İyi Haber
Arjantinli ünlü golfçü Robert de Vincenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.
Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını kutladıktan sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı. Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.
Kadının anlattığı öykü de Vincenzoyu çok etkilemişti, hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine. Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona; "Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi.
Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, profesyonel golf derneğinin bir görevlisi yanına gelerek; "Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra yanınıza bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunuzu söylediler bana" dedi. De Vincenzo, evet anlamında başını salladı. "evet" dedi.
Görevli, "Size bir haberim var. O kadın bir sahtekardır. Üstelik hasta bir çocuğu da yok. Sizi fena halde kandırmış arkadaşım."De vincenzo; "Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" Dedi. "Hayır, yok" dedi görevli. "İşte" dedi, Vincenzo ";bu, bu hafta duyduğum en iyi haber".
Gül Yapragi
Uzakdogu'da bir budist tapinagi, bilgeligin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konusmadan açiklayabilmekti.
Bir gün tapinagin kapisina bir yabanci geldi. Yabanci, kapida öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel bulusmaya inaniliyordu, o yüzden kapida herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu. Bir süre sonra kapi açildi. Içerideki budist rahip, kapida duran yabanciya bakti. Bir selamlasmadan sonra sözsüz konusmalari basladi.
Gelen yabanci, tapinaga girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu. Sonra elinde agzina kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabi yabanciya uzatti. Bu, yeni bir arayiciyi kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabanci, tapinagin bahçesine döndü. Aldigi bir gül yapragini kabin içindeki suyun üstüne birakti. Gül yapragi suyun üstünde yüzüyordu ve su tasmamisti içerideki budist rahip saygiyla egildi ve kapiyi açarak yabanciyi içeriye aldi. Suyu tasirmayan bir gül yapragina her zaman yer vardi.
Basari, Zenginlik ve Sevgi
Alisverise gitmek üzere evden çikan bir kadin, kapisinin karsisindaki kaldirimda oturan bembeyaz sakalli üç yasliyi görünce önce duraksadi, sonra onlari, tüm içtenligiyle evine davet etti; "Burada böyle oturdugunuza göre, üçünüz de kesinlikle acikmis olmalisiniz", dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek birseyler hazirlayayim."
Üç yaslidan biri, kadina, esinin evde olup olmadigini sordu. Kadin, esinin biraz önce çiktigini, su anda evde olmadigini söyledi. Yasli adam, basini iki yana salladi; "Esiniz evde degilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi.
Aksam esi geldiginde, kadin karsi kaldirimdaki yasli adamlarla arasinda geçen konusmayi anlatti. "Senin evde olmadigini ögrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yasli adamlarin bu davranislarini ögrenince, kadinin esi üzüldü. "Bir bakiversene disari", dedi. "Hâlâ oradalarsa, simdi davet edebilirsin eve."
Kadin kapiyi açar açmaz, karsi kaldirimdaki bembeyaz sakalli üç yasliyla yeniden karsilasti. "Esim geldi, simdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi; "Yemegimizi birlikte yemek için sizi simdi davet edebilir miyim evimize?"
Kadinin davetine yaslilardan biri yanit verdi; "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi ve kisa bir duraksamadan sonra, bir açiklama yapti; "Sag yanimdaki bu arkadasimin adi, zenginliktir. Bu yanimda oturan arkadasimin adi basari, benim adim ise sevgidir.
Kendini ve arkadaslarini tanittiktan sonra sevgi, kadina ilginç bir öneride bulundu "Simdi evinize gidin ve esinizle basbasa verip, bir karara varin", dedi. "Içimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediginize karar verin, sonra gelin, kararinizi bize bildirin."
Kadin, sevginin önerisini esine anlattiginda, adam sevinçten göklere firladi. "Aman ne güzel, ne güzel", dedi. "Hangisini davet edecegimizi bize biraktiklarina göre, biz de içlerinden zenginligi davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginlige kavusmus olur."
Esinin karari, kadinin hiç de hosuna gitmedi. "Basariyi davet etsek, daha mantikli bir karar vermis olmaz miyiz, kocacigim?", dedi.
Kayinvalidesiyle, kayinpederinin bu konusmasina, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmustu. Kosarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi; "En dogru karar, sevgiyi davet etmek degil midir?", dedi. "Düsünsenize, evimiz bir anda sevgiyle dolup taşacak"
Gelinin bu önerisi, kayinpederin de, kayinvalidenin de çok hoslarina gitti. "Tamam, en dogru karar bu olacak" dediler. Sevgiyi davet edelim..."
Kadin kapiyi açti ve üç yasliya birden sordu; "Içinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."
Sevgi ayaga kalkti, eve dogru yürümeye basladi. Arkadaslari da ayaga kalktilar ve sevginin arkasindan, onlar da eve dogru yürümeye basladilar.
Kadin, büyük bir saskinlik ve heyecan içinde, zenginlikle basariya sordu; "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalniz sevgiyi davet etmistim."
Kadinin bu sorusuna, üç yasli birlikte yanit verdiler; "Eger içimizden yalniz zenginligi ya da basariyi davet etmis olsaydiniz, davet edilmeyen ikimiz disarida bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayiz evinize."
Ve kadinin "niçin?" diye sormasini beklemeden, zenginlik ve basari sözlerini söyle sürdürdüler; "Çünkü sevginin oldugu her yerde, biz zenginlik ve basari da her zaman, onun yaninda oluruz.
Küçük Balık
Küçük bir balık, yiyecek birşey sanıp hızla atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında, gümbür gümbür oldu yüreği. Sonra hızla çekildi yukarıya. Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü, neye benzerdi acep gökyüzü
Bir yanda büyük bir merak, bir yanda ölüm korkusu. "Dudağı yarıklar" denir, şanslıdır onlar, hani görüp de gökyüzünü, insan, oltadan son anda kurtulanlar.
Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu; küçük balık anladı yolun sonu; koca denizlere sığmazdı yüreği, oysa simdi yüzerken küçücük yeşil leğende, cansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci.
İnsanlar gelip geçtiler önünden; bir kedi yalanarak baktı gözünün içine;yavaşça karardı dünya başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.
İşte tam o anda eğilip aldım onu; yürüdüm deniz kenarına; bir öpücük kondurdum başına. İki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle saldım denizin sularına. Bir an öylece bakakaldı; sonra sevinçle dibe daldı gitti, tüm kederimi söküp atarak teşekkürü de ihmal etmemişti; birkaç değerli pulunu elime, avuçlarıma bırakarak.
Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme; sorar gibiydiler neden yaptın bunu niye? "Bir gün" dedim, "Bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük bir balık kadar çaresiz, son ana kadar hep bir umudum olsun diye"
Kavanozdaki Taşlar
Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş. Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.
Kavanozda tas parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?" Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş. "Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş.
Kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler. Yeniden sormuş öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?" İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler; "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler.
"Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş. Ve sormuş yeniden; "Kavanoz doldu mu?" "Hayır dolmadı" diye bağırmış öğrenciler.
Yine "Aferin" demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış. Sormuş sonra; "Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?"
Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış; "Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni isler için zaman bulabilirsiniz."
"O da doğru ama" demiş zaman kullanma hocası; "Çıkartılması gereken asıl ders şu: eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız."
Ve ardından herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş; "Hayatınızdaki büyük tas parçaları hangileri, onları ilk is olarak kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mi bırakıyorsunuz.
Dervis Kasiklari
Bir gün sormuslar ermislerden birine; "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yasayanlar arasinda ne fark vardir?" "Bakin göstereyim" demis ermis. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememis olanlari çagirarak onlara bir sofra hazirlamis. Hepsi oturmuslar yerlerine. Derken tabaklar içinde sicak çorbalar gelmis ve arkasindan da dervis kasiklari denilen bir metre boyunda kasiklar.
Ermis; "Bu kasiklarin ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de sart koymus. "Peki" demisler ve içmeye tesebbüs etmisler. Fakat o da ne? Kasiklar uzun geldiginden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar agizlarina. En sonunda bakmislar beceremiyorlar, öylece aç kalkmislar sofradan.
Bunun üzerine, "Simdi..." demis ermis, "Sevgiyi gerçekten bilenleri çagiralim yemege." Yüzleri aydinlik, gözleri sevgi ile gülümseyen, isikli insanlar gelmis oturmus sofraya bu defa. "Buyrun" deyince her biri uzun boylu kasigini çorbaya daldirip, sonra karsisindaki kardesine uzatarak içmisler çorbalarini. Böylece her biri digerini doyurmus ve sükrederek kalkmislar sofradan.
"Iste" demis ermis, "Kim ki hayat sofrasinda yalniz kendini görür ve doymayi düsünürse o aç kalacaktir. Ve kim kardesini düsünür de doyurursa o da kardesi tarafindan doyurulacaktir. Süphesiz sunu da unutmayin. Hayat pazarinda alan degil, veren kazançlidir her zaman..."
Arjantinli ünlü golfçü Robert de Vincenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.
Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını kutladıktan sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı. Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.
Kadının anlattığı öykü de Vincenzoyu çok etkilemişti, hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine. Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona; "Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi.
Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, profesyonel golf derneğinin bir görevlisi yanına gelerek; "Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra yanınıza bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunuzu söylediler bana" dedi. De Vincenzo, evet anlamında başını salladı. "evet" dedi.
Görevli, "Size bir haberim var. O kadın bir sahtekardır. Üstelik hasta bir çocuğu da yok. Sizi fena halde kandırmış arkadaşım."De vincenzo; "Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" Dedi. "Hayır, yok" dedi görevli. "İşte" dedi, Vincenzo ";bu, bu hafta duyduğum en iyi haber".
Gül Yapragi
Uzakdogu'da bir budist tapinagi, bilgeligin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konusmadan açiklayabilmekti.
Bir gün tapinagin kapisina bir yabanci geldi. Yabanci, kapida öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel bulusmaya inaniliyordu, o yüzden kapida herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu. Bir süre sonra kapi açildi. Içerideki budist rahip, kapida duran yabanciya bakti. Bir selamlasmadan sonra sözsüz konusmalari basladi.
Gelen yabanci, tapinaga girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu. Sonra elinde agzina kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabi yabanciya uzatti. Bu, yeni bir arayiciyi kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabanci, tapinagin bahçesine döndü. Aldigi bir gül yapragini kabin içindeki suyun üstüne birakti. Gül yapragi suyun üstünde yüzüyordu ve su tasmamisti içerideki budist rahip saygiyla egildi ve kapiyi açarak yabanciyi içeriye aldi. Suyu tasirmayan bir gül yapragina her zaman yer vardi.
Basari, Zenginlik ve Sevgi
Alisverise gitmek üzere evden çikan bir kadin, kapisinin karsisindaki kaldirimda oturan bembeyaz sakalli üç yasliyi görünce önce duraksadi, sonra onlari, tüm içtenligiyle evine davet etti; "Burada böyle oturdugunuza göre, üçünüz de kesinlikle acikmis olmalisiniz", dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek birseyler hazirlayayim."
Üç yaslidan biri, kadina, esinin evde olup olmadigini sordu. Kadin, esinin biraz önce çiktigini, su anda evde olmadigini söyledi. Yasli adam, basini iki yana salladi; "Esiniz evde degilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi.
Aksam esi geldiginde, kadin karsi kaldirimdaki yasli adamlarla arasinda geçen konusmayi anlatti. "Senin evde olmadigini ögrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yasli adamlarin bu davranislarini ögrenince, kadinin esi üzüldü. "Bir bakiversene disari", dedi. "Hâlâ oradalarsa, simdi davet edebilirsin eve."
Kadin kapiyi açar açmaz, karsi kaldirimdaki bembeyaz sakalli üç yasliyla yeniden karsilasti. "Esim geldi, simdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi; "Yemegimizi birlikte yemek için sizi simdi davet edebilir miyim evimize?"
Kadinin davetine yaslilardan biri yanit verdi; "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi ve kisa bir duraksamadan sonra, bir açiklama yapti; "Sag yanimdaki bu arkadasimin adi, zenginliktir. Bu yanimda oturan arkadasimin adi basari, benim adim ise sevgidir.
Kendini ve arkadaslarini tanittiktan sonra sevgi, kadina ilginç bir öneride bulundu "Simdi evinize gidin ve esinizle basbasa verip, bir karara varin", dedi. "Içimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediginize karar verin, sonra gelin, kararinizi bize bildirin."
Kadin, sevginin önerisini esine anlattiginda, adam sevinçten göklere firladi. "Aman ne güzel, ne güzel", dedi. "Hangisini davet edecegimizi bize biraktiklarina göre, biz de içlerinden zenginligi davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginlige kavusmus olur."
Esinin karari, kadinin hiç de hosuna gitmedi. "Basariyi davet etsek, daha mantikli bir karar vermis olmaz miyiz, kocacigim?", dedi.
Kayinvalidesiyle, kayinpederinin bu konusmasina, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmustu. Kosarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi; "En dogru karar, sevgiyi davet etmek degil midir?", dedi. "Düsünsenize, evimiz bir anda sevgiyle dolup taşacak"
Gelinin bu önerisi, kayinpederin de, kayinvalidenin de çok hoslarina gitti. "Tamam, en dogru karar bu olacak" dediler. Sevgiyi davet edelim..."
Kadin kapiyi açti ve üç yasliya birden sordu; "Içinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."
Sevgi ayaga kalkti, eve dogru yürümeye basladi. Arkadaslari da ayaga kalktilar ve sevginin arkasindan, onlar da eve dogru yürümeye basladilar.
Kadin, büyük bir saskinlik ve heyecan içinde, zenginlikle basariya sordu; "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalniz sevgiyi davet etmistim."
Kadinin bu sorusuna, üç yasli birlikte yanit verdiler; "Eger içimizden yalniz zenginligi ya da basariyi davet etmis olsaydiniz, davet edilmeyen ikimiz disarida bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayiz evinize."
Ve kadinin "niçin?" diye sormasini beklemeden, zenginlik ve basari sözlerini söyle sürdürdüler; "Çünkü sevginin oldugu her yerde, biz zenginlik ve basari da her zaman, onun yaninda oluruz.
Küçük Balık
Küçük bir balık, yiyecek birşey sanıp hızla atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında, gümbür gümbür oldu yüreği. Sonra hızla çekildi yukarıya. Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü, neye benzerdi acep gökyüzü
Bir yanda büyük bir merak, bir yanda ölüm korkusu. "Dudağı yarıklar" denir, şanslıdır onlar, hani görüp de gökyüzünü, insan, oltadan son anda kurtulanlar.
Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu; küçük balık anladı yolun sonu; koca denizlere sığmazdı yüreği, oysa simdi yüzerken küçücük yeşil leğende, cansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci.
İnsanlar gelip geçtiler önünden; bir kedi yalanarak baktı gözünün içine;yavaşça karardı dünya başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.
İşte tam o anda eğilip aldım onu; yürüdüm deniz kenarına; bir öpücük kondurdum başına. İki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle saldım denizin sularına. Bir an öylece bakakaldı; sonra sevinçle dibe daldı gitti, tüm kederimi söküp atarak teşekkürü de ihmal etmemişti; birkaç değerli pulunu elime, avuçlarıma bırakarak.
Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme; sorar gibiydiler neden yaptın bunu niye? "Bir gün" dedim, "Bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük bir balık kadar çaresiz, son ana kadar hep bir umudum olsun diye"
Kavanozdaki Taşlar
Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş. Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.
Kavanozda tas parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?" Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş. "Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş.
Kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler. Yeniden sormuş öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?" İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler; "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler.
"Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş. Ve sormuş yeniden; "Kavanoz doldu mu?" "Hayır dolmadı" diye bağırmış öğrenciler.
Yine "Aferin" demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış. Sormuş sonra; "Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?"
Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış; "Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni isler için zaman bulabilirsiniz."
"O da doğru ama" demiş zaman kullanma hocası; "Çıkartılması gereken asıl ders şu: eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız."
Ve ardından herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş; "Hayatınızdaki büyük tas parçaları hangileri, onları ilk is olarak kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mi bırakıyorsunuz.
Dervis Kasiklari
Bir gün sormuslar ermislerden birine; "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yasayanlar arasinda ne fark vardir?" "Bakin göstereyim" demis ermis. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememis olanlari çagirarak onlara bir sofra hazirlamis. Hepsi oturmuslar yerlerine. Derken tabaklar içinde sicak çorbalar gelmis ve arkasindan da dervis kasiklari denilen bir metre boyunda kasiklar.
Ermis; "Bu kasiklarin ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de sart koymus. "Peki" demisler ve içmeye tesebbüs etmisler. Fakat o da ne? Kasiklar uzun geldiginden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar agizlarina. En sonunda bakmislar beceremiyorlar, öylece aç kalkmislar sofradan.
Bunun üzerine, "Simdi..." demis ermis, "Sevgiyi gerçekten bilenleri çagiralim yemege." Yüzleri aydinlik, gözleri sevgi ile gülümseyen, isikli insanlar gelmis oturmus sofraya bu defa. "Buyrun" deyince her biri uzun boylu kasigini çorbaya daldirip, sonra karsisindaki kardesine uzatarak içmisler çorbalarini. Böylece her biri digerini doyurmus ve sükrederek kalkmislar sofradan.
"Iste" demis ermis, "Kim ki hayat sofrasinda yalniz kendini görür ve doymayi düsünürse o aç kalacaktir. Ve kim kardesini düsünür de doyurursa o da kardesi tarafindan doyurulacaktir. Süphesiz sunu da unutmayin. Hayat pazarinda alan degil, veren kazançlidir her zaman..."