ashli
Bayan Üye
Günümüzde “felsefe” oldukça popüler; pek çok yerde karşımıza bir felsefe adı çıkagelir oldu. Bugünlerde sosyal bilimcilerden fizikçilere, iktisatçılardan biyologlara, sporculardan iş adamlarına, haber spikerlerinden “köşe yazarları”na varıncaya kadar pek çok kişi, “felsefe”siz bir iş yapmaz hâle geldi. Bundan yıllar önce bir kimse, “derin mevzularda fikir beyanı”nda bulunacak olursa “edebiyat yapma” denerek küçümsenirdi; daha sonraları bu edebiyat, yerini felsefeye bıraktı ve “felsefe yapanlar”a hoş gözle bakılmamaya başlandı. Oysa günümüzde “felsefe yapmak” , çok önemli bir şey olarak görülmekte.
Ne var ki, bu “felsefe yapanlar”dan gerçekte pek azının yaptığı işin Felsefe’yle bir ilgisi var. Felsefe’yle bir ilgisi olmayan felsefelerin, insanları nasıl yanılttığını ortaya koymak, bunu yapabilmek için de Felsefe’den olan ile olmayanı ayırt etmek, çağımızda Felsefe’yle uğraşanların boynunun borcu olsa gerek. Bu borç ödendiğinde, nasıl olup da bu kadar çok “felsefe yapan” varken ve felsefe sözcüğü bu kadar çok dolaşımdayken, büyük filozoflar hakkında bilinenlerin liselerde okutulan Felsefe ders kitaplarında anlatılanlar düzeyinde kalmasının ve bazen bu kadarına bile sahip olmak istenmemesinin nedenlerini rahatlıkla görebiliriz.
Çağımızda popüler kavramını dert edinenlere baktığımızda ise, “popüler” kavramına biri olumsuz diğeri de olumlu olmak üzere iki farklı perspektiften yaklaşılagelmekte olduğunu görüyoruz. Kimileri popülerliği tukaka ilan ederken kimileri de onu göklere çıkartıyor. Çağımızda “popülerlik”le ilgili araştırmalar da çoğu zaman sosyolojinin bakış açısı altında şekillendiriliyor. Sosyolojide kullanılan yöntem Felsefe’dekinden farklı olduğu içindir ki “popülerlik”in “aslında ne olduğu” bir türlü aydınlatılamıyor. Daha “popülerlik”in neliğiyle hesaplaşmadan bu konularda bir çalışma yapmaya koyulmak, havanda su dövmekten farksız. “Popüler felsefe” hakkında konuşmak için, birincileyin şu sorulara yanıt aramak gerek: ““Popüler” nedir?”, “Bir şey nasıl “popüler” olur?”, “ “Popüler olan”la neden ilgileniriz?”. Bu soruları sormak ve çalışmaya buradan başlamak, sağlam bir zemin verir..
Günlük dile baktığımızda, popülerin, beğenilen, aranılan, sevilen, yaygın olan, tercih edilen, gibi semantik karşılıkları olduğunu görürüz. Bir objenin başka bir objeye “tercih edilmesi”, ya da ondan daha çok “beğenilmesi”, “sevilmesi”, “yaygın olması”, o objenin birtakım faklı özellikler taşıdığını gösterir. Bu durumda objenin neliğiyle hesaplaşmak, araştırıcının bir başlangıç adımı olur ki, ancak neliği serimlenen bir objenin, popülerliği ve bu popülerliğin çeşitli yansımaları eşelenebilsin. “Popüler”lere çağımızda en bilindik örnek, “popüler kültür” olsa gerek. Ancak bunlarla hemen eşdeğer bir biçimde sosyoloji, psikoloji, tarih, fizik (...)in de önüne popüler getirildiğini görüyoruz. Ne var ki, örneğin “popüler sosyoloji” ya da “popüler tarih”i incelemek, bu çalışmanın sınırlarının çok ötesinde. “Popüler olmak”ı aydınlatmak ve tartıştığımız konudan uzaklaşmak adına Felsefe’nin neliğine ve popüler felsefeyi “popüler olan” yapanın ne olduğuna bir bakalım.. Böylelikle hem bu sorularımıza yanıt arayalım, hem de araştırmamız boyunca kullanacağımız terimleri, realiteyi temele koyarak oluşturalım..
Felsefe kadar fazla sayıda semantik karşılığa sahip bir sözcük olmasa gerek.. Buna kuşkusuz “felsefe”den beklenen ödevlerin faklı olmasına bağlı olarak ona yüklenen görevlerin farklı olması neden olmakta. Felsefe, philosophia’dan gelir; “bilgelik sevgisi” semantik karşılığıyla karşılanır ve o, philosophia’nın Arapçadaki karşılığıdır. Günlük dilde felsefe, “doktrin”, “sistem”, “ekol-okul”, “metot”, vb. biçimlerde karşımıza çıkıyor. İki bin beş yüz yıldır bu sözcüğün ne şekilde kullanıldığına baktığımızda da felsefe, çok kabaca söylendiğinde, “eleştirel düşünme”de, “doğruyu araştırma”da, “bilimlere bir giriş yapma”da, “tanrı, din, ruh gibi “metafizik” konularda insanları aydınlatma”da, “insanları ölüme ve sonrasına hazırlama”da, “deney-gözlem-sezgi verilerinden “ussal” bir sistem kurma”da, “metafizik olanla olmayanı birbirinden ayırmaya çalışmak”ta, “bilimlerin “artıkları”nı insanın bilme merakını tatmin edecek ölçüde yeniden gözden geçirme”de, “değerleri yeniden değerlendirme”de, “bilimlerde kullanılan kavramları çözümleme”de, “dilsel çözümlemeler yapma”da karşımıza çıkıyor.. Görüldüğü gibi “felsefe”den neyin beklendiği, felsefe kullanımlarına yansıtılıyor.
Ne var ki, iki bin beş yüz yıldır “felsefe yapanlar”a, baktığımızda, bu çeşitlilik ardında hep aynı yere ulaşıyoruz: objesine nedir sorusunu soran bir etkinlik: Felsefe, -Husserl’in tabiriyle- bir nelik araştırması etkinliğidir; objesinin ne olduğunu araştırmaya çalışır. Bu, araştırma ve akılyürütme yöntemleriyle sürdürülür. Felsefe, objesini neden başka bir şey değil de tam da o olarak tanımlayageldiğimize bakar. Kendinden önceki filozofların nelik araştırmalarında ortaya koyduğu tezleri inceleyen bir filozof, bu araştırmalarda varılan yerlerin farklı olması durumunda, bu farklılığın nereden ve nasıl ortaya çıktığını çözümlemekle işe başlayabilmekte. Nelik araştırmalarında ortaya konan bilgi, felsefi bir bilgidir ve bu bilgilerin ışığında filozof, objesi hakkında belirli bir tutarlılık ve geçerlilikle “aydınlatıcı bilgiler” ortaya koyar, bu bilgilerin objesi düşünsel bir objedir ve bu objenin terminolojideki adı aykırılık’tır. Filozof bir aykırılık görmeye başladığı zaman, “felsefe yapma”ya başlar; bu aykırılıktan hareketle kimi “ayrım”lar yapar, sınırlar çizer.
Ne var ki, günlük kullanımdan yapılabilecek bir kuşbakışı gözlem, felsefe’yi başka bir biçimde karşımıza çıkartıyor: “hayat felsefesi”, “para kazanma felsefesi”, “üretim felsefesi” vb.. felsefe kullanımları, Felsefe’ye yabancı ve hatta ona zıttır. Felsefe, önünde sonunda “soru soran”, “sorgulayan” ve objesiyle didişen bir etkinliktir. “Hayat felsefesi” ya da diğerleri ise, “ahkâm keser”: “Ey insanlar! Şöyle şöyle yapın, yaşayın..” der, belli bir “norm” koyar, “standartlar”ı saptar ve kendi meşruluklarını, bunlara uyanların “başarıları”ndan alır. Bu tür “felsefe”lerde ortaya konan şey de kimi zaman bir “bilgi” olarak görülebilir; ne var ki, bu bilgiler, Felsefe’nin koyduklarından farklıdır: onlar “hayat bilgisi” ortaya koyar ve bu bilgileri tartışmaya açmazlar ki, bu da Felsefe’nin -ya da filozofun- tutumuna ters. “Hayat felsefesi”, “para kazanma felsefesi”, “üretim felsefesi” vb.. “felsefe”ler, “dünya görüşleri” alanına girer. Felsefe’de ise nedir’li sorular sorulagelir. Felsefe tarihini uyanık gözlerle didiklediğimizde, bu tür “felsefe”leri, felsefe sözcüğünün yanlış kullanımı olarak tanımlayabiliriz.
Felsefe tarihinde yapılagelen işi temele alarak Felsefe ile “felsefe” arasında, objelerine yaklaşımları, objesi hakkında “ne yaptıkları” ve sordukları soruları bakımından bir ayrım yaparak Felsefe’den olan ile olmayanı ayırmış olduk. “Felsefe”nin neliğiyle bu şekilde hesaplaştıktan sonra, şu “popüler felsefe”ye bir bakalım; bunun için de realiteyi temele koyarak şöyle bir ayrıma gidelim:
Popüler felsefenin iki kısmı olduğunu görebiliriz: popülerleştirilen Felsefe ve “light” felsefe. Realitede olup bitenlere baktığımızda popülerleştirilen Felsefe’nin, a) çeşitli filozofların “topluma karşı duymuş oldukları sorumluluk duygusu” ve Felsefe’nin “boş laf etme etkinliği” olmadığını tanıtlama kaygısıyla, b) kendilerinin, “ayakları yere basan kişiler olduğunu gösterme” güdüsüyle, c) çok daha fazla kişiye hitap edebilme istemi-özlemiyle, d) ancak bu yolla “felsefi bilgi” hakkındaki önyargıların kırılabileceğine duydukları inançla gündeme geldiği ortaya çıkar. Demek ki, bunlar aynı zamanda da Felsefe’nin popülerleştirilmesi çabalarının temel belirleyicileri olarak da karşımıza çıkar. Popülerleştirilen Felsefe’nin, Felsefe’nin çeşitli disiplinlerinde sorulagelen nedir’li sorulara verilen cevapların ya ilgi-merak uyandırıcı olanlarının ya da bu cevapların ilgi-merak uyandırıcı kısımlarının öne alınması”yla oluşan bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Burada artık nedir’li sorular ikinci plandadır ve bu sorulara verilen cevapların ya da bu cevapların belirli kısımlarının kabul edilmesi durumunda “içinde yaşadığımız dünya” ve ondaki olup-bitmeler hakkında ne gibi tezlerin kabul edilmesi ve\veya reddedilmesi gerektiği sunulur. Popülerleştirilen Felsefe’de “sunulanlar”da, bilgisel bir ilgi-merak işin içindedir ve bu, “popülerleştirme”nin de ölçüsü olur. İlgi-merak, birtakım biopsişik yaşantı tortularından besleneceğinden, popülerleştirilen Felsefe, -başka deyişle Felsefe’yi popülerleştirmek isteyenler- bunları hesaba katar. Böylelikle “popüler olan”la ilgilenmemizin nedeni de ortaya çıkmış olur: biopsişik gereksinmelere en iyi bir biçimde yanıt vermesi.
Yine realitede olup bitene bakarak konuştuğumuzda, “light felsefe”yi, popülerleştirilen Felsefe’nin, “sulandırılmış biçimi” olarak tanımlayabiliriz. Light felsefe, popülerleştirilen Felsefe’yi, bir tüketim nesnesi haline getirdi ve felsefenin, yalnızca filozofların\felsefecilerin yürütegeldiği bir “etkinlik” olmadığını ileri sürdü . Popüler felsefenin bir bölümü olarak light felsefe çağımızda kapitalist pazar ekonomisinin dişlileri arasında bunalan sermayedarların da bir can simididir: matrix felsefesi ya da felsefe taşı gibi “felsefe”ler, dev bütçeli prodüksiyonların ortaya çıkarttığı bir tüketim nesnesidir; kapitalist Hollywood prodüktörlerinin ürettiği bir metadır.
Popülerleştirilen Felsefe’ye, her çağda şu ya da bu şekilde sıkça rastlamak mümkün: yukarıda sıraladığım temel belirleyicilerden ya hepsinin ya bir kısmının ya da birinin üzerinde etkide bulunduğu bir filozofla karşılaşmamak felsefe tarihinin hiçbir kesitinde mümkün değil. Light felsefe ise, felsefe tarihinin yirminci yüzyıl kesitinin öncesinde yeri olmayan bir fenomen. Popüler felsefenin bir kısmı olan light felsefeyi anlamak, popülerleştirilen Felsefe’den farkını daha açık bir biçimde ortaya koymak, günümüzde “felsefe yapmak” ile “geyik muhabbeti yapmak” arasındaki ayrımları dert edinenler için kaçınılmaz. Bu durumda, ilk olarak yirminci yüzyılda ne olup bitti de light felsefe, günümüzde her taşın altından çıkar oldu sorusuna bir yanıt aramak için yine realiteyi temele koyarak ve yukarıdaki ayrımları hesaba katarak, yirminci yüzyılda olup bitenlere şöyle bir bakalım:
Yirminci yüzyıl, insanlık tarihinde yaşanan en büyük felaketlerin yüzyılı oldu: iki dünya savaşı, ideolojik dalaşmalar ve soğuk savaş, ekonomik bunalımlar, -vahşi- kapitalizmin sosyal ve siyasal sömürüsü ilk kalemde akıllara hemen geliveriyor. Bu felaketler, insan dünyasında düşün yaşamını da doğrudan etkilemekteydi: yirminci yüzyılda dünya politikasına yön vermeye çalışan siyasal ve ekonomik güç odakları, dünya kaynaklarından en fazla payı almak için birbiriyle ölesiye didişirken, aynı zamanda insan dünyasında anlamların anlamının sorgulanmasına giden yolu da açmıştı. İki dünya savaşının etkisiyle ahlâk sistemleri, bilimin indirdiği darbelerin de katkısıyla birer çöküntü haline gelmişti. Böylelikle tarihsel-toplumsal varlık alanında çözülmelerin ve bu alanda büyük boşlukların yaşanmasına kapı aralanmıştı: insanları ancak “ahlâk sistemleri” bir arada tutabilirdi. Bu boşluğu doldurmak için ilk büyük hamle, Felsefe’den geldi. Ne var ki, Felsefe’nin gündemine gelen değerler öğretileri, geniş bir tabana hitap edemedi. Ancak bunlar, çözümün yine Felsefe’de aranması gerektiği noktasında bir fikirsel temel oluşturdu.
SSCB’nin yıkılmasıyla, dünya artık “tek kutuplu” olma yoluna girdi. Bildirişme alanında yaşanan gelişmeler, Batı kültürünün ve kültür ürünlerinin, yer yüzünün her köşesine ulaşmasını sağladı. Bu gelişmeler, uluslar arası şirketlerin de lehine olmuştu: Batı kültür ürünleri, “ulusal kültür”leri çepe çevre sarmalamaya başlamıştı. Soğuk savaş döneminde, ulusal kültürleri korumak için yoğun çaba sarf eden devletler ve devletçikler, artık bu “sistem”e “yaranabilmek” için bu olup bitenlere karışmamak gibi bir politika değişikliğine gitti. Amerika’nın, küresel-iletişim olanaklarıyla kendi kültür ürünlerini dünyanın dört bir tarafına yayma uğraşısı, aynı zamanda da tüm dünyada yükselegelmekte olan Amerikan karşıtlığını ortadan kaldırmak ve\veya en alt seviyeye çekmek gerektiği düşüncesine dayanmaktaydı. “Amerikanlaştırılan” bir dünya, tüm pazarın Amerika kontrolüne geçmesini sağlayacağı gibi, Amerikan hayat felsefesinin meşruluğunu da onaylamış olacaktı. Bunu sağlamak için, Amerika kökenli uluslar arası sermaye, elindeki tüm olanakları seferber etti. Bu çabalar bazen müzik alanında, bazen bir içecek reklamında, bazen bir televizyon dizisinde karşımıza çıktı. “Meydanı boş bulan” uluslar arası sermaye, “felsefe”yi (de) artık bir tüketim nesnesi haline getirebilirdi.
alıntı
Ne var ki, bu “felsefe yapanlar”dan gerçekte pek azının yaptığı işin Felsefe’yle bir ilgisi var. Felsefe’yle bir ilgisi olmayan felsefelerin, insanları nasıl yanılttığını ortaya koymak, bunu yapabilmek için de Felsefe’den olan ile olmayanı ayırt etmek, çağımızda Felsefe’yle uğraşanların boynunun borcu olsa gerek. Bu borç ödendiğinde, nasıl olup da bu kadar çok “felsefe yapan” varken ve felsefe sözcüğü bu kadar çok dolaşımdayken, büyük filozoflar hakkında bilinenlerin liselerde okutulan Felsefe ders kitaplarında anlatılanlar düzeyinde kalmasının ve bazen bu kadarına bile sahip olmak istenmemesinin nedenlerini rahatlıkla görebiliriz.
Çağımızda popüler kavramını dert edinenlere baktığımızda ise, “popüler” kavramına biri olumsuz diğeri de olumlu olmak üzere iki farklı perspektiften yaklaşılagelmekte olduğunu görüyoruz. Kimileri popülerliği tukaka ilan ederken kimileri de onu göklere çıkartıyor. Çağımızda “popülerlik”le ilgili araştırmalar da çoğu zaman sosyolojinin bakış açısı altında şekillendiriliyor. Sosyolojide kullanılan yöntem Felsefe’dekinden farklı olduğu içindir ki “popülerlik”in “aslında ne olduğu” bir türlü aydınlatılamıyor. Daha “popülerlik”in neliğiyle hesaplaşmadan bu konularda bir çalışma yapmaya koyulmak, havanda su dövmekten farksız. “Popüler felsefe” hakkında konuşmak için, birincileyin şu sorulara yanıt aramak gerek: ““Popüler” nedir?”, “Bir şey nasıl “popüler” olur?”, “ “Popüler olan”la neden ilgileniriz?”. Bu soruları sormak ve çalışmaya buradan başlamak, sağlam bir zemin verir..
Günlük dile baktığımızda, popülerin, beğenilen, aranılan, sevilen, yaygın olan, tercih edilen, gibi semantik karşılıkları olduğunu görürüz. Bir objenin başka bir objeye “tercih edilmesi”, ya da ondan daha çok “beğenilmesi”, “sevilmesi”, “yaygın olması”, o objenin birtakım faklı özellikler taşıdığını gösterir. Bu durumda objenin neliğiyle hesaplaşmak, araştırıcının bir başlangıç adımı olur ki, ancak neliği serimlenen bir objenin, popülerliği ve bu popülerliğin çeşitli yansımaları eşelenebilsin. “Popüler”lere çağımızda en bilindik örnek, “popüler kültür” olsa gerek. Ancak bunlarla hemen eşdeğer bir biçimde sosyoloji, psikoloji, tarih, fizik (...)in de önüne popüler getirildiğini görüyoruz. Ne var ki, örneğin “popüler sosyoloji” ya da “popüler tarih”i incelemek, bu çalışmanın sınırlarının çok ötesinde. “Popüler olmak”ı aydınlatmak ve tartıştığımız konudan uzaklaşmak adına Felsefe’nin neliğine ve popüler felsefeyi “popüler olan” yapanın ne olduğuna bir bakalım.. Böylelikle hem bu sorularımıza yanıt arayalım, hem de araştırmamız boyunca kullanacağımız terimleri, realiteyi temele koyarak oluşturalım..
Felsefe kadar fazla sayıda semantik karşılığa sahip bir sözcük olmasa gerek.. Buna kuşkusuz “felsefe”den beklenen ödevlerin faklı olmasına bağlı olarak ona yüklenen görevlerin farklı olması neden olmakta. Felsefe, philosophia’dan gelir; “bilgelik sevgisi” semantik karşılığıyla karşılanır ve o, philosophia’nın Arapçadaki karşılığıdır. Günlük dilde felsefe, “doktrin”, “sistem”, “ekol-okul”, “metot”, vb. biçimlerde karşımıza çıkıyor. İki bin beş yüz yıldır bu sözcüğün ne şekilde kullanıldığına baktığımızda da felsefe, çok kabaca söylendiğinde, “eleştirel düşünme”de, “doğruyu araştırma”da, “bilimlere bir giriş yapma”da, “tanrı, din, ruh gibi “metafizik” konularda insanları aydınlatma”da, “insanları ölüme ve sonrasına hazırlama”da, “deney-gözlem-sezgi verilerinden “ussal” bir sistem kurma”da, “metafizik olanla olmayanı birbirinden ayırmaya çalışmak”ta, “bilimlerin “artıkları”nı insanın bilme merakını tatmin edecek ölçüde yeniden gözden geçirme”de, “değerleri yeniden değerlendirme”de, “bilimlerde kullanılan kavramları çözümleme”de, “dilsel çözümlemeler yapma”da karşımıza çıkıyor.. Görüldüğü gibi “felsefe”den neyin beklendiği, felsefe kullanımlarına yansıtılıyor.
Ne var ki, iki bin beş yüz yıldır “felsefe yapanlar”a, baktığımızda, bu çeşitlilik ardında hep aynı yere ulaşıyoruz: objesine nedir sorusunu soran bir etkinlik: Felsefe, -Husserl’in tabiriyle- bir nelik araştırması etkinliğidir; objesinin ne olduğunu araştırmaya çalışır. Bu, araştırma ve akılyürütme yöntemleriyle sürdürülür. Felsefe, objesini neden başka bir şey değil de tam da o olarak tanımlayageldiğimize bakar. Kendinden önceki filozofların nelik araştırmalarında ortaya koyduğu tezleri inceleyen bir filozof, bu araştırmalarda varılan yerlerin farklı olması durumunda, bu farklılığın nereden ve nasıl ortaya çıktığını çözümlemekle işe başlayabilmekte. Nelik araştırmalarında ortaya konan bilgi, felsefi bir bilgidir ve bu bilgilerin ışığında filozof, objesi hakkında belirli bir tutarlılık ve geçerlilikle “aydınlatıcı bilgiler” ortaya koyar, bu bilgilerin objesi düşünsel bir objedir ve bu objenin terminolojideki adı aykırılık’tır. Filozof bir aykırılık görmeye başladığı zaman, “felsefe yapma”ya başlar; bu aykırılıktan hareketle kimi “ayrım”lar yapar, sınırlar çizer.
Ne var ki, günlük kullanımdan yapılabilecek bir kuşbakışı gözlem, felsefe’yi başka bir biçimde karşımıza çıkartıyor: “hayat felsefesi”, “para kazanma felsefesi”, “üretim felsefesi” vb.. felsefe kullanımları, Felsefe’ye yabancı ve hatta ona zıttır. Felsefe, önünde sonunda “soru soran”, “sorgulayan” ve objesiyle didişen bir etkinliktir. “Hayat felsefesi” ya da diğerleri ise, “ahkâm keser”: “Ey insanlar! Şöyle şöyle yapın, yaşayın..” der, belli bir “norm” koyar, “standartlar”ı saptar ve kendi meşruluklarını, bunlara uyanların “başarıları”ndan alır. Bu tür “felsefe”lerde ortaya konan şey de kimi zaman bir “bilgi” olarak görülebilir; ne var ki, bu bilgiler, Felsefe’nin koyduklarından farklıdır: onlar “hayat bilgisi” ortaya koyar ve bu bilgileri tartışmaya açmazlar ki, bu da Felsefe’nin -ya da filozofun- tutumuna ters. “Hayat felsefesi”, “para kazanma felsefesi”, “üretim felsefesi” vb.. “felsefe”ler, “dünya görüşleri” alanına girer. Felsefe’de ise nedir’li sorular sorulagelir. Felsefe tarihini uyanık gözlerle didiklediğimizde, bu tür “felsefe”leri, felsefe sözcüğünün yanlış kullanımı olarak tanımlayabiliriz.
Felsefe tarihinde yapılagelen işi temele alarak Felsefe ile “felsefe” arasında, objelerine yaklaşımları, objesi hakkında “ne yaptıkları” ve sordukları soruları bakımından bir ayrım yaparak Felsefe’den olan ile olmayanı ayırmış olduk. “Felsefe”nin neliğiyle bu şekilde hesaplaştıktan sonra, şu “popüler felsefe”ye bir bakalım; bunun için de realiteyi temele koyarak şöyle bir ayrıma gidelim:
Popüler felsefenin iki kısmı olduğunu görebiliriz: popülerleştirilen Felsefe ve “light” felsefe. Realitede olup bitenlere baktığımızda popülerleştirilen Felsefe’nin, a) çeşitli filozofların “topluma karşı duymuş oldukları sorumluluk duygusu” ve Felsefe’nin “boş laf etme etkinliği” olmadığını tanıtlama kaygısıyla, b) kendilerinin, “ayakları yere basan kişiler olduğunu gösterme” güdüsüyle, c) çok daha fazla kişiye hitap edebilme istemi-özlemiyle, d) ancak bu yolla “felsefi bilgi” hakkındaki önyargıların kırılabileceğine duydukları inançla gündeme geldiği ortaya çıkar. Demek ki, bunlar aynı zamanda da Felsefe’nin popülerleştirilmesi çabalarının temel belirleyicileri olarak da karşımıza çıkar. Popülerleştirilen Felsefe’nin, Felsefe’nin çeşitli disiplinlerinde sorulagelen nedir’li sorulara verilen cevapların ya ilgi-merak uyandırıcı olanlarının ya da bu cevapların ilgi-merak uyandırıcı kısımlarının öne alınması”yla oluşan bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Burada artık nedir’li sorular ikinci plandadır ve bu sorulara verilen cevapların ya da bu cevapların belirli kısımlarının kabul edilmesi durumunda “içinde yaşadığımız dünya” ve ondaki olup-bitmeler hakkında ne gibi tezlerin kabul edilmesi ve\veya reddedilmesi gerektiği sunulur. Popülerleştirilen Felsefe’de “sunulanlar”da, bilgisel bir ilgi-merak işin içindedir ve bu, “popülerleştirme”nin de ölçüsü olur. İlgi-merak, birtakım biopsişik yaşantı tortularından besleneceğinden, popülerleştirilen Felsefe, -başka deyişle Felsefe’yi popülerleştirmek isteyenler- bunları hesaba katar. Böylelikle “popüler olan”la ilgilenmemizin nedeni de ortaya çıkmış olur: biopsişik gereksinmelere en iyi bir biçimde yanıt vermesi.
Yine realitede olup bitene bakarak konuştuğumuzda, “light felsefe”yi, popülerleştirilen Felsefe’nin, “sulandırılmış biçimi” olarak tanımlayabiliriz. Light felsefe, popülerleştirilen Felsefe’yi, bir tüketim nesnesi haline getirdi ve felsefenin, yalnızca filozofların\felsefecilerin yürütegeldiği bir “etkinlik” olmadığını ileri sürdü . Popüler felsefenin bir bölümü olarak light felsefe çağımızda kapitalist pazar ekonomisinin dişlileri arasında bunalan sermayedarların da bir can simididir: matrix felsefesi ya da felsefe taşı gibi “felsefe”ler, dev bütçeli prodüksiyonların ortaya çıkarttığı bir tüketim nesnesidir; kapitalist Hollywood prodüktörlerinin ürettiği bir metadır.
Popülerleştirilen Felsefe’ye, her çağda şu ya da bu şekilde sıkça rastlamak mümkün: yukarıda sıraladığım temel belirleyicilerden ya hepsinin ya bir kısmının ya da birinin üzerinde etkide bulunduğu bir filozofla karşılaşmamak felsefe tarihinin hiçbir kesitinde mümkün değil. Light felsefe ise, felsefe tarihinin yirminci yüzyıl kesitinin öncesinde yeri olmayan bir fenomen. Popüler felsefenin bir kısmı olan light felsefeyi anlamak, popülerleştirilen Felsefe’den farkını daha açık bir biçimde ortaya koymak, günümüzde “felsefe yapmak” ile “geyik muhabbeti yapmak” arasındaki ayrımları dert edinenler için kaçınılmaz. Bu durumda, ilk olarak yirminci yüzyılda ne olup bitti de light felsefe, günümüzde her taşın altından çıkar oldu sorusuna bir yanıt aramak için yine realiteyi temele koyarak ve yukarıdaki ayrımları hesaba katarak, yirminci yüzyılda olup bitenlere şöyle bir bakalım:
Yirminci yüzyıl, insanlık tarihinde yaşanan en büyük felaketlerin yüzyılı oldu: iki dünya savaşı, ideolojik dalaşmalar ve soğuk savaş, ekonomik bunalımlar, -vahşi- kapitalizmin sosyal ve siyasal sömürüsü ilk kalemde akıllara hemen geliveriyor. Bu felaketler, insan dünyasında düşün yaşamını da doğrudan etkilemekteydi: yirminci yüzyılda dünya politikasına yön vermeye çalışan siyasal ve ekonomik güç odakları, dünya kaynaklarından en fazla payı almak için birbiriyle ölesiye didişirken, aynı zamanda insan dünyasında anlamların anlamının sorgulanmasına giden yolu da açmıştı. İki dünya savaşının etkisiyle ahlâk sistemleri, bilimin indirdiği darbelerin de katkısıyla birer çöküntü haline gelmişti. Böylelikle tarihsel-toplumsal varlık alanında çözülmelerin ve bu alanda büyük boşlukların yaşanmasına kapı aralanmıştı: insanları ancak “ahlâk sistemleri” bir arada tutabilirdi. Bu boşluğu doldurmak için ilk büyük hamle, Felsefe’den geldi. Ne var ki, Felsefe’nin gündemine gelen değerler öğretileri, geniş bir tabana hitap edemedi. Ancak bunlar, çözümün yine Felsefe’de aranması gerektiği noktasında bir fikirsel temel oluşturdu.
SSCB’nin yıkılmasıyla, dünya artık “tek kutuplu” olma yoluna girdi. Bildirişme alanında yaşanan gelişmeler, Batı kültürünün ve kültür ürünlerinin, yer yüzünün her köşesine ulaşmasını sağladı. Bu gelişmeler, uluslar arası şirketlerin de lehine olmuştu: Batı kültür ürünleri, “ulusal kültür”leri çepe çevre sarmalamaya başlamıştı. Soğuk savaş döneminde, ulusal kültürleri korumak için yoğun çaba sarf eden devletler ve devletçikler, artık bu “sistem”e “yaranabilmek” için bu olup bitenlere karışmamak gibi bir politika değişikliğine gitti. Amerika’nın, küresel-iletişim olanaklarıyla kendi kültür ürünlerini dünyanın dört bir tarafına yayma uğraşısı, aynı zamanda da tüm dünyada yükselegelmekte olan Amerikan karşıtlığını ortadan kaldırmak ve\veya en alt seviyeye çekmek gerektiği düşüncesine dayanmaktaydı. “Amerikanlaştırılan” bir dünya, tüm pazarın Amerika kontrolüne geçmesini sağlayacağı gibi, Amerikan hayat felsefesinin meşruluğunu da onaylamış olacaktı. Bunu sağlamak için, Amerika kökenli uluslar arası sermaye, elindeki tüm olanakları seferber etti. Bu çabalar bazen müzik alanında, bazen bir içecek reklamında, bazen bir televizyon dizisinde karşımıza çıktı. “Meydanı boş bulan” uluslar arası sermaye, “felsefe”yi (de) artık bir tüketim nesnesi haline getirebilirdi.
alıntı