Efsunkar
Bayan Üye
Şiir hala duygunun krallığıdır ( eğer felsefe hala düşüncenin krallığıysa ) :
imgenin kendi içinden kendi üzerine döndüğü kendini olumsuzladığı ve son zamanlarda görselliğin de bu iki aşamanın bir sentezi olarak savlandığı - belki de şiirin sonu dedikleri şey tam da bu olsa gereknedenselliği aşan Kant' ın üzerine çöreklendiği görsel-aşkınsal bir estetik vakası :
o kadar aşkınsal ki her şey gözlerin önüne getirilse de hiçbir şey anlaşılmaz bu şiir biçiminden zaten şiir de bu anlaşılmazlığın sanatı değil midir bir biçimde - ilkel ve modern bütün tasarımların işin içine katıldığıBenjamin' in sonsuz uykusundayken rahatsız edildiği ve kendisinin bile anlayamayacağı farklı tasarımlarda yapılmış Pasajlara' a bırakıldığı ( pasajlar ki yerle bağlantıları yoktur Benjamin' in hayattayken yapamadığını yapmayı becermişler ve hayali olanla geçmişte kalanı birleştirmişlerdir : pasajlar hala pasaj imgesini korusa da yerle olan bağlantıları kesilmiştir.
Artık imgeler ne oldukları-nı bil-in-meden havada uçuşmaktadır. ) Breton' un kemiklerinin hüzün dolu garip bir huzur içerisinde sızladığı Baudelaire' in hala eşsiz hakikati düşlediği ama bir yandan da sınırlara katlanamadığı bütünü yadsıdığı ve hakikati o en düşsel gerçeği kuşların sesine teslim ettiği karmaşık ve kargaşa dolu bir yapıda. Evet eğer gerçekten tüm bu iç sızlamalara geride kalmışlıklaraaşılmışlıklara ve zamanın acıtan doğrusallığına karşı bir yapı hala varsa tek söyleyebileceğimiz çelişkili olarak şiirin hala bir kral olduğu ama kimin ve neyin kralı olduğunun artık bilinmediğidir.
( Bu son cümle özellikle önemlidir ya/ ya da değil ama her ikisi birden diyalektiğin en tam dönüşünü ve ona karşı gelen her şeye hala direnişini gösterir. Şiir duygunun kralı değildir : bu karmaşık ve kargaşa dolu yapıda; ama ona o-krallığı verdiren içimizdeki duygulardır ve hala varlık taşımaktadır. Tanımlarını ve karşılıklarını hala tam olarak bilmediğimizbilinmezliklerin ve anlaşılmazlıkların eşlik ettiği aşkın bir duyusallık biçimi içerisindeki bazen yüce bazen azap dolu duygular.)
Şiiri felsefeye bağlayan şey Kant' ın - Schiller' in Mektuplarına konu edindiği estetik ve Novalis' in aşkınsal estetiği de benzer görüşleri taşır. - söylemeye çalıştığı gibi bir Yargı Yetisi ki pratik us ile arı us arasındaki köprüdür ve daha çok bu yargı yetisine eşlik eden bir duyarlık bilinci olsa gerektir. En azından şiir için felsefenin üzerinde durduğu şey bu olmalıdır.
Estetik yargı yetisi Hegel' in de sonradan tanımlayacağı ve Kant' ın yolundan gideceği gibi güzeli konu alır.
Güzel üzerine sanatın güzeli üzerine düşünmedir ve bu güzelliğin tam olarak duyusallıkta sergileniş biçimi ona güzel sıfatını kazandırır. Doğa güzelinden farklı olarak Tin' in yani insanlığın güzelliği duyusallığı aşan ve us ile senteze giren Hegel' in deyişiyle zamanın ve yerin sonlu biçimlerinden kendini kurtaran - aynı zamanda onları koruyarak insanla bağlantılı kılan - sonsuzluğu tasarımsal olarak güzel izleyicisineduyucusuna yansıtan bir güzelliktir. Sanat güzelliği Hegel' in anlatımıyla tin içinde doğmuş ve yeniden doğmuş güzelliktir. O yalnızca insanla vardır.
Hegel için resmin ya da heykelin görsellikle sergilediğini şiir işitsellikte bulur ve bu işitselliğin içerdiği anlamlandırma ölçüsünde şiir düşünceyeüzerine düşünmeye kısaca derin düşünceye yaklaşır.
Gerçekliği -hakikati- kavramsal alanda yakalamaya çalışan felsefe bu yönüyle (arı düşünce biçimlerinin sorgulanması : bir çok nitelik nicelik öz kavram.... gibi) şiirden ayrılır ki şiire her zaman imgelemin kattığı ve işitselliğin yön verdiği bir bilinmezlik örgüsü eklenir; ama tüm bunlara rağmen şiir de sonsuzluğun nesnelerinden biridir ve düşünceyebelirlenime olan tüm karşıtlığı kendi diyalektiği gereği onu düşüncenin ve belirlenmenin sınırında durmaya zorlar.
Bu anlamıyla ve de sonsuzluğu erek alış biçimiyle şiir düşünceye felsefenin içeriğine yakınlaşır.
Alıntı
imgenin kendi içinden kendi üzerine döndüğü kendini olumsuzladığı ve son zamanlarda görselliğin de bu iki aşamanın bir sentezi olarak savlandığı - belki de şiirin sonu dedikleri şey tam da bu olsa gereknedenselliği aşan Kant' ın üzerine çöreklendiği görsel-aşkınsal bir estetik vakası :
o kadar aşkınsal ki her şey gözlerin önüne getirilse de hiçbir şey anlaşılmaz bu şiir biçiminden zaten şiir de bu anlaşılmazlığın sanatı değil midir bir biçimde - ilkel ve modern bütün tasarımların işin içine katıldığıBenjamin' in sonsuz uykusundayken rahatsız edildiği ve kendisinin bile anlayamayacağı farklı tasarımlarda yapılmış Pasajlara' a bırakıldığı ( pasajlar ki yerle bağlantıları yoktur Benjamin' in hayattayken yapamadığını yapmayı becermişler ve hayali olanla geçmişte kalanı birleştirmişlerdir : pasajlar hala pasaj imgesini korusa da yerle olan bağlantıları kesilmiştir.
Artık imgeler ne oldukları-nı bil-in-meden havada uçuşmaktadır. ) Breton' un kemiklerinin hüzün dolu garip bir huzur içerisinde sızladığı Baudelaire' in hala eşsiz hakikati düşlediği ama bir yandan da sınırlara katlanamadığı bütünü yadsıdığı ve hakikati o en düşsel gerçeği kuşların sesine teslim ettiği karmaşık ve kargaşa dolu bir yapıda. Evet eğer gerçekten tüm bu iç sızlamalara geride kalmışlıklaraaşılmışlıklara ve zamanın acıtan doğrusallığına karşı bir yapı hala varsa tek söyleyebileceğimiz çelişkili olarak şiirin hala bir kral olduğu ama kimin ve neyin kralı olduğunun artık bilinmediğidir.
( Bu son cümle özellikle önemlidir ya/ ya da değil ama her ikisi birden diyalektiğin en tam dönüşünü ve ona karşı gelen her şeye hala direnişini gösterir. Şiir duygunun kralı değildir : bu karmaşık ve kargaşa dolu yapıda; ama ona o-krallığı verdiren içimizdeki duygulardır ve hala varlık taşımaktadır. Tanımlarını ve karşılıklarını hala tam olarak bilmediğimizbilinmezliklerin ve anlaşılmazlıkların eşlik ettiği aşkın bir duyusallık biçimi içerisindeki bazen yüce bazen azap dolu duygular.)
Şiiri felsefeye bağlayan şey Kant' ın - Schiller' in Mektuplarına konu edindiği estetik ve Novalis' in aşkınsal estetiği de benzer görüşleri taşır. - söylemeye çalıştığı gibi bir Yargı Yetisi ki pratik us ile arı us arasındaki köprüdür ve daha çok bu yargı yetisine eşlik eden bir duyarlık bilinci olsa gerektir. En azından şiir için felsefenin üzerinde durduğu şey bu olmalıdır.
Estetik yargı yetisi Hegel' in de sonradan tanımlayacağı ve Kant' ın yolundan gideceği gibi güzeli konu alır.
Güzel üzerine sanatın güzeli üzerine düşünmedir ve bu güzelliğin tam olarak duyusallıkta sergileniş biçimi ona güzel sıfatını kazandırır. Doğa güzelinden farklı olarak Tin' in yani insanlığın güzelliği duyusallığı aşan ve us ile senteze giren Hegel' in deyişiyle zamanın ve yerin sonlu biçimlerinden kendini kurtaran - aynı zamanda onları koruyarak insanla bağlantılı kılan - sonsuzluğu tasarımsal olarak güzel izleyicisineduyucusuna yansıtan bir güzelliktir. Sanat güzelliği Hegel' in anlatımıyla tin içinde doğmuş ve yeniden doğmuş güzelliktir. O yalnızca insanla vardır.
Hegel için resmin ya da heykelin görsellikle sergilediğini şiir işitsellikte bulur ve bu işitselliğin içerdiği anlamlandırma ölçüsünde şiir düşünceyeüzerine düşünmeye kısaca derin düşünceye yaklaşır.
Gerçekliği -hakikati- kavramsal alanda yakalamaya çalışan felsefe bu yönüyle (arı düşünce biçimlerinin sorgulanması : bir çok nitelik nicelik öz kavram.... gibi) şiirden ayrılır ki şiire her zaman imgelemin kattığı ve işitselliğin yön verdiği bir bilinmezlik örgüsü eklenir; ama tüm bunlara rağmen şiir de sonsuzluğun nesnelerinden biridir ve düşünceyebelirlenime olan tüm karşıtlığı kendi diyalektiği gereği onu düşüncenin ve belirlenmenin sınırında durmaya zorlar.
Bu anlamıyla ve de sonsuzluğu erek alış biçimiyle şiir düşünceye felsefenin içeriğine yakınlaşır.
Alıntı