Buğra1
Kayıtlı Üye
Beyaz Avrupalılar bütün üstünlük iddialarına rağmen, kendi dillerine şanlarına (!) uygun bir geçmiş, bir köken bulamamışlardır. Araştırmalar Batılı bilim adamlarını hep ASYA’ya yöneltmiştir.
İddiaya göre, bir grup Beyaz Avvrupalı topraklarından yürüyerek çıkmış, ASYA’ya yayılmış, BAYKAL GÖLÜ’nün güneybatısındaki TAMGALI VADİSİ’ne ve ARİOS Nehri kenarlarına yerleşmiş, bir büyük medeniyet kurmuş, sonra bu medeniyeti HİNDİSTAN’a, İRAN’a, ÇİN’e ve ANADOLU’ya yaymıştır!.. Avrupalılar bu nehir çevresinde yaşadıkları için ÂRÎ-ARYAN adını almışlardır! (Igor N. Khlopin, Les Dossiers d’Archeologie, No. 185, 1993) Bunu ciddi ciddi öne sürdüklerini BEYAZ AVRUPALI’NIN ÜSTÜNLÜK PALAVRALARI sayfamızda da belirtmiştik.
Halbuki BERTHOLD böyle bir yayılmanın ancak AT ile mümkün olabileceğini söyler ki, doğrudur. (Andre Berthold, 1. Türk Tarih Kongresi, sf.33) AT’ın anayurdu ASYA olduğuna göre, AT’I ilk ehlileştirenler ASYA İNSANI olduğuna göre, göç ederek medeniyet götürenler ancak ASYALI insanlar olabilir.
Ama biz gerçeği bir kenara bırakıp Batılıların iddialarını inceliyelim. Batılı bilim adamları önce bölgedeki varlıklarını kanıtlayabilmek için Hindistan’ın kadim dili SANSKRİTÇE’ye sarılmışlardır… Ama Hintliler’in tarihi en çok M.Ö. 2500’lere uzanır.
Sonra AVRASYA’daki eski KURGAN halkına el atmışlardır.
KURGAN kelimesi, hep Rusça sanılmıştır. Rusça sanılan, halbuki aslında ÖZ-TÜRKÇE olan o kadar çok kelime vardır ki!.. Meselâ KAPGAN… Orta Asya Türkleri’nin dahi Rusça zannettiği bu kelime “hayvan tuzağı” anlamına gelir. Tam karşılığı ise KAPMAK fiilenden türemiş KAPAN’dır!. Yine aynı şekilde “sucuk” Rusça’da KOL-BASA diye geçer. KOL, Orta Asya’da “el” anlamında kullanılır. Yani, “elle basa basa koyun veya sığır bağırsağına doldurulan et” anlamına gelir. Zaten ülkemizde kullanılan PASTIRMA kelimesinin aslı da BASTIRMA’dır. Eskiden TÜRKLER savaşa giderken yanlarına aldıkları etleri eğerle at arasına koyar, eğere oturunca eti bastırarak sıkıştırıp içindeki kanın akmasını sağlar ve böylece kuruturlardı.
KURGAN kelimesine dönersek, aslı OK-URUGUN’dur. “OK URUĞU’nun mezarı” demektir. Kelime sıkışarak KURGUN olmuş, sonra telaffuzu da değişerek KURGAN halini almıştır.
KURGAN’ın HERODOT tarafından kullanılışı HYRCAN (okunuşu IRCAN) şeklindedir…. Bu kelime HYRCANIE şekline sokularak bir ülke adı haline getirilmiş ve o ülkede götürülüp HAZAR DENİZİ’nin güneydoğusuna, İRAN topraklarına yerleştirilmiştir. (Igor H. Khlopin, Doss. Archeo. No. 185, 1993) Bir başka değerlendirme de, Avrupalılar’a ARYAN denmesinin sebebi, İRAN’dır. Çünkü HİNT-AVRUPA dillerinin eski İRAN dili ZENT’le bağlantısı vardır…
Halbuki o bölgenin esas adı GURGAN’dır, tam 36 KURGAN bulunmuştur ve ta BİR OY BİL FEDERASYONU zamanından beri TÜRK toprağıdır. O tarihlerde ON OYUL (Kozmik Federasyon) adlı bir TÜRK devletine aitti.
Sözün kısası, Batılılar’ın kökü kökeni İRAN’da bulunsa bile, ZENT dili HİNT-AVRUPA dillerinin kökü olsa bile, İran (PERS) tarihi en çok M.Ö. 2000’lere iner.
ÇİN deseniz, ÇİN MEDENİYETİ’nin tarihi M.Ö. 2500’e bile ulaşmaz. Her ne kadar C. Hopkins’e göre ÇİN’de yazının başlangıcı olarak M.Ö. 3000 tarihini verirse de, T. de Lacouperie M.Ö. 2300 olduğunu söyler. Son araştırmalar bu tarihi daha da öne çekmiş, ÇİN ŞEKİL-YAZI’sının başlangıcı M.Ö.1700’ler olarak tesbit edilmiştir. Kaldı ki, ÇİN ALFABESİ’nde tam 41 PROTO-TÜRK TAMGASI bulunur! TÜRKLER’in ÇİN’deki varlığı ise, M.Ö. 2600’lere dayanır.
Bu tarz çalışmalar Batılı bilim adamlarının istedikleri sonucu vermeyince, ANADOLU’ya yönelmiş, burada ziraatle uğraşan halkın dilinden hareket edip GREK-LÂTİN bağlantısıyla AVRUPA’ya varmaya çalışmışlar, ama bu da tatmin edici olmamıştır. Çünkü bu çalışmaların hiç birinde PROTO-TÜRKÇE’yi gözönünde tutmamışlar, akıllarına bile getirmemişlerdir.
Halbuki ne dillerin kökeni, ne duvar-mağara yazıtları, ne de eski medeniyetler PROTO-TÜRKLER ve proto-türkçe ile bağlantısı kurulmadan anlaşılamaz. Dünya Medeniyet tarihi; TÜRKLER ve onların AT sevgisi kabul edilmeden, onların göçleri incelenmeden yazılamaz!
Ne yazık ki Batılı bilim adamları, büyük bir inatla eski yazıtları incelerken hep LATİNCE, GREKÇE, SANSKRİTÇE ve ÇİNCE’ye önem verirler. Başka bir dile, hele TÜRKÇE’ye hiç eğilmezler.
PROTO-TÜRKÇE’de A bir harf değil TAMGA’dır. AT = (TANRI’ya erişmek için) atılan – fırlatılan, ve AD = bilinen, tanınmış anlamlarına gelir. B harfi UB = en yüce, kozmik değerler demektir. E = UÇ diye okunur, lider demektir.
Bir ORTA ASYA dili olan PROTO-TÜRKÇE’de her TAMGA bir HECE’dir, ve bir KAVRAM ifade eder, aynı zamanda bir HARF’tir. Aslında bütün kadim dillerde böyle olduğu düşünmek yanlış olmaz. Eski MISIR dilinde bunu görüyoruz. Bu HECE–KAVRAM. mantığı varlığını ÇİNCE, JAPONCA, KORECE gibi dillerle günümüze kadar sürdürmüştür Ancak TÜRKLER’de ve topluluklarda, özellikle ÇİVİ YAZISI’ndan sonra (M.Ö.3300) harflerin bu özelliği kaybolmuştur.
Yukardaki yazı bir aynanın arkasındaki ETRÜSK RESMİ'nin üzerinde bulunmaktadır. ALFABE olarak bakarsak ortaya :
LAZAFECU MENDZ
kelimeleri çıkar. Bu garip kelimelerin ne GREKÇE, ne de ETRÜSK ülkesinde daha sonra hakim olan ROMALILAR’ın kullandıkları LÂTİNCE bir anlamı yoktur!.
Ancaaak....... Yazının ETRÜSKÇE’nin atası PROTO-TÜRKÇE’de bir karşılığı vardır!.. Yazı
ULUTUZ AT AB UÇUY, ALTUÇUN ODUZ
TAMGA-HARF-KAVRAMLAR’ından oluşmuştur…. İki tamlama meydana getirir… Ve ŞEHİTLER MELEĞİ ile KRALIĞIN ZAFER TANRIÇASI demektir!.. Bu iki ifade RESİM’deki iki figürle tamı tamına bağdaşmakta, tabir caizse “cuk” oturmaktadır!
Resmin üzerindeki TAMGALAR ve KELİME karşılıkları SAĞDAN SOLA yazılan PROTO-TÜRKÇE’ye uygun, orijinal haliyle görülmektedir...Batılılar'ın bir hatası da buldukları hemen her yazıyı SOLDAN SAĞA okuma çabalarıdır!. Tabii bu gibi durumlarda hiç bir sonuç elde edememektedirler.
Bu resim, üzerindeki yazı ve çözümlemesi, sadece ETRÜSKÇE ve TÜRKÇE ilişkisini göstermekle kalmaz!.. Bizim sadece ORHUN KİTABELERİ’nden bildiğimiz TÜRK ALFABESİ’nin çok daha eski olduğunu da ispatlar!… Ayrıca TÜRKLER’in ve PROTO-TÜRKÇE’nin ta ORTA ASYA’dan AVRUPA’nın içlerine kadar yayıldığının da delilidir
BOĞA KÜLTÜ
TÜRKÇE çok zengin bir dildir!.. Samoiloviç’in yaptığı tasnife göre 2 ANA DAL, 8 GRUP ve 41 LEHÇE’den oluşur… KVERGIE, meşhur GÜNEŞ-DİL teorisi ile TÜRKÇE’nin dünyanın en eski dilidir. 15.000 yıl öncesinden gelen özelliklerini GÖKTÜRK ALFABESİ’nde ve bugünkü dilimizde dahi görmek mümkündür.
SİBİRYA etnolojisini inceleyen bir heyet, bölgede duydukları BOĞA kelimesini, “Ğ” harfi ve sesi Batı dillerinde olmadığı için, affedilmez bir hata yapmışlar, boynuzlu BOA ( çok büyük tropikal yılan) sanmışlardır!.. Sonra da SİBİRYA’da böyle tropikal bir canlının olması mümkün olmadığına göre, bölgenin BOA yılanının yaşadığı HİNT KÜLTÜRÜ’nün etkisinde kaldığı sonucuna varmışlardır. Böylece DÜNYA MEDENİYETİ’nde çok önemli bir yeri olan BOĞA KÜLTÜ’nü tam kavrıyamamışlar, hatta yok saymışlar, hem de PROTO-TÜRK KÜLTÜRÜ’nü devredışı bırakmışlardır. (Le Chamanisme, M. Ellade, Payot, Paris, 1951)
TAKDİS MERASİMİ GÖK’ten yere inmiş olan KÜN ve eşi AY, BUĞ’u YILAN ile takdis ederler. Çünkü YILAN, BU-OĞ-A (BOĞA) sıfatını taşımaktadır. BU OĞ A tamlaması ; BUĞ beylik yetkisi, OĞ kutsal, şeref, güneş, A artikel kelimelerinden oluşur, sıkışarak BOĞA haline gelmiştir. “YÜCE GÜNEŞ olur ki, YÜCE TANRI demektir.” anlamına gelir. TANRI’nın kudreti GÖK’ten YER’e döne döne iner, bu da kıvrılan YILAN kavramı ile verilmiştir. TANRI tarafından verilen kutsal BEYLİK yetkisidir bu!.. Resimde HALAY çeker gibi elele tutuşmuş YEDİ KİŞİ hareketleri ile YILAN’ı sembolize ederler.
Yani işin içinde bir YILAN vardır ama, bu HİNT KÜLTÜRÜ’nden gelen BOA YILANI değildir!
YÜCE TANRI’nın nimeti, rahmeti yeryüzüne tıpkı GÜNEŞ’in ışınları (YALKIN) olarak gönderir. TANRI’nın bu YÜCELİK ve BAHŞEDİCİ sıfatı BOĞA sembolü ile, nimetin yeryüzüne ulaşması da YILAN sembolü ile karşımıza çıkar. Yeryüzünde yapılan İYİLİK te BOĞA’nın boynuzları ile gene TANRI’ya döner.
BOĞA’nın PROTO-TÜRK kültürüne kutsal olmasının sebebi budur. Bu inanç HİNDİSTAN’a İNEKLERİN KUTSALLIĞI şeklinde, MISIR’a APİS ÖKÜZÜ’NÜN KUTSALLIĞI olarak yansımıştır. VİKİNGLER’in KIZILDERİLİLER’in boynuzlu başlıklar giymesi de bu yüzdendir. O başlığı takan KUDRET’ini TANRI’dan aldığına, CEZALANDIRMA, BAĞIŞLAMA, İYİLİK YAPMA gücüne sahip olduğuna inanır, bunu göstermek ister.
YILAN KÜLTÜ
ORTA ASYA İNSANI’nın inancına göre GÜNEŞ TANRISI, yalkınlarını yeryüzüne YILAN şeklinde gönderir. O yüzden YILAN, kutsaldır.
Yukardaki TAKDİS MERASİMİ resminde anlatıldığı gibi, BOĞA sıfatını alan YILAN’la, UYULAN arasında bir ilişki vardır.
GÖK’ten yere inmiş olan KÜN ve eşi AY, BUĞ’u YILAN ile takdis ederler. Çünkü YILAN, BU-OĞ-A (BOĞA) sıfatını taşımaktadır. BU (BUĞ- han, kral, yüce kişi) , OĞ ( güneş, kutsal, şeref) A (artikel)… hepsini birlikte tercüme edersek YÜCE GÜNEŞ olur ki, YÜCE TANRI demektir. TANRI’nın KUDRET’i, GÖK’ten YER’e döne döne iner, bu da kıvrılan YILAN kavramı ile verilmiştir. . Resmde HALAY çeker gibi elele tutuşmuş YEDİ KİŞİ hareketleri ile YILAN’ı sembolize ederler. YILAN’ın kuyruğu ile BUĞ’a değiyor olması da ayrı bir mânâ taşır.
GÖK’ten YERYÜZÜ’ne inen YALKINLAR; ışık, ısı, iyilik, rahmet, ve berekettir. GÜNEŞ’in ışınları da , ATEŞ’ten çıkan dalgalar da YILAN gibi kıvrılarak etrafa yayılır. Bu yüzden YILAN, hem ATEŞ’in, hem ocağın, hem de AİLE’nin koruyucusu sayılır.
İSLAM’da YILAN, ÂDEM ile HAVVA’yı kandıran ve onların CENNET’ten kovulmasına sebeb olan varlıktır. ŞEYTAN’ın sembolüdür. Başı ezilmesi gereken bir yaratıktır.
Bu anlayış Müslüman olan TÜRKLER’i etkilemesine rağmen, YILAN KÜLTÜ çeşitli şekillerde ANADOLU’da varlığını sürdürür. ORTA ASYA’dan ANADOLU’ya göç etmiş olan HACI BEKTAŞ, TAŞ’a biner ve YILAN’ı kamçı olarak kullanır, TAŞ’ı yürütür. Burada TAŞ, BEDEN’dir, YILAN ise NEFS’tir.
Yani İNSAN, NEFS’ini İRADE’sinin kontrolüne alırsa, BEDEN’ini istediği gibi kullanabilir ve ALLAH’ın Kendi Ruhundan üfleyerek İNSAN’a bahşettiği KUDRET’i harekete geçirebilir!..
ANADOLU’nun hâlâ pek çok yerinde her evin bir YILAN’ı olduğuna inanılır. YILAN’ın mekânı evin ocağıdır. (GÜNEŞ-ATEŞ ve YALKINLAR ilişkisi) Evin KKoruyucusu, uğuru, bereketi olan YILAN’a dokunulmaz. YÜRÜKLER, YILAN’ı kedi gibi okşarlar!… Eğer herhangi bir sebeple o yılan öldürülmüşse, derhal yakılması gerekir. ATEŞ’in çıkardığı YALKINLAR ile YILAN tekrar GÖKLER’e döner, ve oradan YAĞMUR, RAHMET, ISI, BEREKET olarak tekrar YER’e iner.
YILAN aynı zamanda İNTİKAMCI’dır!.. Eşini, yavrularını korur, onlara zarar verenen intikamını alır. Bu yüzden herhangi bir şekilde bir yılan öldürülmüşse, eşi de öldürülmek üzere aranır!..
ANADOLU’da bu konuda pek çok hikâye olması bir yana, Fakir Baykurt’un meşhur romanı YILANLARIN ÖCÜ’nde YILAN, öcünü alması yönünden haksızlığa uğramış aileye örnek gösterilir.
ESKİ TÜRKLER’de BOYNUZLU YILAN, TÜYLÜ YILAN, KANATLI YILAN, BEYAZ KRALİÇE YILAN ve meşhur ŞAHMERAN gibi pek çok YILAN türü vardır. Bunlardan KANATLI YILAN, KAZAN şehrinin arması idi. Sonra Ruslar alıp MOSKOVA arması yapmışlar, bir de “ büyük canavar YILAN’ı öldüren Saint Goerge” masalı uydurmuşlardır!
TUYLÜ YILAN ve BOYNUZLU YILAN, TÜRKLER vasıtasıyla BERİNG BOĞAZI’ndan aşarak AMERİKA kıtasına ulaşmış, AZTEKLER’in meşhur QUATZALKOATL(TÜYLÜ YILAN’ını oluşturmuştur.
AVRUPA’da en eski YILAN figürlerinin bulunduğu yer, İtalyan Alpleri’ndeki KAMUNLAR Vadisi’dir.Yukarıdaki resimde YILAN, savaşçının elinde "GÜÇ VEREN MIZRAK"olarak çizilmiştir... Üç tane "eli mızraklı" savaşçı ile, henüz mızrağı GÜNEŞ’ten çekip alamamış bir başka savaşçı görülmektedir... Zaten bu figürden hareketle MIZRAK sembolünün GÜNEŞ’ten gelen YALKIN, yani YILAN olduğu sonucuna varılmıştır.
Bir diğer figür de PELASK YILANI’dır. PELASKLAR, eski YUNANİSTAN’a gelip yerleşen TÜRKLER’dir. YILAN sembolünü onlar oraya taşımışlardır. PELASK DİLİ kaybolmuştur, PELASK YAZISI çözülememiş sayılır. Sebebi yine Batılı bilimi adamlarının PROTO-TÜRKÇE ve TÜRKÇE’ye araştırmalarında MİHENK TAŞI olarak yer vermemeleridir. Halbuki büyük araştırmacı KÂZIM MİRŞAN bu yazıyı da deşifre etmiş, okumuştur. Bunu ayrı bir sayfada vereceğiz.
PROTO-MISIR hiyeroliflerinde yer alan YILAN figürü, Batılı Bilim adamları ve onların takipçileri tarafından “bilinmeyen bir dile ait kartuş” sayılmış, ve bir türlü deşifre edilememiştir... Halbuki KÂZIM MİRŞAN, figürü PROTO-TÜRKÇE TAMGALAR’dan yararlanarak çözmüş ve tüm kitabeyi tamamen farklı olarak okumuştur. Yukardaki bir ESKİ MISIR RESMİ, YILAN’ın YAZI olarak ne ifade ettiği de yine yukarıda verilmiştir. UW UB OZ tamgalarından oluşan bu bir tek figür,
-“YERYÜZÜ’nden şekil değiştirerek, (MADDÎ ÂLEM’den MANEVÎ ÂLEM’e geçerek) TANRI’ya ilahi bir tarzda ulaşmak”
demektir... Yani, herkes yapamaz!
M.Ö. 4000’lere ait olduğu söylenen, ancak taşıdığı figürler itibariyle daha eski (M.Ö.6000) olması icabeden VAN BAŞET DAĞI’NDAKİ YAZIT, şu TAMGALARI’ı taşır:
UW = mukaddes, UŞ =majeste, OK-OŞ = kuant konfigurasyonu, ESİTİS = Ruhlar Âlemi, UÇ = uçuş
KUANT, “değişmez değer”dir… Bir insanda aranan “ CAN’ın (veya RUH’un) TANRI’yla özdeşleşmesi için gerekli ‘vazgeçilmez’ değerler” kastedilir. ESİTİS ile, “ruhların eninde sonunda varacağı yer” kastedilir. İSLAMİYET’teki sembolü ARAFAT’tır... Ve yazı şu anlama gelir :
-“Kutsal majestelerinin gerekli değerlere sahip olan canının (veya ruhunun) ruhların toplandığı yere uçuşu”
Yani, topluluğun değerli lideri ölmüş, ahiret âlemine göçmüştür!.... Yazı bunu haber verir.
ORTA ASYA ANAU KÜLTÜRÜ ve BİR OY BİL FEDERASYONU
Doğu Anadolu’da M.Ö. 15.000’den itibaren kaya resimleri, M.Ö.7000’den itibaren de yazıtlar görülür. Antalya-Beldibi yazıtları M.Ö.7000, İstanbul-Fikirtepe’de bulunan M.Ö.6000’e ait kaplardan ikisinin üzerinde OK ve OZ tamgaları vardır.
R. PUMPELLY, “Exploration in Turkestan” adlı makalesinde (1908, Washington), “AŞKABAT’ta M.Ö.9000’lere ait yerleşik bir kültür olduğu”ndan bahsetmektedir. Bu kültüre ANAU adı verilmiştir. Bu kültür, A. BELENITSKY’e (1965) göre M.Ö.5000, D. SCHMANDT-BESSERAT’a (1978) göre M.Ö.6000 yıllarına aittir.
Ancak VADIM A. RANOV, "7 yerleşim bölgesinin incelendiğini, ve ilk merkezin M.Ö. 850.000 yıllarında kurulan AMUDERYA’nın kaynak kollarından birindeki KULDURA olduğunu" bildirmiştir. (Kendisi TACİKİSTAN Tarih, Arkeoloji ve Etnoloji Kurumu müdürüdür… Makalesi, “Her Şey Eski Taş Dönemi’nde Başlar” adıyla “Les Dossiers d’Archeologie” dergisinin 185. Sayısında, Eylül 1993 tarihinde yayınlanmıştır.)
Bir diğer merkez SEL UNGUR’dur, M.Ö. 250.000’lere dayanır. Hatta İSLAMOV’a göre geçmişi M.Ö.500.000’e kadar gider. SEL UNGUR, KIRGIZİSTAN’daki FERGANA vadisinde, OK (şimdiki OŞ ) kentinin batısındadır. İkisi de KARA TAU (Karadağ ) adını taşıyan iki merkez daha vardır ki, bunlardan biri KULDURA gibi AMUDERYA üzerindedir. Diğeri ise, yine KIRGIZİSTAN’da TALAS vadisinin batısını oluşturan dağın adıdır.
M.Ö. 100.000-M.Ö.35.000 arasını ilgilendiren 14 yer incelenmiştir. Bunlar arasında KUTURBULAK, KULBULAK, KAYRAKUM gibileri vardır. BULAK “göz, pınar” demek olduğuna göre, yüksek vadilerdeki su kaynaklarının başına yerleştikleri anlaşılır. Daha sonra OM-OĞ KÖL’ün kıyılarına inmişler, sahil yerleşim birimleri kurmuşlardır. KAPİK-KAĞAN (KAPAĞAN, SEMERKANT) da ilk yerleşim bölgeleri arasındadır.
HİMAYALAR’dan ALATAU(Aladağ ) ve ALTAYLAR’la BÜKLİ ÇÖL’e (Gobi) kadar uzanan bölgede 100 kadar yerleşim merkezi bulunmaktadır. En önemli yerlerden biri TEŞİK TAŞ MAĞARASI’dır. Mağara, SEMERKANT’ın güneyinde BAYSUN DAĞI’ndadır. Burada ilk defa taşın yapı malzemesi olarak kullanıldığı görülmüş, “üstün bir kudret”in varlığına inanıldığını gösteren deliller bulunmuştur. Bu hususu, başka bir yazıda derinlemesine ele alacağız.
Bir değer yerleşim bölgesi TAMGALI SAYI’ndaki KAYA ÜSTÜ RESİMLER’i M.Ö. 30.000’lere aittir....
PİKTOGRAMLAR (sembolik resimler) M.Ö. 20.000’e, PETROGLİFLER (yazı elemanları içeren resimler) ise M.Ö. 15.000 tarihini taşır. ULU KEM ırmağı vadi ve steplerinde bulunan OT-OZ sintaşları yine aynı tarihlere aittir. (M.Ö. 15000)
ORTA ASYA’da M.Ö. 9000’lerde ortaya çıkan BİR OY BİL konfederasyonu derin bir felsefeye sahip, büyük bir medeniyettir. İnsanın TANRI BELDESİ’nden (göklerden, manevî âlemden) OZ’laşıp (öz, mükemmel) şekil değiştirerek, OT (od, ateş, ışık , enerji) halinde yeryüzüne “döne döne indiği”ne inanırlardı.
OT-OZ denilen bu insan TANRI’dan geldiği için “kutsal”dı. Herkes eşitti, ayırım yoktu. Bu yüzden kendilerini yönetecek olan BUĞ’u SEÇİM’le (kurultay) belirlerlerdi.
TÖRELER ile yönetilen bu insanlar kısa zamanda AŞİRET-KLAN düzeyinden MİLLET seviyesine ulaşmışlar, DEVLET kurmuşlardır. TÖRE’yi ÜYÜŞ-YIŞ seviyesine yükseltmişler, ANAYASA haline getirmişlerdir. Çok sağlam bir HUKUK anlayışları vardı.
Bu insanlar IB-IS BOLIK’larda yaşamışlar, yeryüzü-gökyüzü ilişkilerini incelemişler, ASTRO-FİZİK bilimine ilk adımları atmışlardır. Soyutlama yetenekleri ve yaratıcılıkları ile konuştukları dili TAMGA denen SEMBOL-ŞEKİLLER’e dökmüşler, “taşa urmuşlar”, yani DUVARLAR’a, KAYALAR’a, TAŞLAR’a kazımışlardır. RESİM ve HEYKEL sanatının ilk örneklerini bu OT-OZ insanları vermişlerdir.
Bir kısmı BİR OY BİL konfederasyonuna bağlı UÇ DEVLETLER’de yaşamışlardır... Bu âdet, tâ SELÇUKLULAR’a kadar gelmiştir. ANADOLU’da pek çok UÇ BEYLİĞİ vardı. OSMANOĞULLARI BEYLİĞİ de bunlardan biri idi.
Bu UÇ DEVLETLER’den biri de ON OYUL’dur. TAŞKENT-BUHARA, KUÇA-YARKENT arasında idi. AYIRIS (Çur) nehri ON OYUL ile BİR OY BİL arasında sınır idi… Bu AYIRIS(ayırma) kelimesi sonradan bozularak Grekçe’deki İRİOS şekline girdi. Bazı Batılı yazarlar İRİOS’u ARYAN-ÂRİ kelimesinin kaynağı sayar. (Igor H. Klopin, Les Dossiers d’Archeologie, No. 185, 1993)
Bir diğer UÇ DEVLET, OK-ONIM OĞ idi. KUÇA-URUMÇİ’den ÇİN’in ortalarına kadar uzanıyordu.
ISUB-URA BİL’in başkenti KAFKASYA’daki ÇUR şehri idi. KAFKASLAR ve DOĞU ANADOLU’da egemendi. MEZOPOTAMYA’yı da kültürel etkisi altına almıştır. ISUB-URA “yazıya geçmiş, kaydolmuş” demektir. Bu devletin BİR OY BİL federasyonuna kayıtlı, vasal devletlerden biri olduğunu gösterir.
Bu üç UÇ-DEVLET’i yöneten kişinin ünvanı USUB URUŞ TURUK idi. Yani “yazıya vurulmuş, kayıtlı, bağlı, BUĞ’a tâbi” yönetici… Bu kişinin URUUA TURU yani “askere alma” yetkisi vardı. Bir devlet için çok önemli olan bu yetki, ASURLAR tarafından URUATRİ olarak telâffuz edilmiş, bundan da URARTU kelimesi doğmuş, bir devlet adı olarak kabul edilmiştir.
Öte yandan ISUB-URA kelimesinin SUBAR-SABİR şekline dönüştüğü sanılmaktadır. R. GHIRSHMAN, SÜMER öncesinde (M.Ö. 4000) MEZOPOTAMYA’da SUBARLAR’ın yaşadığını kaydediyor. SÜMERLER’in şimdiki TÜRKLER’in atası, akrabası olduğunu biliyoruz… Ancak SÜMER yazasında 18 adet PROTO-TÜRKÇE tamga bulunması, onların çok daha eski TÜRKLER’den geldiğini göstermektedir.
ASUR devletinde dahi (M.Ö.2000) SUBARCA konuşuluyordu. ASUR başkentinin adı PROTO-TÜRKÇE’de ANT-UB UÇUĞ’dur, yani “yüce antlaşma liderliği”…
Anadolu'da 11005 yıldır varız, hatta Adriya'dan Alaskaya kadar ve hatta Amarika kıtasında Aztek, İka ve Maya mdeniyetlerinide kuran biziz. Bugünkü sefaletimizin sebebi içimizdeki hainlari hala farkedememizdendir.
İddiaya göre, bir grup Beyaz Avvrupalı topraklarından yürüyerek çıkmış, ASYA’ya yayılmış, BAYKAL GÖLÜ’nün güneybatısındaki TAMGALI VADİSİ’ne ve ARİOS Nehri kenarlarına yerleşmiş, bir büyük medeniyet kurmuş, sonra bu medeniyeti HİNDİSTAN’a, İRAN’a, ÇİN’e ve ANADOLU’ya yaymıştır!.. Avrupalılar bu nehir çevresinde yaşadıkları için ÂRÎ-ARYAN adını almışlardır! (Igor N. Khlopin, Les Dossiers d’Archeologie, No. 185, 1993) Bunu ciddi ciddi öne sürdüklerini BEYAZ AVRUPALI’NIN ÜSTÜNLÜK PALAVRALARI sayfamızda da belirtmiştik.
Halbuki BERTHOLD böyle bir yayılmanın ancak AT ile mümkün olabileceğini söyler ki, doğrudur. (Andre Berthold, 1. Türk Tarih Kongresi, sf.33) AT’ın anayurdu ASYA olduğuna göre, AT’I ilk ehlileştirenler ASYA İNSANI olduğuna göre, göç ederek medeniyet götürenler ancak ASYALI insanlar olabilir.
Ama biz gerçeği bir kenara bırakıp Batılıların iddialarını inceliyelim. Batılı bilim adamları önce bölgedeki varlıklarını kanıtlayabilmek için Hindistan’ın kadim dili SANSKRİTÇE’ye sarılmışlardır… Ama Hintliler’in tarihi en çok M.Ö. 2500’lere uzanır.
Sonra AVRASYA’daki eski KURGAN halkına el atmışlardır.
KURGAN kelimesi, hep Rusça sanılmıştır. Rusça sanılan, halbuki aslında ÖZ-TÜRKÇE olan o kadar çok kelime vardır ki!.. Meselâ KAPGAN… Orta Asya Türkleri’nin dahi Rusça zannettiği bu kelime “hayvan tuzağı” anlamına gelir. Tam karşılığı ise KAPMAK fiilenden türemiş KAPAN’dır!. Yine aynı şekilde “sucuk” Rusça’da KOL-BASA diye geçer. KOL, Orta Asya’da “el” anlamında kullanılır. Yani, “elle basa basa koyun veya sığır bağırsağına doldurulan et” anlamına gelir. Zaten ülkemizde kullanılan PASTIRMA kelimesinin aslı da BASTIRMA’dır. Eskiden TÜRKLER savaşa giderken yanlarına aldıkları etleri eğerle at arasına koyar, eğere oturunca eti bastırarak sıkıştırıp içindeki kanın akmasını sağlar ve böylece kuruturlardı.
KURGAN kelimesine dönersek, aslı OK-URUGUN’dur. “OK URUĞU’nun mezarı” demektir. Kelime sıkışarak KURGUN olmuş, sonra telaffuzu da değişerek KURGAN halini almıştır.
KURGAN’ın HERODOT tarafından kullanılışı HYRCAN (okunuşu IRCAN) şeklindedir…. Bu kelime HYRCANIE şekline sokularak bir ülke adı haline getirilmiş ve o ülkede götürülüp HAZAR DENİZİ’nin güneydoğusuna, İRAN topraklarına yerleştirilmiştir. (Igor H. Khlopin, Doss. Archeo. No. 185, 1993) Bir başka değerlendirme de, Avrupalılar’a ARYAN denmesinin sebebi, İRAN’dır. Çünkü HİNT-AVRUPA dillerinin eski İRAN dili ZENT’le bağlantısı vardır…
Halbuki o bölgenin esas adı GURGAN’dır, tam 36 KURGAN bulunmuştur ve ta BİR OY BİL FEDERASYONU zamanından beri TÜRK toprağıdır. O tarihlerde ON OYUL (Kozmik Federasyon) adlı bir TÜRK devletine aitti.
Sözün kısası, Batılılar’ın kökü kökeni İRAN’da bulunsa bile, ZENT dili HİNT-AVRUPA dillerinin kökü olsa bile, İran (PERS) tarihi en çok M.Ö. 2000’lere iner.
ÇİN deseniz, ÇİN MEDENİYETİ’nin tarihi M.Ö. 2500’e bile ulaşmaz. Her ne kadar C. Hopkins’e göre ÇİN’de yazının başlangıcı olarak M.Ö. 3000 tarihini verirse de, T. de Lacouperie M.Ö. 2300 olduğunu söyler. Son araştırmalar bu tarihi daha da öne çekmiş, ÇİN ŞEKİL-YAZI’sının başlangıcı M.Ö.1700’ler olarak tesbit edilmiştir. Kaldı ki, ÇİN ALFABESİ’nde tam 41 PROTO-TÜRK TAMGASI bulunur! TÜRKLER’in ÇİN’deki varlığı ise, M.Ö. 2600’lere dayanır.
Bu tarz çalışmalar Batılı bilim adamlarının istedikleri sonucu vermeyince, ANADOLU’ya yönelmiş, burada ziraatle uğraşan halkın dilinden hareket edip GREK-LÂTİN bağlantısıyla AVRUPA’ya varmaya çalışmışlar, ama bu da tatmin edici olmamıştır. Çünkü bu çalışmaların hiç birinde PROTO-TÜRKÇE’yi gözönünde tutmamışlar, akıllarına bile getirmemişlerdir.
Halbuki ne dillerin kökeni, ne duvar-mağara yazıtları, ne de eski medeniyetler PROTO-TÜRKLER ve proto-türkçe ile bağlantısı kurulmadan anlaşılamaz. Dünya Medeniyet tarihi; TÜRKLER ve onların AT sevgisi kabul edilmeden, onların göçleri incelenmeden yazılamaz!
Ne yazık ki Batılı bilim adamları, büyük bir inatla eski yazıtları incelerken hep LATİNCE, GREKÇE, SANSKRİTÇE ve ÇİNCE’ye önem verirler. Başka bir dile, hele TÜRKÇE’ye hiç eğilmezler.
PROTO-TÜRKÇE’de A bir harf değil TAMGA’dır. AT = (TANRI’ya erişmek için) atılan – fırlatılan, ve AD = bilinen, tanınmış anlamlarına gelir. B harfi UB = en yüce, kozmik değerler demektir. E = UÇ diye okunur, lider demektir.
Bir ORTA ASYA dili olan PROTO-TÜRKÇE’de her TAMGA bir HECE’dir, ve bir KAVRAM ifade eder, aynı zamanda bir HARF’tir. Aslında bütün kadim dillerde böyle olduğu düşünmek yanlış olmaz. Eski MISIR dilinde bunu görüyoruz. Bu HECE–KAVRAM. mantığı varlığını ÇİNCE, JAPONCA, KORECE gibi dillerle günümüze kadar sürdürmüştür Ancak TÜRKLER’de ve topluluklarda, özellikle ÇİVİ YAZISI’ndan sonra (M.Ö.3300) harflerin bu özelliği kaybolmuştur.
Yukardaki yazı bir aynanın arkasındaki ETRÜSK RESMİ'nin üzerinde bulunmaktadır. ALFABE olarak bakarsak ortaya :
LAZAFECU MENDZ
kelimeleri çıkar. Bu garip kelimelerin ne GREKÇE, ne de ETRÜSK ülkesinde daha sonra hakim olan ROMALILAR’ın kullandıkları LÂTİNCE bir anlamı yoktur!.
Ancaaak....... Yazının ETRÜSKÇE’nin atası PROTO-TÜRKÇE’de bir karşılığı vardır!.. Yazı
ULUTUZ AT AB UÇUY, ALTUÇUN ODUZ
TAMGA-HARF-KAVRAMLAR’ından oluşmuştur…. İki tamlama meydana getirir… Ve ŞEHİTLER MELEĞİ ile KRALIĞIN ZAFER TANRIÇASI demektir!.. Bu iki ifade RESİM’deki iki figürle tamı tamına bağdaşmakta, tabir caizse “cuk” oturmaktadır!
Resmin üzerindeki TAMGALAR ve KELİME karşılıkları SAĞDAN SOLA yazılan PROTO-TÜRKÇE’ye uygun, orijinal haliyle görülmektedir...Batılılar'ın bir hatası da buldukları hemen her yazıyı SOLDAN SAĞA okuma çabalarıdır!. Tabii bu gibi durumlarda hiç bir sonuç elde edememektedirler.
Bu resim, üzerindeki yazı ve çözümlemesi, sadece ETRÜSKÇE ve TÜRKÇE ilişkisini göstermekle kalmaz!.. Bizim sadece ORHUN KİTABELERİ’nden bildiğimiz TÜRK ALFABESİ’nin çok daha eski olduğunu da ispatlar!… Ayrıca TÜRKLER’in ve PROTO-TÜRKÇE’nin ta ORTA ASYA’dan AVRUPA’nın içlerine kadar yayıldığının da delilidir
BOĞA KÜLTÜ
TÜRKÇE çok zengin bir dildir!.. Samoiloviç’in yaptığı tasnife göre 2 ANA DAL, 8 GRUP ve 41 LEHÇE’den oluşur… KVERGIE, meşhur GÜNEŞ-DİL teorisi ile TÜRKÇE’nin dünyanın en eski dilidir. 15.000 yıl öncesinden gelen özelliklerini GÖKTÜRK ALFABESİ’nde ve bugünkü dilimizde dahi görmek mümkündür.
SİBİRYA etnolojisini inceleyen bir heyet, bölgede duydukları BOĞA kelimesini, “Ğ” harfi ve sesi Batı dillerinde olmadığı için, affedilmez bir hata yapmışlar, boynuzlu BOA ( çok büyük tropikal yılan) sanmışlardır!.. Sonra da SİBİRYA’da böyle tropikal bir canlının olması mümkün olmadığına göre, bölgenin BOA yılanının yaşadığı HİNT KÜLTÜRÜ’nün etkisinde kaldığı sonucuna varmışlardır. Böylece DÜNYA MEDENİYETİ’nde çok önemli bir yeri olan BOĞA KÜLTÜ’nü tam kavrıyamamışlar, hatta yok saymışlar, hem de PROTO-TÜRK KÜLTÜRÜ’nü devredışı bırakmışlardır. (Le Chamanisme, M. Ellade, Payot, Paris, 1951)
TAKDİS MERASİMİ GÖK’ten yere inmiş olan KÜN ve eşi AY, BUĞ’u YILAN ile takdis ederler. Çünkü YILAN, BU-OĞ-A (BOĞA) sıfatını taşımaktadır. BU OĞ A tamlaması ; BUĞ beylik yetkisi, OĞ kutsal, şeref, güneş, A artikel kelimelerinden oluşur, sıkışarak BOĞA haline gelmiştir. “YÜCE GÜNEŞ olur ki, YÜCE TANRI demektir.” anlamına gelir. TANRI’nın kudreti GÖK’ten YER’e döne döne iner, bu da kıvrılan YILAN kavramı ile verilmiştir. TANRI tarafından verilen kutsal BEYLİK yetkisidir bu!.. Resimde HALAY çeker gibi elele tutuşmuş YEDİ KİŞİ hareketleri ile YILAN’ı sembolize ederler.
Yani işin içinde bir YILAN vardır ama, bu HİNT KÜLTÜRÜ’nden gelen BOA YILANI değildir!
YÜCE TANRI’nın nimeti, rahmeti yeryüzüne tıpkı GÜNEŞ’in ışınları (YALKIN) olarak gönderir. TANRI’nın bu YÜCELİK ve BAHŞEDİCİ sıfatı BOĞA sembolü ile, nimetin yeryüzüne ulaşması da YILAN sembolü ile karşımıza çıkar. Yeryüzünde yapılan İYİLİK te BOĞA’nın boynuzları ile gene TANRI’ya döner.
BOĞA’nın PROTO-TÜRK kültürüne kutsal olmasının sebebi budur. Bu inanç HİNDİSTAN’a İNEKLERİN KUTSALLIĞI şeklinde, MISIR’a APİS ÖKÜZÜ’NÜN KUTSALLIĞI olarak yansımıştır. VİKİNGLER’in KIZILDERİLİLER’in boynuzlu başlıklar giymesi de bu yüzdendir. O başlığı takan KUDRET’ini TANRI’dan aldığına, CEZALANDIRMA, BAĞIŞLAMA, İYİLİK YAPMA gücüne sahip olduğuna inanır, bunu göstermek ister.
YILAN KÜLTÜ
ORTA ASYA İNSANI’nın inancına göre GÜNEŞ TANRISI, yalkınlarını yeryüzüne YILAN şeklinde gönderir. O yüzden YILAN, kutsaldır.
Yukardaki TAKDİS MERASİMİ resminde anlatıldığı gibi, BOĞA sıfatını alan YILAN’la, UYULAN arasında bir ilişki vardır.
GÖK’ten yere inmiş olan KÜN ve eşi AY, BUĞ’u YILAN ile takdis ederler. Çünkü YILAN, BU-OĞ-A (BOĞA) sıfatını taşımaktadır. BU (BUĞ- han, kral, yüce kişi) , OĞ ( güneş, kutsal, şeref) A (artikel)… hepsini birlikte tercüme edersek YÜCE GÜNEŞ olur ki, YÜCE TANRI demektir. TANRI’nın KUDRET’i, GÖK’ten YER’e döne döne iner, bu da kıvrılan YILAN kavramı ile verilmiştir. . Resmde HALAY çeker gibi elele tutuşmuş YEDİ KİŞİ hareketleri ile YILAN’ı sembolize ederler. YILAN’ın kuyruğu ile BUĞ’a değiyor olması da ayrı bir mânâ taşır.
GÖK’ten YERYÜZÜ’ne inen YALKINLAR; ışık, ısı, iyilik, rahmet, ve berekettir. GÜNEŞ’in ışınları da , ATEŞ’ten çıkan dalgalar da YILAN gibi kıvrılarak etrafa yayılır. Bu yüzden YILAN, hem ATEŞ’in, hem ocağın, hem de AİLE’nin koruyucusu sayılır.
İSLAM’da YILAN, ÂDEM ile HAVVA’yı kandıran ve onların CENNET’ten kovulmasına sebeb olan varlıktır. ŞEYTAN’ın sembolüdür. Başı ezilmesi gereken bir yaratıktır.
Bu anlayış Müslüman olan TÜRKLER’i etkilemesine rağmen, YILAN KÜLTÜ çeşitli şekillerde ANADOLU’da varlığını sürdürür. ORTA ASYA’dan ANADOLU’ya göç etmiş olan HACI BEKTAŞ, TAŞ’a biner ve YILAN’ı kamçı olarak kullanır, TAŞ’ı yürütür. Burada TAŞ, BEDEN’dir, YILAN ise NEFS’tir.
Yani İNSAN, NEFS’ini İRADE’sinin kontrolüne alırsa, BEDEN’ini istediği gibi kullanabilir ve ALLAH’ın Kendi Ruhundan üfleyerek İNSAN’a bahşettiği KUDRET’i harekete geçirebilir!..
ANADOLU’nun hâlâ pek çok yerinde her evin bir YILAN’ı olduğuna inanılır. YILAN’ın mekânı evin ocağıdır. (GÜNEŞ-ATEŞ ve YALKINLAR ilişkisi) Evin KKoruyucusu, uğuru, bereketi olan YILAN’a dokunulmaz. YÜRÜKLER, YILAN’ı kedi gibi okşarlar!… Eğer herhangi bir sebeple o yılan öldürülmüşse, derhal yakılması gerekir. ATEŞ’in çıkardığı YALKINLAR ile YILAN tekrar GÖKLER’e döner, ve oradan YAĞMUR, RAHMET, ISI, BEREKET olarak tekrar YER’e iner.
YILAN aynı zamanda İNTİKAMCI’dır!.. Eşini, yavrularını korur, onlara zarar verenen intikamını alır. Bu yüzden herhangi bir şekilde bir yılan öldürülmüşse, eşi de öldürülmek üzere aranır!..
ANADOLU’da bu konuda pek çok hikâye olması bir yana, Fakir Baykurt’un meşhur romanı YILANLARIN ÖCÜ’nde YILAN, öcünü alması yönünden haksızlığa uğramış aileye örnek gösterilir.
ESKİ TÜRKLER’de BOYNUZLU YILAN, TÜYLÜ YILAN, KANATLI YILAN, BEYAZ KRALİÇE YILAN ve meşhur ŞAHMERAN gibi pek çok YILAN türü vardır. Bunlardan KANATLI YILAN, KAZAN şehrinin arması idi. Sonra Ruslar alıp MOSKOVA arması yapmışlar, bir de “ büyük canavar YILAN’ı öldüren Saint Goerge” masalı uydurmuşlardır!
TUYLÜ YILAN ve BOYNUZLU YILAN, TÜRKLER vasıtasıyla BERİNG BOĞAZI’ndan aşarak AMERİKA kıtasına ulaşmış, AZTEKLER’in meşhur QUATZALKOATL(TÜYLÜ YILAN’ını oluşturmuştur.
AVRUPA’da en eski YILAN figürlerinin bulunduğu yer, İtalyan Alpleri’ndeki KAMUNLAR Vadisi’dir.Yukarıdaki resimde YILAN, savaşçının elinde "GÜÇ VEREN MIZRAK"olarak çizilmiştir... Üç tane "eli mızraklı" savaşçı ile, henüz mızrağı GÜNEŞ’ten çekip alamamış bir başka savaşçı görülmektedir... Zaten bu figürden hareketle MIZRAK sembolünün GÜNEŞ’ten gelen YALKIN, yani YILAN olduğu sonucuna varılmıştır.
Bir diğer figür de PELASK YILANI’dır. PELASKLAR, eski YUNANİSTAN’a gelip yerleşen TÜRKLER’dir. YILAN sembolünü onlar oraya taşımışlardır. PELASK DİLİ kaybolmuştur, PELASK YAZISI çözülememiş sayılır. Sebebi yine Batılı bilimi adamlarının PROTO-TÜRKÇE ve TÜRKÇE’ye araştırmalarında MİHENK TAŞI olarak yer vermemeleridir. Halbuki büyük araştırmacı KÂZIM MİRŞAN bu yazıyı da deşifre etmiş, okumuştur. Bunu ayrı bir sayfada vereceğiz.
PROTO-MISIR hiyeroliflerinde yer alan YILAN figürü, Batılı Bilim adamları ve onların takipçileri tarafından “bilinmeyen bir dile ait kartuş” sayılmış, ve bir türlü deşifre edilememiştir... Halbuki KÂZIM MİRŞAN, figürü PROTO-TÜRKÇE TAMGALAR’dan yararlanarak çözmüş ve tüm kitabeyi tamamen farklı olarak okumuştur. Yukardaki bir ESKİ MISIR RESMİ, YILAN’ın YAZI olarak ne ifade ettiği de yine yukarıda verilmiştir. UW UB OZ tamgalarından oluşan bu bir tek figür,
-“YERYÜZÜ’nden şekil değiştirerek, (MADDÎ ÂLEM’den MANEVÎ ÂLEM’e geçerek) TANRI’ya ilahi bir tarzda ulaşmak”
demektir... Yani, herkes yapamaz!
M.Ö. 4000’lere ait olduğu söylenen, ancak taşıdığı figürler itibariyle daha eski (M.Ö.6000) olması icabeden VAN BAŞET DAĞI’NDAKİ YAZIT, şu TAMGALARI’ı taşır:
UW = mukaddes, UŞ =majeste, OK-OŞ = kuant konfigurasyonu, ESİTİS = Ruhlar Âlemi, UÇ = uçuş
KUANT, “değişmez değer”dir… Bir insanda aranan “ CAN’ın (veya RUH’un) TANRI’yla özdeşleşmesi için gerekli ‘vazgeçilmez’ değerler” kastedilir. ESİTİS ile, “ruhların eninde sonunda varacağı yer” kastedilir. İSLAMİYET’teki sembolü ARAFAT’tır... Ve yazı şu anlama gelir :
-“Kutsal majestelerinin gerekli değerlere sahip olan canının (veya ruhunun) ruhların toplandığı yere uçuşu”
Yani, topluluğun değerli lideri ölmüş, ahiret âlemine göçmüştür!.... Yazı bunu haber verir.
ORTA ASYA ANAU KÜLTÜRÜ ve BİR OY BİL FEDERASYONU
Doğu Anadolu’da M.Ö. 15.000’den itibaren kaya resimleri, M.Ö.7000’den itibaren de yazıtlar görülür. Antalya-Beldibi yazıtları M.Ö.7000, İstanbul-Fikirtepe’de bulunan M.Ö.6000’e ait kaplardan ikisinin üzerinde OK ve OZ tamgaları vardır.
R. PUMPELLY, “Exploration in Turkestan” adlı makalesinde (1908, Washington), “AŞKABAT’ta M.Ö.9000’lere ait yerleşik bir kültür olduğu”ndan bahsetmektedir. Bu kültüre ANAU adı verilmiştir. Bu kültür, A. BELENITSKY’e (1965) göre M.Ö.5000, D. SCHMANDT-BESSERAT’a (1978) göre M.Ö.6000 yıllarına aittir.
Ancak VADIM A. RANOV, "7 yerleşim bölgesinin incelendiğini, ve ilk merkezin M.Ö. 850.000 yıllarında kurulan AMUDERYA’nın kaynak kollarından birindeki KULDURA olduğunu" bildirmiştir. (Kendisi TACİKİSTAN Tarih, Arkeoloji ve Etnoloji Kurumu müdürüdür… Makalesi, “Her Şey Eski Taş Dönemi’nde Başlar” adıyla “Les Dossiers d’Archeologie” dergisinin 185. Sayısında, Eylül 1993 tarihinde yayınlanmıştır.)
Bir diğer merkez SEL UNGUR’dur, M.Ö. 250.000’lere dayanır. Hatta İSLAMOV’a göre geçmişi M.Ö.500.000’e kadar gider. SEL UNGUR, KIRGIZİSTAN’daki FERGANA vadisinde, OK (şimdiki OŞ ) kentinin batısındadır. İkisi de KARA TAU (Karadağ ) adını taşıyan iki merkez daha vardır ki, bunlardan biri KULDURA gibi AMUDERYA üzerindedir. Diğeri ise, yine KIRGIZİSTAN’da TALAS vadisinin batısını oluşturan dağın adıdır.
M.Ö. 100.000-M.Ö.35.000 arasını ilgilendiren 14 yer incelenmiştir. Bunlar arasında KUTURBULAK, KULBULAK, KAYRAKUM gibileri vardır. BULAK “göz, pınar” demek olduğuna göre, yüksek vadilerdeki su kaynaklarının başına yerleştikleri anlaşılır. Daha sonra OM-OĞ KÖL’ün kıyılarına inmişler, sahil yerleşim birimleri kurmuşlardır. KAPİK-KAĞAN (KAPAĞAN, SEMERKANT) da ilk yerleşim bölgeleri arasındadır.
HİMAYALAR’dan ALATAU(Aladağ ) ve ALTAYLAR’la BÜKLİ ÇÖL’e (Gobi) kadar uzanan bölgede 100 kadar yerleşim merkezi bulunmaktadır. En önemli yerlerden biri TEŞİK TAŞ MAĞARASI’dır. Mağara, SEMERKANT’ın güneyinde BAYSUN DAĞI’ndadır. Burada ilk defa taşın yapı malzemesi olarak kullanıldığı görülmüş, “üstün bir kudret”in varlığına inanıldığını gösteren deliller bulunmuştur. Bu hususu, başka bir yazıda derinlemesine ele alacağız.
Bir değer yerleşim bölgesi TAMGALI SAYI’ndaki KAYA ÜSTÜ RESİMLER’i M.Ö. 30.000’lere aittir....
PİKTOGRAMLAR (sembolik resimler) M.Ö. 20.000’e, PETROGLİFLER (yazı elemanları içeren resimler) ise M.Ö. 15.000 tarihini taşır. ULU KEM ırmağı vadi ve steplerinde bulunan OT-OZ sintaşları yine aynı tarihlere aittir. (M.Ö. 15000)
ORTA ASYA’da M.Ö. 9000’lerde ortaya çıkan BİR OY BİL konfederasyonu derin bir felsefeye sahip, büyük bir medeniyettir. İnsanın TANRI BELDESİ’nden (göklerden, manevî âlemden) OZ’laşıp (öz, mükemmel) şekil değiştirerek, OT (od, ateş, ışık , enerji) halinde yeryüzüne “döne döne indiği”ne inanırlardı.
OT-OZ denilen bu insan TANRI’dan geldiği için “kutsal”dı. Herkes eşitti, ayırım yoktu. Bu yüzden kendilerini yönetecek olan BUĞ’u SEÇİM’le (kurultay) belirlerlerdi.
TÖRELER ile yönetilen bu insanlar kısa zamanda AŞİRET-KLAN düzeyinden MİLLET seviyesine ulaşmışlar, DEVLET kurmuşlardır. TÖRE’yi ÜYÜŞ-YIŞ seviyesine yükseltmişler, ANAYASA haline getirmişlerdir. Çok sağlam bir HUKUK anlayışları vardı.
Bu insanlar IB-IS BOLIK’larda yaşamışlar, yeryüzü-gökyüzü ilişkilerini incelemişler, ASTRO-FİZİK bilimine ilk adımları atmışlardır. Soyutlama yetenekleri ve yaratıcılıkları ile konuştukları dili TAMGA denen SEMBOL-ŞEKİLLER’e dökmüşler, “taşa urmuşlar”, yani DUVARLAR’a, KAYALAR’a, TAŞLAR’a kazımışlardır. RESİM ve HEYKEL sanatının ilk örneklerini bu OT-OZ insanları vermişlerdir.
Bir kısmı BİR OY BİL konfederasyonuna bağlı UÇ DEVLETLER’de yaşamışlardır... Bu âdet, tâ SELÇUKLULAR’a kadar gelmiştir. ANADOLU’da pek çok UÇ BEYLİĞİ vardı. OSMANOĞULLARI BEYLİĞİ de bunlardan biri idi.
Bu UÇ DEVLETLER’den biri de ON OYUL’dur. TAŞKENT-BUHARA, KUÇA-YARKENT arasında idi. AYIRIS (Çur) nehri ON OYUL ile BİR OY BİL arasında sınır idi… Bu AYIRIS(ayırma) kelimesi sonradan bozularak Grekçe’deki İRİOS şekline girdi. Bazı Batılı yazarlar İRİOS’u ARYAN-ÂRİ kelimesinin kaynağı sayar. (Igor H. Klopin, Les Dossiers d’Archeologie, No. 185, 1993)
Bir diğer UÇ DEVLET, OK-ONIM OĞ idi. KUÇA-URUMÇİ’den ÇİN’in ortalarına kadar uzanıyordu.
ISUB-URA BİL’in başkenti KAFKASYA’daki ÇUR şehri idi. KAFKASLAR ve DOĞU ANADOLU’da egemendi. MEZOPOTAMYA’yı da kültürel etkisi altına almıştır. ISUB-URA “yazıya geçmiş, kaydolmuş” demektir. Bu devletin BİR OY BİL federasyonuna kayıtlı, vasal devletlerden biri olduğunu gösterir.
Bu üç UÇ-DEVLET’i yöneten kişinin ünvanı USUB URUŞ TURUK idi. Yani “yazıya vurulmuş, kayıtlı, bağlı, BUĞ’a tâbi” yönetici… Bu kişinin URUUA TURU yani “askere alma” yetkisi vardı. Bir devlet için çok önemli olan bu yetki, ASURLAR tarafından URUATRİ olarak telâffuz edilmiş, bundan da URARTU kelimesi doğmuş, bir devlet adı olarak kabul edilmiştir.
Öte yandan ISUB-URA kelimesinin SUBAR-SABİR şekline dönüştüğü sanılmaktadır. R. GHIRSHMAN, SÜMER öncesinde (M.Ö. 4000) MEZOPOTAMYA’da SUBARLAR’ın yaşadığını kaydediyor. SÜMERLER’in şimdiki TÜRKLER’in atası, akrabası olduğunu biliyoruz… Ancak SÜMER yazasında 18 adet PROTO-TÜRKÇE tamga bulunması, onların çok daha eski TÜRKLER’den geldiğini göstermektedir.
ASUR devletinde dahi (M.Ö.2000) SUBARCA konuşuluyordu. ASUR başkentinin adı PROTO-TÜRKÇE’de ANT-UB UÇUĞ’dur, yani “yüce antlaşma liderliği”…
Anadolu'da 11005 yıldır varız, hatta Adriya'dan Alaskaya kadar ve hatta Amarika kıtasında Aztek, İka ve Maya mdeniyetlerinide kuran biziz. Bugünkü sefaletimizin sebebi içimizdeki hainlari hala farkedememizdendir.