sensiz olmaz
Kayıtlı Üye
Resul-i Ekrem, Taiflilerin insafsız ve adice hücum ve hakaretlerine hedef olduktan sonra, Mekke`ye döndüğünde müşriklerin daha da şiddetli muhalefet ve eziyetleriyle karşı karşıya kaldığı halde, iman ve İslamı tebliğden bir an bile geri durmadı. Aksine, Taif dönüşü, İslama davet dairesini daha da genişletti ve kabileleri İslama davete başladı.
Bir davanın hızla intişarı, şüphesiz, sağlam ve seviyeli müntesiblerinin çokluğu ile doğru orantılıdır.
Resul-i Ekrem de bu gerçeği göz önünde bulundurarak, hem imana davet etmek, hem de Kureyş müşriklerine karşı bir kuvvet olarak kullanmak gayesiyle Hac mevsiminde Mekke etrafında konaklamış bulunan Arap kabileleri arasında dolaşıyordu.
Görüştüğü kabile ileri gelenlerinin her biri ayrı ayrı bahaneler ileri sürerek İslama girmekten uzak duruyorlardı. İçlerinde Müslüman olma arzusunu izhar edenler var idiyse de, bunların İslam safına katılmalarına engel oluyordu.
İslama davet edilen bazı kabileler ise, davete icabet etmedikleri gibi, Efendimize hakaretvari sözler de söylüyorlardı.
Resulullahın dolaştığı yerlere müşrikler de gidiyor, onu adeta bir gölge gibi takib ediyorlardı. Kabile fertlerinin İslamiyetten uzak durmalarında şüphesiz müşriklerin menfı, yalan ve iftira üzerine kurulu propagandalarının da büyük rolü vardı.
Resul-i Ekrem, her sene belirli mevsimlerde kurulan Ukaz, Mecenne, Zü`l-Mecaz panayırlarını (bir nevi fuar) gezmeyi, buraya gelmiş bulunan kabilelerle görüşmeyi, halkına Kur`an okuyup ve onları İslama davet etmeyi asla ihmal etmezdi. Ne var ki, o, kudsi gayeyle halk arasında dolaşırken, Ebu Leheb de ara sıra geziyor ve "Muhammed atalarının dininden döndü, yalanlar uyduruyor, ona kanmayın" diyor, halkın kendisiyle temas etmesine mani olmaya çalışıyordu.
Peygamber Efendimiz, kabileler arasında dolaşıp, tebliğ vazifesinde bulunurken, kabilenin bütün fertleriyle değil, çoğu zaman sadece ileri gelenleri, reisleriyle görüşüyor, konuşuyor ve İslamı onlara anlatıyordu. Çünkü, kabile ferdlerinin, reislerine sarsılmaz bir bağlılık ve hürmetleri vardı. Reislerinin İslamı benimsemesi demek, tamamının mü`minler safında yer alması demekti.
Bu bakımdan Allah Resulü, kısa yoldan netice elde edebilecek metodu takip ediyordu.
Resul-i Ekremin bu tarz bir usül takip etmesinde; hak ve hakikatı tebliğde, mühim bir prensibi tesbit etmiş oluyoruz: Hak ve hakikata davete mümkünse önce beldenin ileri gelenlerinden, hatırı sayılır ve herkesin saygısını kazanmış kimselerden başlanmalıdır. Bir beldenin veya bir kabilenin ileri gelenlerinin hak ve hakikatı kabul etmesi, şüphesiz halkın da sür`atle aynı davayı benimsemesini kolaylaştıracaktır.
Medineli ilk Müslümanlar
Bi`setin 11. senesi hac mevsimi idi.
Mekke`ye yarımadanın muhtelif yerlerinden birçok hacı namzedi gelmişti. Bunlar arasında Medine halkından da bazı kimseler vardı.
Resul-i Ekrem Efendimiz, hac mevsimlerinde adetleri olduğu üzere, kabileler arasında dolaşıp onları İslam dinine davet ederken, Akabe mevkii yakınında altı kişiden ibaret olan bu Medineli kafileye rastgeldi.Onlara,
"Siz kimsiniz?" diye sordu.
"Hazreç kabilesindeniz" diye cevap verdiler.
Peygamber Efendimiz,
"Yahudilerin komşu ve müttefiklerinden misiniz?" diye sordu.
"Evet," dediler.
Bunun üzerine Efendimiz,
"Otursanız da, sizinle biraz konuşsak olmaz mı?" dedi.
"Olur" deyip oturdular.
Nebiyy-i muhterem Efendimiz, onları Allah`ın varlık ve birliğine imana çağırdı. İbrahim Suresinden bir bölüm okudu, onları İslam dinine davet etti.321
Onlar, "Galip ibn-i Fihr (Peygamberimizin 9. dedesi) evladından bir peygamber gelecek" diye kendi ihtiyarlarından işitirlermiş. Ayrıca, Medine`de oturan Yahudilerle iki kardeşten türemiş Hazreç ve Evs kabileleri arasında eskiden beri devam edegelen bir husumet ve anlaşmazlık vardı. Kah barışırlar, kah bozuşurlardı. Yahudiler ehl-i kitap ve ilim sahibi idiler.
Evs ve Hazreçliler ise Allah`a şerik koşar, puta taparlardı. Ne zaman Yahudilerle araları açılsa, Yahudiler onlara, "Beklenen peygamber gelmek üzeredir. Gelince, biz ona tabi olacak, İrem ve Ad kavimleri gibi sizin kökünüzü kazıyacağız" der, dururlardı.
Bu sefer Resul-i Kibriya Efendimiz, onları İslama davet edince birbirlerine bakıştılar ve aralarında, "Vallahi, bu bize, Yahudilerin geleceğini haber verdikleri peygamber olsa gerektir. Sakın, Yahudiler ona inanmakta bizi geçmesinler" diye konuşarak hemen iman ettiler ve Peygamber Efendimizin huzurunda kelime-i şehadet getirdiler.322
Sonra da Resul-i Kibriya Efendimize hitaben şöyle konuştular:
"Kavmimiz birbirlerine kin ve düşmanlık besledikleri gibi, başka bir kavimle de aralarında kötülük ve düşmanlık vardır. Umulur ki, Allah onları da sayenizde bir araya toplar. Biz hemen dönüp, onları da senin anlattıklarına davet edeceğiz.
Eğer Allah, onları bu din üzerine bir araya getirir, birleştirirse, senden daha aziz ve şerefli bir kimse olamaz."323
Resul-i Kibriya Efendimizin davetine icabet edip İslamiyetle müşerref olan Medineli ilk altı zat şunlardı: Ebu Ümame Es`ad bin Zürare (r.a.), Avf bin Haris (r.a.), Rafi` bin Malik (r.a.), Kutbe bin Amir (r.a.), Ukbe bin Amir (r.a.), Cabir bin Abdullah bin Riab (r.a.).324
Bu altı zat, kabileleri tarafından hatırı sayılır ve sevilir kimselerdi. Medine`ye döndüklerinde, akrabalarına Peygamber Efendimizi anlatıp, onları İslama davet edince, İslamiyet Medine içinde bir anda yankı yaptı. Allah ve Resulullah sadası şehrin ufuklarını sardı. Şehirde, Peygamberimiz ve İslamın anılmadığı ev hemen hemen kalmamış gibiydi. Böylece, Medine`ye İslam nurundan parıltılar götürme bahtiyarlığına bu altı zat ermişti.
Medine`ye parıltıları ulaşan ebedi Nur, artık birden bire burada parlayacak ve kısa zaman sonra şehri, İslam Devletinin merkezi haline getirecekti.
Bir davanın hızla intişarı, şüphesiz, sağlam ve seviyeli müntesiblerinin çokluğu ile doğru orantılıdır.
Resul-i Ekrem de bu gerçeği göz önünde bulundurarak, hem imana davet etmek, hem de Kureyş müşriklerine karşı bir kuvvet olarak kullanmak gayesiyle Hac mevsiminde Mekke etrafında konaklamış bulunan Arap kabileleri arasında dolaşıyordu.
Görüştüğü kabile ileri gelenlerinin her biri ayrı ayrı bahaneler ileri sürerek İslama girmekten uzak duruyorlardı. İçlerinde Müslüman olma arzusunu izhar edenler var idiyse de, bunların İslam safına katılmalarına engel oluyordu.
İslama davet edilen bazı kabileler ise, davete icabet etmedikleri gibi, Efendimize hakaretvari sözler de söylüyorlardı.
Resulullahın dolaştığı yerlere müşrikler de gidiyor, onu adeta bir gölge gibi takib ediyorlardı. Kabile fertlerinin İslamiyetten uzak durmalarında şüphesiz müşriklerin menfı, yalan ve iftira üzerine kurulu propagandalarının da büyük rolü vardı.
Resul-i Ekrem, her sene belirli mevsimlerde kurulan Ukaz, Mecenne, Zü`l-Mecaz panayırlarını (bir nevi fuar) gezmeyi, buraya gelmiş bulunan kabilelerle görüşmeyi, halkına Kur`an okuyup ve onları İslama davet etmeyi asla ihmal etmezdi. Ne var ki, o, kudsi gayeyle halk arasında dolaşırken, Ebu Leheb de ara sıra geziyor ve "Muhammed atalarının dininden döndü, yalanlar uyduruyor, ona kanmayın" diyor, halkın kendisiyle temas etmesine mani olmaya çalışıyordu.
Peygamber Efendimiz, kabileler arasında dolaşıp, tebliğ vazifesinde bulunurken, kabilenin bütün fertleriyle değil, çoğu zaman sadece ileri gelenleri, reisleriyle görüşüyor, konuşuyor ve İslamı onlara anlatıyordu. Çünkü, kabile ferdlerinin, reislerine sarsılmaz bir bağlılık ve hürmetleri vardı. Reislerinin İslamı benimsemesi demek, tamamının mü`minler safında yer alması demekti.
Bu bakımdan Allah Resulü, kısa yoldan netice elde edebilecek metodu takip ediyordu.
Resul-i Ekremin bu tarz bir usül takip etmesinde; hak ve hakikatı tebliğde, mühim bir prensibi tesbit etmiş oluyoruz: Hak ve hakikata davete mümkünse önce beldenin ileri gelenlerinden, hatırı sayılır ve herkesin saygısını kazanmış kimselerden başlanmalıdır. Bir beldenin veya bir kabilenin ileri gelenlerinin hak ve hakikatı kabul etmesi, şüphesiz halkın da sür`atle aynı davayı benimsemesini kolaylaştıracaktır.
Medineli ilk Müslümanlar
Bi`setin 11. senesi hac mevsimi idi.
Mekke`ye yarımadanın muhtelif yerlerinden birçok hacı namzedi gelmişti. Bunlar arasında Medine halkından da bazı kimseler vardı.
Resul-i Ekrem Efendimiz, hac mevsimlerinde adetleri olduğu üzere, kabileler arasında dolaşıp onları İslam dinine davet ederken, Akabe mevkii yakınında altı kişiden ibaret olan bu Medineli kafileye rastgeldi.Onlara,
"Siz kimsiniz?" diye sordu.
"Hazreç kabilesindeniz" diye cevap verdiler.
Peygamber Efendimiz,
"Yahudilerin komşu ve müttefiklerinden misiniz?" diye sordu.
"Evet," dediler.
Bunun üzerine Efendimiz,
"Otursanız da, sizinle biraz konuşsak olmaz mı?" dedi.
"Olur" deyip oturdular.
Nebiyy-i muhterem Efendimiz, onları Allah`ın varlık ve birliğine imana çağırdı. İbrahim Suresinden bir bölüm okudu, onları İslam dinine davet etti.321
Onlar, "Galip ibn-i Fihr (Peygamberimizin 9. dedesi) evladından bir peygamber gelecek" diye kendi ihtiyarlarından işitirlermiş. Ayrıca, Medine`de oturan Yahudilerle iki kardeşten türemiş Hazreç ve Evs kabileleri arasında eskiden beri devam edegelen bir husumet ve anlaşmazlık vardı. Kah barışırlar, kah bozuşurlardı. Yahudiler ehl-i kitap ve ilim sahibi idiler.
Evs ve Hazreçliler ise Allah`a şerik koşar, puta taparlardı. Ne zaman Yahudilerle araları açılsa, Yahudiler onlara, "Beklenen peygamber gelmek üzeredir. Gelince, biz ona tabi olacak, İrem ve Ad kavimleri gibi sizin kökünüzü kazıyacağız" der, dururlardı.
Bu sefer Resul-i Kibriya Efendimiz, onları İslama davet edince birbirlerine bakıştılar ve aralarında, "Vallahi, bu bize, Yahudilerin geleceğini haber verdikleri peygamber olsa gerektir. Sakın, Yahudiler ona inanmakta bizi geçmesinler" diye konuşarak hemen iman ettiler ve Peygamber Efendimizin huzurunda kelime-i şehadet getirdiler.322
Sonra da Resul-i Kibriya Efendimize hitaben şöyle konuştular:
"Kavmimiz birbirlerine kin ve düşmanlık besledikleri gibi, başka bir kavimle de aralarında kötülük ve düşmanlık vardır. Umulur ki, Allah onları da sayenizde bir araya toplar. Biz hemen dönüp, onları da senin anlattıklarına davet edeceğiz.
Eğer Allah, onları bu din üzerine bir araya getirir, birleştirirse, senden daha aziz ve şerefli bir kimse olamaz."323
Resul-i Kibriya Efendimizin davetine icabet edip İslamiyetle müşerref olan Medineli ilk altı zat şunlardı: Ebu Ümame Es`ad bin Zürare (r.a.), Avf bin Haris (r.a.), Rafi` bin Malik (r.a.), Kutbe bin Amir (r.a.), Ukbe bin Amir (r.a.), Cabir bin Abdullah bin Riab (r.a.).324
Bu altı zat, kabileleri tarafından hatırı sayılır ve sevilir kimselerdi. Medine`ye döndüklerinde, akrabalarına Peygamber Efendimizi anlatıp, onları İslama davet edince, İslamiyet Medine içinde bir anda yankı yaptı. Allah ve Resulullah sadası şehrin ufuklarını sardı. Şehirde, Peygamberimiz ve İslamın anılmadığı ev hemen hemen kalmamış gibiydi. Böylece, Medine`ye İslam nurundan parıltılar götürme bahtiyarlığına bu altı zat ermişti.
Medine`ye parıltıları ulaşan ebedi Nur, artık birden bire burada parlayacak ve kısa zaman sonra şehri, İslam Devletinin merkezi haline getirecekti.