B0LdP1L0t
Banned
Sinema, bazen size karşı sizin istediğinizden daha fazla dürüst olmak isteyebilir. İşte bu uğurda daha gerçekçi, sert, çarpıcı ve vurucu olmaya çalışırken gerçeği eğip büken, sizi içten kemiren, fetheden, yaralayan, kimi zaman tiksindiren filmler karşınıza çıkabilir. Size ekrana, perdeye bakmak konusunda zorluklar yaratabilecek; bazen sizin ilginizi istismar edebilecek; gösterdiği vahşet ile stabil psikolojinizin ayarlarıyla oynayabilecek; izleyici düşmanı filmleri bir listede toparladık. Listeyi bir rahatsızlık paratoneri olarak da kullanabilirsiniz.
A Clockwork Orange Otomatik Portakal (1971)
Sinema tarihine adı altın harflerle yazılan bir Kubrick distopyasıdır A Clockwork Orange. Tüm zamanların en psikopat film karakterlerinden biri olan Alex DeLarge, hem ismiyle hem cismiyle unutulmaz sinema anılarımız arasında kendine özel bir yer bulmuştur. Karanlık bir gelecek aracılığıyla günümüzün sistem çarklarını sert bir biçimde eleştiren film, bağımlılık üzerine de dikkate değer söylemlerde bulunur. Kubrickin dehasıyla yarattığı kendine has rahatsız ediciliği de, bazıları için tam anlamıyla şok edicidir.
Pink Flamingos (1972)
Pink Flamingos da kıyıda köşede kalmış, mide kaldıran kültlerden birisi aslında. Kara mizah unsurlarını daha önce denenmemiş bir biçimde kullanan film, ağızda biraz acı biraz tatlı bir tat bırakmaktadır. Ensestten giren, yamyamlıktan çıkan ve bu esnada da hayvanlara eziyet etmekten geri kalmayan Pink Flamingos, gösterildiği her yerde seyirci kitlesini ikiye bölmüştür. Zaten rahatsız edici herhangi bir filmin üzerinde uzlaşmaya varmak zordur.
The Last House on the Left Soldaki Son Ev (1972)
Peşinden birçok gore filmi sürükleyen, intikam öykülerinin korku-vahşet sineması alt türü olmasında büyük etkisi olan bir Wes Craven filmi Soldaki Son Ev. Sapık bir çeteye kurban giden kızlarının intikamını almak isteyen bir ailenin öyküsünü anlatıyor film. İçerdiği şiddet nedeniyle sansür süzgecinden geçmekte çok zorlanan, bazı ülkede tamamen yasaklanan bazılarında ise bir kısmı kesilip ancak öyle gösterime giren bu kült film, Cravenın sinemadaki yolculuğunun başlangıç noktası.
Salò o le 120 giornate di Sodoma Salo, or the 120 days of Sodom Salo Ya Da Sodomun 120 Günü (1975)
Hakkındaki tartışmalar hiçbir vakit dinmeyen ve Pasolininin ölümüne neden olduğu konuşulan Salo, sinema tarihinin belki de en sert faşizm eleştirisini içerisinde barındırıyor. 9 kız ve 9 erkek tutsağın 120 gün boyunca maruz kaldığı psikolojik, fiziksel ve cinsel vahşeti anlatan film, faşizmin tüyler ürperticiliğine aynı şekilde yanıt verdiği için ilginç tartışmaları da beraberinde getiriyor. Gore tanımına yeni cümleler ekleyen bu ürkütücü film, üzerinden geçen yaklaşık 40 seneye rağmen rahatsız ediciliğinden hiçbir şey kaybetmemiş durumda. Zaten bir Marquis de Sade uyarlaması olduğunu söyleyince, film kafanızda iyiden iyiye şekillenecektir.
Eraserhead (1977)
David Lynchin ilk filmi, haliyle Lynchin zihnine ve bilinçaltına ilk yolculuk Birkaç ironik istisna dışında neredeyse tüm filmlerinde bizi rahatsız etmeyi kendine görev edinen David Lynch, tüm zamanların en iyi ilk filmlerinden birinde üstlendiği görevi en etkili biçimde yerine getiriyordu. Hiçbir zaman grotesk karakterlere olan sevdasını ve öteki anlatımını saklamayacak olan üstad, Henry Spencer ve onun karanlık dünyası ile kabuslarımızın değişmez başrollerinden birini üstlendi yıllarca.
Day of the Woman (1978)
Yine intikam kelimesinin hakkını veren, sözlük anlamıyla mide bulandıran, kanlı mı kanlı bir vahşet filmi Çizdiği kadın kahraman portresiyle kısa bir sürede kült olarak anılmaya başlanan Day of the Woman, I Spit on your Grave adıyla yakın dönemde yeniden çevrilmiş ve Hollywood plastikliğine yenik düşmüştü. Orijinal filmin etkisi ise elbette ki eskiliğinde ve bu eskiliğin yarattığı atmosferinde yatıyor. Tecavüze uğrayan bir kadının kanlı geri dönüşünü anlatan Meir Zarchi eseri, şiddetin sinemadaki çarpıcı tezahürlerinden birisi.
Cannibal Holocaust (1980)
Blair Witch Project ile hatırlanan ve sonrasında da Rec, Cloverfield, Paranormal Activity gibi yakın dönem örnekleriyle de popüler hale gelen bir alt türün öncüsüdür Ruggero Deodatonun sahte-belgeseli. Zaten sahte dediğime bakmayın, görüntüler o kadar gerçekçidir ki, Deodato oyuncularının gerçekten kazıklara saplanmadığını mahkemede kanıtlamak zorunda kalmıştır ve ancak bundan sonra beraat edebilmiştir. Vahşet algısını genişleten ve birçok insanın psikolojisine kalıcı tesir eden Cannibal Holocaust, rahatsız edici filmlerin en iddialılarından biri.
Videodrome (1983)
David Cronenbergin kabusları filme alma yetisi, yönetmenin ilk dönem sinemasından haberdar bir sinemasever tarafından zaten bilinmektedir. Videodromeda yönetmenin gerçek ile sanrı arasındaki çizginin yitip gitmesi üzerinden hareket ettiği, imgesel manada çığır açıcı unsurlarla dolu, sürreal bir tablosudur. Ayrıca teknolojiye tapınmaya başlayan dünyaya getirilen çarpıcı bir eleştiridir aynı zamanda.
Hei tai yang 731 Man Behind the Sun (1988)
Japonların İkinci Dünya Savaşı döneminde yaptığı tıbbi deneyleri anlatan ve istismar filmi kategorisinde ayrı bir yeri bulunan son derece ağır bir filmdir Hei tai yang. İnsanı en derin korkularıyla yüzleştirmesinin yanı sıra ekrana bakması çok zor anları da içerisinde barındırır. Akla hayale gelmeyecek işkence yöntemlerini sadizm terminolojisine yılmadan ekleyen film, sinema tarihinin en hastalıklı vahşet filmlerinden biri
Funny Games Ölümcül Oyunlar (1997)
İnsanın kötücüllüğünün kronik olduğu ön kabulüyle film yapan bir yönetmen Michael Haneke. Bu nedenle bu başyapıtında sebepsiz şiddeti odak noktasına alması hiç şaşırtıcı değil. Çıktıkları tatil başlarına musallat olan iki psikopat tarafından heba edilen bir aile, korkulu ve engellenemez bir vahşet ile karşı karşıya kalır. Funny Gamesde şiddet o kadar kesindir ki, kader yalnızca kötü şeyler olmak üzere olduğu zaman gerçektir sanki. Duygusal hasar yaratma ihtimali taşıyan, müthiş bir filmdir Funny Games.
Happiness (1998)
Tek kelimede ironinin tanımını yapan ismiyle, aile üzerine çekilmiş en rahatsız edici ve en hardcore filmlerden biri olan Happiness, Todd Solondzun başyapıtı olarak kabul görüyor. Amerikan ailesinin zayıflıklarına acımasızca saldıran film, yaptığı gerçekliği acıtan tespitler ile tam bir dost acı söyler vakası. Filmin herhangi bir karakterine sempati duymak neredeyse imkansız, empatiden ile hiç söz etmiyorum bile. Fakat filmin rahatsız edici filmler listesinin sinemasal anlamda en doyurucu işlerinden biri olduğu aşikar.
Odishon Audition Ölüm Provası (1999)
Japonların sevilen yönetmeni Takashi Miikenin intikam öykülerini seven bir coğrafyaya hediye ettiği stilize vahşet filmi, hassas bünyeleri sinema salonlarında çok zorlamış hatta kimilerini bayıltmıştı. İşin ilginci şu an bırakın filmi, filmin yazısından bile çekinen ülkemizde bu vahşi kült ticari gösterim şansı bile bulmuştu. Karanlık bir geçmişe sahip olan Asaminin tüyler ürperten intikam hikayesini anlatan film, genel atmosferiyle de oldukça etkileyici ve hatırda kalıcı bir sinema deneyimi.
Irreversible Dönüş Yok (2002)
Orta metrajlı denemesi Carne ve ilk uzun metrajı I Stand Alone ile bizi ileride çok rahatsız ettireceğini baştan hissettiren Gaspar Noe, janra tam oturmamasına rağmen çekilmiş en iyi gerilim filmlerinden birini çekti 2002de. Film henüz gösterilmeden hakkında okuduklarımız, sinema salonunun ışığı kararır kararmaz diken üstünde hissetmemize yol açmıştı zaten. Kurguyu tıpkı Nolanın Mementosundaki gibi tersine çeviren ve hiçbir anında sözünü sakınmayan Noe, eleştirel bir şiddetten çok kuvvetli bir başyapıt çıkarıyordu.
The Human Centipede (2009)
Yakın dönem istismar sinemasının önemli örneklerinden biri olarak kabul edilen ve hastalıklı bir bilim adamının yaptığı korkunç deneyleri anlatan filmin tüm ipucu aslında isminde yatıyor. Tabii ki oluşturulmaya çalışılan yaratığın ilk anda hafızanızda oluşan kadar mizah içerikli bir görüntü olmadığı kesin. İşte biz de bu filmi mide bulandırıcı ve rahatsız edici olarak addediyoruz. Tom Sixin hiç vakit kaybetmeden ikincisini çektiği ve üçüncüsünü de çekeceğini açıkladığı The Human Centipede, vahşet sinemasının yeni neferlerinden.
Srpski Film A Serbian Film (2010)
Gösterildiği ya da gösterilmediği her yerde irili ufaklı infiallere neden olan bu yakın dönem korkunçluğu beyazperdede görülmüş en ağır ve en net otorite eleştirisi olarak kayda geçti. Hem görselliğiyle hem de nasıl bir hayal gücünün ürünü olduğu meçhul fikirler vasıtasıyla hissettirdikleriyle izleyenin içine işleyen bir kara tecrübeydi A Serbian Film. Eski bir ***** yıldızının, mesleğine geri dönmesinden yola çıkan Sırp yapımı, erotizme eklediği gore miktarını fazla kaçırmasıyla yalnızca psikolojik değil cinsel zararlar bile verebilir izleyenine.
A Clockwork Orange Otomatik Portakal (1971)
Sinema tarihine adı altın harflerle yazılan bir Kubrick distopyasıdır A Clockwork Orange. Tüm zamanların en psikopat film karakterlerinden biri olan Alex DeLarge, hem ismiyle hem cismiyle unutulmaz sinema anılarımız arasında kendine özel bir yer bulmuştur. Karanlık bir gelecek aracılığıyla günümüzün sistem çarklarını sert bir biçimde eleştiren film, bağımlılık üzerine de dikkate değer söylemlerde bulunur. Kubrickin dehasıyla yarattığı kendine has rahatsız ediciliği de, bazıları için tam anlamıyla şok edicidir.
Pink Flamingos (1972)
Pink Flamingos da kıyıda köşede kalmış, mide kaldıran kültlerden birisi aslında. Kara mizah unsurlarını daha önce denenmemiş bir biçimde kullanan film, ağızda biraz acı biraz tatlı bir tat bırakmaktadır. Ensestten giren, yamyamlıktan çıkan ve bu esnada da hayvanlara eziyet etmekten geri kalmayan Pink Flamingos, gösterildiği her yerde seyirci kitlesini ikiye bölmüştür. Zaten rahatsız edici herhangi bir filmin üzerinde uzlaşmaya varmak zordur.
The Last House on the Left Soldaki Son Ev (1972)
Peşinden birçok gore filmi sürükleyen, intikam öykülerinin korku-vahşet sineması alt türü olmasında büyük etkisi olan bir Wes Craven filmi Soldaki Son Ev. Sapık bir çeteye kurban giden kızlarının intikamını almak isteyen bir ailenin öyküsünü anlatıyor film. İçerdiği şiddet nedeniyle sansür süzgecinden geçmekte çok zorlanan, bazı ülkede tamamen yasaklanan bazılarında ise bir kısmı kesilip ancak öyle gösterime giren bu kült film, Cravenın sinemadaki yolculuğunun başlangıç noktası.
Salò o le 120 giornate di Sodoma Salo, or the 120 days of Sodom Salo Ya Da Sodomun 120 Günü (1975)
Hakkındaki tartışmalar hiçbir vakit dinmeyen ve Pasolininin ölümüne neden olduğu konuşulan Salo, sinema tarihinin belki de en sert faşizm eleştirisini içerisinde barındırıyor. 9 kız ve 9 erkek tutsağın 120 gün boyunca maruz kaldığı psikolojik, fiziksel ve cinsel vahşeti anlatan film, faşizmin tüyler ürperticiliğine aynı şekilde yanıt verdiği için ilginç tartışmaları da beraberinde getiriyor. Gore tanımına yeni cümleler ekleyen bu ürkütücü film, üzerinden geçen yaklaşık 40 seneye rağmen rahatsız ediciliğinden hiçbir şey kaybetmemiş durumda. Zaten bir Marquis de Sade uyarlaması olduğunu söyleyince, film kafanızda iyiden iyiye şekillenecektir.
Eraserhead (1977)
David Lynchin ilk filmi, haliyle Lynchin zihnine ve bilinçaltına ilk yolculuk Birkaç ironik istisna dışında neredeyse tüm filmlerinde bizi rahatsız etmeyi kendine görev edinen David Lynch, tüm zamanların en iyi ilk filmlerinden birinde üstlendiği görevi en etkili biçimde yerine getiriyordu. Hiçbir zaman grotesk karakterlere olan sevdasını ve öteki anlatımını saklamayacak olan üstad, Henry Spencer ve onun karanlık dünyası ile kabuslarımızın değişmez başrollerinden birini üstlendi yıllarca.
Day of the Woman (1978)
Yine intikam kelimesinin hakkını veren, sözlük anlamıyla mide bulandıran, kanlı mı kanlı bir vahşet filmi Çizdiği kadın kahraman portresiyle kısa bir sürede kült olarak anılmaya başlanan Day of the Woman, I Spit on your Grave adıyla yakın dönemde yeniden çevrilmiş ve Hollywood plastikliğine yenik düşmüştü. Orijinal filmin etkisi ise elbette ki eskiliğinde ve bu eskiliğin yarattığı atmosferinde yatıyor. Tecavüze uğrayan bir kadının kanlı geri dönüşünü anlatan Meir Zarchi eseri, şiddetin sinemadaki çarpıcı tezahürlerinden birisi.
Cannibal Holocaust (1980)
Blair Witch Project ile hatırlanan ve sonrasında da Rec, Cloverfield, Paranormal Activity gibi yakın dönem örnekleriyle de popüler hale gelen bir alt türün öncüsüdür Ruggero Deodatonun sahte-belgeseli. Zaten sahte dediğime bakmayın, görüntüler o kadar gerçekçidir ki, Deodato oyuncularının gerçekten kazıklara saplanmadığını mahkemede kanıtlamak zorunda kalmıştır ve ancak bundan sonra beraat edebilmiştir. Vahşet algısını genişleten ve birçok insanın psikolojisine kalıcı tesir eden Cannibal Holocaust, rahatsız edici filmlerin en iddialılarından biri.
Videodrome (1983)
David Cronenbergin kabusları filme alma yetisi, yönetmenin ilk dönem sinemasından haberdar bir sinemasever tarafından zaten bilinmektedir. Videodromeda yönetmenin gerçek ile sanrı arasındaki çizginin yitip gitmesi üzerinden hareket ettiği, imgesel manada çığır açıcı unsurlarla dolu, sürreal bir tablosudur. Ayrıca teknolojiye tapınmaya başlayan dünyaya getirilen çarpıcı bir eleştiridir aynı zamanda.
Hei tai yang 731 Man Behind the Sun (1988)
Japonların İkinci Dünya Savaşı döneminde yaptığı tıbbi deneyleri anlatan ve istismar filmi kategorisinde ayrı bir yeri bulunan son derece ağır bir filmdir Hei tai yang. İnsanı en derin korkularıyla yüzleştirmesinin yanı sıra ekrana bakması çok zor anları da içerisinde barındırır. Akla hayale gelmeyecek işkence yöntemlerini sadizm terminolojisine yılmadan ekleyen film, sinema tarihinin en hastalıklı vahşet filmlerinden biri
Funny Games Ölümcül Oyunlar (1997)
İnsanın kötücüllüğünün kronik olduğu ön kabulüyle film yapan bir yönetmen Michael Haneke. Bu nedenle bu başyapıtında sebepsiz şiddeti odak noktasına alması hiç şaşırtıcı değil. Çıktıkları tatil başlarına musallat olan iki psikopat tarafından heba edilen bir aile, korkulu ve engellenemez bir vahşet ile karşı karşıya kalır. Funny Gamesde şiddet o kadar kesindir ki, kader yalnızca kötü şeyler olmak üzere olduğu zaman gerçektir sanki. Duygusal hasar yaratma ihtimali taşıyan, müthiş bir filmdir Funny Games.
Happiness (1998)
Tek kelimede ironinin tanımını yapan ismiyle, aile üzerine çekilmiş en rahatsız edici ve en hardcore filmlerden biri olan Happiness, Todd Solondzun başyapıtı olarak kabul görüyor. Amerikan ailesinin zayıflıklarına acımasızca saldıran film, yaptığı gerçekliği acıtan tespitler ile tam bir dost acı söyler vakası. Filmin herhangi bir karakterine sempati duymak neredeyse imkansız, empatiden ile hiç söz etmiyorum bile. Fakat filmin rahatsız edici filmler listesinin sinemasal anlamda en doyurucu işlerinden biri olduğu aşikar.
Odishon Audition Ölüm Provası (1999)
Japonların sevilen yönetmeni Takashi Miikenin intikam öykülerini seven bir coğrafyaya hediye ettiği stilize vahşet filmi, hassas bünyeleri sinema salonlarında çok zorlamış hatta kimilerini bayıltmıştı. İşin ilginci şu an bırakın filmi, filmin yazısından bile çekinen ülkemizde bu vahşi kült ticari gösterim şansı bile bulmuştu. Karanlık bir geçmişe sahip olan Asaminin tüyler ürperten intikam hikayesini anlatan film, genel atmosferiyle de oldukça etkileyici ve hatırda kalıcı bir sinema deneyimi.
Irreversible Dönüş Yok (2002)
Orta metrajlı denemesi Carne ve ilk uzun metrajı I Stand Alone ile bizi ileride çok rahatsız ettireceğini baştan hissettiren Gaspar Noe, janra tam oturmamasına rağmen çekilmiş en iyi gerilim filmlerinden birini çekti 2002de. Film henüz gösterilmeden hakkında okuduklarımız, sinema salonunun ışığı kararır kararmaz diken üstünde hissetmemize yol açmıştı zaten. Kurguyu tıpkı Nolanın Mementosundaki gibi tersine çeviren ve hiçbir anında sözünü sakınmayan Noe, eleştirel bir şiddetten çok kuvvetli bir başyapıt çıkarıyordu.
The Human Centipede (2009)
Yakın dönem istismar sinemasının önemli örneklerinden biri olarak kabul edilen ve hastalıklı bir bilim adamının yaptığı korkunç deneyleri anlatan filmin tüm ipucu aslında isminde yatıyor. Tabii ki oluşturulmaya çalışılan yaratığın ilk anda hafızanızda oluşan kadar mizah içerikli bir görüntü olmadığı kesin. İşte biz de bu filmi mide bulandırıcı ve rahatsız edici olarak addediyoruz. Tom Sixin hiç vakit kaybetmeden ikincisini çektiği ve üçüncüsünü de çekeceğini açıkladığı The Human Centipede, vahşet sinemasının yeni neferlerinden.
Srpski Film A Serbian Film (2010)
Gösterildiği ya da gösterilmediği her yerde irili ufaklı infiallere neden olan bu yakın dönem korkunçluğu beyazperdede görülmüş en ağır ve en net otorite eleştirisi olarak kayda geçti. Hem görselliğiyle hem de nasıl bir hayal gücünün ürünü olduğu meçhul fikirler vasıtasıyla hissettirdikleriyle izleyenin içine işleyen bir kara tecrübeydi A Serbian Film. Eski bir ***** yıldızının, mesleğine geri dönmesinden yola çıkan Sırp yapımı, erotizme eklediği gore miktarını fazla kaçırmasıyla yalnızca psikolojik değil cinsel zararlar bile verebilir izleyenine.