Fussilet sûresinde şöyle buyruluyor: “(İnsanları) Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?
İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) en güzel şekilde sav. O zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiş.
Bu (kötülüğü iyilikle savma olgunluğu)na ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur.”
Fussilet sûresinin 33 ila 35 ayetlerinde emredilen umdeler hayatı huzurla donatacak zenginliktedir. Bunlardan bazı cümleleri açmak istiyoruz:
Ayet-i kerimede insanları hakka çağırıp salih amel işleyerek “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir, buyruluyor. Bu sorunun cevabı “elbette olmaz” demekten başkası değildir. Çünkü İslam olmanın gereklerini nefsinde tatbik ederek, kimliğini gizlemeden insanları hakka çağırmak ALLAH katında en makbul, insanlar nazarında en faydalı şeydir. Ayet-i kerime bizi buna çağırıyor.
Tabiidir ki böyle bir misyon üstlenen kişi, karşısında her zaman hakkı kabul etmeye hazır muhataplar bulamaz. İnsanları iyiliğe, doğruya, güzele çağırdığı hâlde, her zaman müspet cevap alamaz. Ve hiç ummadığı tarzda kötü muameleye maruz kalabilir. Haksızlığa uğrar, tahkir olunabilir.
İşte bu durumda da kötülüğe iyilikle mukabele etmek emrediliyor ki, bunun zirvesi Hz. Ali (r.a.) gibi, iyiliğine altı kez kötülükle mukabele olunsa da yedinciye yine iyilikte bulunmaya azmetmektir. Çünkü iyilikle kötülük bir değildir ve hiçbir surette mukayese olunamayacak kadar birincisi ikinciden üstündür.
Kötülük, ilk bakışta insana güçlü gibi görünebilir ve kendinizi onun karşısında zayıf hissedebilirsiniz. Halbuki kötülük, tabiatı icabı zayıftır ve onun tesiri kısa sürede yok olmaya mahkumdur. Her şeyden önce insan fıtratı onu sevmez.
Kötülükle elde edilmek istenen şey, insanları ona mecbur kılan yaptırımların ortadan kalkmasıyla birlikte elden gider ve alınmak istenen sonucun tersine istek uyandırır. Oysa iyilikle yapılan işler böyle değildir. Gönül hoşluğu ile başlayan ameliyeler, onu sevk eden âmillerin ortadan kalkmasıyla bitmez; ondan hâsıl olan hayırlı neticeler bereketlenerek devam eder. Öyleyse kötülüğe iyilikle mukabele etmeli ve daha fazlasıyla ihsanda bulunmalıdır...
Şu kadar var ki insanların anlayışı ve ahlakî seviyesi bir değildir. Kötülüğe iyilikle mukabele ettiğin halde yine de beklediğin karşılığı bulamayabilirsin. Ayette işte buna rağmen iyiliğe devam etmenin gereği vurgulanmış oluyor…
Evet, size kötülük yapanı affetmeniz bir iyiliktir. Fakat size kötülük edene karşılık verme imkanınız olduğu halde iyilikte bulunmanız ihsândır. Ve sizin bu davranışınız vesilesiyle en aşırı kötülük taraftarı bile yumuşayabilir. Bir de bakarsınız ki, dostunuz olmuş... Çünkü selim fıtrat bunu gerektirir.
Mesela size kem söz söyleyen bir kimseye cevap vermezseniz bu bir iyiliktir. Fakat ona hayır dualar ederseniz utanır ve tartışmayı daha ileri götüremez. Size kabalık eden insan bir tehlike ile karşılaştığında onu içine düştüğü müşkül durumdan kurtarırsanız, adeta karşınızda erir, esiriniz olur. Çünkü hiçbir kötülük iyiliğin karşısında tutunamaz.
“Rûhu’l-Beyân’da Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’e; “Seninle sıla-i rahmi keseni ziyaret et, sana zulmedeni affet ve sana kötülükte bulunana iyilikte bulun” diye emredildi, başka değil” diye kaydediliyor. Onun izince giden mü’minlere yaraşan bu olmalı...
Yine de bütün bunları başarıp ayette bahsedildiği şekilde sabır ve azim göstermek muazzam bir iştir. Ve bu ancak sabredenlerle kendilerine hazz-ı azîm verilenlere nasip olur ki, Hamdi Yazır bu kelimeyi “kuvve-i rûhiye ve fezail-i nefsiyyeden yüksek bir derece ile, nimet-i ilahiyyeden büyük bir nasibe mazhar olmak” şeklinde açıklamıştır.
Meali arz edilen ayetler, bizi bu cehdi kuşanmaya çağırıyor. Ondan sonraki ayette ise sabredenler uyarılarak “Şeytan seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, her şeyi işiten ve bilendir” buyruluyor…
Sabır da rıza, şükür ve tevekkül gibi Müslüman kimliği dokuyan dinamiklerin en önemlilerindendir. Kur’ân-ı Kerim’de 90 ayette sabırdan söz edilmiş ve o “güzel” (Yusuf suresi, 12/18) kelimesiyle nitelenmiştir.“Sabredenlere ecirlerinin hesapsız ödeneceği” (Bkz; Zümer 39/10) müjdelenmiştir.
Şunu diyebiliriz: Yukarıda istişhâd ettiğimiz ayet-i kerimede işaret edildiği üzere sabır en güzel şeydir. Dahası bu güzellik, hayır ve iyilik adına ne varsa hepsine kaynaklık edecek derecede zengindir. Öyleyse bu zenginliğin kıymetini bilmeli, onu en üst seviyede elde etmeye talip olmalı.
OKU / DÜŞÜN
Sarsıcı Sorular
“(Rasûlüm!) De ki: size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? “Allah, diyecekler.” De ki: Öyleyse (O’na isyan etmekten) sakınmıyor musunuz?” (Yûnus, 10/31)
Şüphesiz her şeyin hakikî sahibi ve hâkimi ALLAH Teâlâ’dır. Bütün yaratılmışların rızkını O verir. Bütün hücrelerin sahibi odur. Ölüden diriyi O çıkarıyor.
Burada özellikle kulaklarla gözlerin zikredilmesine gelince, bunlar insan için en önemli bilgi ve idrak vasıtalarıdır. Ayet-i kerimede işaret buyrulan rızıklardan faydalanmanın önde gelen araçları bu organlarımızdır.
Bahsedilen nimetlerin önemi pek çok ayet-i kerimede geçtiği halde, söz konusu ehemmiyet burada, sağduyu sahiplerinin hayır diyemeyeceği sorularla ortaya konmuş oluyor. Aklı başında her insan, bu nimetleri yaratan ve idare edenin ALLAH olduğunu ikrar eder. Bu bir.
İkincisi, Cenâb-ı Hak onları nerede kullandığımızı bildiği halde sorularla insanı uyarıyor. O’nun mülkünde, O’nun verdiği nimetlerle O’na âsî olmak gibi vahim bir hataya düşmekten sakındırıyor. Bu anlamda ayet-i kerimede serd edilen soruların her biri düşündürücü olmakla beraber en sondaki sual insanı sarsıyor.
Bu soruların ağırlığını hissederek davranışlarına yön verenler bu dünyada agâh olur; gaflete düşmez, ahıretini kurtarmış olur.
Asıl hedef bu değil mi?
İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) en güzel şekilde sav. O zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiş.
Bu (kötülüğü iyilikle savma olgunluğu)na ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur.”
Fussilet sûresinin 33 ila 35 ayetlerinde emredilen umdeler hayatı huzurla donatacak zenginliktedir. Bunlardan bazı cümleleri açmak istiyoruz:
Ayet-i kerimede insanları hakka çağırıp salih amel işleyerek “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir, buyruluyor. Bu sorunun cevabı “elbette olmaz” demekten başkası değildir. Çünkü İslam olmanın gereklerini nefsinde tatbik ederek, kimliğini gizlemeden insanları hakka çağırmak ALLAH katında en makbul, insanlar nazarında en faydalı şeydir. Ayet-i kerime bizi buna çağırıyor.
Tabiidir ki böyle bir misyon üstlenen kişi, karşısında her zaman hakkı kabul etmeye hazır muhataplar bulamaz. İnsanları iyiliğe, doğruya, güzele çağırdığı hâlde, her zaman müspet cevap alamaz. Ve hiç ummadığı tarzda kötü muameleye maruz kalabilir. Haksızlığa uğrar, tahkir olunabilir.
İşte bu durumda da kötülüğe iyilikle mukabele etmek emrediliyor ki, bunun zirvesi Hz. Ali (r.a.) gibi, iyiliğine altı kez kötülükle mukabele olunsa da yedinciye yine iyilikte bulunmaya azmetmektir. Çünkü iyilikle kötülük bir değildir ve hiçbir surette mukayese olunamayacak kadar birincisi ikinciden üstündür.
Kötülük, ilk bakışta insana güçlü gibi görünebilir ve kendinizi onun karşısında zayıf hissedebilirsiniz. Halbuki kötülük, tabiatı icabı zayıftır ve onun tesiri kısa sürede yok olmaya mahkumdur. Her şeyden önce insan fıtratı onu sevmez.
Kötülükle elde edilmek istenen şey, insanları ona mecbur kılan yaptırımların ortadan kalkmasıyla birlikte elden gider ve alınmak istenen sonucun tersine istek uyandırır. Oysa iyilikle yapılan işler böyle değildir. Gönül hoşluğu ile başlayan ameliyeler, onu sevk eden âmillerin ortadan kalkmasıyla bitmez; ondan hâsıl olan hayırlı neticeler bereketlenerek devam eder. Öyleyse kötülüğe iyilikle mukabele etmeli ve daha fazlasıyla ihsanda bulunmalıdır...
Şu kadar var ki insanların anlayışı ve ahlakî seviyesi bir değildir. Kötülüğe iyilikle mukabele ettiğin halde yine de beklediğin karşılığı bulamayabilirsin. Ayette işte buna rağmen iyiliğe devam etmenin gereği vurgulanmış oluyor…
Evet, size kötülük yapanı affetmeniz bir iyiliktir. Fakat size kötülük edene karşılık verme imkanınız olduğu halde iyilikte bulunmanız ihsândır. Ve sizin bu davranışınız vesilesiyle en aşırı kötülük taraftarı bile yumuşayabilir. Bir de bakarsınız ki, dostunuz olmuş... Çünkü selim fıtrat bunu gerektirir.
Mesela size kem söz söyleyen bir kimseye cevap vermezseniz bu bir iyiliktir. Fakat ona hayır dualar ederseniz utanır ve tartışmayı daha ileri götüremez. Size kabalık eden insan bir tehlike ile karşılaştığında onu içine düştüğü müşkül durumdan kurtarırsanız, adeta karşınızda erir, esiriniz olur. Çünkü hiçbir kötülük iyiliğin karşısında tutunamaz.
“Rûhu’l-Beyân’da Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’e; “Seninle sıla-i rahmi keseni ziyaret et, sana zulmedeni affet ve sana kötülükte bulunana iyilikte bulun” diye emredildi, başka değil” diye kaydediliyor. Onun izince giden mü’minlere yaraşan bu olmalı...
Yine de bütün bunları başarıp ayette bahsedildiği şekilde sabır ve azim göstermek muazzam bir iştir. Ve bu ancak sabredenlerle kendilerine hazz-ı azîm verilenlere nasip olur ki, Hamdi Yazır bu kelimeyi “kuvve-i rûhiye ve fezail-i nefsiyyeden yüksek bir derece ile, nimet-i ilahiyyeden büyük bir nasibe mazhar olmak” şeklinde açıklamıştır.
Meali arz edilen ayetler, bizi bu cehdi kuşanmaya çağırıyor. Ondan sonraki ayette ise sabredenler uyarılarak “Şeytan seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, her şeyi işiten ve bilendir” buyruluyor…
Sabır da rıza, şükür ve tevekkül gibi Müslüman kimliği dokuyan dinamiklerin en önemlilerindendir. Kur’ân-ı Kerim’de 90 ayette sabırdan söz edilmiş ve o “güzel” (Yusuf suresi, 12/18) kelimesiyle nitelenmiştir.“Sabredenlere ecirlerinin hesapsız ödeneceği” (Bkz; Zümer 39/10) müjdelenmiştir.
Şunu diyebiliriz: Yukarıda istişhâd ettiğimiz ayet-i kerimede işaret edildiği üzere sabır en güzel şeydir. Dahası bu güzellik, hayır ve iyilik adına ne varsa hepsine kaynaklık edecek derecede zengindir. Öyleyse bu zenginliğin kıymetini bilmeli, onu en üst seviyede elde etmeye talip olmalı.
OKU / DÜŞÜN
Sarsıcı Sorular
“(Rasûlüm!) De ki: size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? “Allah, diyecekler.” De ki: Öyleyse (O’na isyan etmekten) sakınmıyor musunuz?” (Yûnus, 10/31)
Şüphesiz her şeyin hakikî sahibi ve hâkimi ALLAH Teâlâ’dır. Bütün yaratılmışların rızkını O verir. Bütün hücrelerin sahibi odur. Ölüden diriyi O çıkarıyor.
Burada özellikle kulaklarla gözlerin zikredilmesine gelince, bunlar insan için en önemli bilgi ve idrak vasıtalarıdır. Ayet-i kerimede işaret buyrulan rızıklardan faydalanmanın önde gelen araçları bu organlarımızdır.
Bahsedilen nimetlerin önemi pek çok ayet-i kerimede geçtiği halde, söz konusu ehemmiyet burada, sağduyu sahiplerinin hayır diyemeyeceği sorularla ortaya konmuş oluyor. Aklı başında her insan, bu nimetleri yaratan ve idare edenin ALLAH olduğunu ikrar eder. Bu bir.
İkincisi, Cenâb-ı Hak onları nerede kullandığımızı bildiği halde sorularla insanı uyarıyor. O’nun mülkünde, O’nun verdiği nimetlerle O’na âsî olmak gibi vahim bir hataya düşmekten sakındırıyor. Bu anlamda ayet-i kerimede serd edilen soruların her biri düşündürücü olmakla beraber en sondaki sual insanı sarsıyor.
Bu soruların ağırlığını hissederek davranışlarına yön verenler bu dünyada agâh olur; gaflete düşmez, ahıretini kurtarmış olur.
Asıl hedef bu değil mi?