karagümrük
Kayıtlı Üye
Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın kitabından Türkiye'ye ilişkin çarpıcı detaylar...
Eski ABD Başkan George Busha en yakın isimlerden biri olan Condoleezza Riceın önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak En yüksek onur isimli kitabında Türkiyeyle ilgili çarpıcı detaylar yer aldı.
Vatan gazetesininin haberine göre; Rice Türkiye için şunları yazdı:
Irakta şartlar az da olsa düzeldi ama bu kez de sınırda Kürtler ve Türkler arasında yeni bir fırtına koptu. 17 askerin ölümü sonrası Türk meclisinden sınırötesi operasyon tezkeresi geçmişti. Bu, henüz çok genç olan Irak hükümetinin bağımsızlığını tehdit altına alacak tehlikeli ve provaktif bir hareketti. Hatta büyük ihtimalle KDPnin silahlı kanadı bu tür bir saldırıya karşı koymak isteyeceğinden küçük çapta bir savaş olasılığı bile vardı. Bu son PKK saldırısı sonrası Türkiyenin kontrol altına alınıp alınamayacağından emin değildim. Başbakan Recep Erdoğanı arayarak operasyonu ertelemesini istedim ve ABDnin müttefik Kürtlere baskı yaparak militanlara karşı harekete geçirmeye çalışacağına dair söz verdim. Mesud Barzaniyi aradım ve zamanın bitmek üzere olduğunu söyledim. Ya harekete geçmesini ya da Türklerin bu işi yapacağını söyledim. Bence Türkler haklıydı. Basına bu konuşmayı aktardım ama Türklerin haklı olduğu bölümü atlayarak... Ankarayı yatıştırmak gerektiğine inanıyordum ama Erdoğana K. Irak işgali için neden vermek istemiyordum.
Ankaraya indiğimde halkın kızgınlığı açıktı. Milliyetçi pankartlar her yerdeydi. Genç Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile basın toplantısında ABDnin tüm gücüyle PKKyı çökertme girişimlerini destekleyeceğini ve PKKnın ortak düşman olduğunu açıkladım. Alinin, PKK terörünü ABDnin Irakı işgaline bağladığını farkedince şaşırdım ve kibarca Türkiyenin PKK terörü ile yıllardır savaştığını ve bunun 2003de başlamadığını hatırlattım. Erdoğan ve Gül ile görüşmelerimizde Türklerin şiddet istemediğini ama kamuoyu tepkisiyle buna zorlandıklarını gördüm. Onlar söylemese de Türk ordusunun çatışmayı istediğini anladım.
Türkiye ile nazik diplomasimiz Kongre nedeniyle raydan çıkıyordu. Güçlü Ermeni lobisi yıllardır Osmanlı dönemindeki geniş çaplı ölümleri soykırım diye adlandıracak bir yasa için uğraşıyordu. Ölümler 1915teydi ama Türkiye ilişkilerini etkiliyordu. Konuyla ilgili ilk tecrübem 1991de George Bush için Beyaz Sarayda çalışırken olmuştu. İlk Körfez savaşında çok önemli olan Türkler, Osmanlı zamanındaki olaylarla özdeşleştirilmelerine çok kızmışlardı. 1991de ve sonra başkanlar ve dışişleri bakanları soykırım tasarılarını durdurdular. Trajik ölümleri kimse reddetmiyordu. Ama buna siyasetçiler değil tarihçiler karar vermeliydi. Türkiye-Irak sınırındaki tansiyonun tam ortasında Temsilciler Meclisi Dışilişkiler Komitesi tasarı lehinde oy kullandı. Meclis Başkanı Pelosiye oylamayı meclis gündemine almaması için yalvardım ama Bir şey yapamam dedi. Savunma Bakanı Gates ile basına tasarıya karşı olduğumuzu yineledik ve Iraktaki komutanlarımızın Türkiyedeki kritik üsleri kaybetme ihtimalini ifade ettiklerini söyledik. Türklere böyle bir oylamayı durdurmaya söz verdik ve nitekim de sonunda durdurduk. Daha da kızdırıcı olan Ermeni hükümetinin dahi bu konuyla fazla ilgilenmemesiydi. Tam tersine, Türkiye ile ilişkileri geliştirmek isteyen Ermenilerin böyle bir tasarıya ihtiyacı yoktu. Güçler ayrılığı ilkesi her zaman ABDnin çıkarına çalışmadı.
Daha sonra Cumhurbaşkanı olacak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, bir güreşçiyi andıran vücut yapısı ve akıcı ama aksanlı İngilizceye sahipti. Her ne kadar yabancı bir meslektaşın kişiliğini göz önünde bulundurarak hareket etmek her zaman için kaçınılması gereken bir durum olsa da Gül ile kimyamız hemen uyuşmuştu. Gül, Türkiyedeki kendi siyasi akımlarının da sonunda Almanyadaki Hristiyan Demokratik Birliğe benzer şekilde bir evrim geçireceğini savunuyordu. Gül, Zaten onlar da artık çok Hristiyan değil dedi. Eşi başörtüsü taktığı için insanların eleştirmesinden dolayı acı çekiyor gibiydi. Bunun kişisel seçim olarak algılanması gerektiğini söyledi. Ailesinde de başörtülü ve örtüsüz akrabaları olduğunu belirtti. Sonra Kürt azınlık konusuna döndü ve onlara önceki hükümetlerden daha iyi davranarak onların Türk kimliklerini uyandırmak arzusunu belirtti. Herşeye bakıldığında bugüne kadar meslekdaşımda hoşlanmadığım bir yön yoktu. Bugün de aynı görüşlerim hala geçerlidir.
Erdoğan okuması biraz daha zor bir insandır. Ağır kırmızı perdelerle karanlığa çalan ve Atatürkün resimleriyle donanmış ofisinde otururken Türkiyenin gerçekten de tam olarak Avrupalı olmadığı düşüncesine anlık olarak kapıldım. Gerçi başbakan, demokrasi ve İslamın bir arada yaşanabileceği konusunda çok doğru şeyler söylemesine rağmen, onun AKPyi savunması Gülünkine nazaran daha politik geldi bana. Konuşmamız 2003te Türkiyenin ABDye tezkere izni vermemesine geldiğinde ben Başkan Bushun o olayı geride bıraktığını söyledim. Ortak noktaları çabucak bularak AB konusuna geçtik. ABDnin bu konuda çok ciddi gayretleri olduğunu ama ABnin üyesi olmadığını ve yapabileceklerinin bir sınırı olduğunu söyledim. Esprili tarafını göstererek Biz AB üyesi olduğumuzda size de üyelik başvurusu imkanı tanıyacağız dedi. Ben ayrılırken Erdoğan da Kudüse gitmek üzere hazırlanıyordu. Türkiye ziyaretimden oldukça memnun oldum. Türkleri sevdim, oldukça güçlü insanlardı.
Türkiye NATO üyesiydi ve ABye girmeye çalışıyordu. Ama Avrupalılar 70 milyon Müslümanı entegre edebileceklerine inanmıyorlardı. Birçok Avrupalı Türkiyenin gerçekten Avrupaya ait olmadığını düşünüyordu. Bu yaklaşım Huntingtonın kehanetlerini gerçekleştirecekti. Müslüman Türkiye ve Hristiyan Avrupanın arasında fark olduğunda ısrar edecek bir ABnin büyük bir stratejik hata yaptığına inandım. Ankaraya Türkiye ile ilişkilerimizi güçlendirmek için gittim. Türk liderler ülkenin değişen Ortadoğunun demokratik değerleri sahiplenen merkezi olabileceklerini ve terörü yenecekleri inancımı kuvvetlendirdiler.
Bush ikinci döneminde özgürlüğü dış politikasının merkezine oturtmuştu. Özgürlük gündeminin nesilleri kapsayacak bir iş olacağını biliyorduk. Yine de kısa dönemde bazı somut delillere de ihtiyacımız vardı. Irakın geleceği örnek olmak için çok belirsizdi. Türkiye istikrarlı, değişmekte olan, demokrasi ve İslamın beraber yaşayabileceğini gösteren delilleri taşıyordu. Coğrafyası ve tarihiyle de Ortadoğu ve Avrupa arasında bir köprü olması nedeniyle de Türkiye önemliydi. Medeniyetlerin Çatışması teziyle evrensel değerler olmadığını savunan Samuel Huntington 11 Eylülden sonra peygamber gibi görülüyordu. (Vatan)
Kaynak : http://www.haber3.com/rice-turkiye-icin-yalvardim-1061840h.htm#ixzz1cBDGNoJu

Eski ABD Başkan George Busha en yakın isimlerden biri olan Condoleezza Riceın önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak En yüksek onur isimli kitabında Türkiyeyle ilgili çarpıcı detaylar yer aldı.
Vatan gazetesininin haberine göre; Rice Türkiye için şunları yazdı:
Irakta şartlar az da olsa düzeldi ama bu kez de sınırda Kürtler ve Türkler arasında yeni bir fırtına koptu. 17 askerin ölümü sonrası Türk meclisinden sınırötesi operasyon tezkeresi geçmişti. Bu, henüz çok genç olan Irak hükümetinin bağımsızlığını tehdit altına alacak tehlikeli ve provaktif bir hareketti. Hatta büyük ihtimalle KDPnin silahlı kanadı bu tür bir saldırıya karşı koymak isteyeceğinden küçük çapta bir savaş olasılığı bile vardı. Bu son PKK saldırısı sonrası Türkiyenin kontrol altına alınıp alınamayacağından emin değildim. Başbakan Recep Erdoğanı arayarak operasyonu ertelemesini istedim ve ABDnin müttefik Kürtlere baskı yaparak militanlara karşı harekete geçirmeye çalışacağına dair söz verdim. Mesud Barzaniyi aradım ve zamanın bitmek üzere olduğunu söyledim. Ya harekete geçmesini ya da Türklerin bu işi yapacağını söyledim. Bence Türkler haklıydı. Basına bu konuşmayı aktardım ama Türklerin haklı olduğu bölümü atlayarak... Ankarayı yatıştırmak gerektiğine inanıyordum ama Erdoğana K. Irak işgali için neden vermek istemiyordum.
Ankaraya indiğimde halkın kızgınlığı açıktı. Milliyetçi pankartlar her yerdeydi. Genç Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile basın toplantısında ABDnin tüm gücüyle PKKyı çökertme girişimlerini destekleyeceğini ve PKKnın ortak düşman olduğunu açıkladım. Alinin, PKK terörünü ABDnin Irakı işgaline bağladığını farkedince şaşırdım ve kibarca Türkiyenin PKK terörü ile yıllardır savaştığını ve bunun 2003de başlamadığını hatırlattım. Erdoğan ve Gül ile görüşmelerimizde Türklerin şiddet istemediğini ama kamuoyu tepkisiyle buna zorlandıklarını gördüm. Onlar söylemese de Türk ordusunun çatışmayı istediğini anladım.
Türkiye ile nazik diplomasimiz Kongre nedeniyle raydan çıkıyordu. Güçlü Ermeni lobisi yıllardır Osmanlı dönemindeki geniş çaplı ölümleri soykırım diye adlandıracak bir yasa için uğraşıyordu. Ölümler 1915teydi ama Türkiye ilişkilerini etkiliyordu. Konuyla ilgili ilk tecrübem 1991de George Bush için Beyaz Sarayda çalışırken olmuştu. İlk Körfez savaşında çok önemli olan Türkler, Osmanlı zamanındaki olaylarla özdeşleştirilmelerine çok kızmışlardı. 1991de ve sonra başkanlar ve dışişleri bakanları soykırım tasarılarını durdurdular. Trajik ölümleri kimse reddetmiyordu. Ama buna siyasetçiler değil tarihçiler karar vermeliydi. Türkiye-Irak sınırındaki tansiyonun tam ortasında Temsilciler Meclisi Dışilişkiler Komitesi tasarı lehinde oy kullandı. Meclis Başkanı Pelosiye oylamayı meclis gündemine almaması için yalvardım ama Bir şey yapamam dedi. Savunma Bakanı Gates ile basına tasarıya karşı olduğumuzu yineledik ve Iraktaki komutanlarımızın Türkiyedeki kritik üsleri kaybetme ihtimalini ifade ettiklerini söyledik. Türklere böyle bir oylamayı durdurmaya söz verdik ve nitekim de sonunda durdurduk. Daha da kızdırıcı olan Ermeni hükümetinin dahi bu konuyla fazla ilgilenmemesiydi. Tam tersine, Türkiye ile ilişkileri geliştirmek isteyen Ermenilerin böyle bir tasarıya ihtiyacı yoktu. Güçler ayrılığı ilkesi her zaman ABDnin çıkarına çalışmadı.
Daha sonra Cumhurbaşkanı olacak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, bir güreşçiyi andıran vücut yapısı ve akıcı ama aksanlı İngilizceye sahipti. Her ne kadar yabancı bir meslektaşın kişiliğini göz önünde bulundurarak hareket etmek her zaman için kaçınılması gereken bir durum olsa da Gül ile kimyamız hemen uyuşmuştu. Gül, Türkiyedeki kendi siyasi akımlarının da sonunda Almanyadaki Hristiyan Demokratik Birliğe benzer şekilde bir evrim geçireceğini savunuyordu. Gül, Zaten onlar da artık çok Hristiyan değil dedi. Eşi başörtüsü taktığı için insanların eleştirmesinden dolayı acı çekiyor gibiydi. Bunun kişisel seçim olarak algılanması gerektiğini söyledi. Ailesinde de başörtülü ve örtüsüz akrabaları olduğunu belirtti. Sonra Kürt azınlık konusuna döndü ve onlara önceki hükümetlerden daha iyi davranarak onların Türk kimliklerini uyandırmak arzusunu belirtti. Herşeye bakıldığında bugüne kadar meslekdaşımda hoşlanmadığım bir yön yoktu. Bugün de aynı görüşlerim hala geçerlidir.
Erdoğan okuması biraz daha zor bir insandır. Ağır kırmızı perdelerle karanlığa çalan ve Atatürkün resimleriyle donanmış ofisinde otururken Türkiyenin gerçekten de tam olarak Avrupalı olmadığı düşüncesine anlık olarak kapıldım. Gerçi başbakan, demokrasi ve İslamın bir arada yaşanabileceği konusunda çok doğru şeyler söylemesine rağmen, onun AKPyi savunması Gülünkine nazaran daha politik geldi bana. Konuşmamız 2003te Türkiyenin ABDye tezkere izni vermemesine geldiğinde ben Başkan Bushun o olayı geride bıraktığını söyledim. Ortak noktaları çabucak bularak AB konusuna geçtik. ABDnin bu konuda çok ciddi gayretleri olduğunu ama ABnin üyesi olmadığını ve yapabileceklerinin bir sınırı olduğunu söyledim. Esprili tarafını göstererek Biz AB üyesi olduğumuzda size de üyelik başvurusu imkanı tanıyacağız dedi. Ben ayrılırken Erdoğan da Kudüse gitmek üzere hazırlanıyordu. Türkiye ziyaretimden oldukça memnun oldum. Türkleri sevdim, oldukça güçlü insanlardı.
Türkiye NATO üyesiydi ve ABye girmeye çalışıyordu. Ama Avrupalılar 70 milyon Müslümanı entegre edebileceklerine inanmıyorlardı. Birçok Avrupalı Türkiyenin gerçekten Avrupaya ait olmadığını düşünüyordu. Bu yaklaşım Huntingtonın kehanetlerini gerçekleştirecekti. Müslüman Türkiye ve Hristiyan Avrupanın arasında fark olduğunda ısrar edecek bir ABnin büyük bir stratejik hata yaptığına inandım. Ankaraya Türkiye ile ilişkilerimizi güçlendirmek için gittim. Türk liderler ülkenin değişen Ortadoğunun demokratik değerleri sahiplenen merkezi olabileceklerini ve terörü yenecekleri inancımı kuvvetlendirdiler.
Bush ikinci döneminde özgürlüğü dış politikasının merkezine oturtmuştu. Özgürlük gündeminin nesilleri kapsayacak bir iş olacağını biliyorduk. Yine de kısa dönemde bazı somut delillere de ihtiyacımız vardı. Irakın geleceği örnek olmak için çok belirsizdi. Türkiye istikrarlı, değişmekte olan, demokrasi ve İslamın beraber yaşayabileceğini gösteren delilleri taşıyordu. Coğrafyası ve tarihiyle de Ortadoğu ve Avrupa arasında bir köprü olması nedeniyle de Türkiye önemliydi. Medeniyetlerin Çatışması teziyle evrensel değerler olmadığını savunan Samuel Huntington 11 Eylülden sonra peygamber gibi görülüyordu. (Vatan)
Kaynak : http://www.haber3.com/rice-turkiye-icin-yalvardim-1061840h.htm#ixzz1cBDGNoJu