Silencio
Kayıtlı Üye
Bundan kısa bir süre önce başbakanımızın ağzından çıkan sözler kendi düşünceleri olarak gözükse de kendisinin sözlerini emir olarak algılayanlar tarafından çoktan birer yasa haline gelmişti ki biz bugün bu yazıyı yayına almadan önce tüm gazetelerde kızlı-erkekli yaşayan gençlere ilk cezanın kesildiğini okumuş olduk.
“Manisa’da aynı evde oturan beş öğrenciye kızlı-erkekli oturdukları sebep gösterilip, “çevreyi rahatsız etmek” suçundan 88 lira para cezası kesildi.”
Her ne kadar cinsiyet ayrımcılığı başlı başına bir düşünce yoksulluğu olsa da bunun bir diğer anlamı da özgürce yaşamını devam ettirmek isteyenlerin çevresinde kendi gibi yaşamayanlar tarafından şikayet edilebiliyor olmaları. Böylece “%50″ istediği gibi hareket edebilecek ve rahatsızlık duyduğu şeyleri kendi polisine ihbar edebilecek hale geldi. Haberin içinde geçen bir diğer detay ise öğrenciler tarafından polisin söylediği iddia edilen sözler: “Üç kıza iki erkek yaz.” Düşünebiliyor musunuz evde üç kız iki erkek varmış(!) Bu durumda kolay bir matematik hesabına göre bir erkeğe 1,5 kız düşüyor. Aman Tanrım! Artık kimse biz bir hukuk devletiyiz saçmalıklarına inanmasın. Biz hukuk devleti falan değil, karanlığa doğru hızla sürüklenen bir ülkeyiz. Hele ki son gelinen noktada bir kadının erkeğin en yakın arkadaşı olabileceğini anlatmak zorunda kalıyorsak vay halimize.
Neyse, bu zamana kadar yazdıklarımızın hepsini unutun en iyisi, lafı çok fazla uzatmayacağız, biz de devlet büyüklerimiz böyle sözler söylüyorsa bir bildikleri vardır diyerek gençlerimizin tuzağa düşmelerini, kızlı-erkekli çok fazla bir arada olmalarını engellemeye yardım edebilmek adına kendi üslubumuzla “bağzı” film önerileri getirdik. Belki bir faydamız dokunur.
13.Cuma (Friday the 13th)
Kızlı erkekli bir arada kalmak; korku filmlerine konu olacak, malzeme verecek derecede korkunç olabiliyor. Ebedi müttefikimiz Amerikan sinemasının bu konudaki nadide örneklerinden biri de 13. Cuma (Friday the 13th). 1958’de birbirleriyle ilişkiye giren iki gence mezar olan Crystal Lake Kampı yıllar sonra yeniden açılır. Kampa çekidüzen verme adı altında bu güzel sayfiye yerine(keşke TOKİ el atsaydı) gelen bir grup genç ise çalışmaktan çok türlü türlü oyunlar oynarlar. (Söylemeye dilim varmıyor) Neyse ki kampın ahlak bekçisi olan bilinmeyen bir güç onları teker teker ortadan kaldırmaya başlar. Oldukça yaratıcı ölüm sahnelerine sahip olan film, yıllar sonra bile boş bırakılan gençlerin neler yapabileceğine dair ibretlik bir sinema örneğidir.
Batu
Saksı Olmanın Faydaları (The Perks of Being Wallflower)
Aile yapımızı bozan, örf, adet ve geleneklerimize uygun olmayan filmlerle ilgili bir dosya hazırlamışken batının henüz küçük yaşlarda olan sinemaseverleri bir an önce yoldan çıkarmak için farklı oyunlar oynadığından, değişik politikalar izlediğinden bahsetmemek olmaz. Malum bu filmlerden bir tanesi de yakın zamanda çekilen: Saksı Olmanın Faydaları. Burada henüz lise çağındaki çocukların kimi zaman aynı evde kaldığını, beraber romantik dakikalar geçirdiğini, kimi zaman partiler düzenlediğini, küçük yaşta uyuşturucu denediklerini görüyoruz. Üstelik nasıl söyleyeceğim bilemiyorum aralarında eşcinseller bile var. Hatta film, eşcinsellerle yakın arkadaş olmanın o kadar da korkunç bir şey olmadığını gözler önüne sererken buna özendiriyor bile denilebilir. Elle tutulur hiçbir yanı olmayan filmin mutlaka çocuklardan uzak tutulmasını, aile yapımızı korumak için yasaklanmasını temenni ediyorum.
Utku
Düşler, Tutkular ve Suçlar (The Dreamers)
Bir filmde belli bir süre çıplaklık ve seks görüntüsü varsa çok severiz hemen “p orno” damgası yapıştırmayı; bayılırız bunu yapmaya Türk milleti olarak! Hele ki threesome’a yakın bir ya da birkaç sahne gördük mü ensest yaparız o filmi, sapık deriz yönetmenine, en kibarımız en entellektüelimiz bile cinselliğin abartıldığını savunur. Filmin arka yüzüne falan da hiç bakmayız, şair burada ne demek istemiş hiç umrumuzda bile olmaz. Bertolulucci’nin sinemayı övmekle kalmayıp, erotizme değil aslında sinemaya saygı duruşunu abarttığı, 68 Fransa’sını eksiksiz betimlediği, üç gencin kaos içinde kimlik arayışını muhteşem bir sosyalizm vurgusuyla anlattığı bir filmdir halbuki The Dreamers… Her faşist karşıtının aynı olmadığını da ne güzel anlatılmıştır! Amerikalı da faşist karşıtı olabilir, Fransız da; ama aralarında dağlar kadar fark vardır aslında. Biri sosyalist diğeri ise liberaldir.
Altını çizmem gereken şey ise The Dreamers’ta Bertolucci enseste değinmiştir elbet, ancak bu başyapıt ensest temalı bir film değildir. Zannedebiliyor musunuz ki bir baş kaldırı, bir devrim, bir devrilme ya da bir şiddet şovu öylesine sakin sakin güzel güzel anlatılır? Kısıtlamalarla olur muydu bu iş? Olmazdı tabii ki, biraz aşırıya kaçmak lazımdı. İzlemeden, yalnızca yazıyı okuyarak da anlayacağınız gibi filmde bir “kızlı erkekli” durumu mevcut. Hem de öyle böyle değil! İki kız bir erkek küvette köpük banyoları yapmalar, çırılçıplak oturmalar, uyuşturucu içmeler, pembe sigaralar vs… Çıplaklık deseniz o biçim! Nedir bu adamların amacı? Resmen ***** filmi yapmışlar yahu. Ülkemizde kızlar ve erkeklerin aynı odada bulunması bile kabul edilemez bir durumken böyle bir filmin izlenmesi söz konusu bile olmamalı! Ola ki bu filmi televizyonda falan görürseniz, kanalı değiştirene dek geçen o saliselik süreçte bile çocuklarınızın gözünü kapatın. Ne malum! Boş verin herkesi her şeyi… Kızlı erkekli olmayalım da kızlı kızlı, erkekli erkekli mi olalım yani? Siz de eğer hala izlemediyseniz bu baş döndürücü kült yapıtı en yakın zamanda mutlaka görün.
Zeynep
İspanyol Pansiyonu (L’Auberge Espagnole)
Yabancı dil öğrenme derdi büyük bir illet. Yıllardır genç dimağlar gerek Erasmusla gerekse dil kursu adı altında İngilizce öğrenmek için Malta’ya giderek tuzaklara düşürülüyorlar. Bu büyük oyunu bozan “İspanyol Pansiyonu”; aile terbiyesi almış, tertemiz Fransız genci Xavier’in, Erasmus programıyla Barselona’ya gidip nasıl yoldan çıktığını biz masum izleyicilere anlatıyor. Fransa Hükümeti adına bir iş için İspanya’ya giden; vatana, millete faydalı işler çıkarması beklediğimiz gencimiz, bir süre sonra işi gücü bırakıp kızlı erkekli yaşamaya başlıyor. Bu sırada kızlı erkekli yaşadığı diğer arkadaşları da kızlı erkekli yaşamaya başlayınca sadece Xavier değil bütün Avrupa yoldan çıkıyor. Filmin sonunu söylemek gibi olmasın ama işler pek hayırlı bir şekilde sonuçlanmıyor. Bize de “keşke Xavier üniversitede evlenseydi de kredi borçlarını sildirseydi” deme hakkı doğuyor. Sonuçta hepimizin özgül ağırlıkları var.
Batu
Grease
Bilindiği üzere tek tip yurtların yanı sıra yakın zamanda devletimizin bu konuyla ilgili çare aradığı kızlı-erkekli karışık yurtlar da mevcut. Malum durum böyle olunca, ateşle barutun yan yana durmayacağı teziyle; öğrencilerin derslerine konsantre olamadığı, tek dertlerinin sevişmek olduğu gerçeği de apaçık ortada. Bunun en büyük kanıtı kızlı-erkekli çok samimi bir ortamda okuduklarını izlediğimiz 1978 yapımı Grease filmi. Dersi, işi, gücü bırakan bir grup öğrencinin tek amacı okulun güzel kızlarıyla birlikte olmak ve sene sonunda yapılacak dans yarışmasında birinci olmak. Öğretmenler ayrı bir telden çalar, öğrenciler ayrı bir telden… Dersler ne durumda, çocuklar sınavlarına çalışıyor mu diye düşünen yok. Varsa yoksa iki kadının belini tutmak için dans öğrenmeye çalışan zibidi öğrenciler. John Travolta’nın abartı oyunculuğu da cabası.
Uzun lafın kısası, film tam anlamıyla saçmalıktan ibaret olsa da öğrencilere ibretlik olması açısından okullarda ders diye izletilmeli.
Utku
Son olarak bu topraklardan bir örnek. Barış Bıçakçı’nın mükemmel romanından uyarlanan ve Seyfi Teoman’ın maalesef bizlere miras olarak bıraktığı “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”. Ankara’da aynı evde kalan Fikret ve Ender’in yanlarına bir gün arkadaşlarının kız kardeşi Nihal katılır. İki orta yaşlı erkekle yaşamaya başlayan bu genç kızın öyküsü, iki farklı cinsiyeti yan yana gördüklerinde bile şaşıranların iddia ettiği gibi toplum ahlakını bozmaz. Üç bireyin tercihleri, düşünceleri üzerinden farklılıkların nasıl ortak bir paydada buluşabileceğini gösterir ve sadece yalın bir gerçeği ortaya koyar: Birimiz olmadan diğerimizin anlamı yoktur. Birey kendi tercihleri üzerinden kendini tanımlasa da doğası gereği kamusal alanın bir parçasıdır. Bunun sınırlarını belirli bir ideoloji çevresinde keyfi olarak belirlemek, tehdit etmeye varan uygulamalarda bulunmak sadece bireye karşı değil; o ortak alanı paylaşan herkese karşı yapılmış bir harekettir. Ve bunun cevabını birey değil iktidara göre azınlık olan sessiz çoğunluğun sesi verir. Bugün içinde bulunduğumuz durum “bizim büyük çaresizliğimiz”den çok, bahsi geçen çaresizlik üzerinden filmin işaret ettiği “umudunu korumak”tır. Biz bu umudu taşıdığımızı “çok yakın” tarihimiz içerisinde gösterdik ve sinema topluma dokunduğu sürece önce “ben” sonra “biz” olarak bu umudu taşımaya devam edeceğiz.