Reform'da AB ile uyum yok

B0LdP1L0t

Banned
Sosyal güvenlik sistemi Türkiye'de çok uzun yıllardır tartışılıyor. SSK da daima eleştiri hedefi oldu. SSK'nın hastaneleri yakın zamanda Sağlık Bakanlığı'na devredildi.

Sosyal güvenliğe devletin katkısı, hükümete göre bir sorun. Gerçekte ise bu algının kendisi en vahim sorun. Gündemdeki reform, 'sosyal' değil 'finansal' bir operasyon biçiminde şekilleniyor

Sosyal taraflar ve bilim dünyası dışlanarak hazırlanan 'sosyal güvenlik reformu' için yasama süreci başlatıldı. Tasarıların imzaya açıldığı gün hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, sosyal güvenlikte 'ne kadar ekmek o kadar köfte' döneminin başlayacağını belirtti (Milliyet 21.3.2005).
Haber, Radikal'in ekonomi sayfalarında 'IMF için yeni adım' başlığıyla yer aldı (22 Mart 2005). Çiçek'in, haberin devamında yer alan şu ifadesi sosyal güvenlik reformunun temel yaklaşımının iyi bir özetiydi: "Sosyal güvenlik sistemi iyi çalıştırılamadığı için her yıl devlet bütçesinden önemli bir kaynak Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK'ya aktarılmaktadır."
Sosyal güvenliğe devlet katkısı, hükümet tarafından bir sorun olarak algılanmaktadır. Bu algının kendisi vahim bir sorundur.

Stand-by ile ilgisi
Sosyal güvenliğin nasıl finanse edileceği; sosyal güvenlik harcamalarının toplam düzeyi ve bu harcamalara devletin katkısının ne olacağı tartışmanın önemli boyutlarından biridir. Reformun, IMF tarafından stand-by'ın önkoşulu olarak görülmesinin asıl nedeni de budur. Çünkü uluslararası finans çevreleri sosyal güvenliğe daha az kaynak ayrılmasını istemektedir.
O yüzden reform, sosyal değil finansal bir operasyon olarak şekillenmektedir. Nitekim, ülkemizin bilimsel birikim ve deneyimi görmezden gelinerek hazırlanan Reform Raporu'nun girişinde, kamu tarafından finanse edilen sosyal güvenlik açıklarının bütçe dengeleri üzerinde önemli bir baskı yarattığı ve önlem alınmazsa daha da büyük sorunlara yol açacağı iddia edilmektedir.
Rapor, sosyal yardım harcamaları dahil toplam sosyal güvenlik harcamalarının milli gelire oranının yüzde 11 gibi yüksek bir düzeyde olduğu ve kamu katkısının azaltılması gerektiği savına dayalıdır. Öte yandan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu, 'Avrupa Sosyal Modeli'ne uygun bir reform peşinde' olduklarını ifade etmektedir (Referans, 23 Şubat 2005). Peki, reform girişimi Avrupa sosyal modeli ile uyumlu mu? Konu, özellikle sosyal güvenliğin finansmanı açısından irdelendiğinde çarpıcı çelişkiler ve uyumsuzluklar ortaya çıkmaktadır.


İki temel sistem
AB ülkelerinde sosyal güvenlik uygulamaları birbirlerinden önemli farklılıklar göstermelerine karşın ortak iki temel yön görülmektedir: Birincisi, milli gelirden sosyal güvenliğe ayrılan kaynakların yüksekliği; ikincisi ise sosyal güvenliğin finansmanında devlet katkısının büyüklüğü. Sosyal güvenlikle ilgili reform çalışmaları AB ülkelerinde de sürmesine karşın, hem toplam sosyal güvenlik harcamalarının düzeyi hem de devlet katkısı artmaya devam etmektedir.
Avrupa modelinde sosyal güvenliğin finansmanı: Sosyal güvenliğin finansmanında iki temel sistem bulunmaktadır:
Vergiye ve prime dayalı sistemler. Avrupa'da sosyal geleneklere bağlı olarak farklı modeller varlığını sürdürmekle birlikte, son yıllarda iki sistemin birbirine yaklaştığı, karma bir sistem oluştuğu gözlenmektedir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra atılan radikal adımlar sonucunda da hızla artan sosyal güvenlik harcamalarının milli gelire oranı 1980 yılında yüzde 20'ye kadar ulaştı.
Sosyal refah devletini ortadan kaldırmaya yönelik yeni liberal girişimlere rağmen, sosyal güvenlik harcamaları 1990'ların başında yüzde 26'ya ve 2002'de ise yüzde 28'e ulaştı. Oysa aynı dönemlerde yeniliberal politikaları benimseyen ABD'de sosyal güvenlik harcamalarının milli gelire oranı yüzde 13-14 seviyesinde gerçekleşti. Avrupa Birliği ortalaması, ABD ortalamasının iki katıdır. Aradaki bu fark, Avrupa sosyal modeli ile Amerikan vahşi kapitalizmi arasındaki farktır.


Yunanistan, Portekiz ve İspanya
Sosyal güvenlik harcamaları sadece çekirdek Avrupa Birliği ülkelerinde yüksek değildir. Akdeniz genişlemesinin ardından sosyal güvenlik harcamalarında ciddi artışlar gerçekleşti. 1980-2002 yılları arasında Yunanistan'ın sosyal güvenlik harcaması yüzde 11.5'ten 26.6'ya, İspanya'nın yüzde 15.8'den 20.2'ye ve Portekiz'in ise yüzde 11.6 düzeyinden 25.4'e yükseldi.
Görüldüğü gibi hükümetin reform raporunda ülkemiz için yüksek bulunan yüzde 11'lik sosyal güvenlik harcaması, üç Akdeniz ülkesinde 1980'lerde çoktan aşılmıştı. Bu ülkeler günümüzde Türkiye'nin iki katından fazla sosyal güvenlik harcamasına sahipler. Avrupa Birliği'nde sosyal güvenlik harcamaları sadece toplam olarak değil, kişi başına da artmaktadır. 1992'den 2001 yılına kadar kişi başına reel sosyal güvenlik harcamaları yaklaşık yüzde 19 oranında artmıştır.
Öte yandan tek başına toplam sosyal güvenlik harcamalarının yüksekliği yeterli bir gösterge değildir. Avrupa sosyal modelinin bir diğer boyutu ise sosyal güvenliğe düzenli ve yüksek oranda devlet katkısıdır. Ülkelerin sosyal güvenlik modellerinden kaynaklanan farklılıklar olmakla birlikte, AB15 ülkelerinde devlet katkısı yüzde 37'ye ulaşmakta, üstelik bu oran zaman içinde artış göstermektedir .Korunan kişilerin sisteme katkısı yüzde 21; işveren katkısı ise yüzde 39 oranındadır. Öte yandan bu yüksek devlet katkısı sadece AB15 ile sınırlı değildir. AB25 ülkelerinde de devletin sosyal güvenliğe katkısı yüzde 36'nın üzerinde seyretmektedir.

Kişi başına katkı oranları
Sosyal güvenliğin finansmanında dikkat edilmesi gereken bir diğer gösterge ise tarafların yaptıkları katkının kişi başına gelişimidir. 1995-2000 yılları arasında AB ülkelerinde devlet katkısı kişi başına sabit fiyatlarla yüzde 20 artış gösterirken, işveren katkısı yüzde 10 ve korunanların katkısı ise yüzde 2.5 artış göstermiştir. Devlet katkısı göreli olarak çok daha hızlı artmaktadır.

Hangi açıdan ele alınırsa alınsın; veriler, tartışmaya yer vermeyecek bir biçimde AB'de sosyal güvenliğe ayrılan kaynakların ve devlet katkısının düzenli olarak artmakta olduğunu ve bunun Avrupa sosyal güvenlik modelinin ayırt edici yanı olduğu göstermektedir.
Reform devlet katkısını azaltıyor: Ülkemizde ise, 1999 yılında yasalaşan işsizlik sigortasındaki devlet katkısı dışında, devletin sosyal güvenliğe düzenli bir katkısı söz konusu değildir. Türkiye'deki primli sosyal güvenlik sistemi, tamamen çalışanlardan ve işverenlerden (çalışanlar adına) yapılan kesintilere dayalıdır. Ancak sosyal güvenlik sisteminin 1990'lı yıllarda yaşamaya başladığı mali sorunlar nedeniyle bütçeden üç sosyal güvenlik kurumuna kaynak aktarılmaya başlandı. Devletin düzenli olarak yapması gereken ve sosyal devletin gereği olan katkı, sistemin tıkanması sonucunda zorunlu olarak yapılmaya başlandı. Ancak reform gerekçesinde yer alan bu katkıların makroekonomik dengeleri bozduğu iddiası dayanaksızdır.

1990'ların görüntüsü
Bütçeden sosyal güvenliğe cüzi kaynaklar aktarıldığı 1990'ların ortasında da makroekonomik istikrar söz konusu değildi. 1995 yılında bütçenin yüzde 33'ü faiz ödemelerine ayrılmıştı. Faiz ödemelerinin 10 yıllık cari ortalaması bütçenin yüzde 43'ünü oluştururken, aynı dönemde sosyal güvenliğe ortalama yüzde 10 kaynak ayrılmıştır. Öte yandan sosyal güvenliğe devlet katkısının arttığı 2002-2004 arasında makroekonomik göstergelerin düzelmesi, sosyal güvenliğe devlet katkısının, iddia edildiği gibi ekonomi üzerinde doğrusal bir olumsuz etkisi olmadığının diğer bir kanıtıdır.

'Karadelik' denilen şey
Sosyal güvenlik reformu sonucunda, sosyal güvenliğe halen yapılmakta olan devlet katkısı azalacaktır. SSK bütçesine devlet katkısı son dört yılda ortalama yüzde 20 civarına ulaştı. Bağ-Kur ve Emekli Sandığı için bu oran daha da yüksektir. Avrupa Birliği standartlarının çok altında olmasına rağmen bu katkılar, 'açık' ve 'karadelik' olarak tanımlanmaktadır. Reform denilen düzenlemeler yasalaştığında, sosyal güvenlik kesintilerinin ücret ve maaşlara oranı yüzde 42.5 ile 46.5 arasında değişecektir.
Bunun yüzde 6'sı ise (yüzde 5 emeklilik, yüzde 1 işsizlik) devlet katkısı olarak karşılanacak ve sonuçta devletin toplam sosyal güvenlik finansmanı içindeki payı mevcut duruma göre önemli ölçüde gerileyecektir. Genel Sağlık Sigortası'nda sigortalılardan katkı payı alınmasının öngörülmesi nedeniyle devlet katkısı bu seviyenin de altına inecektir. Veriler oldukça net: Reform girişimi yasalaşırsa, sosyal güvenliğe devlet katkısı daha da azalacak; sosyal güvenlik bireyselleşecek ve piyasalaşacak; sosyal güvenlik sistemimiz Avrupa sosyal modelinden iyice uzaklaşarak Amerikanlaşacaktır.

Kaynaklar: European social statistics, Eurostat, European Commision 2005; The social protection in Europe, Eurostat, European Communities, 2003/2004.

Aziz Çelik: Araştırmacı yazar
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst