denenmiş bir şeyi denemek de bence aptallıktır.
Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.
Bende size ve Gazete Beşiktaş okuyucularına kucak dolusu selam ve sevgiler.
Sinema
Kutsal direniş
Yazan ve yöneten Elia Suleiman, yapımcılığını Humbert Balsan’ın yaptığı “Kutsal Direniş” de Elia Suleiman,Manal Khader ve Nayel Fahoum Daher baş rolleri paylaşıyor. Canes 2002 Jüri ödülü, Uluslar arası Eleştirmenler Ödülü ve Altın Palmiye adayı olan bu güzel film Aşk ve tutsaklığa dair söylenebilecek her şey bu filmde var.
8 Kadın
Senaryosunu ve Yönetmenliğini François Ozon’un yaptığı “8 Kadın” (8 Femmes) filmi müzikal komedi ve polisiye tarzında çekilmiş. Yaklaşık 103 dakika boyunca eğlenceli dakikalar geçirebiliceğiniz bu film de Catherine Deneuve, Isabella Huppert, Emmanuelle Beart, Fanny Ardant, Virginie Ledoyen, Danille Darrieux,Firmine Richard ve Ludivine Sagnier başlıca rolleri paylaşıyorlar. Fransa’da varlıklı bir aile Noel’i kutlamak üzere toplanırlar. Arife günü Noel gecesinin hazırlıkları tüm hızıyla devam ederken, ailenin reisi evde ölü bulunur. Cinayeti işleyen, evdeki 8 kadından biridir.
Tarihte bu ay
1 Aralık 1783
Hidrojenli İlk Balon
1781 yılında, Henry Cavendish adlı bir İngiliz, havadan hafif bir gaz olan hidrojeni keşfetmişti. Fransız fizikçisi Jacques Charles, o zamana kadar sıcak hava ile doldurulan balonları bu keşiften sonra, ilk olarak hidrojenle doldurmayı akıl etti. Robert adında bir arkadaşıyla birlikte “Caroline” adını verdikleri 9 m. Çapında bir balon yaptı. İlk defa balonun içindeki gazı serbest bırakacak sübap konmuştu. Böylece iniş kontrol altına alınmış oluyordu. Yükselişin düzenli olmasını sağlamak için safra olarak balona kum torbaları konmuş, inişi kolaylaştırmak için de bir gemi demiri eklenmişti. 1 Aralık 1783 sabahı balon yükselerek Seine Nehri’ni geçip Pontoise yakınlarındaki Nesles-la-Vallee’ye indi. Uçuş sırasında 3 bin metreye kadar yükselmişti.
7 Aralık 1941
Pearl Harbor Baskını
Fransa ve Belçika, Alman orduları tarfından ezilmişti. Fransa durmadan bombalanıyor, Hitler İngiltere’ye asker çıkarma planları kuruyordu. Japonya ise; Çin Hindi, Malezya, İndonezya’dan Avrupalılar’ı uzaklaştırmanın gerektiğini düşünüyordu. Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Yamamoto, amaçlarına ulaşabilmeleri için her şeyden önce Hawai adalarındaki büyük Pearl Harbor üssünde bulunan Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Okyanus Filosu’nu yok etmelerinin gerektiğini biliyordu. Nihayet Amiral Yamamoto, 7 Aralık 1941’de Pearl Harbor’a hücum emrini verdi. Uçaklar çekildiği zaman ABD’nin büyük Okyanus Filosu çok ağır hasara uğramış bulunuyordu. Japonların kayıpları ise 28 uçaktan ibaretti.
14 Aralık 1931
Ayaksız Pilot
1910’da Londra’da doğan Douglas Bader, 18 yaşındayken Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne yazılarak iki yıl sonra da pilot oldu. 14 Aralık 1931’deki bir uçuş sırasında uçağının düşmesi sonucu ağır şekilde yaralanan Bader’in iki bacağını birden kestiler. İyileşince ayaklarına yapma bacak takıldı. Böylece yeniden yürümeye başlayan Bader, inatla tekrar uçmak için çalışmaya koyuldu. Gösterdiği büyük irade gücü sonunda orduya kabul edildi. İkinci Dünya Savaşı çıktığında, filo komutanıydı.
25 Aralık 1973
İkinci Cumhurbaşkanı İnönü
1884 yılında İzmir’de dünyaya gelen Mustafa İsmet “İnönü”, babası Hacı Reşit Bey’in Sivas’a atanması dolayısıyla ilk öğrenimini ve Askeri Rüştiye’yi orada bitirdi. 1906’da İstanbul’da Erkanı Harbiye Mektebi’ni bitirdikten sonra kurmay yüzbaşı olarak Edirne’deki 2. Ordu’ya gönderilen İsmet Bey’in 1908’den sonra aralıksız bir sefer hayatı başladı. Birinci İnönü ve İkinci İnönü Zaferi’ni kazanan İsmet Paşa’ya bu başarısından ötürü Ataüürk tarafından “İnönü” soyadı verildi. 1924-1925 yıllarındaki birkaç aylık ara dışında, 1923’den 1937’ye kadar Başbakanlık yaptı ve Atatürk’ün ölümü üzerine 1938’de Cumhurbaşkanı oldu. Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmamayı başaran İnönü, 1946’dan itibaren çok partili demokratik rejimi kurup geliştirmeye çalıştı.
ONBİRİNCİ SAYFA
Ata’nın huzurundaki Işık
O gün, telaşlı çocuk adımları yankılandı Balıkpazarının taşları aşınmış sokaklarında… Elinde çantası okuluna koşan, mavi gözleri zeka pırıltıları saçan küçük Mustafa’nın durup soluklandığı köşede, onlar da bir an sessizliğe gömülüp, geçmişi duyumsamaya, O’nun kalp atışlarını hissetmeye çalıştılar. 1917 yılında tüm Selanik’i harap eden yangından geriye kalan Sabri Paşa Caddesi, balıkpazarına dönüşse de, Şemsi Efendi okulunun yerinde yeller esse de, bugün Atatürk’ün ruhu, bu 99 çocukla birlikte buradaydı işte…
Aristoteles Meydanı’nın dibindeki bu sokağı, 10 Kasım sabahı dolduran öğrenciler, Atatürk’ün çocukluk ayak izlerinde, kendi okullarının tarihini de bulmuşlardı; çünkü ‘Feyziye Mektepleri Vakfı’nın atası olan Feyz’i Sıbyan 1885 yılında burada kurulmuş ve çok geçmeden Şemsi Efendi Okulunu kendi bünyesine katmıştı.
Feyz-i Sıbyan’ın 4 sınıfı ve 50 kadar öğrencisi vardı.1885 -1886 öğretim yılından itibaren okula her yıl bir sınıf ilave edilerek sınıf sayısı sekize çıkarılmış, daha önce 4. Sınıfta başlayan Fransızca eğitimi tüm sınıflara konulmuş, okulun eğitim ve öğretime verdiği önemin temeli de o süreçte atılmıştı… Aradan geçen uzun yıllar okulun gelişmesini hızlandırmış; bazen zorluklar bazen de bolluk dönemleri gelip geçmiş, okul büyümüş ve ‘Feyziye’ adını almıştı. Feyziye, Rumeli’nin yanı sıra Anadolu’dan, Bağdat ve Trablusgarp’tan gelen pek çok yatılı öğrenciyi de bünyesine katmış ve erkek ve kız öğrencilerinin sayısı 700’ü geçmişti.
Birinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü 1913-14 ders yılı içinde, İstanbul ile tüm bağlantıların kesildiği günler geldiğinde ise artık okulun İstanbul’a taşınması söz konusu olmaya başlamıştı. Balkan bozgunundan hemen sonra İstanbul’a göç etmiş aileler arasında Feyziye’nin yönetim kurulu üyeleri de vardı. Bu kişilerin gayretleri ile 1917 yılında Feyziye İstanbul’da çalışmaya başladı. 1923 yılında ise ikisi ana olmak üzere sekiz sınıflı, 15 yatılı öğrencili bir lise haline gelen okul, Nişantaşı’ndaki Naciye Sultan Konağı’na taşındı… 1935 yılına gelindiğinde, kuruluşunun 50. Yılını kutlayan okulun ismi “Işık” olarak değiştirildi. Bu değişim Atatürk’e telgrafla bildirilmiş, Atatürk devrimlerinin heyecanından esinlenilen bu isim, Büyük Önder tarafından da onaylanmıştı. Atatürk gönderdiği cevabi telgrafında “Işık Lisesi”ni kutluyordu.
1967 yılında tüm tesisleri Vakıf haline getirilen Fevziye Mektepleri Vakfı, günümüzde İlköğretim ve Lise’ye Işık Üniversitesi’ni de katarak büyümüş; Nişantaşı, Ayazağa ve Erenköy olmak üzere üç kampusta hizmet veren 7.000 öğrencili dev bir eğitim kompleksine dönüşmüştür.
Hiç yoktan Feyz-i Sıbyan’ı yaratan, ilk defa hazırlık sınıflarından itibaren yabancı dil öğreten, henüz resmi okullarda uygulanmadan Arapça ve Farsça’yı programdan çıkaran, ilk defa cinsiyet farkı gözetmeden karma eğitim yapan, ilk defa öğrencilerine hayat bilgisi, görgü ve yaşama kuralları gibi eğitsel örnekler veren kuruluşun tarihine bir ilki daha yazdıran ve Ata’nın ölüm yıldönümünde, Selanik’te, onun evinde bütün Türk çocuklarını temsil eden FMV Özel Ayazağa Işık İlköğretim Okulu’nun 99 öğrencisi ile öğretmenleriydi.
Dilerseniz, öğrenciler ve öğretmenleri ile birlikte, 10 Kasım 2002 gününün sabahına; Selanik Türk Konsolosluğu’na ve Atatürk’ün evine dönelim.
Üzerlerinde okullarının pırıl pırıl formaları, yakalarında Atatürk fotoğrafları ile Selanik Türk Konsolosluğu salonunu dolduran öğrenciler, saat ‘dokuzu beş geçe’ bir dakikalık saygı duruşunun ardından, İstiklal Marşı ile başladıkları anma programını, Atatürk Oratoryosu ile sürdürdüler. Anma programının ardından Türk Konsolosluğu ile aynı bahçe içinde yer alan Atatürk’ün Evi’ni ziyaret ettiler.
Atatürk’ün çocukluğunu geçirdiği tarihsel evin ahşap basamakları, yirmili gruplar halinde evi gezen çocukların ağırlığıyla gıcırdadı o gün. Yaşlı duvarlarında çocuk sesleri yankılandı. Evin arka bahçesindeki, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi tarafından dikilen, Mustafa Kemal’in etrafında koşarak oynadığı nar ağacının etrafında yine çocuklar vardı. Yüz yaşını ardında bırakalı uzun yıllar geçen nar ağacı, çelik tellerin de yardımıyla, yaşlı gövdesinin üzerinde yükseliyor, dallarındaki meyveleri ve yemyeşil yapraklarıyla, bahçenin ortasında tarihe tanıklık etmeyi sürdürüyordu…
Adım adım tarih.
Çıktıkları bu Yunanistan gezisinde ‘Işıklı çocuklar’, Pacha Tours’un rehberleri eşliğindeki dört otobüsü doldurdular. Gezinin ilk durağı Edirne idi. Yağan yağmur, küçükleri Selimiye’yi gezmekten alıkoyamadı. Daha sonra İpsala sınır kapısından Yunanistan’a geçildi. Büyük İskender’in babası II. Philippe’nin doğduğu ve yaşadığı Philippi antik kentinden sonra, Kavala’ya gidildi. Eski Osmanlı yapıları ve genel havası ile yabancılık duygularına asla yer açmayan bu eski kentte, önemli duraklardan biri Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın eviydi şüphesiz. Rehberimiz Kavala hakkında bilgiler veriyor sürekli:
“Kavala at değiştirilen yer anlamında kullanılıyor. At değiştirip daha ilerilere devam ediyorlarmış. Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1769 doğumlu. Babası aslında oranın valisi fakat babası ölünce onun bir ailenin yanına veriyorlar, orada yetişiyor. Hem Türkler hem de Yunanlılar tarafından çok seviliyor ve Kavala’nın yöneticisi oluyor. Çok başarılı bir yönetici olan Mehmet Ali Paşa daha sonra Osmanlı Padişahı 3. Selim’in çağrısıyla Mısır’a gidiyor. Mısırı toparlayıp, düzeltmek karşılığında sadrazamlığı istiyor Mehmet Ali Paşa, ancak bu amacına ulaşamıyor…”
“Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da başlattığı hanedan son hanedandır, taa Londra antlaşmasına kadar geliyor…” diyor rehberimiz.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın tepede, şehre ve limana bakan evine gitmek üzere grup şiddetli yağmur altında yokuşu tırmanıyor. Yol boyu Osmanlı yapıları göze çarpıyor bu sevimli kentte. Sanki Türkiye’de biryerlerdeyiz; biraz Büyükada’da biraz İzmir’de. Semt adları da bu yakınlığı doğruluyor:500 evler, 1000 evler gibi… Çoğu bakımlı görünen evlerin ardından tepede Kavalalı’nın evinin harap görüntüsü yürekleri burkuyor… Evin karşısındaki meydanda ise Kavalalı’nın at sırtında bir heykeli var. Heykelin yüzü doğuya, eve dönük. Rehberilerimiz, evin böyle bakımsız, neredeyse ölmeye yatmış görüntüsünün nedenini “Evin Mısır toprağı sayıldığı” gerçeği ile açıklıyorlar. Bu nedenle Yunanlılar buraya bir çivi bile çakamıyorlar… Kavalalı’nın evinin Mısırlı makamlardan hiç ilgi görmediği kesin. Ya da bir dolu bürokratik engelle karşılaştığı… Evin karşısındaki heykeli, Yunanlılar yaptırmışlar. Kavalalı’ya duydukları sevginin bir karşılığı olarak…
Rehberimiz Yunanistan notlarına devam ediyor:
“Yunanistan 400 -500 sene Osmanlı işgalinde kalmış bir bölge. İlk isyan hareketine 1817de başlamış fakat bağımsızlığını 1912 de almış. Bayrağına baktığımızda, Hıristiyanlığı temsil eden bir haç ve ondan sonra mavi ve beyazlardan oluşan 9 tane şerit var. Bu şeritlerin de özellikleri şu: ‘Ya istiklal ya ölüm’ün Yunanca söylendiğinde hecelerinin sayısı dokuz. Renklere gelince maviler denizi, beyazlar karayı temsil ediyor. Baştaki ve sonraki mavi, ki; her taraf denizlerle çevrili ülke anlamına geliyor..”
Işıklı öğrencilerin gezisi Makedonya bölgesinde; Selanik’te sürüyor. Selanik’in görülmesi, gezilmesi gerekli yerlerini geziyorlar çocuklar. Elbette en önemlisi Atatürk Evi. Sonra Selanik Arkeoloji Müzesi; 2. Mahmud’un yeniçerileri ortadan kaldırırken kullandığı ve o zamanlar kırmızıya boyalı olan ve sonradan bu imajı silmek için beyaza boyanan Beyaz Kule. Türkçe adlar taşıyan başka kuleler de var Selanik’te; Zincirli Kule, Yedikule…
Rehberimiz, “Hep buralarda Osmanlı düzenini görmek mümkün” diyor, “ki, bizim de vermeye çalıştığımız buydu…”
Selanik’te pek çok kutsal yapı ve Bizans dönemi kalıntısı da yer alıyor. Bunlardan biri Roma İmparatoru Galerius Ceasar tarafından yaptırılmış ve Zeus’a ithaf edilen Rotunda.
Işıklı öğrencilerin gezisi İskeçe’de bir Türk okulu ile bir Rum okulunu ziyaret etmeleri ile sürüyor.
Sonrası Dedeağaç, İpsala ve Türk sınırı. Meriç’i geçen köprü üzerinde çocuklar “Türkiye sen bizim her şeyimizsin!” diye tempo tutuyorlar. Otobüs lastikleri üzerinde zıplıyor. Gümrük memuru önce şaşkınlıkla bakıyor, sonra gülüyor ve “Hoşgeldiniz” diyor Işıklı çocuklara…
Küreselleşme…
Işık Üniversitesi’nde “Küreselleşme Sürecinde Türk Sanayi ve Hizmet Sektörü” konulu sempozyum ve panel düzenlendi. Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nün açılışı nedeniyle yapılan sempozyum ve panelin endüstri mühendisliği dalında öğrenim gören gençlerin bilinçlenmesine ve Türk ekonomisinin gelişme sürecine olumlu katkılar sağlaması amaçlandı.
Sempozyumun konuşmacıları Işık Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Başkanı Doç. Dr. Seyhun Altunbay “Neden Endüstri Mühendisliği”, Işık Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sıddık Yarman “Küreselleşme sürecinde Dünyada ve Ülkemizde İleri Teknoloji Açısından Bir Değerlendirme”, İMKB Birinci Başkan Yardımcısı Arıl Seren “Globalleşme sürecinde Dünya Borsaları”, Işık Üniversitesi İ.İ.B. Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murat Ferman, S.T.F.A.- OGDEN Genel Müdürü Taner Canko “Türk Hizmet sektörü ve Küreselleşme”, İ.T.Ü. İşletme F. Öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet F. Özok “Küreselleşme Sürecinde Türk Kimliği ve İnsangücü Kaynağımız”, TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler “Küreselleşme, Rekabet ve sosyal Politikalar, Kale Altınay Robotik ve Otomasyon San. Tic. A.Ş. Genel Müdürü Hakan Altınay “Türkiye’de Robot Teknolojisinin Gelişimi ve Bugünkü Durumu” konularında konuşmacı olarak katıldılar.
Başkanlığını E. Büyükelçi Sönmez Köksal’ın yaptığı panelde ise Tübitak Başkanı Prof. Dr. Namık Kemal Pak, H. Akademileri Komutanı Org. Necdet Timur, Alcatel Genel Müdürü Lütfi Yenel, İTO Başkanı Mehmet Yıldırım konuşmacı olarak katıldı. Yıldırım konuşmasında “Şimdiye kadar hep akademik olarak iş olanaklarından ve küreselleşmeden konuşuldu. Ancak ben birebir ticaretin içinde olduğum için işin bir de gerçek hayatta uygulanışına bakmak lazım. Çünkü okulda okunanla gerçek iş hayatında olanlar çok farklı” dedi. Alcatel Genel Müdürü Lütfi Yenel ülkeye neden yabancı yatırım yapılmadığını söyledi.
Sonunda bebeklerine kavuşacaklar
Sekiz yıl bekleyen Töre çifti sonunda bebeklerine kavuşacak. Esra ve Hakan Törenin bebek sahibi olmak için verdikleri uzun uğraş bundan yıllar önce başladı. Töre çiftinin ilginç hikayesi şöyle;
Esra ve Hakan Töre’nin Merzifon’da arkadaş vasıtasıyla tanışmaları, sonuçta onları uzun bir serüvene sürükledi. Serüvene 1994 yılında evlenerek başlayan çift, iki sene sonra çocuk sahibi olmak istediler. 8 senelik evliliğin son 6 yılından beri bu özlemi duyan çift, maddi imkansızlıktan dolayı yakın dostlarının yardımıyla tedavi olmaya çalıştı. İlk iki yılda gittikleri doktorlar Esra Töre’nin prolaktin düzeyinin yüksek olmasından dolayı kadın kısırlığı üzerinde dururken, Hakan Töre’de varikosel hastalığı olduğu ancak iki yıl sonra öğrenilebildi. Maddi imkanlarını son kez yoklayan çift, varikosel ameliyatı sonrasında çocuk sahibi olabileceklerini umut ediyorlardı. Fakat Töre çiftinin bu ameliyattan sonra da çocuklarının olmaması, erkek kısırlığı yaşayan çiftlerden olduklarını ortaya çıkarmıştı. Genç çift tek çarenin tüp bebek olduğunu biliyordu ama mikroenjeksiyon tedavisini karşılayacak maddi imkanları da yoktu. Yakın bir akrabalarının maddi destek sağlayacağını söylemesi üzerine tekrar hayata sarıldılar ve Ferti-Jin Kadın Sağlığı Merkezi’ne başvurdular. Merkezin sorumlu doktoru Op. Dr. Seval Taşdemir’e muayene olan genç çiftin çocuk sahibi olma ümidi, bu sefer de akrabalarının verdiği sözü tutmaması üzerine yarım kaldı. Bunun üzerine Dr. Seval Hanım, gençlerin çocuk sahibi olma yolundaki çabalarına destek olmaya karar verdi. Töre çifti artık Ferti-Jin Kadın Sağlığı Merkezi’nde ücretsiz olarak tedavi olacak ve çok arzuladıkları bebeklerine kavuşacaklar.
Genç çift, şimdi, “Önce Allah’a sonra Ferti-Jin ekibine güveniyoruz. Bize gösterdikleri maddi manevi destek ve yakınlığı en yakın akrabalarımızdan dahi görmedik” diyor ve bebeklerine kavuşacakları günü bekliyor.
Bilimsel yaklaşım
Amerika, Kanada ve İsviçre’de modelleri bulunan ağız ve diş sağlığı merkezlerinin bir örneğini Türkiye’de kuran Dr. Mehmet Ali Özer, ilklerde önemli olan öncelikle sistemin oturmasıdır”dedi. Özer, “başlangıç safhasında yönetim biçimi, strateji ve planlamada zorluk çekebiliriz, ancak orta vadede tüm sistem rayına oturacaktır. İnsanı ön plana alan bir yapılanma içinde ekip ruhu ve uzman personelle her türlü zorluk aşılabilir”şeklinde konuştu. İlk olmanın zorluklarını yaşadığını söyleyen Dr. Özer, konuya tanıtım amacıyla değil de bilimsel yaklaşmak gerektiğini söyleyerek, deneyimlerini müteşebbis insanlara aktardı.
Öncelikle sizi tanıyalım,ardından gelecekte bu tür merkezlerin Türkiye’nin her yerinde olabileceğine inanıyor musunuz, böyle bir ihtiyaç var mı? diye soralım
Ben 1958 Alanya-Antalya doğumluyum. 1981 yılı İ.Ü. Diş hekimliği Fakültesi mezunuyum. 1981-1986 İ.Ü. Diş hekimliği Fakültesi Araştırma görevlisi, 1986 Nisan ayında Ortodonti Uzmanı oldum. Diş hekimliğinde 20. yıl, Ortodonti Uzmanı olarak 16. yılımı doldurdum. Kuruluşumuz DENTİSTANBUL Dentist ve İstanbul kelimelerindeki (ist) ortak harflerin tek kullanımından oluşmuştur. DENTİSTANBUL Diş hekimliğindeki tüm ana branşlarla birlikte Kulak-Burun-Boğaz ve estetik rekonstrüktif cerrahi branşlarında da hizmet vermektedir. Kısaca ağız, diş ve çene yüz bölgesindeki hastalıklar ve yaralanmaların tedavileri ile ilgilenir. Örnek vermek gerekirse, göz hastalıkları hastane işletmeciliğinde çok başarılı kullanılıyor. Göz iki tane organdır. Ağız-Diş ve Çene hastalıkları tam 42 organı ilgilendiren geniş bir sahayı oluşturuyor. 42 organın ne yazık ki ülkemiz özel sektöründe özel hastanesi yok. Bu model Amerika, Kanada ve İsviçre’de vardır.
Hastalar teşhis ve tedavide ne gibi zorluklar çekiyor, bunun önlenmesi için ne yapılmalıdır?
Yirmi bir yıllık klinik deneyimlerim göstermişti ki, hastaların tümü teşhis ve tedavide zorluk çekiyor. Ortodontistler ve Pedodontistler ayrı, protezciler ayrı, cerrahlar ayrı yerlerde çalıştıkları ve teşhis için röntgen, M.R.C.T. için gidip gelmeleri nedeni ile çok yoruluyor, motivasyonları bozulup, tedavileri dahi bırakıyor. Çok zaman kaybediliyor ve de ücretlendirmeler çok farklı olabiliyor. Yönetim tek yerden olamıyor. Bu tek bir elde toplanırsa verimli bir çalışma ve tek bir fiyatlandırma ortaya çıkabilir diye düşünüyorum.
Sağlık yatırımları ne boyuttadır, bu konuda sıkıntı yaşanıyor mu?
Ağız, diş sağlığı hizmetlerinin hastalarımızın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenmesi ,geliştirilmesi ve tıptaki yeniliklerin ülkemizde en ekonomik şekilde uygulanmasıdır. Sağlık yatırımları çok pahalıdır. Teşvikler kullanılarak halkımıza maliyeti ekonomik hale getirilebilir. Genel hastanelerde doktorlar beraber çalışmanın oluşturduğu ekip ruhundan çok yararlanmaktadırlar. Ekip çalışmasında ortaya çıkan kaliteli sağlık hizmetleri için tüm diş ve ağız sağlığı uzmanlarını aynı çatı altında, gelişmiş teknoloji imkanları ile birleştirmek gerekmektedir.
Diş hekimlerinin bir araya gelip,bu tür yerler açacaklarına inanıyor musunuz?
Bu sistem orta, kısa ve uzun vade de ülkemizde yayılacaktır. Büyük illerde hekimler birleşerek,diş hastaneleri açacaklardır. Artık butik muayenecilik devri yavaş yavaş kapanacaktır. Tavsiyem birbirlerini iyi anlayan hekim arkadaşların bir araya gelerek, birlikte amaç için beraber hareket etme kararı almalarıdır. Burada en temel özellik paylaşmak, birbirlerine destek olmak ve daha kuvvetli olabilmektir. Kurumsal kimlik için çok fedakarlık yapmalıyız. Özetle, sabırlı olmak gerekiyor.
SPOR
ONBEŞİNCİ SAYFA
‘Şampiyon olacağız’
İki ayağında birden stres kırığı var denilmesine rağmen sezona fırtına gibi başlayan Ahmet Dursun şu sıralar yine ortada yok. Sakatlıktan yana bir hayli dertli olan Dursun “Bu yıl şampiyon olacağız derken, taraftarların sorularına şöyle cevap verdi;
Kalabalık olan forvet oyuncularından hangisi ile daha iyi anlaşıyorsunuz?
Pascal ile daha iyi anlaşıyorum. Bunun nedeni de onunla daha uzun süre oynamamızdır. Pancu ve Sergen ile oynadığımda pas atmadığımı söylüyorlar ama ben buna katılmıyıorum. Sonuçta hepimiz aynı hedef etrafında oynuyoruz.
Türkiye’nin hemen hemen en güçlü forvetlerinin Beşiktaş’ta olmasına rağmen niçin az gol geliyor?
Beşiktaş gercekten de çok iyi forvet oyuncularına sahip. Fakat bazı talihsizlikler yaşandı. Forvet oyuncuların çoğu sakattı. Yeni yeni sakatlıktan çıktılar. Form tutmaya başladılar. Mesela bunun en büyük örneği Pascal’dır. İdmansızdı yeni forma tutmaya başladı.
Lucescu’nun sizi sağ kanatta oynatma düşüncesi var mı bu konuya nasıl bakıyorsunuz?
Hocamızdan bana şimdiye kadar böyle bir teklif gelmedi. Sağ kanatta oynamayı düşünmüyorum. Şu an oynadığım pozisyondan memnunum. Lucescu ile aramız çok iyi. O benim şu ana kadar çalıştığım en iyi hoca.
Takım içindeki arkadaşlık ilişkileriniz nasıl?
Takım içinde birlik ve beraberliği yakaladığımızı düşünüyorum. İyi anlaşıyoruz. Arkadaşlıklarımız çok iyi.
Türkiye’de ve Avrupa’da hangi takımlarda oynamayı isterdin?
Ben 12 yaşımdan beri Beşiktaşlıyım. Türkiye liglerinde Beşiktaş’tan başka bir takımda oynamayı düşünmezdim şu an da düşünmüyorum. Avrupa liglerinde ise Barcelona’yı beğeniyorum, orada oynamak isterdim.
Fenerbahçe’den teklif aldınız mı?
Evet. Gecen seneden bu yana Fenerbahçe’den teklif alıyorum.
Sergen ile aranızda 10 numara konusunda anlaşmazlık yaşanmış mıydı?
Hayır. Bu konuda doğru olmayan çok şey söylendi. Sergen ile daha öncelerden de gelen bir dostluğumuz var. O geldiği zaman benden 10 numarayı istedi ben de verdim. Hiçbir anlaşmazlık yaşamadık.
Futbolcu olmasaydınız, hangi mesleği yapardınız?
Bunu hiç düşünmedim. Hep aklımda futbolcu olmak vardı.
En büyük hayaliniz nedir?
En büyük hayalim jübilemi Beşiktaş’ta yapmak. Umarım bunu bir gün gerçekleştireceğim.
Uzun süren sakatlık devresinden sonra şu an sakatlığınız ne durumda?
Şu an sakatlığım ve ameliyat olmamı gerektirecek bir durum yok. Ne durumda olduğu hakkında bir şey söyleyemeyeceğim bu konuyu en iyi doktorlar bilir. Şu an hiç bilmiyoruz.
Hangi forvetle oynamak isterdiniz?
Hakan Şükür’le oynamak istiyordum ama olmadı. Hakan Şükür’ün başarısını kıskanıyordum onun gibi olmayı istiyordum her zaman başarılı…
İnönü’de taraftar baskısı yaşıyor musunuz?
Böyle bir baskının olduğunu düşünmüyorm. En azından kendi adıma ben bunu yaşamıyorum. Ayrıca taraftarın gücü de futbolcuya itici bir güç olarak yansır.
Milli takıma alınmayışını nasıl karşılıyorsun?
Milli takımda oynamak için elimden gelen her şeyi yapıyorum bunun için tüm engelleri aşarım ama Şenol Güneş engelini bir türlü aşamıyoruz
Şampiyonluk yolunda kendinize rakip gördüğünüz bir takım var mı?
Şampiyonluk için kendimize gördüğümüz bir rakip yok. Bizim en büyük rakibimiz kendimiz. Ben ve arkadaşlarım inanıyoruz ki biz böyle oynadığımız sürece kimse şampiyonluğu elimizden alamaz. Bütün Beşiktaş camiasına 100. yılla birlikte şampiyonluğun tadını yaşatacağız.
Avrupa’ya gitmeyi düşünüyor musun?
Neden olmasın. Bu biraz da yapılan teklife bağlı.
Bu sene Beşiktaş’tan gol kralı çıkar mı?
Bilemiyorum.
Anadolu takımlarından beğendiğiniz bir takım var mı?
Oyunu ve mücadelesi ile Gaziantep’i beğeniyorum.
Bu sezon kaç gol atmayı hedefliyorsunuz?
20’yi hedefliyordum ama sakatlıklardan kurtulmam gerekiyor. Eğer hiçbir sorun yaşamasaydım bu hedefimi gerçekleştirirdim.
Oyunda eksik kaldığınızı hissettiğiniz yanlarınız var mı?
Hava toplarında eksik olduğumu hissediyorum.
Unutamadığınız bir gol var mı?
Galatasaray maçında ve Barcelona’ya attıgım golleri ve Ümit Milli Takım’da Polonya’ya attığım golleri unutamıyorum.
Bazı gol pozisyonlarında çok egoist olduğunuz söyleniyor. Buna katılıyor musunuz?
Bence egoist olmayan forvet forvet değildir.
Pascal Nouma’yı birkaç kelimeyle nasıl tanımlarsınız?
Gerçek bir dost diyebilirim.
Ümraniye Tesisleri’ni nasıl buluyorsunuz?
Tesislerin bizim başarımızda büyük payı var. Orası bence tek kelimeyle cennet.
Hayatınızda kaçırdığınız gollerin hangisine çok üzüldünüz?
Benim için hepsi bir. Kaçırdığım gollerin hepsine üzülürüm.
Takımınızda hangi yıldız oyuncuyu görmek isterdiniz?
Zidane’ı görmek isterdim.
Taraftara mesajınız var mı?
Şu andaki destekleri sezon sonuna kadar bizim yanımızda olsun. Şampiyonluğa giden yolda buna da ihtiyacımız var.
ONDÖRDÜNCÜ SAYFA
Tribünün sesine kulak verin
Beşiktaş Yönetimi, küfür ve kötü tezahürat konusunda taviz vermeyen bir yapı sergiliyor. “Desteklemeye evet ama ‘ben de böyle destekliyorum ne yapayım’ı kabul edemeyiz.” diyen Beşiktaş Jimnastik Kulübü İletişim Komitesi Başkanı Mete Düren, “Takıma fayda vereceği düşüncesiyle yaptığı iş zarar getiriyorsa, gelmeyecek. Gelmeye devam ederse biz almayacağız” şeklinde konuştu.
Beşiktaş yönetimi olarak küfür ve kötü tezahürat konusundaki yaklaşımınız nedir?
Kulüp olarak, yönetim olarak değil kulüp olarak, yönetimler geçicidir ama kulüp politikaları kalıcıdır, biz her zaman için tüm statlarda kötü tezahürat ve küfür, sahaya yabancı madde atılması gibi futbol oynanmasını etkileyecek her türlü harekete karşıyız. Ancak Türkiye’deki futbol seyircisinin sosyal düzeni ve eğitim düzeni ne yazık ki sadece yöneticilerin bu konudaki caydırıcı, telkin edici beyanları ile bu problemin çözülmesine imkan vermiyor. Tabii futbol seyretmek için gelen taraftarları tenzi ederim ama onun dışında sadece deşarj olmak için maça gelenler bile var. Böyle bir anlayışla tribüne gelen kişileri için farklı tedbirler gerekiyor. Bunlar için şimdiye kadar hep polisiye tedbirler öne çıktı. Bunlar da hoş olmayan görüntülere yol açtı. İki tarafın da karşılıklı birbirine karşı toleransı az.
Emniyet birimlerinin müdahaleleri hakkındaki yorumlarınız neler?
Bizim polislerimizde de günün getirdiği yorgunluğun akşamında 30 bin kişinin içinde böyle bir görev yapmaları, zor olan mesleklerine bir de böyle bir yük getiriyor. Seyirciler açısından da ayrı bir stres. Potansiyel suçluymuş gibi etrafları çevrilerek maç seyretmek onlar için de hoş değil. Bu sene biz nispeten çözdük bunu. Polisin müdahalesi minimal. Seyirci bu konuda daha rahat.
Federasyonun aldığı tedbirleri nasıl buluyorsunuz?
İşin içine cezai yaptırımlar giriyor. Bu yaptırımla stat kapama ve tarafsız sahada oynatma gibi, para cezasının dışında çok ciddi yaptırımlar. Bunların da taraftar üzerinde caydırıcı etkisi oluyor ve taraftar hangi hareketine karşı ne yapılmış, nasıl bir ceza verilmiş bunun da bilincinde, verilen cezanın hak edildiğini biliyor. Bizim Antep maçında sahaya giren taraftarlarımız ve Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde ortaya çıkan olaylar. Başka takımlara verilen cezalar da örnek olabiliyor. Burada en çok üzerinde tartışılan konulardan bir tanesi; anonslar.
Anonsu yaptıracak olan hakemin anonsun yaptırılmasına ihtiyaç duyulacak olan gelişmeler nelerdir? Bunların kriterlerini koymak çok zor. Mesela Disiplin Kurulu, “ ‘I Love You’ diye bağırılmasına müsaade edilebilir’ demiş. Gol yiyen bir kaleciye rakip takımın taraftarları ‘I Love You’ diye kalecinin adını arka arkaya söylerse bu futbolcunun maça konsantresini etkileyecek bir şey o yüzden anonsla durdurması mı gerekir? Yoksa bu kabul edilebilir yöntemdir de bunu kaile almadan maça devam etmesi mi gerekir? Buna karar vermek de çok zor. Bunlar da futbolun yeni şekilleri, güncel hayata getirdiği yenilikler. Bu noktalarda hakemin üzerine büyük yük bindirildi. Bunu sezon başında da söyledik. Burada anons yaptırılabilir, şu olur bu olur, ama bunun daha sonra bir şekilde gözlemci raporlarıyla masa başında sağlıklı ve salim bir kafayla yeniden değerlendirilmesinde ve cezai müyedde konmasında fayda var dedik. Uygulama da o şekilde. Çünkü aksi halde hakemin maça konsantresini tamamen bozacak, dikkatini seyircilere çevirttirecek, maçtaki hadiselerden kopabilecek, kaldı ki salise ile değişen hadiseler var. Kendisini saptıracak bu tip olaylardan hakemin mümkün olduğu kadar sıyrılması gerekir. O nedenle böyle bir anons yaptırsa bile daha sonra ne ceza alacağı verilecek olan cezanın yaptırılan anonsların doğru verilmiş olma kaydıyla ancak verilebilir. Bunun içinde yeniden gözden geçirilmesi konusunda bizim de bir düşüncemiz vardı. Şu anda da öyle. Ama bu hakemlere ekstra bir yük getiriyor.
Şu anda bu konunun engellenmesi açısından Türk Futbolu hangi aşamada bulunuyor?
O yüzden ne yazık ki futbol adabı yerleşmeden bizim ülkemizde daha çok yöntem ararız. Polisten deneriz, hakemden deneriz, para cezası deneriz, seyircisiz deneriz. Şu anda doğru nedir bilmek mümkün olmadığı için denemeler aşamasındayız. Denizlispor telsiz tribün yapan tek kulüp. “Ben takımıma ve seyircime güveniyorum” dedi. Onlar da deniyor. Yarın Denizli’de olabilecek en küçük hadise, yeniden stadın tel örgülere girmesine sebep olur. Denizlispor Türk Futbolu için örnektir. Onun örnek oluşturduğu bir tablo bile sadece deneme. Bir gelişim değil, cesaretle yapılmış bir iş. Bir evrim değil bir devrim. Bu konuda, sağlıklı bir gelişme için bunun bir evrime uğraması lazım. Alt yapı oluşturulması lazım. O yapıldıktan sonraki devrim tamam. Şu an için mümkün değil. 30 40 bin kişinin içinde 500 kişiyi düşünüyoruz. Onlarla baş edemiyoruz. ‘Nasıl maçı seyrettiririz de bir problem çıkmadan evlerine göndeririz’ diyoruz onu da beceremediğimiz için ‘Aman gelmeyin’ diyoruz. ‘Aman gitmeyin’ diyoruz, derbi maçlarına özellikle. Hiçbir şekilde ben taraftarıma bizi yalnız bırakmayın diyemem. Haklılar da. Gayri insani muamelelere maruz kalıyorlar. Düşmana yapılacak işler değil bunlar. Ezeli rekabet şemsiyesi altında mazur görülebilecek şeyler değil.
Medyanın ve yönetimlerin bu konuda nasıl bir tedbir almaları gerekiyor?
En son yaşanan Fenerbahçe-Galatasaray derbisi seçim sonrası bir döneme denk geldi. Gerilimi, seçim arifesinde başlayacaktı ama seçim nedeniyle olmadı. Gerek medyanın gerek insanların dikkati başka bir yöndeydi. Yöneticiler de bu konuda sivri beyanlar vermediler. Ama sonuçta maç bir tarafın sahasının kapatılacak olmasına varacak kadar hazin bitti. Derbi sonrasında saha kapatıp başka bir yerde oynatma çok kötü bir şeydir. Bundan büyük ceza olabilir mi? Taraftarı onu karşılayacak, sıcaklığını, sevgisini gösterecek. Bunu yapamıyorsunuz. İnsanların içinde holiganizm ruhu öyle boyutlara ulaşmış ki bunun ateşlenmesi için medyaya da, sivri yönetici beyanatlarına da gerek yok. Kendi kendilerini büyüten bir alev haline gelmişler. Onun arkasından Emniyet güçleri tarafından bir takım sorgulamalar oldu. Tribünlerden taraftarlar çağrıldı, telkinlerde bulunuldu. Her sene 6 maçta saha kapatılmaz. Herkesin aklını başına alması gerekir. Medya ona göre yazacak, yönetici ona göre konuşacak, taraftar da attığı her meşalenin, her pet şişenin tekrar geri dönüp kendi başına geleceğini bilecek. Taraftarlık demek kulübünü evet ölesiye desteklemek demek ama destekleme karşılığında fatura ödettireceğim diye bir şey yok. Desteklemeye evet ama ‘ben de böyle destekliyorum ne yapayım’ı kabul edemeyiz. O zaman gelme. Takıma fayda vereceği düşüncesiyle yaptığı iş zarar getiriyorsa, o zaman gelmeyecek. Gelmeye devam ederse biz almayacağız. Onun için bu tür hadiseler yönetimle taraftar arasında seminer panel gibi aktivitelerle işlenmesi gerekir. Devamlı olarak iletişimin kurularak, doğruların gösterildiği, ne tür zararların olabileceğinin örneklerle gösterildiği bir takım telkinlerin yapılması gerekir. Bu işe sebep olan 14-15 yaşında çocuklar var. Onların aklından o anda neler geçiyor. Ne kadar kontrol mekanizmaları kendilerinin kontrol ediliyor. Bunlar çok sosyal olaylar. Aklı başında, rüştünü ispat etmiş insanlarla konuşur gibi konuşup bir sonuç beklemek de zor. Onun için birazcık da otokontrol de şart. O kişilerin de etrafındaki kişiler tarafından engellenmesi lazım.
Beşiktaş seyircisinin bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Diğer takımlara bakacak olursanız da şu an Beşiktaş seyircisi yapılabilecek yanlış bir hareketin takıma ne kadar zarar getireceğinin farkında, bilincinde. Alaves maçında da sahaya atılan bir pet şişeye yüzlerce, binlerce insanın verdiği tepki de bunun bir örneğiydi. Geçtiğimiz aylar içinde baktığımızda Beşiktaş taraftarı bu konuda çok mantıklı ve doğru yolda ilerliyordu. Bizim de sahamız kapandı. Sonuçta bu konuda Beşiktaşlı taraftarları niye getirtmediniz diye bir laf çıkmasın diye böyle bir uygulama oldu. Rakamsal olarak baktığınızda da olayın bizim açımızdan daha ikaz niteliğinde olduğu anlaşılıyor. Ama bu da işe yarayacak ve bizim tribünümüz açısından bir problem yaşanmayacak. Bu konuda ben taraftarımıza güveniyorum.
Maça girmesi yasaklanan taraftarlar hakkında kulübün bir desteği olacak mı?
Emniyet tarafından verilmiş kararlara bizim ters düşmemiz söz konusu değil. Sezon başında karşıdan gelen taleplere bilet vermeyeceksiniz şeklinde bir Emniyet kararı vardı. Aynı şekilde de uyguladık. Biz bilet tahsis etmiyoruz onlar isterlerse alıyorlar. Geldikleri zaman yer gösteriyoruz. Sezon sırasında maç güvenliği ile ilgili Emniyet’in alacağı her türlü tedbire saygılıyız. Bu konuda yan yol izlemek ya da alternatifler oluşturmak mümkün değildir.
ONUR BELGE
Spor Yazarları Derneği Başkanı
Türkiye Spor Yazarları Derneği Başkanı Onur Belge küfür ve kötü tezahürat konusunda medyanın payı olduğunu düşünenlerin gerçeklere farklı bakmaları gerektiğini söyleyerek, “Medya kendisine söyleneni yazar. Eğer kulüpler, federasyon, hakem görevini doğru yaparsa biz de o yönde yazarız. Ben gazeteci olarak kalemimle içeri alınmıyorum ama onlarca meşale ile içeri girilebiliyor.” Dedi. Statlardaki bu çifte standardın dikkate alınması gerektiğini bildiren Belge, araştırma konumuzla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Medya, küfür ve kötü tezahürat konusunda taraftarı nasıl etkiler?
Medya halkın aynasıdır. Tek başına ne kulüp ne seyirciler ne de medya güçlüdür. Kötü tezahüratın ve olayların artması konusunda medyanın payı olduğunu iddia edenler, gerçeklere daha farklı bakmak zorundalar. Medya kendisine ne söylenirse onu yazar, biz de yorumlarımızı yazarız. Bu yorumları yapanlar da zaten o toplumun içinden çıkmış insanlardır. O toplumlar, kulüpler, federasyon, hakemler görevlerini doğru yönde yaparlarsa medya da o yönde yazacaktır. Medyanın olumlu yönde kamuoyu oluşturması daha da artacaktır.
Federasyonun aldığı önlemler konusunda ne düşünüyorsunuz?
Holiganizmin bitmesi genel kültür meselesidir. İnsanların eğitim düzeyinin artması gerekiyor. Sonradan alınacak önlemlerle bir yere kadar durdurulabilir. Bu da durdurulamıyor. Çünkü geleneksel bir karakterimiz var. ‘Adam maçı seyredecek, sinirlenmiş, küfür etmiş, bırakalım gitsin’ mantığı ile hareket edilmemesi gerekir. Denizlispor- Bursaspor maçında sahaya adam iniyor, polisler götürürken, futbolcular tuttular. Beşiktaş maçında sahaya inenleri Sinan Engin aldı. Sadece bu takımlarımız değil. Bütün takımların adı var böyle şeylerde. Birbirimizden farkımız yok. Her kulüp ve yönetim aynı şeyi yapıyor. Bu iş nerede başlıyor, nerede bitiyor, kim holigan onu bilemiyoruz. Özendirmemek ve hiçbir noktada taviz vermemek gerekiyor. Küfüre karşı bir kapama cezası konusunda çok dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum. Şu anda bu silah hakemlerin elinde. Kötü yönetime ve hakemlerin kötü yönetimine karşı protestoyu önlemek için bir anlam taşıyor. Bu da insanları demokratik haklarını engelliyor. Son derece yanlıştır. Buna karşıyım. Hakeme ya da federasyona karşı tezahürat yapıldığı zaman anons geliyor. Bu nasıl iş? Bu yanlışın düzeltilmesi gerekiyor.
Sizce tedbirlerin nasıl düzenlenmesi gerekiyor?
Bir kriter koymamız gerekiyor. O kriter de insanların kafasındadır. Bir kere hakeme böyle bir görev vermek çok vicdansızlıktır. Hakem 90 dakikanın süratli pozisyonuna bakıyor. Bir de küfüre mi dikkat edecek? Tribünde bu iş için ayrıca görevlilerin bulunması gerekiyor. Hakem o sırada futbolcular birbirine giriyor mu, saha içinde küfür ediyorlar mı, ona bakmak zorunda. Dolayısıyla eğrileri doğrulardan ayırt etmek gerekiyor. Şu andaki uygulamaların anti-demokratik ve hakem-federasyon-kulüpler yönetiminin, kötü yönetimini protesto edilmesini engelleme açısından kullanıldığını düşünüyorum.
Yönetici ve taraftar arasındaki çizgi nasıl çizilmeli?
Her kulübün, camianın kendi gelenekleri vardır. Bunlara göre hareket ederler. Örneğin Türkiye’de bence Denizlispor’a fair-play madalyası verilmesi gerekir. 3 yıldır kimse görmüyor ama Denizlispor buna paralel olarak UEFA Kupası’nda 3. tura çıkmıştır. Düşünce devrimi yapmıştır. Tribünlerden dikenli telleri kaldırmıştır. Demek ki siz insanlara bir takım yasaklar getirdiğinizde insanlar özel olarak bu yasakları çiğnemek istiyorlar. Her kulübün kendi gelenekleri çerçevesinde düzenlemeler yapması gerekir. Asıl uyulması gereken, Türkiye Cumhuriyeti yasalarıdır. Bu yasaları ne yasa koyucu, ne koruyucu ne de vatandaş bu yasayı çiğneyemez. Ama yasa koyucu ve koruyucu çiğniyor. İçeri atması gereken insanları atmıyorlar, idare ediyorlar. Tribünde araması gereken insanları aramıyorlar. Ben gazeteci olarak kalemimle içeri alınmıyorum ama onlarca meşale ile içeri girilebiliyor. Bu çifte standarda bakmak lazım.
Spor yazarı ve taraftarların arası nasıl?
Spor yazarları ile taraftarların zannedildiği gibi birbirleriyle problemleri yok. Tam tersine spor alemi içinde birbirleriyle en iyi geçinen, en bağlı olan iki kesimdir. Ancak aynı zamanda birbirlerini çok sevdikleri için tartışmaları da çok oluyor, iki sevgili gibi. Bizim adımıza spor yazarlığını yanlış kullanan insanlar yüzünden tepki görüyoruz. Taraftarlar da doğru yapmıyor, o da tartışılır. Ben canlı yayında, maçtan çıkmış heyecanlı seyircinin önünde, takımı anlatırken o taraftarlar bana hiçbir zaman kötü davranmadılar. Taraftarın kasıtlı olmadığını bildiği bir insanla problemi olmaz.
En son yaşanan büyük derbi sonrasındaki olayları göz önüne alırsak, medyanın objektifliği konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Bunun üç yönü var. Birincisi, Fenerbahçe’nin Galatasaray’a altı tane atması. Bu çok anormal bir sonuçtur. Bu sonucun Galatasaray’ın bazı yetkilileri şu saptırmacayı yaptılar: Onlar bir ölçüde başarılı oldular, olaylara çekin dikkatleri, onun üzerine konuşun ki, altı tane yediğimiz konuşulmasın. İkinci yönü, olayların gerçekten kendisi. Her zaman tribünlerde bu olaylar çıkıyor. Kimse bunları onaylayamaz. Üçüncüsü de, Vilayete ve Güvenlik Birimlerine haksız eleştirilerde bulunuyorlar. Çünkü ben güvenlik toplantısındaydım. Galatasaraylı taraftarların olay çıkartacağı halde alınacağı önceden açıklandı. Bunu eleştirebilirsiniz ama güvenlik birimleri önceden söylediklerini yaptılar. Bir vatandaşın güvenlik birimine saldırmaya hakkı var mı? Onların elbette şefkatli olması gerekiyor ama onlara saldıramaz. Kulüpler bu tür saldırıları onaylamadığı için taraftara bilet vermiyor, deplasmana götürmüyor. Sorumluluğunu üstlenmiyor. Olay çıkarmayacaksanız gidin. Ama oraya tribünde “ben asarım, keserim” demeye gidecekseniz, bu olmaz.
ORHAN SAKA
Futbol Federasyonu Başkan Vekili
Maçlarda yaşanan gerilim dolu dakikaların en aza inmesi Futbol Federasyonu’nun aldığı önlemler bazı kesimler tarafından eleştiriliyor bazı kesimler tarafından benimseniyor. Görüştüğümüz Futbol Federasyonu Başkan Vekili Orhan Saka aldıkları tedbirlerin yeterli olduğunu, sporun dostluk, birlik ve beraberlik içinde yaşanması gerektiğini bütün spor camiasına tekrar hatırlatmak için ellerinden geleni yaptıklarını söylüyor. Federasyon’un barış için yeni sloganı ise ‘Maç nasıl başladıysa, öyle bitsin’…
Küfür ve kötü tezahürat konusunda Federasyonun aldığı tedbir ve önlemler nelerdir?
Kötü tezahürat konusunda aldığımız önlemleri hepimiz biliyoruz. Öncelikle talimatlarımızda değişiklik yaptık. 1. ve 2. anonslarımız var ve bunun neticesinde de Disiplin Kurulu’na sevk edilen kulüplerimiz var. Bu bir tedbir olarak yerini koruyor. Futbol Federasyonu olarak bu konuda seminerler düzenliyoruz. 20-21 Aralık’ta da Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nde bir seminer düzenleyeceğiz. Broşürler hazırlatıyoruz ve bir televizyon filmi hazırlatma düşüncemiz var. Bizim prensiplerimiz sporun ana ruhu olan dostça, kardeşçe yapılabilmesidir. Herkes karşı düşüncelere saygı duymalı. Sporun üç neticesinin olduğunun bilinmesini istiyoruz. Liglerde bir şampiyon olacak. Ama altı takımımızın Avrupa Kupaları’na gideceğini düşünürsek ilk altı derecenin önemli olduğu bir lig yaşıyoruz. O yüzden kötü tezahüratın kimseye karı yok. Karşı rakipleri de kamçıladığı bir gerçek. Bizim sloganımız “maç nasıl başladıysa öyle bitsin”. Maç el sıkışarak dostça başlıyorsa, maçın sonunda da aynen öyle olmalı.
Aldığınız önlemler sonucu ne kadar başarılı oldunuz?
Buralara kolay gelinmedi, burada herkesin vebali var. Öncelikle kulüplerimizin sorumluluğu çok fazla. Futbol Federasyonu olarak bizim eğitimden başka yapabileceğimiz bir şey yok ama kulüplerimizin özellikle taraftar gruplarıyla yapacağı toplantılar ve eğitimler önemli. Kulüplerin içine taraftar kulüplerine girme şansımız yok biz ancak Türk spor kamuoyuna girebiliriz. Asıl kulüplerin centilmenliğe davet etmesi gerekir.
Bu yaptırımlar yerini bulmazsa alacağınız daha büyük önlemler var mı?
Bizim bu konudaki talimat ve uygulamalarımız yeterli diye düşünüyoruz. Saha kapatma, seyircisiz oynama ya da daha da ötesine giderek müsabakadan men cezamız var. Bin Karagümrük’e ve Boluspor’a bu cezayı verdik. Bunlar Süper Lig’deki tüm kulüpler için uygulanabilir. Çünkü Futbol Müsabaka Talimatı tüm kulüpler için geçerlidir. Onun için talimatlara aykırı davranan kulüplerimiz cezalandırılabilir.
Kötü tezahürat konusunda taraftarın ve medyanın tutumunu nasıl buluyorsunuz?
Taraftarların tutumunu çok doğru bulmuyorum. Çünkü taraftarlar takımlarını teşvik yerine kulüplerinde kendilerine yer edinebilmek için mücadele içindeler. Kulüplerinden nasıl menfaat edinebiliriz düşüncesi içindeler. Onun için taraftarı kulübe destek verecek, kulüpten bir şey beklemeyecek düşünceye sahip olmaları lazım. Onlara çok büyük görev düşüyor. Bugün kendi sahasında kötü tezahürat yapan kendi takımı deplasmana gittiğinde aynı şey kendisine de yapılıyor. Kendisine yapılmasını istemediğini başkalarına yapmayacaksın. Bu felsefede hareket etmek lazım. Kötü tezahüratın hiçbir yararı olmadı. Para cezası olarak büyük bir meblağımız yok. En büyük para cezası 2 milyar 500 milyon TL.’dir. Ama UEFA 40 bin Frank 60 bin Frank’a varan cezalar verebiliyor ama biz yasa gereği elimiz kolumuz bağlı. Yasa 92 yılında çıktığında bu meblağ 500 milyondu. Bakanlar Kurulu onu 5 katına kadar arttırmaya yetkilidir. Bunu yapabildiler ama daha fazla artması için mutlaka yasa değişikliği gerekiyor. Taraftar mutlaka yanındakinin küfürlerini önlemeli. Medyaya her konu da olduğu gibi sporun gelişmesinde de büyük bir görevler düşüyor. Medyanın mutlaka kulüp taraftarları gibi davranmayıp Tür sporuna yararlı olacak bir yol çizmeliler. Bir kısım medya bir kulübün taraftarı öbür grup öbür takımın taraftarı gibi hareket edebiliyor. Bunların ortak davranış sergilemesi lazım.
Küfür ve kötü tezahürat konusunda elbetteki söz taraftar grup ve derneklerimize de düşecekti. Bu konuda görüş vermek istemeyen dernek ve gruplarımızın yanında, diğer dernekler, bu konuda, taraftar, federasyon, medya, yönetim ve emniyet birimlerinin tutumları üzerine şunları söylediler:
100. Yıl
Beşiktaşlılar Derneği
Dr. Turhan Şalva
(Başkan)
Kadir Kömürcü
(Başkan Yardımcısı)
Ahmet Kısa
(Genel Sekreter)
Derneğimizin ilk amacı fanatizme ve “kötü tezahürata hayır” tezini savunmak, bu konuda girişimlerde bulunmaktır. Önce işe tribünlerden başlamak, toplum olarak agresifliğimizin yanı sıra ahlaki değer yargılarına da önem verdiğimiz için ailece maçların seyir edilmesi konunun ana esasıdır. Tribünlerde özel bir bölümde gerek ev sahibi takımın ailece taraftarı ve gerekse rakip takımın ailece taraftarlarını bir arada oturtarak maç izleme ortamını oluşturmak, konunun en önemli yanıdır. Küfür ve kötü tezahüratın kaldırılması için taraftar eğitilmelidir. Eğitim sorumluluğu başta basına ve sonra da kulüpler ile taraftar derneklerine düşüyor.
Alınan tedbirler konusunda, en doğrusu bu konuda emniyet birimlerine iş düşmemesi ama ne yazık ki olaylar buralara kadar geldi. Yapılması gereken bu tip toplulukların başında olanlar olayları yönlendirenleri statlardan uzak tutmaktır. Emniyet sıkı önlemlerle taraftarın giriş ve çıkışını denetlemelidir. Olay çıkaranlar anında yakalanmalı ve cezalandırılmalıdır. Neyin suç, neyin ceza olduğu belirlenmeli ve taraftara duyurulmalıdır.
Federasyon, uygulamalarında adil olduğunu tüm kulüp taraftarlarına hissettirecek şekilde çalışmalıdır. Demeçlerinde bütünleştirici, ceza uygulamalarında adil olmalıdır. Uygulamalar dünya standartlarına uyumlu olmalıdır.
Kulüp yöneticileri, kamu görevlisi olduklarını bilmelidir. Tahrik etmemeli, yatıştırmalıdır. Başarı için her şey yapılmalı mantığını bırakmalıdır. Taraftarını ve sporcusunu eğitmelidir. Olayların buralara kadar gelmesindeki en büyük etken kulüp yöneticileridir. Verilen sivri demeçler ve ağır eleştiriler daima fanatik hayranlarda haz uyandırmıştır. Özellikle derbiler haftasında karşılıklı toplantılar düzenlemek taraftar ve temsilcilerini bir araya getirip kaynaştırmak, iki kulüp taraftarlarına tribünlerde bir aile ortamı içerisinde maç izleme bölümü ayırmak özellikle yöneticilerin maç haftasında kaynaşıp, tartışacağı yemekler ve buna benzer sosyal etkinlikler yapmak yapılabilecekler arasındadır.
Bu konuda medya, yangına körükle gitmektedir. Özellikle yalnızca futbol yazan gazetelerin varlığı ile birlikte 3 büyük kulüp taraftarı olduğunu ifade eden medya grupları oluşmaya başlamıştır. Yapılanın öncelikle bir spor olduğu vurgulanmadıkça, kendilerince fanatik taraftar sözcülüğü yapılarak konunun çözümü olanaklı değildir.
Web Kartalları
Dernek Başkanı
Altay Altın
Bizler Beşiktaş taraftarı olarak, tribünlerimizde küfür ve kötü tezahürat istemiyoruz. Ama takımı desteklediğimizi belli edecek, ateşleyecek tezahüratlara her zaman açığız. Taraftarlık ile holiganizmi ayırmak gerekiyor. Holiganizm kelime anlamı ile de şiddet içerir. Taraftarlıksa şiddetten uzak takımına, kulübüne sahip çıkmaktır. Holiganizm belli sınırlar da kalmalı. Beşiktaş’ın da böyle bir taraftar grubu var. Ama Çarşı’ya holigan demek yanlış olur. Bir yaşam tarzı ve ezilmişliğe baş kaldırış, Beşiktaş Holiganizmi. Saldırıyı tasvip etmiyoruz ama hakkı yendiği zaman Beşiktaş taraftarı sesini de çıkarmalı. Sinema seyreder gibi, ‘maç bitti, gidiyoruz, bundan sonrası yok’ olmamalı. Kulüp kendi taraftarının yanında olursa, taraftarlık mücadelesini omuz omuza götürürse bir problem olmaz. Ama eğer bazı kişilere ayrıcalık tanınırsa, farklı gruplar farklı davranışlar görürse, bu aynı camia içerisinde bölünmelere yol açar. Bir kulüp bütün taraftarlarına eşit ölçüde yaklaşmalı. Federasyonun, rakip takımın sahasında takımımızı destekleyemeyeceğimize yönelik kararını, insan haklarına aykırı buluyoruz. Maç sırasında, tribünleri kontrolün de hakemlerin sırtında olması büyük bir yüktür. Anonsların hangi durumlarda yapılacağı da çok göreceli bir kavramdır. Tamamen hakemin ruh sağlığına bağlıdır. Bu net bir kurala oturtulmalı. Saha içindeki anonslarda seyirciyi çok fazla etkilemez. İnsanlar tepki gösteriyor. Anons yapılırken bile çok dikkatli olunması gerekiyor. Bize göre emniyet birimleri de işlerini yanlış yerde yapıyorlar. Bileti olan, olmayan herkes stad girişlerinde birikiyor. Büyük bir yığılma gerçekleşiyor. Cebimizdeki 100 bin liradan ziyade biletleri kontrol etseler bu çok daha düzenli bir görünüme yol açacaktır. Küfür ve kötü tezahüratın önlenmesinde şüphesiz eğitimin payı çok büyük. Fakat aynı zamanda kulüplere de, medyaya da, emniyete de, taraftara da iş düşüyor. Beşiktaş taraftarı bu konuda sağduyulu. En son çıkan Fenerbahçe ve Galatasaray olaylarında haksız yere cezalandırıldılar. Biz maç seyretmeyi, sporun her dalını seviyoruz. Eğer bir taraftar takımının yanında, onu destekleyemiyorsa bu tamamen çağdışı ve insan haklarına aykırı uygulamadır.
ONÜÇÜNCÜ SAYFA
En popüler sitelerde
üçüncü olduk
Gazete Beşiktaş Web Sitesi, içeriği Beşiktaş olan web siteleri arasındaki en popüler 10 site arasında yer alıyor. BJK Europe tarafından seçilen en popüler 10 site sıralamasında, Gazete Beşiktaş, BJK Kulübü Resmi Sitesi ve Anadolu Beşiktaşlılar Derneği Resmi Web Sitesi’nden sora üçüncü oldu. Üçüncülüğü takip eden sıralama şöyle: Özel BJK Okulları, İTÜ, Grup Siyah Beyaz, Karakartal, Beşiktaş USA, Üsküdar Beşiktaşlılar Derneği, BJK.cc
ONİKİNCİ SAYFA
Engel tanımıyorlar
Engelli liginde aldığı başarılarla dikkatleri üzerine çeken Beşiktaş Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, azmin ve hırsın zaferinin en güzel örneğini gösteriyor. Şimdiye kadar oynadığı hiçbir maçta yenilmeyen Beşiktaş Engelliler Spor Kulübü, her şeyin eller ve beyinle yapıldığı tekerlekli sandalye basketbolunda, hem Lig Şampiyonluğunu hem de Avrupa Şampiyonluğunu hedefliyorlar. Engelli sporcular elde ettikleri başarıların hem evlerinde hayata küsmüş birçok engelliye hayat verdiğini hem de her şeyin iki ayaktan ibaret olmadığını ispat ettiklerini söylüyorlar.
Türkiye’de engelliler sporunun kurulması ve yaygınlaşmasındaki en önemli isimlerden biri olan, Beşiktaş Engelli Sporu Başkanı Erdem Göksel ve ikinci Başkanı Yücel Öztürk ile görüştük:
Türkiye’de engelli sporu nasıl başladı?
Gelişmiş ülkelerde engelli sporu 1940 yılında rehabilitasyon sporu olarak başladı. Daha sonraki yıllarda performans sporuna dönüştü. Ülkemizde 1988 yılında ilk Sakatlar Spor Kulübü’nü kurarak bu işe başladık. Onun ilk kurucusu ve başkanı bendim. 1990 yılında Engelliler Spor Federasyonu’nun kurulmasını önerdik. Gençlik ve Spor Müdürlüğüne bağlı olarak bu federasyon kuruldu ve yavaş yavaş gelişmeye başladı. Engelli dernekleri ile engelli spor camiası birbirinden çok farklı çalışıyor. Türkiye’de bunu çok karıştırıyorlar. Bakıyorlar ki engelli konfederasyona bağlı diyorlar. Oysa biz konfederasyona değil doğrudan Gençlik ve Spor Müdürlüğü’nün himayesinde olan federasyonlara bağlıyız. Dolayısıyla Spordan Sorumlu Devlet Bakanı’na bağlıyız.
Beşiktaş bünyesine nasıl geçtiniz?
Öncelikli olarak bizim yaptığımız halkı, kamuoyunu inandırmaktı. ‘Engelliler de sağlıklı insanlar gibi spor yapabilir’ bilincini aşılamaktı. Bunu başardık. Ülkenin her yanına engelli sporunun yayılmasını sağladık. Türkiye’den çok başarılı sporcular ülkeye önemli ödüller getirmeye başladı. Devletin, kamuoyunun dikkatini çekmeye başladık. Ama eksik bir şeyler vardı. Mutlaka üç büyük kulüpleri bizi desteklemesi halinde daha farklı bir kamuoyu oluşacağını düşündük. Beşiktaşlı olduğumuz için o misyonu biz aldık. Süleyman Seba’ya, Avrupa’daki ve Türkiye’deki engelli sporunu anlattık. O bu girişimi onayladı ve BJK desteği ile Beşiktaş Engelliler Spor Kulübü’nü kurduk. Kulübün iki ayağı olması amacıyla ve dönemin Belediye Başkanı Ayfer Atay’a da konuyu açtık. Böylece hem Beşiktaş Belediyesi’nin hem de BJK’nın desteği ile 3 Nisan 1999’da resmen faaliyete başladı.
O günlerden bugünlere ne gibi değişiklikler yaşadınız?
O günden bu güne kadar da Türkiye’de çok başarılı bir grafik çizdik. Hedeflerimizin en az 20 kat üstüne çıktığımızı gördük. Umduğumuzdan çok büyük destekler aldık. Sporcularımız çok başarılı oldu. Türkiye’deki en başarılı engelli sporcuları transfer etmeye başladık. Engelli Sporu’nda ilk ciddi paraları alan sporcular burada oldu.
Hangi branşlarda faaliyet gösteriyorsunuz?
Türkiye’de engelli sporunda, Avrupa standartlarına ulaşmış ve kurumsallaşmış en önemli spor dalı Tekerlekli Basketbol Takımı’dır. Onun haricinde atletizm, yüzme, atıcılık, yatarak halter, bilek güreşi, masa tenisi ve tenis de yeni başlayacak. Ama özellikle basketbolda yurt dışına giden sporcularımız çok büyük başarılar elde ettiler. Nihat Demir isimli bir sporcumuz şu anda Amerika’da. İki sporcumuz Fransa’dan önemli dereceler alarak geldiler. İtalya’ya bir takım gönderdik. Bizim kendi alt yapımızdan yetişen bir çocuğumuza talip oldular. Türkiye’de bir ilke imza atabilmek için de sporcumuzu bedelsiz olarak transfer ettik.
Yaşadığınız zorluklar var mı?
Ulaşım sorunu özellikle deplasmanda büyük bir sorundu çünkü play-off hariç basketbolda 8 deplasmanımız var. Sporcuların çok özel sandalyeleri var. Tanesi 5 milyar olan özel sandalyelerini götürmek zorundalar. Bu sandalyelerle sadece spor yapabilirsiniz. Sporcunun vücuduna göre özel hazırlanır. Ayakkabı gibi vücuda oturur ve normal iki bacağın yaptığı hareketin yüzde 80’ini yapar. Her branşın Avrupa’da özel sandalyeleri vardır. Bu ulaşım sorununu Yusuf Namoğlu’nun sağladığı asansörlü minibüs ile giderdik. Çok önemli başarılara imza atarken bunun arkasında çok özel destekler var. Öncelikle Belediye Başkanımız Yusuf Namoğlu’nun, Serdar Bilgili’nin çok önemli destekleri var. Bu iki insan da bizim için yaptıklarını kamuoyuna anlatmıyorlar. Engellilerin üzerinden reklam yapmıyorlar. Bunları hep gizli tutuyorlar. Ama çocuklarımızın başarıları bunları ortaya çıkarıyor.
Tekerlekli Basketbol Takımı’nın aldığı başarılar nelerdir?
Basketbol takımımız şu anda birinci ligin de en iddialı takımı. Şu ana kadar yaptığı maçları büyük farklarla kazandı. Takımımızdaki oyuncular Milli Takım oyuncularının çoğunluğunu oluşturuyor. Maçlarımız Fulya’da Serdar Bilgili’nin onayı ile Ahmet Fetgeri Kapalı Spor Salonu’nda yapılıyor. Başarı da bir maliyet meselesi. Sadece basketbol branşı araç ve gereç maliyeti 50 milyardır. Bunların üzerine diğer masrafları da koyduğunuz zaman önemli bir bütçe teşkil etmekte. Çünkü sadece Türkiye’de spor yapmıyorsunuz, buradan Avrupa’ya açılıyorsunuz ve bu nedenle Avrupa standartlarında en iyi malzemeleri almanız gerekiyor.
Derneğinizin sporcusu olmak için gelen yoğun taleplerle karşılaşıyor musunuz?
İstanbul’daki birçok engelli bize müracaat etti. Biz Beşiktaş’ta spor yapmak istiyoruz diye. Bunların hepsine yetişmek mümkün değil. Şu anda bin tane müracaatımız var. Bunları gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu arada Avrupa ülkeleri ile boy ölçüşebilecek sporcu yetiştirmeye gayret ediyoruz. İyi olanları alıyoruz.
Antrenör Asuman Dirmen: Bir yıl önce başladım. Daha önce SSK’daydım. Bir buçuk aydır Beşiktaş’tayım. Beşiktaş için tek hedef şampiyonluk. Bunun için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Ben kendi adıma kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Oyuncuların kaliteleri, seviyeleri belli. İnsanlar engelli sporcuları seyredince onlara hayran oluyorlar. Benim de başlangıcım öyleydi. SSK’da önceleri maçları seyrettim. Sonra bir şekilde Basketbol geçmişimden dolayı kayma oldu ama bu çok daha başka bir ortam ve girildiği zaman dönüşü olmuyor. Oyunun içinde daha değişik bir hırs var. Bu hırs kişilere değil sadece topa ve oyuna.
Murat Emrak: 9 yıldır bu sporu yapıyorum. Altı yıldır Milli Takım’dayım. Ligimiz Deplasmanlı Profesyonel Birinci Lig. Her hafta salonu ya kendi sahamızda ya da şehir dışında maçlarımız oluyor. Sürekli başka şehirlere maç yapmaya gidiyoruz. Hedefimiz bu sene şampiyonluk. Onun dışında Milli Takım’la da bu sene Avrupa Şampiyonası’na katılacağız. Bizim takımdan dört kişi geçtiğimiz ay Avrupa Gençler Şampiyonasına katıldı ve ikinci oldu. Bu ay da A Takımı Çekoslovakya’da Avrupa Şampiyonası’na çıkacak. Hem Milli Takıma hem de kendi takımımıza başarılı olmak için çalışmalarımız devam ediyor. Tekerlekli Sandalye Basketbolu yürüyen basketbolden çok daha zordur. Çünkü her şey eller ve beyinle yapılır. Basketbolde vücudunu kullanabilirsin, ayaklarını kullanabilirsin ama bu daha farklı. Bizim burada elde ettiğimiz başarılar hem evinde, hayata küsmüş birçok engelli arkadaşa hayat veriyor hem de sağlam insanın her şeyi iki ayaktan ibaret değil de dört tekerlek üzerinde de birçok şeyin yapılabileceğini ispatlıyor.
Kaan Dalay: Ben daha yeni bir oyuncuyum. Gelir gelmez Milli Takım’a seçildim. Takım arkadaşlarımla tek bir hedefimiz var, o da şampiyonluk. Daha önceden Beşiktaş Engelliler Spor Kulübü’nü biliyordum. Bütün gün evde oturup hayata küsmenin bir anlamı olmadığını anladığım zaman da buraya geldim. Bizler bu sporu yaptığımız için çok şanslıyız. Ve insanlardan çok destek alıyoruz. Her maçımızda en az yüz kişi seyirci olarak bulunuyor. Bazı insanlar bu sporun zevkinin farkına varabiliyor ama medyanın daha fazla ilgi gösterip, öne çıkarması lazım. Bu sporun yaygınlaşması ve daha fazla insana ulaşması için bu gerekiyor.
Yasin Cırgaoğlu: İki sene önce üyesi olduğum bir dernekte tanıştığım SSK’nın hocası Ercüment Bey tarafından buruya yönlendirildim. Buraya başlamadan önce hep evdeydim sadece okul devam ediyordu. Basketbol’a başladıktan sonra insanlarla ilişkilerim de değişti. Bir sene önce Milli Takım’a seçildim. Avrupa ikincisi olduk. Hedefimiz şampiyonluk, umarım hem Avrupa Şampiyonluğu’nu hem de Lig Şampiyonluğu’nu kazanırız.
Maçlar
1.Hafta
K.K.T.C. Lefkoşe- Beşiktaş 43-54
2. Hafta
Samsun Bedensel Engelliler Spor Kulübü-Beşiktaş 45-72
3. Hafta
İzmir RSK-Beşiktaş 58-59
4. Hafta
İskenderun Ortopedik Özürlüler Spor Kulübü-Beşiktaş 64-66
5. Hafta
Antakya Sevgi Engelliler Spor Kulübü-Beşiktaş 31-102
6. Hafta
Adana Martı Engelliler Spor Kulübü-Beşiktaş 35-104
7. Hafta
Anadolu Yakası Engelliler Spor Kulübü-Beşiktaş 21-75
Spor Hattı
Pancu da sakatlandı
Bu sezon sakatlıklardan yakasını bir türlü kurtaramayan Beşiktaş bu kez de Daniel Pancu’nun menisküs haberiyle sakatlandı. MR’i çekilen Romen golcünün sağ menisküsünde yırtık olduğu ortaya çıktı.
Amaral gidiyor mu?
Beşiktaş’ın sezon başında büyük umutlarla renklerine kattığı ve kısa sürede taraftarların sevgilisi Amaral, gözden düştü. Teknik Direktör Lucescu transfer listesinde ilk sırada yer alan Brezilyalı oyuncuyu, Altay maçında ortaya koyduğu kötü futbol üzerine ilk yarı bitmeden kenara alınca yönetim hemen rapor istedi.
Lucescu’dan gelecek bilgilere göre, Amaral konusunda son karar verilecek ve gerekirse bu oyuncu devre arasında gönderilecek. Amaral için, “Sadece içgüdüsel oynuyor ve bu yüzden ofansif oyun taktiğine hiç uymuyor” dediği öğrenildi. Brezilyalı oyuncu ise hocasının bu düşünceleri karşısında ‘çok tuhaf’ demekle yetindi.
İlhan Mansız’a ceza
UEFA Disiplin Kurulu, Alaves maçında kırmızı kart gören Beşiktaş’ın gölcü oyuncusu İlhan Mansız’a üç maç ceza verdi. Alaves’le oynanan UEFA Kupası 2. tur rövanş maçının son dakikalarında rakibi ile kavga ettiği için Fransız hakem Pascal Garibian tarafından oyundan atılan İlhan Mansız yaptığı hareketin faturasını böylelikle ağır ödemiş oldu.
Fevzi sonunda boşandı
Eski Beşiktaşlı Gaziantep kalecisi Fevzi ile eşi Yeşim’in evliliği anlaşmalı olarak sona erdi. Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki duruşmada Fevzi ve Yeşim Tuncay hazır bulundu. Mahkeme, 5 yaşındaki Eylül’ün velayeti annesine verildi.
Cordoba teklifleri reddetti
Beşiktaş’ın kalecisi Cordoba, Türkiye’ye gelen Arjantinli menajerlerin tekliflerini reddetti. Kolombiyalı kaleci, bir çok kulüpten teklif aldığını söyledi. İtalyan, İspanyol ve Alman kulüplerinden teklif alan kaleci, ‘Beşiktaş’ta mutluyum. Hiçbir yere gitmeyeceğim’ dedi.
Arat’ın babası vefat etti
Beşiktaş’ın eski yöneticisi ve son iki dönem başkan adayı Hasan Arat’ın babası vefat etti. 73 yaşındaki Mehmet Necmettin Arat’ın beyin kanaması sonucu hayatını kaybettiği öğrenildi. Baba Arat’ın cenazesini, Adana Kabasakal Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Nouma Soruları Yanıtladı
Nouma, siyah – beyazlı taraftarlarla arasında büyük bir bağ bulunduğunu belirterek, ‘Jübilemi Beşiktaş’ta yapmak isterim’ dedi. Taraftarlarla söyleşen Nouma’ya eskisi gibi agresif oynamaması ve formuna ne zaman kavuşacağı gibi konularda sorular yöneltildi. Nouma, ‘Her zaman sakin kalacağım’ ve ‘Her maçta daha iyiye gidiyorum. İstediğim performansa yakında ulaşacağım’ yanıtlarını verdi. Fransız futbolcu, futbolu 4 – 5 yıl sonra bırakabileceğini, jübilesini de Beşiktaş’ta yapmayı istediğini anlattı.