Reis Bey/Necip Fazıl Kısakürek

Efsunkar

Bayan Üye
Reis bey,
kendisi tarafından yargılanan oğlu için yardım isteyen yaşlı bir kadın ayaklarına kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlarken,

“gözyaşı suçun rengini soldurmaz! götürün şunu!”

diyen, an be an buna benzer sert fotoğraflar veren ve
“merhamet”i “ne kelimeler, ne duygular var öğretemiyoruz da, sıra merhamete geldi mi herkes bülbül kesiliyor! ağızların iğrenç sakızı, idamlık suç!”
diyerek niteleyen acımasız bir hakimdir.
images

ve henüz merhametin hakikati ile tanış olmadığı o zalim dönemlerinde günlüğüne karaladığı adalet notları,
“ceza felsefesinde bir görüş vardır; bir masuma kıymaktansa, bir cürümlüyü serbest bırakmak yeğdir. ben de diyorum ki, cemiyette bir ferdi korumak için bin kişiye bu deli gömleğini giydirmekten kaçınmamalıdır! merhametin öldürdüklerine merhamet etmek, cemiyete karşı merhametsizliktir.”
tümceleri ile seyreder.

ve bilindiği üzere reis bey, bu sert ve kesin dünya görüşünün büsbütün değişmesine neden olup kendisini adeta bir çağdaş dervişe çevirecek olan tarihi bir idam kararı verir ve peşin hükümleri, merhamet karşıtı köktenci tavrı ile verdiği bu idam kararı, kendisinin, kendi peşin hükümlerinin idamına dönüşür.

anne katilliği suçu ile haksız yere astırdığı genç, idam kararının hemen akabinde, hücresinde infazı beklediği günlerde
“annemi ben öldürmedim! annemi ben öldürmedim!”
diye sayıklamakta, şokta olan mahkumu hücreden dışarıya taşıyan gardiyanlarsa aralarında
“yahu kardeşim, bildiğim kadarıyla insan yalan söyler ama yalan sayıklamaz.”
diye konuşmakta; ancak sıradan insanların bile görebildiği bu ayrıntı, ne ilginçtir ki mürekkep yalamış bir ağır ceza hakimi tarafından görülememektedir.

ve idama mahkum edilen gencin infaza götürülmeden önce reis bey’in başında bulunduğu heyetle karşılaştığı o meşhur sahne!
*
reis bey – “ölümü metanetle karşılamanız güzel. sizden yeni bir adam peydahlanmış, duruşmalardaki sanığa benzemiyorsunuz. yazık! avrupa’da felsefe tahsili, şu bu derken her şeyde yarım kalmak! sonra her türlü serserilik, kumar, eroin, nihayet anne katilliği! ağlanacak hal!”

idama mahkum edilen genç – “etmeyin reis bey!
siz ağlayamazsınız! ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz. siz merhametten, acıma duygusundan yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız. yerine göre haklısınız. fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için, en büyük hakkı kaybediyorsunuz! rahmet kaldırılmış sizin kalbinizden! buz çölünde yol alıyorsunuz!

reis bey! mühürlü kalbinizin açılmasını dilerim.”
*

bu tarihi cümleler ile bu cümlelerden kaynak alan merhamet ve şefkat yüklü nice yakarışın ağzında bir vird olup onu bambaşka bir hale taşıyacağından bihaber olan reis bey bu cümlelerden etkilenmez ve infaz gerçekleşir.
infazın gerçekleşmesinden günler sonra ise asıl suçlunun derin bir vicdan azabı ile adalete teslim olup her şeyi tüm açıklığıyla itiraf etmesi, reis bey’in hayatındaki dev kırılmayı yaratır.

tüm değerleri, inançları, prensip ve görüşleri bir anda yerle bir olan reis bey, kendini derin bir vicdan azabı kuyusunun en dibinde bulur ve gözyaşını bir zafiyet, bir duygu sömürüsü olarak gören bu göz, gözyaşlarının kurumasından korkar hale gelmiş bir çağdaş dervişe dönüşür.

şimdi istifa etmiş, idama götürdüğü gencin mezarını yurt edinmiş bir münzevidir o ve mahkeme günü “benim oğlum katil olamaz! o saatte benim evimdeydi, komşulardan gören var!” diye feryat ederek mahkeme salonuna girip reis bey’e söz anlatmaya çalışsa da reis bey tarafından ciddiye alınmayan dadı da, ellerinde çiçeklerle evladının mezarı başındadır…

dadı – “sen burada ha! ne zamandan beri seni bulmak,
yüzüne tükürmek geçiyordu içimden!”

reis bey – “neden tükürmüyorsun? … geldiğine iyi ettin dadı.
ben de seni arıyordum.”

dadı – “ne yapacaktın!”

reis bey – “beni affetmeni isteyecektim!”

dadı – “eğer ben seni affedersem,
yeryüzünde suçu bağışlanmadık insan kalmaz!

reis bey – “yeryüzünde suçu bağışlanmadık insan kalmaması için
beni affet!”

dadı – “aman allah’ım! sen o reis misin!”

reis bey – “o adamım ama o reis değilim…”

dadı – “yoksa bu da kendini kurtarman için bir numara mı!”

reis bey – “eğer varsa öyle bir numara, öğret de kurtulayım!”

dadı – “allah’a başvur! bende öyle bir kuvvet yok!”

reis bey – “sen affet ki, allah da affetsin!”

reis bey bambaşka bir uyanış ve insanlık şuuruyla “o adamım ama o reis değilim…”

ve nihayetinde; insanı insan kılan vicdan sesini duyarak merhamet eden,
tüm acısına rağmen onun samimiyetine ve pişmanlığına inanan dadı ile birlikte idam edilen gencin mezarından çıkıp yan yana yürüyen reis bey’in verdiği o resim…

yaşadığı bu büyük depremle çağdaş bir dervişe dönüşen reis bey, artık mahkeme salonlarında, adalet kürsülerinde değil, daha önce bir kalemde kellerini aldığı suçluların mekanlarında, yurtlarında, ne kadar batakhane varsa oralardadır artık.
“affı anlayınca, kendinizden başka her insanı mazur göreceksiniz! herkesi bu hale birbiri getirdi! herkes herkesi affetsin! başka ne çaremiz olabilir ki…”
virdi ile artık suçluların kol gezdiği akrep yuvalarını mesken tutar reis bey ve
“bu akrep yuvalarında sabahlamaktan muradım; akreplerle halleşmek, onları okşamak!”
der. “ne çıkacak bundan?” diyenlere yanıtı ise
“yumuşayacaklar, ağlamayı öğrenecekler…”
olur. reis bey’in bu sözünü hiç de gerçekçi bulmayanlar “akrepler ağlamayı öğrenecekler ha!” dediklerinde reis bey yeniden yanıtlar;
“taşlar öğrenir de ağlamayı, akrepler öğrenmez mi!” “neredeymiş ağlayan taş!”
diyenlere de yanıt hazırdır;
“karşınızda… ben…”

artık akrep yuvalarında akreplerle halleşmekte, onları okşamakta, onlara ağlamayı öğretmek muradı ile gece gündüz konuşmaktadır reis bey...

“katil! sevgili oğlum! sendeki merhamet istidadını kimsede görmedim!
şu içinin gizli tarafını dışarı çıkarabiliyor musun, bütün mesele onda! nasıl öldürürsün! göz! bu renk renk rüyaları, bu en yakın zerreyi, en uzak yıldızları gören göz! ona nasıl toprak doldurursun! kalp dediğimiz, bütün gücümüzü veren bu esrarlı tulumbayı nasıl kırar parçalarsın!

gelin çocuklar! kumar masasına dizilip hep beraber ağlayalım! mazlumun kendinde kıyılana, zalimin mazlumda kıydığına ağlayalım! zalime daha çok ağlayalım çocuklar! zalimde beni ve kendinizi görün! ağlayanlardan olmak varken, ağlatanlardan olmak reva mı!

çocuklar size bir teklifim var! var mısınız!
gelin bir çete kuralım sizinle!
bir gözyaşı çetesi!
ve insanlığa gözyaşını öğretinceye kadar onları delik deşik edelim!
bıçaklarla değil, ıslak kirpiklerimizle…

ne kadar hırsız, yankesici, dolandırıcı, katil, ırz düşmanı, zehir satıcısı, kumarbaz varsa alalım aramıza! ne kadar avukat, hakim, doktor, muharrir, tüccar, işçi, profesör, mühendis varsa alalım! acıyanları ve acınanları alalım, buyurun diyelim!

acımayı, merhameti cemiyete başlı başına şifa kabul edenler! birleşin!
insanlığa yeni kurtuluş yolu... katili tezgahtar, hırsızı kasadar, dolandırıcıyı tahsildar yapalım! bakalım saklı parayı çapan yankesici, açıkça eline teslim edilene ne yapar! korunanı vuran katil, bakalım bağrını açanlara ne yapar!

şüphe usulünün beslediği kötülük, itimat sistemi önünde büsbütün şahlanır mı, dize mi gelir görelim!

ve bunları anlatırken bir yandan da kendini dinleyenlerin üzerinde ne kadar bıçak, tabanca, jilet, tornavida varsa kendi üzerine alan reis bey ekler; “çocuklar! bu bıçakları size ağlamayı ve acımayı öğrendiğiniz zaman vereceğim… onlarla tavuk kesemez hale geldiğiniz zaman…”

ve o ara ani bir polis baskını olunca, kendini dinleyenlerden biri reis bey’in eski bir reis olması sebebiyle aranmayacağını düşünerek bir eroin poşetini fark ettirmeden reis bey’in cebine atar. üzerinde eroin, tabanca, bıçak, jilet ve tornavida gibi türlü suç aletleri ile yakalanan reis bey, şimdi yine mahkemede, ama bu defa sanık sıfatıyla bir reis karşısındadır!

reis bey – “merhamet! insanlara merhameti öğretmek! insandaki kötülük iktidarını hohlaya hohlaya yumuşatmak!
merhamet! hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuz iksir! baş aşağı bir cemiyeti, başyukarı edecek bir kudret!
acımasızca idama götürdüğüm çocuk, bana ‘buz çölünde yol alıyorsunuz!’ demişti.
hepimiz, bütün insanlık buz çölünde yol alıyoruz!
aldığımız nefesler bile sipsivri kayalar şeklinde donuyor! bakarken gözle bıçaklıyor, dinlerken kulakla zehirliyoruz! damak kirletiyor, el solduruyor!
bütün bunların kanunlarını bilmiyoruz da, kanun çıkarmaya kalkıyoruz! olur mu hiç! sen kaplanı yetiştir, besle, sonra pençe atıyor diye kement at, ipe çek! yazıktır kaplana! günahtır kaplana! merhamet!

hakim – “o halde ceza ölçüleri, hak, adalet ve kanunlar
lüzumsuz öyle mi?

reis bey – “öyle değil! bunlar, doktorun çare bulamayınca bütün bir uzvu budamaya mecbur kalması gibi iç tedavi üstünde tedbirler.”

savcı -- “efendim! merhamet ekmek olsa da, bütün insanlığa dilim dilim dağıtılsa; payına hiçbir şey düşmeyecek olan lanetli budur!
üstelik yüce reislik mak******* bitirimhanelere düşüp ipten kazıktan kurtulma insanlar arasında eroin çetesi kuran bu bedbahtın, karşınızda kurtarıcı edasıyla adalet dersi vermeye kalkışması tam bir şenaattir!
kendisine yine reislik makamındayken söylediği bir sözü hatırlatırım; bizi daima işlenen suçun cüzzamlı suratına bakmaktan kaçıran bu edebiyat esnaflığını bir yana bıraksınlar! ve bu görünen suçun görünmeyen bir yanı varsa onu ortaya döksünler!”

reis bey – “sayın savcı beni eski anlayış ve prensiplerimle mahkum ettirmek istiyorlarsa; bilsinler ki, ben zaten onun mahkumuyum…”

reis beyin gönüllü avukatı -- “muhterem reis bey! sayın savcı’yı sanık sanılan büyük şahsiyetin fikirlerini, inançlarını ve ideallerini daha yakından anlamaya davet ediyorum. ancak bu takdirde onun bitirim yerinde ne aradığı anlaşılabilecektir. bütün dünya, kanunların ve hakim kürsüsünün tam hakkını verdikten sonra insandaki gizli ruh noktalarına, iç hakikatine eğilen, bu yüce hakikati arayan, onu aramanın işkenceli hayatını yaşayan bu adalet kahramanı karşısındadır!

büyük bir takdirle belirtelim ki; başkanı bulunduğum baro, şu anda bu yepyeni adalet kahramanını azizleştirmek için formül aramaktadır!”
ne var ki reis bey ne kahramanlık, ne ödül ne de kendisine verilecek olan cezanın derdindedir. o artık bambaşka bir derdin ortağı, bambaşka bir yolun yoldaşıdır… ve o yoldan, o buuddan konuşur, konuşur, konuşur…

“ben diyorum ki; her fert başucuna, ‘suçlu benim! herkes suçsuz!’ levhasını asmalıdır!
ben diyorum ki; yegane kurtuluşumuz, herkesin herkesi affetmesindedir! daha ötesi kanunların sorumluluğuna girer. ama görüyorum ki anlatamıyorum… hissediyorum ama anlatamıyorum! çocuk ‘ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz!’ dedi.
ağladıkça anlıyorum. ağladıkça anlıyorum!

artık bütün mantık hesaplarımı kaybettim!
hem de öylesine kaybettim ki, amerika’da bir cinayet işlense de dünya çapında bir ses sorsa, ‘katil kim?’… ‘benim!’ diye haykırabilirim!

soğuk kış geceleri köprü altında yatan çocukların vebali benim boynumda! gömleğimin yakasında!
isterse çareme adli tıp baksın! fakat bir hastaneye girsem de, kan kanseri çeken hastalar görsem; ‘acaba onları bu hale ben mi getirdim?’ diye düşünüyorum!

ben ne yaptım! uykuda, baygınlıkta, annemin karnında, babamın kanında hangi cinayeti işledim! hangi mukaddesi kirlettim ki, kendimi gelmiş gelecek bütün fenalıkların tek sorumlusu biliyorum! dışımda ne arıyorlar!
içime doğru suçluyum ben! bir de kalkmış, belki kendimden birine, ondan öbürüne geçer, bir merhamet yangını çıkar, bütün ülkeyi sarar diye tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum…”

önce katil lakaplı kabadayı ayağa fırlayıp “reis bey’in cebine eroini ben koydum!” diyerek, anladığı, muhabbet beslediği, merhamet ettiği reis bey’i kurtarmak için suçu üstüne almak ister ve sonra ise asıl suçlu ayağa kalkıp suçunu itiraf eder…

reis bey serbesttir artık; ama şüphesiz ki en büyük cezayı kendi kendisine vermiştir o… ve akabinde tam kaldığı otelden çıkarken, kendi avukatlığını gönüllü olarak üstlenen istanbul barosu başkanı, diğer baro mensupları ve basın ordusundan oluşan bir grupla burun buruna gelir.

baro başkanı, “muhterem reisimiz, istanbul barosu olarak size bir hediyemiz olacak. baromuz, günlerdir süren müzakereleri sonunda sizi fahri başkanlığa seçmiş bulunmaktadır. adalet anlayışına fikirleriniz ve hayatınızla getirdiğiniz mana, memleketimizden başlayarak dünya çapında bir hadise olmuştur! insanlığa baş döndürücü bir yükseklik getirdiniz! baromuz, adaletle merhametin sarmaş dolaş ahengini belirten bu plaketi, davanıza ve muzaffer çilenize bir karşılık olarak takdim ediyor, buyurun!” der ve elindeki plaketi reis bey’e uzatır.

reis bey plaketi alır, kapatır ve arkasındaki katil’e dönerek,
“katil! oğlum! al! bu ancak sana yakışır! sen benim aksime merhamet davasının lafazanı değil, ta kendisisin!”
diyerek plaketi onun eline tutuşturur. sonra onun arkasında duran ve az önce evini ona açmak için samimi bir teklifte bulunan dadı’ya dönerek,
“gelemiyorum dadı! gözyaşlarım kurur diye korkuyorum!” der ve gider…

“merhamet!” deriz tüm ruhumuzla…
*
Alıntı(Ayten Çavuş Yağmur)
 
---> Reis Bey/Necip Fazıl Kısakürek



Alıntılar:

fahl_1284618684.jpg

Ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz.

Siz merhametten, acıma duygusundan yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız.
Yerine göre haklısınız.
Fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için en büyük hakkı kaybediyorsunuz. (idamlık genç)
*
göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum…
bizse nefsimizin beton çatısını tepemize dikmiş, yaşamayı öldürüyoruz!
merhamet… alem bu temel üzerinde!

eğer toprağa, tohuma, hatta kire, lekeye merhamet olmasaydı, su olur muydu?
rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltılı şırıltılı su…

ne duruyorsunuz! sökün sahte su borularını! ev ev merhamet şebekesi kurun!
tepelerinizdeki çatıları da yıkın!
göklerle temasa geçin! o zaman göreceksiniz ki; acı su borularından, kendi kendine tatlı su akacak… ve başlar üstünde, güneşe yol veren kubbeler yükselecek……
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst