Pasa'nın hayatından

Hiphop_girL

Bayan Üye
Erzurum, 3 Temmuz 1919... Ilıca'da Mustafa Kemal'in karşılanması...

Konukların önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üzerine koyarak selamladı. Mustafa Kemal Paşa, yanıbaşına kadar geldiği halde heykel gibi duran bu ihtiyarın hatırını soruyor, o da gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu. Sohbete başlayan ihtiyar, göçmek zorunda kalıp Çukurova'ya indiklerini, ama kısa bir süre önce köyüne geri döndüğünü anlattı. Mustafa Kemal, o günlerin bu dönüşe pek uygun olmadığını işaretle:

- "Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi?", diye sordu.

İhtiyar hemen karşılık verdi:

- "Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer, bir eken yüz biçiyor. Bize tarla verdiler, çayır da... Geçimimiz padişahta bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız son günlerde işittim ki İstanbul'daki ırzı kırıklar bizim Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş. Hele bir göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlarmış? Memleketime sahip çıkmak için geri döndüm."

70 yaşın üzerindeki tunç çehreli, ak sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses yine O'nun gibi tunç çehreli kahraman Paşa'nın gözlerini yaşarttı. Erler diyarı Erzurum'un bu koca yiğidine bakan Mustafa Kemal yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü:

- "İşte bu millet vatanı kurtaracak!"
................

Mustafa Kemal Paşa, 6 yıl sonra Erzurum'u tekrar ziyaret ettiğinde, kendisini karşılayanlara o aksakallı ihtiyarı sordu. Verilen cevap, yedi düvele karşı gözünü kırpmadan savaşan büyük askerin bir kez daha gözlerini yaşartacaktı:

"İki oğluyla birlikte İstiklâl Kahramanları Şehitliği'nde yatıyor Paşam"...

(Kurtuluş Savaşı'nın Kahraman Erzurumluları, Yunus Demirdöven, Sayfa: 126 - 127)
 
---> Pasa'nın hayatından

Ankara’ya son gidisimde bir aksam gazi, beni ankara palas’a götürmüstü. Sofrada bir kaç kisi daha vardi. Yedik, içtik, eglendik, gece yarisina dogru fransiz büyükelçisi pavyona geldi. Pasa bu elçiden hoslaniyordu. Sofraya çagirdi, bir kaç kadeh de onunla birlikte içildi. Büyük sehirlerden, paris’ten söz açilmisti. Bu arada büyükelçi, gazi’ye:

- ekselans, paris’i bir daha görmek istemez misiniz? Dedi. Mustafa kemal pasa:

- “nasil görmek istemem? Gençlik hatiralarimi tazelerim,” diye cevap verdi. Bu karsiliga çok sevinen büyükelçi:

- “böyle bir seyahat fransa’yi çok sevindirir. Ben de refakatinizde bulunmaktan seref duyarim. En büyük fransiz zirhlisi bizi izmir’den alir. Akdeniz donanmasi emrimize verilir. Marsilya’ya çiktiginizda fransiz ordusu kumandaniz altina girer. Hükümdarlara yapilmayan bir törenle karsilanirsiniz.”

Bu sözleri dikkatle dinleyen gazi:

- “bu daveti siz kendiliginizden mi yapiyorsunuz, yoksa hükümetiniz adina mi konusuyorsunuz?” Diye sordu. Bu soru karsisinda büyükelçi hemen kendisini topladi:

-”muvaffakiyetinizi hükümetime bildirirsem, hükümetim de bunu büyük bir seref sayar,” dedi.

Gazi’nin yüzü degisti. Çok kesin bir dille:

-”ekselans, paris’i çok görmek istiyorum, ama büyük törenle karsilanacagim paris’i degil. Ben paris’e, dünyanin bu güzel sehrine, operalarini, tiyatrolarini, revülerini, zarif kadinlarini bir daha görmek için gitmek isterim. Dedim ya gençlik hatiralarimi tazelemek için... Böyle olunca da belli olmadan gitmek isterim. Yoksa törenlerle karsilanmak için degil.”

Büyükelçi gaf yaptigini anlamisti, biraz sonra bir is uydurarak sofradan kalkti. Gazi’nin de nesesi kaçmisti.

- “kalkalim çocuklar, sofraya çankaya’da devam ederiz,” dedi. Sofradakilerin çogunu pavyonda birakti yalniz iki-üç yakin arkadasini yanina aldi. Yolda kendisine :

- “elçi çok fena bozuldu ama, söyledigine de söyleyecegine de pisman ettiniz” dedim. Artik kizginligi geçmisti:

- “bana bak kemal, sen de basima kirk yillik diplomat kesilme. Adamin zihniyetini anlamadin mi? Bu avrupalilar bizi bir türlü kavrayamiyorlar. Adam beni bir sark emiri saniyor. Hangi donanmayi kimin emrine, hangi orduyu kimin kumandasi altina veriyor? Bunlara kendimizi tanitacagiz, kim oldugumuzu ögrenecekler. Yoksa ben kaba bir adam degilim çocugum” dedi.

Atatürk, çok ince bir adamdi.

Kemaalettin sami pasa’dan
 
---> Pasa'nın hayatından

Atatürk, kendisinin insanüstü bir varlık olduğunu söylemelerini hiç hoş karşılamazdı. Çocukluk arkadaşı Nuri Conker’in sert şakalarını büyük bir neşe ile dinler ve hepimizin önünde tekrarlatırdı.

Bir gün sofradakilerden biri:

- Paşam, demişti, kimbilir çocukluğunuzda ne müstesna bir insandınız. Kimbilir ne eşsiz anılarınız vardır.

Atatürk güldü ve Conker’e döndü:

- Nuri anlatsın, dedi.

Nuri Bey her zamanki şakacı diliyle:

- Bakla tarlasında karga çobanlığı ederdi, yanıtını verdi. Deminki soruyu soran kişi, sözün bu yola dökülmesinden fena halde ürktü. Soruyu ortaya attığına bin kez pişman oldu.

- Aman efendimiz, diyecek oldu, Atatürk hemen sözünü kesti:

- Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdedir.”
 
---> Pasa'nın hayatından

Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:

- Bu köşk kimin?

- Kirkor'un...

- Ya şu koca bina?

- Yorgo'nun...

- Ya şu?

- Salomon'un...

Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:

- Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur:

- Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boyları'nda, Balkanlar'da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk Paşam...

Atatürk bu anısını naklederken:

- "Hayatımda cevap veremediğim tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur" derdi.

MAHMUT ESAT BOZKURT
 
---> Pasa'nın hayatından

7 yasindayken babasini kaybetti ve yetim kaldi. yalniz ve içine kapanik biri
olarak yasamaya, oradan oraya sürüklenmeye basladi.

8 yasinda okuldan alindi ve köyde yasadi. zamanini tarlalarda kargalari
kovalamakla geçirdi.

10 yasinda yüzü kanlar içinde kalacak sekilde, yeni okulundaki hocasindan

dayak yedi. ailesi onu okuldan aldi. sinirden ve korkudan üç gün evinden
çikamadi.

17 yasinda hayalindeki okulun istedigi bölümü için gerekli not ortalamasini
tutturamadi.

24 yasinda tutuklandi, günlerce sorguya çekildi ve 2 ay tek basina bir
hücrede hapis yatti.

25 yasinda sürgüne gönderildi.

27 yasinda kendisinden bir yas büyük meslektasi, kendisinin de üyesi
bulundugu dernegin çalismalari ile kahraman ilan edilirken, kendisi hiç
önemsenmiyordu. dogdugu sehrin merkezinde rakibi törenlerle karsilanirken, o
kalabalik arasinda yalniz basina olanlari izliyordu.

30 yasinda kendisi baska sehirleri düsman elinden kurtarmaya çalisirken,
dogdugu sehir düsmanlarin eline geçti.

30 yasinda amiri, onu kendisinden uzaklastirmak için baska göreve atanmasini
sagladi. yeni görevinde fiilen issiz birakildi. aylarca bos
kaldi.

37 yasinda böbrek hastaligindan viyana'da 2 ay hasta ve yalniz halde yatti.

37 yasinda komutan olarak yeni atandigi ordu dagitildi.

38 yasinda savunma bakani tarafindan görevinden atildi.

38 yasinda bir toplantida giyebilecegi bir tek sivil elbisesi bile yoktu ve
baskasindan bir redingot ödünç aldi. ayrica cebinde sadece 80 lirasi vardi.

38 yasinda kendisi için tutuklama karari çikarildi.

38 yasinda en yakin bes arkadasindan üçü, onun kongre temsil heyetine üye
olmamasi için oy kullandi.

39 yasinda idam cezasina çarptirildi

sonra ne mi oldu?

42 yasinda türkiye cumhuriyeti cumhurbaskani oldu!

Her sey seninle baslar- Mümin sekman
 
---> Pasa'nın hayatından

Mustafa Kemal Pasa anlatiyor:

Bir gün Makedonyalı yüzbaşı, kıt'a çavuşlarından birini bölük komutanı odasına çağırdı.
Müfit'le ben de orada idik. Çavuş sağlam yapılı ve yakışıklı bir Türk genci idi.
Yüzbaşı, gencin onurunu kıracak şekilde azarlamaya başladı.
Delikanlıdan çok mensup olduğu ırka hücum ediyordu:

- Sen, diyordu, nasıl olur da yüce Arap ırkına mensup peygamber efendimizin
Mübarek soyundan gelen bu çocuklara sert davranır, ağır sözler söylersin?
Kendini iyi bil, sen onların ayağına su bile dökemezsin...

Gibi gittikçe manasızlaşan sözlerle hakaret ediyordu. Sesi yükseldikçe yükseliyordu.
Çavuşun yüzündeki ifadeye baktım. Önce bir babaya duyulan saygının samimiyeti
Okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen bir isyanın ateşleri gözlerinden okunmaya başladı,
Fakat gerçek itaatin sembolü olan Türk askeri gibi iç duygularını gemlemeye çalıştı.
Göz pınarlarından tanelenen yaşlar yanaklarından döküldü.

Dayanamadım.

- Yüzbaşı efendi susunuz! diye bağırdım.

Birden şaşırdı, sözlerinin bizden onay görmesini beklediği anlaşılıyordu.

- Yoksa fena bir şey mi söyledim? dedi. Ben de:

- Evet, çok fena hakaret ettiniz, buna hakkınız yok.
Bu erlerin bağlı bulunduğu Arap kavmi size göre yüce olabilir,
Fakat biz Türklerin en büyük ve en asil millet olduğu, asla inkar edilemez bir gerçektir.

Yüzbaşı başını önüne eğdi, utanmıştı.

Ve Ataturk diyor ki:
"Bu ve buna benzer olaylar, Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve
Başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak,
Kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır.
Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve
Tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır."
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst