ashli
Bayan Üye
...Sanat Evi...
Çok uzakta bir ülkenin küçücük bir kentinde, Vali ve halkı mutluluk içinde yaşarmış. Kentte herkes birbirini tanır, birbirine yardım edermiş. Bu kentin, ülkedeki diğer kentlere göre hiçbir ayrıcalığı yokmuş. Hatta diğer kentlerin bir çok üstünlükleri sıralanırken, bu kent halkı için `Çok sıradan` ve `Değersiz` kimseler olduğu bile söylenirmiş...
Vali bu küçücük yerleşimi, ülkede adından söz edilen önemli bir kent yapmak ve ünlü bir belde olmasını sağlamak istermiş. İnsanlar gözlerini kapayınca neler istemez ki? Vali de öyle. Geceleri düşlerini renklendiren düşüncelerle doluymuş. İçinde bir istek varmış. Bir yolunu bulup adını duyurmak, herkesin bu küçücük kentten söz etmesini sağlamak en büyük . düşüymüş... Düşleri gelişip büyürken, bir fırsat kollayıp onları gerçekleştirmek istiyormuş. `Birini bulmalı, onun bir şey yapmasını sağlamalı... Adımızı duyurmalıyız` der dururmuş.
Kent halkı çalışıyor, Vali`yi mutlu etmek için uğraşıyormuş ama, kimse onun düşlerini yaşama geçirecek o büyük atılımı gerçekleştirecek yapıda değilmiş. Onlar yaşamı alıştıkları gibi sürdürmek istiyormuş. Yeni bir atılım yaparak yaşamı zorlaştırmak, yoğun emek harcamak istemiyormuşlar... `Böyle sürüp gitsin. Kimse bize bulaşmasın` türünden bir düşünce içindeymişler... İşte Vali`yle halk arasındaki en büyük çelişki buradaymış: Durağan bir halk kesimiyle, girişimci valinin düşünce yapısındaki ayrılık...
Vali, halkını çok seviyormuş ama, atılgan ve girişimci olmamaları karşısında üzüntü duyup günlük işlere bulaşmadan eli yanağında düşüncelere dalıyormuş... Sonunda, `Büyük taş yontucuyu çağırayım. Gerçi biraz yaşlandı ama, hala bir şeyler üretebilir...` demiş ve yardımcılarına görev vermiş: `Varın onu bulup getirin. Kentin meydanına bir yapıt kondursun`.
Ülkenin diğer köşesinde, büyücek bir kentin küçücük bir mahallesinde sessizce yaşamını sürdürmekte olan büyük taş yontucuya ulak göndermişler. Kentin ileri gelenleri onunla görüşmek istediklerini bildirmişler. Taş yontucu, pek bir anlam veremeden bu küçük kentte doğru yola çıkmış. Uzunca bir yolculuktan sonra küçük kentin yolunu bulabilmiş ve sora, sora kente ulaşmış. `Ne tuhaf? Yerini bile bilen yok. Bu kent halkı benden ne ister ki?` diye düşünmeden edememiş. Sonra, `Belki yeni kent olmuştur. Adını onun için bilmiyordurlar` diye yorum yapmış. Öyle ya, yeni bir kentin girişine kentin adının yazıldığı bir taş kapı olsa, bu kapıyı da taş yontucu yapsa, o zaman kendisinden bir şey istemeleri doğal olurmuş. Yoksa durup, dururken kim büyük taş yontucudan yararlanmak istesin? Herkes iyi kötü taş yontuyor. Sıradan bir iş için başkalarını bulurlar. Büyük taş yontucuya ödeyeceklerinden daha az bir bedelle işi yaptırabilirmişler.
Kent içinde dolanıp duran taş yontucu, Vali yardımcılarını bulmakta oldukça zorlanmış. Kent halkı nedense bir türlü ona yardım etmek istememişler. Sorularını yanıtsız bırakmışlar. Bir sözcük birinden, diğerini bir çocuktan derken, bin bir güçlükle gideceği yeri öğrenebilmiş. Bir çoğu, sorduğu adresi, bir çok yapının bulunduğu yönü eliyle gösterip `Orada` deyip yanından uzaklaşmış. Anlaşılan kimse üzerine yüklenecek yeni bir görevle yaşam biçimini değiştirmeye niyetli değilmiş. Zavallı taş yontucu, yorulup bir yapının merdivenlerine oturmuş. Yürümekten ayaklarına kara sular indiği için dinlemek istemiş. Neden sonra, yanından gelip geçenlerin konuşmalarına kulak misafiri olunca, bu yapının aradığı yer olduğunu anlamış. Girişteki görevli içeriye haber göndermiş ama, kuşkuyla taş yontucusunu süzüyormuş. İçeridekilere `Kapıda biri var. Merdivenlerde oturuyor. Sizinle görüşmek istiyor. Başımızdan savayım mı?` diye haber göndermiş. Bekleyenin taş yontucusu olduğunu anlayan Vali yardımcıları, istemeyerek adımın içeriye alınmasını buyurmuşlar. Sonunda sallana, sallana kapıya değin gelen uyuşuk bir görevli, `Buyurun Vali yardımcıları sizi bekliyorlar` diye yaşlı taş yontucusunu içeri almış. Nedenini öğrenme merakı olmasa, yaşlı taş yontucusu çoktan buralardan uzaklaşırmış. `Hele bir öğrenelim ne istediklerini, çalışıp çalışmamak konusunu sonra düşünürüz `demiş. Görevli önde, taş yontucu arkasında uzunca bir koridordan yürümüşler. Koridorun sonundaki kapıyı açan görevli, taş yontucusunu büyücek bir toplantı salonuna almış. Uzun masanın bir köşesine yerleşen yaşlı adam beklemeye başlamış. Biraz sonra odaya gelen görevliler birer ikişer masanın çevresine yerleşmişler. Gelenler masanın bir köşesinde kümelenirken, diğer köşede sessizce bekleyen taş yontucusu, kırışık göz kapaklarını aralayıp onları süzmüş. Gelenlere bakarak, ne tür bir iş için burada bulunduğunu anlamaya çalışıyormuş... Sonunda Vali yardımcılarından bir kaçı salona gelmişler ve toplantı başlamış. Hemen isteklerini anlatmışlar. Amaçları kentin merkezindeki alana bir çeşme yaptırmakmış. Havuz gibi fıskiyesi olan bir çeşmeden söz etmişler. Taş yontucu pek anlayamamış. Onca yolu bu kente çeşme yapmak için gelmiş olduğuna . inanmamış. Konunun kendisine yanlış aktarılmış olabileceğini düşünmüş Kentten ayrılmadan Valiyi görüp asıl isteğinin ne olduğunu öğrenebilmek için o gece daracık bir sokaktaki küçük bir pansiyona yerleşmiş. Ertesi sabah erkenden Vali Konağına gidip görüşme isteğini bildirmiş. Kendisine Valinin dört gün sonra görüşebileceğini söylemişler. Bu küçük kentte dört gün beklemektense evine gitmeyi . yeğleyen taş yontucusu yola koyulmuş.
Evde otururken, odadaki kuş kafesin kapısını açıp serçesini salmış. Serçe, oda içinde uçarken onu izlemiş. Serçecik kah perdelerin üzerine konuyor, kah omzuna konup kulağına hoş sözler fısıldıyormuş. Yaşlı taş yontucu serçesini izleyerek, kulağına fısıldadıklarını dinleyerek düşler kurmuş... Kurduğu düşlerden birçoğunu biçimlendirip Valiye öneri olarak götürmek istiyormuş. `Bir çeşme yapmak için beni çağırmış olamazlar` diye söyleniyormuş.. Amacı kent merkezine yapılacak sıradan bir havuz yerine kente yakışır bir yapıt oluşturmakmış. Vali de kendi gibi düşünmemiş olsa, onca yoldan kendisini çağırmış olmazmış. Birçok kurgu hazırlamış. Hepsini en ince ayrıntılarına değin düşünmüş. Çözümlerini ve gerekçelerini araştırmış...
Dört . gün denen nedir ki? Göz açıp kapayıncaya değin geçivermiş. Gün gelmiş taş yontucu Vali Konağının salonunda, Vali ile yapacağı görüşmeyi beklemeye başlamış. Bir süre sonra Vali`nin odasına karşılıklı konuşmaya başlamışlar. Taş yontucu aklına gelen tüm kurguları anlatmış ama, Vali`den tepki gelmemiş. Onun istediği daha değişik bir işmiş. Vali öyle bir yapıt istiyormuş ki, içinde ülkenin her kentinden bir parça olsun, her kent bu yapıtla gurur duysun... Böylece küçük kent diğerleri arasında yücelsin, saygınlığı artsın... Taş yontucu bir çözüm üretmeye söz verip Valinin yanından ayrılmış.
Evine dönünce küçük serçeyi avucunun içine alıp düşünmeye başlamış. `Ne yapabilirim? Nasıl bir yapıt ülkenin her yerinden bir parça içerebilir?` diye bir çok soruyla günlerce uğraşmış. Bir çözüm üretememiş. Bir gün, küçük serçeyi ağzında taşıdığı küçük dal parçalarını kafesin bir köşesinde biriktirirken görmüş. Küçük serçe, dal parçalarını bir araya getirip kendine yuva yapmaya çalışıyormuş... Taş yontucu sevinmiş. `Buldum` demiş. Ülkenin her kentinden değişik bir taş . alacak ve hepsini uyum içinde bir yapıda birleştirecekmiş. `Her kent kendinden bir parça olan bu yapıyı benimser ve onu yüceltir. Böylece Valinin istediği yerine gelir` demiş. Kolları sıvayıp çeşitli tasarımlar yapmış. Elinde bir çok örnek çalışmayla Valinin karşısına dikilmiş. Bu kez elindeki örnekler Valinin ilgisini çekmiş. Hatta bir kaçına yapıcı öneriler getirmiş. Sonunda tasarımlardan birini geliştirmek için anlaşmışlar. Taş yontucu, evine dönerken sevinç içindeymiş. Odasına girince serçesini avucunun içine alıp, parmaklarıyla ensesine okşamış. Küçük serçe, yuvasını kurarken kullandığı dal parçalarının, kocaman bir tasarımın oluşumuna katkısını bilmeden sevinç içinde ötmüş durmuş...
Taş yontucu tasarımı iyileştirirken hangi taşları nasıl kullanacağını, birleştirirken kullanacağı yöntemleri belirlemiş. Ne kadar zamanda işi yapacağını ve maliyetini saptamış. Sonra tüm çalışmalarını ve küçük serçesini yanına alıp Vali`nin kentine gitmiş...
Vali sunulan tasarımı incelemiş, sorularına uygun yanıtlar alınca taş yontucusunu Vali Konağının arkasındaki küçük odaya yerleştirip:
- `Burada çalışmalarına başla` demiş.
Taş yontucu bahçeye bakan alt kattaki odaya serçesiyle yerleşmiş. Bazen kapıyı açıp serçenin kafesini bahçeye çıkarıyor, güneşlenmesini sağlıyormuş. Taş yontucu ilk iş olarak, taşları nereden toplayacağını belirlemiş. Toplanan taşları düşlerindeki yapıda nasıl kullanacağını kurgulamış. O kurgularını hazırlaya dursun, serçecik kent içinde uçuşuyor, çevreyi araştırıyormuş. Sonra taş yontucunun omzuna konup kentte gördüklerini kulağına fısıldıyormuş. Kocaman Vali konağının küçücük bir odasında kimselere görünmeden çalışan taş yontucu, serçesinin anlattıklarından herkesin ne yaptığını, kimin işine yarayacağını öğrenmiş. Seçtiği kişilerle çalışmaya başlamak için kentin merkezinde göreve başlamış. Vali, taş yontucusunun seçtiği kişileri onun emrine vermiş. Hep birlikte çalışma alanını temizlemişler. Sonra çevresini tahta perdeyle kapamışlar. Köşeye küçük bir . atölye kurmuşlar. Kentte bulunan en küçük keski ve çekiç, taş yontucuya iş aracı olarak verilmiş. Taş yontucu, bu araçlarla binlerce taşın yontulmayacağını biliyormuş ama, hiç ses çıkartmadan çalışmaya başlamış. Önce bulundukları kentten, sonra yakın çevredeki kentlerden buldukları taşları toplayıp çalışma alanına yığmışlar. Taş yontucu, bunları biçimlendirmeye başlamış. Bir gün çalışma alanına gelen Vali, irili ufaklı yontulmuş taşlara bakıp gülümsemiş. Yanındakiler bu taşların nasıl bir araya geleceğini pek anlamamışlar ama, yontulan taşların tozundan kardan adama dönen taş yontucusuna bakıp sevinmişler. Sevinçlerinin bir gerekçesi yokmuş. Onlar, `Vali gülümsedi, işler yolunda gidiyor olmalı` diye sevinmişler. Onları ilgilendiren, değişmesini istemedikleri yaşamlarının sıradan akışıymış... Taş yontucusu ve yaptıkları ilgilerini çekmiyormuş...
Çalışma alanı yeni getirilen renkli taşlar ve yontulup biçimlendirilmiş taş parçalarıyla doluymuş. Bir de çevreyi sis bulutu gibi saran yontulmuş taş tozları varmış. Herkes merak içinde çalışma alanına gelip yontulmuş taş parçalarının nasıl birleştirileceğini ve sonunda onlardan ne yapılacağını öğrenmeye çalışıyormuş. Bu arada yan . gözle yorulmadan çalışan taş yontucusunu izlemeyi de unutmuyormuşlar. Taş yontucu işine ara verdiğinde, kafesin kapısın açıp serçesini avuçluyor, onunla konuşup dinleniyormuş. İzlendiğini önemsemeden çalışan ve dinlenen taş yontucu yaşamını sürdürürken kent halkı huzursuzmuş. Onlara göre kentin göbeğinde ak saçlı deli adam, sürekli taş yontup kenti toza buluyor ve birçok biçimsiz . taş parçası üretiyormuş.
- `Ne olacak bu taşlar?` demeye başlamışlar.
- `Bunlar bir işe yaramaz. Sonunda taş yontucu gider. Biz de taşları temizleyip alanı çimlendiririz. Yuttuğumuz toz da yanımıza kar kalır` demişler.
Taş yontucu arada bir çantasına doldurduğu taş parçaları ve kafesiyle kentten uzaklaşıyor, birkaç gün . ortalıklarda görünmüyormuş. Sonra çantası ve serçesiyle dönüp atölyede çalışmalarını sürdürüyormuş. Artık merak edip taş yontucusunu izleyenler, ne yaptığını öğrenebilmek için atölyeye yaklaşıp onunla konuşmaya başlamışlar.. Zavallı taş yontucusu, tozdan aklaşan kirpiklerini aralayıp gelenleri güler yüzle karşılıyor, sorularını yanıtlıyormuş.
Bir gün genç bir bayan çekinerek atölyeye yaklaşmış. Elinde büyücek bir tepsi varmış.
- `Ayran içer misiniz?`
Ayran? Yaşlı taş yontucu yıllardır ayran içmediğini anımsamış. Ama, genç ve güzel bayanı kırmamak için ayranı içmiş. Ayranı dinlenerek içerken, genç bayan yanındaki taşa oturup beklemiş. Taş yontucu ona baktıkça, gülerek konuşmuş. Konuştukça yaşlı adamın ilgisini çekmiş. İkisi uzun süren bir söyleşi içine girmişler. Biri konuşuyor, diğeri dinliyormuş. Arada gülüştükleri oluyormuş. Serçecik taş yontucusunun omzuna konmuş. Kulağına birkaç söz fısıldamış. O anda genç kızı dinlemekte olan yaşlı taş yontucu, serçenin söylediklerini duymamış. İkisi de aynı anda konuşunca, serçeninkileri anlayamamış. Serçe de öfkelenip kulağını gagalamış ve uçup gitmiş. Yaşlı adam kanat çırptığını duyunca, serçenin arkasından seslenmiş ama, geç kalmış. Serçe, bir çırpıda damların üzerinden uçup gözden kaybolmuş. Anlatanın sözünü kesemediği için serçesini dinleyemediğine çok üzülmüş. Hüzünle `Döner nasıl olsa, beni buralarda yalnız bırakmaz` diyerek, genç kızın anlattıklarını dinlemeyi sürdürmüş...
Genç bayan, bu kentte yaşıyormuş. Taş yontucusunun ne yaptığını öğrenmek için yanına geldiğini söylemiş. Ayran yakınlaşmak için bir gerekçeymiş... Taş yontucu gencin açık sözlülüğüne ve doğruluğuna inanmış. Güzel bayana yaptıklarını göstermek için yontulmuş taş parçalarını birleştirmeye başlamış. Her taş girintisine bir başkasının çıkıntısını birleştirip bir yığın oluşturmuş. İç içe geçmiş bir taş yığını yeterince yüksek olunca durmuş ve genç bayana dönüp:
- `Böyle bir şey yapıyorum` demiş.
Genç bayan taş yığının yanına gelmiş. Taşları incelemeye başlamış. Sonra, bir yere bakıp parmağını oradaki taşa dokundurmuş. Taş yerinden oynamış. Onun birlikte diğer taşlar da oynamış ve hepsi birden yere dökülmüşler. Genç kız gülerek taş yontucusuna bakmış:
- `Neden yıkıldılar?` demiş.
Ses tonunda alaycı bir anlam sezen taş yontucu, gözlerinin içi gülen bu gence bakmamaya çalışarak:
- `Bir sorun olmalı. Düzeltirim.` demekle yetinmiş.
Genç bayan gülerek taş yontucunun yanından uzaklaşmış. Genç bayan yanından uzaklaşınca, yığınları arasından onun bulduğu taşı aramış. Bu kilit taşı inceleyince yontuluşunda bir hata . olduğunu görmüş. Kızın o taşı nasıl bulduğunu anlayamamış. `Çok becerikli ve dikkatli olmalı` diye düşünmüş.
Genç bayan, o günden sonra bir çok kez taş yontucunun yanına gelmiş. Onunla konuşmuş. Derdini dinlemiş. Serçesi yanında olmadığı için çalışmalarına ara verdiğinde taş yontucu genç bayanla konuşuyormuş. Aslında taş yontucu anlatıyor, genç bayan elini yanağına koyup onu dinliyormuş. Taş yontucu anlatmaktan yorulunca, taşları diziyor, kocaman bir tepecik oluşturuyor ve genç kıza dönüp:
- `Bu kez yıkamayacaksın.` diyormuş.
Oturduğu yerden kalkan genç bayan, yine taşları inceliyor, sonra parmağını uzatıp birine dokunuyor ve tüm taşlar çil yavrusu gibi dağılıp dökülüyormuş. Genç bayan . gülerek taş yontucunun yanından uzaklaşırken, taş yontucu ellerini saçlarının arasına sokup yıkılan taş yığınlarına baka kalıyormuş...
Taş yontucu neredeyse yapıtı tümüyle unutmuş. Tüm uğraşısı genç bayanın yıkamayacağı bir yığın oluşturmak olmuş. Ama, her denemede genç bayan bir taş bulup hepsini devirebiliyormuş... Bu onun için bir oyun, taş yontucu için bir hırs biçimine dönüşmüş. Biri kurup diğeri yıkarken kent halkı onları izliyor, gülüp oynamalarına bakıyormuşlar. Onların ne yaptıklarını anlamayan, anlamaya çalışmayan kent halkı, hemen bir söylentidir tutturmuşlar.
- `Taş yontucu, genç bayanla oynaşıyor` demişler.
Bu söylenti Vali`nin kulağına değin gitmiş. Bir gün Vali, taş yontucunun yanına gelmiş. Genç bayan da tam o sırada parmağını uzatmış, dokunacağı taşı seçmek üzereymiş. Vali beklemiş. Genç bayan taşa dokununca, tüm taşlar alışılageldiği gibi yere dökülmüş. Taş yontucu öfkeden, genç bayan sevinçten gülerken, Vali onlara bakıp gülümsemiş. Sonra ikisini orada bırakıp hiçbir şey söylemeden yanlarından uzaklaşmış...
Bu olayı izleyen günlerde genç bayan görünmez olmuş. Taş yontucu neden gelmediğini öğrenememiş. Kimseye de soramamış. Genç bayan uzaklaşınca, serçesinin yokluğunu anlamış. Onun uzun zamandır yanında olmadığı, genç bayanın geldiğinde uçmuş olduğu ve bir daha dönmediğini anımsamış. Serçesinin kendisine küstüğünü, yeni arkadaşını kıskandığını düşünüp üzülmüş... Ama, üzüntü serçeyi geri getirmemiş. Taş yontucu artık yalnız çalışıyor, taşlarını yontarken yorulunca, sessizce bir köşeye çekilip dinlemiyormuş... Dudaklarında ne bir gülücük varmış, ne bir sözcük çıkıyormuş. Dilini yutmuş gibi konuşmadan sessizce çalışmış durmuş...
Taşları yontarken aklında genç bayanın davranışları, kulaklarında çınlayan kahkahaları varmış. `Daha dikkatli yontmalıyım. Onun bulduğu taşlar gibi baştan sağma olmamalı` diyerek işine daha çok özen göstermiş. Artık taşları daha özenle yontuyor, arada birleştirip yıkmaya çalışıyormuş. İlk zamanki gibi hızla taş yontmasa da daha düzenli ve temiz iş çıkartmaya başlamış. Bir gün Vali yanına gelmiş. Yapılanlar hakkında bilgi almış. Sonra taş yontucunun birkaç gün için evine gitme isteğini onaylamış. Taş yontucu, işi bırakıp kendi kentine dönmüş. Evine gidince, serçesini camın köşesinde beklerken bulmuş. Onu avuçlayıp yanağına götürmüş. Gözlerinden yaşlar akarken onu ne kadar özlemiş olduğunu anımsamış... Ona, kent halkının söylentilerinden söz etmiş. Genç bayanın nasıl bozuk taşları bulduğunu ve bozuk taşa dokununca nasıl taşların yere döküldüğünü anlatmış. Serçecik sessizce onu dinlemiş. Hiçbir şey söylememiş. `Cik` bile dememiş...
Dönüş hazırlıklarına başlayan taş yontucu, nedense serçesini yanına alamamış. Ne dediyse, ne söylemeye çalıştıysa serçe, onu dinlemeden yanından kaçıyor, uzaktan kendisini süzüyormuş. Serçe bir yanda direnirken, yok olan genç kızı bir daha görmeyeceğini bilirken, yalnızlığa gömüldüğünü anlamış. İşi tek başına bitirmek zorunda olduğunu düşünmüş. Ne yapsın. `İşin bitmesi daha önemli` diyerek serçeyi evde bırakıp yollara düşmüş...
Kente varınca, durup dinlenmeden taş yontmaya başlamış. Bir bölümüne özen gösterdiği taşların bir çoğunda eskisi gibi baştan sağma çalıştığını sezince, onları daha sonra yeniden elden geçirmek için ayrı yerlere yığıyormuş. Sonunda, elindeki taşların çoğunu yontmayı bitişmiş. Kalan birkaç taşı da, . son anda gerek olursa kullanmak üzere, alanın bir köşesine taşımış. Sonra yontulan taşları birleştirmeye başlamış. Kent halkı birleştirilen taşlardan oluşan yapıta bakıp ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyormuş. Sessizce bakıp durmalarından, yapıt için bir yorum üretmedikleri belli oluyormuş. İnsanlar hep böyledir. Anlamasalar da anlasalar da `Olmayacak. Yapamayacak` demekten kendini alamaz. Kent halkı da aynı biçimde davranmış. `Olmadı` türünden söylentiler yaymaya başlamışlar...
Yapıt tamamlanmak üzereyken Vali gelip çalışmaları yeniden incelemiş. `Hafta`ya açılış yapalım` diyerek taş yontucunun yanından ayrılmış. Vali açılış konuşmasında `Sanat Evi` yapmalarının önemini anlatıncaya dek, kent halkından konuyu anlayan çıkmamış. Aslında konuşma bittiğinde bazılarının `Sanat Evi görkemli olmalıydı. Çok yalın bir görüntüsü var` diyerek eleştirilerini sürdürdükleri görülmüş. Bazıları sanatçılarla dolacak kentte, yaşam biçiminin değişeceğini anlayıp huzursuz olmuşlar. Kent halkı tümüyle eski durağan düzenlerinin artık sürmeyeceğini anlayıp `Sanat Evi, kurulmadan kapanmalı` demeye başlamış...
Açılışı izleyen günlerde kente bir çok yapım ustası, bir çok taslak çalışmayla gelmiş. Hepsi de çok sıradan ve yalın görünümü olan Sanat Evi`ni eleştirmeye başlamışlar. Görüntüye aldanıp küçücük taşların ülkedeki tüm kentlerden toplanarak bir araya getirilmiş olduğunu, yoğun emek harcandığını önemsemeden eleştirilerini sürdürmüşler. Bir çoğu kendilerinin görkemli Sanat Evi taslaklarını övmüşler. Bitmiş Sanat Evi`ni yıkıp, görkemli bir yapı kurmayı önerenler bile çıkmış.
Taş yontucu, neden Vali`nin bilgiyi başından beri kent halkından sakladığını sonunda anlayabilmiş. Vali düşüncelerini yaysa, kent halkı söylenti üretir, başka kentler hemen benzer projeler oluşturup Vali`nin düşüncelerini engelleyebilirmişler. Nitekim, açılıştan hemen sonra, birkaç büyük kent başka Sanat Evi yapma girişiminde olduklarını duyurmuşlar. Amaçları bu küçük kentte yönelen ilgiyi dağıtmak, Sanat Evi projesini başlamadan bitirmekmiş. Onların çabalarıyla kent halkının davranışlarının benzerliği taş yontucuya çok tuhaf gelmiş. Vali`nin akıllı yaklaşımını ve projesini son ana değin gizleme becerisini çok yerinde bulmuş. `Bu davranıştan bir ders çıkartmalı. Yapılan iş sonuçlanıncaya dek, kimseye yapıtın tümü anlatılmamalı` diye düşünmüş.
Sonunda Sanat Evi, çevre kentlerden gelen sanatçıların yapıtlarıyla dolup taşmış. Herkes Sanat Evi`ni gezmeye gelmiş. Gelenlerin harcamaları ve sanatçıların yapıtlarının satılışı kente yeni bir canlılık getirmiş. Kent halkı, istemese de yeni koşullara ayak uydurmuş...
Taş yontucu işler yoluna girince Vali`yle vedalaşıp kentten ayrılmış. Kentin dışına çıkınca yolun kıyısında genç kızı görmüş. Ona gülümseyip `Her şey gönlünüzce olsun. Sizin çabanızla bu günlere geldik` diyerek teşekkür etmiş. Biraz ileride yolun solundaki ağaçtan gelen kuş sesine dönmüş. Küçük serçesi ağacın dalına tünemiş ona sesleniyormuş:
- Haydi, evimize gidelim...`
Yaşlı taş yontucu serçesine bakmış. Gözleri dolmuş. Onu avuçlayıp sevgiyle yanağına dayamak istemiş. Ama eski günleri, onun küsüp uzaklaştığı, özgürlüğü seçtiği günleri düşünüp:
- `Sen özgür olunca çok daha güzelsin. Bak şimdi daha güzel ötüyorsun. Sen de özgür kalmalısın.` diye avuçlarını açmış.
Serçecik uçup ağacın dalına konmuş. Uzaktan yaşlı adama doğru bakmış. Bu ara yaşlı taş yontucu, tozlu topraklı yollarda ilerlerken `Başka yapıtlar, daha güzel ve anlamlı yapıtlar yapmalıyım` diye mırıldanıyormuş...