Ramazan'da Siyasi Oruç

SuskunDervis

Kayıtlı Üye
Her sene Ramazan ayı geldiğinde yazar çizer takımı orucun faydaları,esrarı ve kuralları hakkında çeşitli yazılar döktürürler.Çeşitli vaaz ve sohbetlerde hocalar boğazlarını yırtan büyük bir hamasetle bu ayın azametinden ve Allah’ın bu ayda müminlere bahşetmiş olduğu sevap,feyiz ve rahmetten bahsederler.Müslümanlar,farz olan bu orucun sebeplerine sarılmaya, bereketle dolu bu ayı ibadet,dua,salih amelle değerlendirmeye,bu ayın manevi havasından istifade etmeye çağrılırlar.Bu çağrılara bakıldığında Ramazan aynın ve orucun ameli çerçevede sadece bireysel yönünün ele alındığı,yine ferdi çerçevede kalan manevi bir açılımın hedeflendiği görülür.Mükellef olan,kişinin zaman zaman kusur ettiği hususların üzerinde durularak,helal ve haramlar ya da farzlar konusundaki sorumluluğunu yerine getirmeye çağrılır.Sonuçta kişiyi bazı yönlerden etkileyen unsurlara,söz konusu vaaza muhatap olan insanın kalbinde bazı manevi tecellilere rastlanabilir.Ancak siyasi,ekonomik ve toplumsal tutumlarla ilgili hayata ilişkin gelişmelerde ve vakıada bir değişiklik bulmak mümkün değildir.Belki de bunun nedeni,oruç farizasının insan hayatında ve vicdanında çok dar bir yere sahip olmasıdır.Bu tespitimiz,gerek olayın şekil ve davranış açısından orucun maddi yönüne dikkat çeken,donuk içeriğinin altını çizen,gerekse sınırlı bir çerçevede insanın gayesinin Allah’ın rızasına ulaşmak olduğunu belirten bakış açısı için geçerli olsun değişmemektedir. Hatta insanın derinliklerinden kudsiliğin zirvesine doğru yükselen dua ve münacatlar bile sadece birbiri ardına söylenmiş söz sanatından ileri gidememektedir.Söylenen sözler, anlamdan önce nağmeyi ve sanatsal huşuyu hedefleyen güzel sözlerden öte bir anlam ifade edememektedir.

Orucun Hedefi Takvadır

Biz bu yazımızda oruç tutuşumuzla ilgili yukarıda belirttiğimiz çeşitli hitap şekillerini analiz ve mukayese etmek istemiyoruz.Amacımız,orucun şeriattaki yerinden yola çıkarak hapsedildiği çerçeveyi aşması ve tüm hayatı kapsayan bir fikre ulaşmasıdır.Daha sonra ise insan yaşamı boyunca sürekli gelişecek olan düşünce vasıtasıyla orucun pratik yönü üzerinde duracağız…

Orucun farz oluşundan bahseden ayet-i kerime şöyle demektedir:”Ey iman edenler!Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılınmıştır.Umulur ki takvaya ererseniz.” (Bakara,183)Buradan anlaşıldığı gibi gerçekleştirmesi mümkün olan en uygun araç olması itibariyle takvayı,oruca hükmeden gaye olarak önümüzde buluyoruz…

Takva kavramı üzerinde biraz durup düşündüğümüz zaman insanın,hayat yolunda karşılaştığı çeşitli zorluklar,engeller ve eziyetler karşısında sebatını koruması,savrulmaması ve kendini kontrol edebilmesi anlamıyla karşılaşırız.Orucunda ciddi olan insanın,nefsinde ve amelinde takvaya sahip olması gerekir ki,ta ki orucuna amacına uygun ve hedefiyle ilintili manevi bir anlam versin.Takva,sadece insanın ibadetiyle ilgili kişisel bir durum değildir. Bilakis o,hayatın tüm yönlerini kapsayan imani bir sıçrayış,İslami bir harekettir.Ancak böyle olduğu takdirde ibadetteki takva ile muamelattaki takvanın birleşmesi mümkün olur.Böyle bir takva insan davranışlarına sirayet ederse insanın kamusal hayatında çeşitli alanların önü açılır ve siyasette,toplumda,ekonomide,savaşta ve barışta takvanın gerçekleşmesi mümkün olur…

Tüm bunların ışığında takva hangi alanda kendini gösterirse göstersin insanın içine dahili (manevi) ve harici (eylemsel) orucu nüfuz ettirdiğini görürüz.

Çünkü takvalar kandırmalar,şehvetler ve engeller karşısında insanın kendisini disiplinize etmesini sağlar ve insanı tahrik eden tüm etkenlerden insanı uzak tutmaya,tüm inhiraflardan korumaya yardımcı olur.Böylelikle insana Ramazan ayında farz kılınan bedensel oruç Allah’ın istemediği tüm şeylere karşı Allah’a yaklaşmak için külli bir reddi taşıyan güçlü bir iradenin güzel bir örneğini verir,yaşamın her çeşidini kuşatmasını sağlar.İşte bu noktada üzerinde durmak istediğimiz siyasi oruç karşımıza çıkmaktadır.

Siyasi Orucun Dalalet Ettiği Manalar ve Sınırları Nelerdir?

Siyasi oruçla kastettiğimiz,insana özgürlüğünü kaybettiren,Allah’ın dostlarından ve salih kullarından uzaklaştıran bütün düşüncelerden sakınarak zalim,azgın,müfsit ve kafirlerden kendini korumak ve Allah’ın arzında itme,buğz,düşmanlık,kaos,fesat ve fırkalara ayrılmayı teşvik eden tüm düşünce ve eylemlere karşı mücadele etmektir.

Bu da birkaç noktada pratiğe indirgenebilir:

1-Kişinin içinde,zulmün bütün çeşitlerini kalben reddedişi yaşanabilir kılması.Çünkü zulmün en üst aşaması zulme sempati beslemek ve sonuçlarına rıza göstermektir.Çünkü bir topluluğun zulmüne rıza gösteren,onlarla aynı suçu işlemiş gibidir. Hatta zulme rıza gösteren hem söz konusu eylemin hem de ona rıza göstermenin sorumluluğunu üstlenir.Bir hadis-i şerif bunu teyid etmektedir:”Münkerin kalben inkarı imanın en zayıf derecesidir.”(Müstedrekü’l Vesail,c.2s.361)Bu hadislerin bütününden anladığımız şudur ki İslam,insanı korumaya içerden başlamak istemektedir.Çünkü şer,ilk başta duygu ve düşünce olarak başlar,daha sonra eylem ve tavra dönüşür.Sadece eylemi yasaklamak ve onu bertaraf etmeye çalışmak yeterli değildir.Kötülüğü engellemenin en iyi yolu onu içerde bertaraf etmek,duygu ve düşünceden kökünü kazımaktır.Aşağıdaki hadis bu vurgulamaktadır:”Ameller niyete göredir ve her kişi için niyet ettiği vardır.”(El-Vesail,c.1 s.35)Bu konu ile alakalı bir başka hadis-i şerif de şudur: “İnsanlar kıyamet gününde niyetlerine göre haşrolunacaklardır.”(el-Vesail,c.1 s.35)Riya ile mücadele eden ve insanları niyetlerinde samimiyet ve ihlasa çağıran dini prensipler eylemdeki samimiyet ve ihlası yakalamaya yönelik konulmuş prensiplerdir.Sonra bu prensipler “Kişi sevdiği ile beraberdir.”(Emali et-Tusi,s.632) şeklinde ifadesini bulan gayaye ulaşmak amacıyla Allah için sevmek ve Allah için buğz etmekten bahsetmektedir.

2-Zulümle fiili yardımlaşmayı reddetmek.Çünkü zalime yardımcı olan onun zulmüne de ortaktır.İnsanın,hayatı zulüm ve zalimlerden kurtarmanın ve insanların zulme yeni bir güç kazandırmalarını engellemenin bir vasıtası olarak kendisini kurtarması gerekir.

3-İnsanın hak-batıl,zulüm-adalet ikileminde bastığı yeri iyi bilmesi ve etrafında olup bitenleri tam anlamıyla kavrayabilmesi,siyasi bilince sahip olmasıyla mümkündür.Siyasi bilinç insanın etrafında olup bitenin kendisine müphem ve belirsiz şeyler gibi gözükmesinden dolayı reddedilmeyi hak etmeyeni reddetmek,desteklenmeyi hak etmeyeni de desteklemek hatasına düşmesini önler.Şayet kendisi için bu konular belirsiz hale gelirse,öncelikli olarak yapması gerekenleri erteleme veya ertelenmesi gerekenleri önceleme yanlışına düşer.Neticede yarar sağlamak istediği yere zarar verir,cahil insanların saflığını,saf insanların da cehaletini kullanan siyasi aldatmacanın kucağına düşer.Çünkü bu tür insanlar,bir taraftan olayların derinliğine nüfuz edemiyorken diğer taraftan da başkalarının çok iyi becerdiği manevra ve hile yöntemlerini idrak edememektedirler.Bunun nedeni ise bu insanların başkalarının çeşitli olay ve konular hususunda davranışlarındaki niyetlerinin temiz olduğuna inanması ve kendi hayatlarının çeşitli dönemlerinde meydana gelen olumsuz tecrübelerden ibret almamalarıdır. Nitekim rivayet olunan bazı hadislerde şöyle denmektedir:”Mümin,anı yılan deliğinden iki defa ısırılmaz.”(El-Emsalü’n-Nebeviyye,c.2.s.122)

4-Hayat boyunca karşılaşcağı şehvet,lezzet ve arzuları büyük bir kanaatle karşılaması. Böylelikle Allah’ın kendisine terk etmesini farz kıldığı bir tutumu benimsemesini ya da benimsemesi gereken bir tutumu terk etmesini ön gören,dünya karşılığında ahireti satmasını isteyen maddi ve manevi aldatmalarla teslim olmaz…

Şayet bunlara telsi olursa,Allah’ın razı olduğu ve istediği mesuliyet çizgisinden sapmış olur. Ülkelerin harap olmasına,insanların ise zayi olmalarına neden olan siyasi tuzaklara düşer. Nitekim bu durumu,zulmü her daim öven,onu takdis eden ve zalimlerin elde ettikleri dünyalıklardan bir parça elde ederek,makam,mal veya şehvetten paylarına düşeni almak isteyenlerin durumlarında görmekteyiz.Allah,bu tür insanlardan bahsetmekte ve onları kendilerini düşük bir değere satan kimseler olarak nitelendirirken,kendilerini Allah’a satanları da ticaretlerinde karlı,dünya ve ahrette ise başarı ve zafere en yakın kimseler olarak tanımlamaktadır.

İslam,yaşamın temel ihtiyaçlarından birini teşkil etmeyen tüm dünya metaları karşısında kendi benliğinde yaşadığı tüm acı ve ızdıraplara rağmen insanın kannatkar olma ve yeterlilik duygusunu hissetmesini amaçlamaktadır.Hele de insanın acılara karşı direnmesi,ilkeleri üzerinde ısrarlı olmayı gerektiriyorsa…

İşte bu nedenle tamah ve arzu,en büyük yoksulluğu temsil ederken kanaat ise zenginliği ve tükenmeyen bir sermayeyi temsil etmektedir.

İşte tüm bunların ışığında,topluluk ve fertlerin halkların,hayati sorunları karşısında gösterdikleri mukavemetiyeti kırmak ve bağımsızlıktan yana olan tutumlarını törpülemek için çeşitli kafir ve emperyalist grupların bu topluluk ve fertlere yönelttikleri ekonomik baskılara tahammül etmeleri mümkündür.

Bu tür durumlarda insanın nefsine karşı savaşını kazanması;zorba güçlere karşı,onların halkların iradelerini ipotek altına alma ve onları kendilerine teslim olmuş bir tüketim toplumuna dönüştürme gayretleri hususunda kazandıkları zaferi temsil etmektedir.Böylelikle ümmet,kendi temel gereksinimleri olarak nitelendirilemeyecek bir takım tüketim metaını özellikle de lüks,fazlalık ve artık olarak değerlendirilebilecek malları boykot ederek bu güçler üzerinde siyasi baskı uygulamış olur.Belki de bu tür bir boykot söz konusu güçlerin siyasetinde,tutumunda veya ekonomik politikasında geri adım atmaya zorlar.Nitekim Müslüman İran halkının hicri 14.yy başlarında Seyyid Muhammed Hasan Şirazi’den sadır olan fetvaya icabet ederek tekelci yabancı şirketleri nasıl mağlup ettiğini gördük.Bu kapsamlı boykottur ki söz konusu güçleri uzun vadeli emperyalist politikalardan vazgeçmeye zorlamıştır.tüm bunların temel muharriki,halkın yerli malların çürüklüğüne rağmen ona rağbet ederek yabancı mallardan yüz çevirmeleri olmuştur.Bu da iktisadi ve siyasi kalkınmanın önünü açmış,ekonominin yabancı tekelci sermayenin eşitsizlik rekabetinden uzak tedrici bir şekilde gelişmesine katkıda bulunmuştur.Nitekim yakın tarihimiz yabancı malların çekiciliği ve kalitesine rağmen İslam ülkelerinde üretilmiş elbiseleri giymekte ısrar eden bir takın örnekleri biliyoruz.Sonuçta bir takım nefsi eğilimleri ve zevkleri bertaraf eden ümmetin ekonomik orucunun,karar alma ve onu uygulamaya koyma iradesine sahip bağımsız şahsiyetin güçlendirilmesi yöntemlerinden biri olarak bir çok dahili kriz ve harici baskıları mağlup etmesini mümkün kıldığını görüyoruz.

Gerçekte vakıaya kendisine dayatan olgu,ümmetin baskıya karşı güçlü bir iradeyle direnmesi ve baskıya,ekonomik savaş ilan eden başka kişi ya da gruplara karşı zaferi mümkün kılan nefsi zaferden hareketle eşit derecede ya da daha güçlü baskılara karşı koymaya hazır olup olmamasında yatmakatdır.Nitekim Müslüman İran halkı,orucuyla bizlere eşsiz bir örnek yaşatmıştır.Bu eylemin amacı temel bazı konularda kendi kendine yeterliliği gerçekleştirirken bazı şeylerden mahrum kalmasının mümkün olduğunu göstermektir.

5-Çeşitli iktisadi,sosyal ve siyasi konularla ilgili sırlara giren ve konuşulması durumunda ümmetin dahili ve harici konumunda olumsuzlukların yaşanmasına neden olacak konularda konuşma orucu tutmak.bu konuların konuşulması ümmetin birbirine kenetlenmiş yapısını tahrip etmesine neden olacağı gibi,emniyet ve güvenlik konularında bir takım handikapların oluşmasına ya da ümmet içerisinde herkesi bir mevkide ve liderlik konumunda bulunan şahıs ya da grupların saygınlığıyla ilgili çeşitli soru işaretlerinin oluşmasına yol açarak emperyalist güçlerin kullanımına açık bir durum oluşturur.Ayrıca bunların dışında bir takım hassasiyet, gerilim ve kargaşa yaratacak hassas durumlar da ümmetin maslahatına aykırı bir takım durumlara neden olabilir.Tüm bunlar,özellikle de sözün özüne tekabül edecek önemli bir amaç olmaksızın çeşitli toplantılarda gereksiz lafların edilmesine ve konuşma şehvetinin artmasına neden olabilir.Bu tür durumlarda söz konusu gereksizliklerin ve olumsuzlukların giderilmesi için bu tür davranışların önüne geçme ihtiyacı hissederiz.Nitekim Kur’an,korku ve güvensizlikle ilgili kendilerine iletilen sözleri düşünmeden hemen yayan insanlardan bahseder ve bu tür sözlerin kamusal alana yaymadan önce ehline ulaştırılmasını ister.Aynı şekilde Kur’an,iman edenler arasında kötülüğü ve çirkinliği yaymaya çalışanlardan da bahsetmiş ve onları elim bir azapla müjdelemiştir.Nitekim Peygamberimizin(saa) hadisleri ve tertemiz imamların sözleri söz ve konuşma mesuliyetle ilgili konularla,susulması gereken yerde susmanın değerini anlatan öğütlerle doludur.Tüm bunlarla yapılmak istenen,kendisine iletilen sözler ya da bir toplulukta yapılmak istenen gereksiz konuşmalarla ilgili olarak kendi kendini disiplin altına alacak bir bilincin oluşturulmasıdır.

Zalim birini methetmek,hakikati tahrif etmek,insanları tehdit etmek,çabaları heba etmek, umutsuzluk yaymak,moralleri yıkmak ya da fitneye davet etmek gibi halkları parçalayan, enerjisini yok eden,çabaları boşa çıkararak olumsuz bir haleti ruhiye yaratan sorumsuz sözler hususunda oruca ihtiyaç duyabiliriz.Bunlar tahribata,topyekun helaka,felakete ve emperyalist küfür güçlerinin eline düşmemize,tağuti güçlerin ve insanları köleleştirmek isteyen kuvvetlerin karşısında ezilmemize,ki bunu Allah ve Resulü(saa) sevmez,neden olabilir. Nitekim zalimi öven,onu ve yaptıklarını mazur gösteren,fitne uyandıran veya hakikati çarpıtanları Allah katında elim bir azap ve acıklı bir sonla müjdeleyen ya da onları tövbeye davet eden bir çok hadisi şerife rastlamak mümkündür.Şunu unutmamız gerekir ki Allah u Teala’nın Hz.Zekeriya’nın kıssasını anlatırken değindiği gibi geçmişte dinler,susma orucunu dini bir ibadet olarak öngörmekteydiler.”De ki:Bugün ben Rahman için oruç tutmaktayım bugün insanlarla konuşmayacağım.”(Meryem Suresi)

6-Ümmetin kendi fikri,ruhi ve manevi bir çok özelliğini kaybetmesine neden olacak izzet ve şerefine ve de bağımsızlığına dokunacak olan çeşitli siyasi ve askeri ittifaklardan oruç tutarak uzak durması.İttifaklar,paktlar kurucuların lehine bir takım avantajlar çıkarmak için kurulur. Bu çerçevede mutlaka söz konusu ittifaka dahil olan ve ümmetin aleyhinde bir araya gelenler, ümmete kimliğini ve kimliğinin sahip olduğu anlamı kaybettiren bir takım girişimlerle kendi hesaplarına güç elde etmeye bakarlar.Böylece ümmet,hiçbir manası ve rengi kalmayan gölge şahsiyetlerden müteşekkil topluluğa dönüşür.Böylelikle ittifak,bağımsızlığı beraberinde getiren ve güç kazandıran unsur olma yerine zayıflık ve işbirlikçiliği meydana getiren bir unsur haline dönüşür.Biz,ümmeti temsil eden gerçek şahsiyetlerin peşinden gitmeyi ve toplumu belirleyici konumda bulunanlardan duyulan korkunun etkisiyle başka bir takım şahsiyetlerin peşinden sürüklenmenin gerekliliği konusunda bir bilincin kazanılmasını zaruri buluyoruz.Çünkü bu tür kişilerin peşinde koşmak şahsiyetin kaybolmasına ve konumumuzu koruyalım derken onu kaybetmemize neden olabilir.Şüpheli yöntemleri gözlemleme imkanına sahip olan kimseler,ümmetin maslahatına olmayacak hizipçi ve mezhepçi bir havanın yaratılmasından korktuğu için İslami yönelim içerisinde bulunan kimselerin İslami tezlerini ortaya koyma hususunda bu kişilerin nasıl bir korku içinde olduğunu açıkça görebilir. Buradaki amaç böyle bir havanın İslami sıfatlardan soyutlanmasına yardım ederek İslam’a yabancı olan bir kimlikle ortaya çıkmalarını sağlamaktır.Bunu yaparken de esneklik ve gerçekçilik gibi bir takım parlak nitelikler öne sürülür,ta ki İslamcılar sahip oldukları İslami doğalarından tamamen sıyrılsınlar.Biz İslami hareketlerin geçirdikleri süreç içerisinde bunun tehlikeli bir dönemeç olduğuna işaret etmek istiyoruz.Çünkü olumsuzlukları ileri sürüp bu noktada bir endişe yaratmak belirli bir program içerisinde ve büyük bir hedef için çalışanları korkutmaz,ancak kendine olan güvenini o an ki konjonktürden emanet almış ve İslami faaliyetlerini sadece duygusal ve sloganik bir çerçevede gerçekleştirmiş olanları korkutabilir. Toplumu ıslah etmeye ve değiştirmeye çalışanlar olumsuzlukları nasıl olumluğa çevireceğini ya da en azından onu nasıl vakıa üzerinde tehlike ve tehdit oluşturmayan bir olguya dönüştüreceğini bilirler.

7-Ümmetin karşılaştığı çeşitli olaylar ve hadiseler karşısında infiale kapılmaktan uzak durma orucu tutması.Çünkü infiale kapılmak insana,olayları doğru ve açık görebilme ve eşyaya hükmedebilme yeteneğini kaybettirir.Çünkü infialin anlamı aklın etkisini yitirmesi demektir.Akıl etkisini yitirdiğinde kaos patlak verir ve süreçten hedeften sapmayı beraberinde getirir.Belki de orucun buradaki değeri İslam ümmetinin düşmanlarının hazırladığı planın ihtiyaç duyduğu mantık dışı bütün unsurları temin eden ve liderliğin disiplinli,planlı ve bağımsız bir şekilde hareket etmesini önleyen infialin yanında siyasi ve askeri tüm toplumsal patlamaların önüne geçmesinde kendini göstermektedir.işte siyasi orucun bu boyutuna değinilmesi kendi ürettikleri ya da girdikleri savaşlarda son derece ince planlar ve hassas taktikler uygulayan düşmanı karşısında yaşadığı çeşitli durumlarda İslami bir zaruret halini almaktadır.Çünkü bu tür durumlar düşman karşısında plan ve taktiğin aynı hassasiyet ve incelikle uygulanmasını gerektireceği gibi bu yönde atılan tüm adımlarla ve sarf edilen sözlerde büyük bir bilinci de gerektirir.

8-Ümmetin kendisini çeşitli gruplar,taifeler ve hiziplere dönüştürecek,gücünü yitirmesine neden olacak ve direnişi etkisizleştirecek tüm iç ihtilaflardan uzak durma orucu tutması.Bu noktada ümmetin gündemdeki ihtilaf konularını büyük bir sorumluluk ve aklilikle ele alması, buluşma ve ittifak noktaları üzerinde yoğunlaşması,üzerinde ihtilaf edilen konuları caddelerde değil de fikri düzlemde ele alınan konular haline getirmesi gerekir.Bu minval içerisinde mukaddesatları yermekten sakındığı gibi duygusal unsurlarla dolu kışkırtıcı sözlerden de uzak durarak ajitasyonu olabildiğince gündemden uzaklaştırması gerekir.Böylelikle anlaşmazlık, düşünme ve araştırmaya sevk eden bir unsur haline gelirken infial ve toplumsal hadiselere yol açacak olan çeşitli tehlikeler de bertaraf edilmiş olur.İç ihtilaflarını fikri mesuliyetle ele alan bir topluluk ihtilaf ve anlaşmazlıkları,yoksulluk ya da ayrılık unsuru değil zenginlik ve birleşme unsuru haline çevirmesini bilir.

İşte tüm bu anlattıklarımız adaletin ikamesini,zulmün ezilmesini,ümmetin bağımsızlığını ve toplumsal onurunun güçlendirilmesini ve onun bütün çöküş,yıkılış ve mağlubiyet amillerinden uzak durmasına katkıda bulunan toplumsal,siyasi ve askeri fırsatların güçlendirilmesini hedefleyen bazı boyutlardır.

Araştırmacılar ümmetin kendi yaşamında faal rolünü yerine getirebilmesi için iyiliğin yaygınlaştırılması ve şerrin izalesi noktasında benim değindiğim hususlardan daha farklı hususlara değinilebilir.Ta ki ümmetin güçlü iradesi,ümmetin gelecek ve şimdiki zamanını temsil eden büyük denize dökülmek üzere bir araya getirilsin.Ümmet kötülüklerin iyiliklere dönüştürülmesi için herhangi bir harcamaksızın mücadelenin olumsuz yönlerinden bahsedilerek kendisini savaşmaktan alı koymak isteyen olumsuz örneklerden uzaklaşsın.

Bizim orucun farz kılınışından anladığımız,Allah sevgi ve korkusundan meydana gelen güçlü irade hususunda insanın sınanması ve Ramazan’da ihya edilen küçük orucun,yaşam düzeyinde gerçekleştirilmesi gereken büyük orucun bir önsözü olmalıdır.İşte bu da tam olarak takva olarak sözcüğünün orucun gerçek hedefi olması itibariyle bize ifade ettiği ve Peygamber(saa)’in hadisi şerifleriyle Ehlibeyt’inin sözlerinin bize öğrettiği şeydir.Bu,Allah sözünün en yüce,şeytan sözünün de en alçak olması için ve İslam’ın sözünün bütün dünyayı kapsayarak İslam şeriati vasıtasıyla insanların barış ve huzur içerisinde yaşaması için bizim mücadele sürecimizde ihtiyaç duyduğumuz şeydir.


Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlalah (Allah ruhunu korusun ve makamını yüceltsin)
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst