ashli
Bayan Üye
Paranoyak Görüşler
- Tuhaf görünse de, bir uygarlık bunalımıyla binyıl sonu arasında bir rastlaşma söz konusu değil mi?
- Binyılın sonunun yaklaşması, tarihimiz üzerine düşünmemiz için bir fırsat. Eğer bir insan yaşlandığını hissederse vasiyetini yazmayı ve yaşamının bir dökümünü yapmayı düşünür. Binyılın tamamlanması bir döküm yapmaya bahane oluşturması bakımından ilginç bir dönem; aynen, bir yüzyıl önce kötü bir geçmişten kurtulmak, her şeye baştan başlamak için Avustralya'ya gidilmesi gibi. 2000 yılı kendimize dönmek için bir fırsat, ne zaman hastalandığımızı ve bu hastalıktan kurtulmanın yollarının neler olduğunu öğrenmemizi sağlayacak bir hastalık tutanağıdır.
- Birçok dönemde, insanlar kendilerini uygarlığın sonunu yaşıyor gibi görmüşlerdir..
- Yüzyıl sonu her zaman bir tükeniş duygusu uyandırmıştır. Eğer bir dönem sonuna çifte sıfırla yaklaşıyorsanız, bu konuda söylenenler, birden, bir iç sıkıntısı dalgası altında kalır. XIX. yy. sonu dekadantizmin, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun sonunda yaşanan duyguyu, Tanrı'nın ölümünü haber veren Nietzsche'yi alın; XVIII. yy. sonu devrim sonrası gizemciliğini alın... Bu, çifte sıfırın çekiciliğidir: Jean-Claude Carriere'e, her kuşağın kendi Kâliyuga'sı olduğunu söyleyeceğim...
- ve bu kez de üç sıfırın çekiciliği!
- Öyle ya üç sıfır; bu, yine de üç altıdan, Canavar'ın yılı 666'dan iyidir. Numarabilimciler için bir şölen!
- Güncel olayların zamanların göstergesi gibi görüldüğü, gele cek bir felaket doğrultusunda yorumlandığı kitaplar saymakla bitmiyoı: Le Code secret de la Bible örneği bile yeter...
- Amerika'da blurb diye adlandırılan, kapağın dördüncü sayfasına konulan küçük bir övgü metninin ne anlama geldiğini sorarak kitabın provalarını bana göndermişlerdi. Yardımımı isteyerek bu provaları bana gönderen yayımcı, Foucault Sarkacı'mın bu tür kitaplarla ve her yerde bağlantılar arayan insanlarla alay ettiğini anlamadığını ortaya koymuştu. Kaldı ki, kısa bir süre önce, birisinin aynı kodu uyguladığını, aynı şaşırtıcı sonuçlara ulaştığını okumuştum. Rakamlara istediğinizi söyletebilirsiniz. Oysa beni şaşırtan şey, birisinin Le Code secret de la Bible'i yazmış ya da okumuş olması değil. Beni asıl şaşırtan , Sarkaç'ımı, açık açık gizlicilikten söz eden kitabımı okumuş olan yazar ve yayıncının, onu bir gizlicilik kitabı gibi okumuş olmalarıdır! Bu durum, sanıldığından daha yaygındır. Kitapta, Şeytanın Uşakları olarak adlandırdığım kişiler, romanı okuyup kitapçıklarını bana göndermekte sabırsızlanıyorlar...
-Yorumlama paranoyası olarak adlandırdığınız şeyi yaşadıklarını ortaya koyduğunuz bu Şeytanın Uşakları'nın, sonunda sizi bir yandaş olarak görmeleri beklenebilir...
- Kuşkusuz, yoksa onların bir yorumlama paranoyası yaşadıklarını söylemezdim! Bir depremi bile 2000 yılına bağlamanın, yorumlama paranoyasının bir belirtisi olduğunu söylemek için bu olguyu andım. Son binyılda, hattâ iki sıfırla bitmeyen yıllarda kaç deprem olduğunu biliyor musunuz?
- Bu, çağ ya da uygarlık değişimi göstergelerinin çoğaldığı günümüzde, Şeytanın Uşakları zamanların sonunu ilan etmek için sayısız inceleme yayımlıyorlar...
- Peki, 2000 yılı mı, yoksa Berlin duvarının yıkılması mı bu tür davranışlara yol açıyor, hiç kendinize sordunuz mu? Büyük ideolojilerin tuzla buz olduğu bu sırada, tanımı gereği dinsel bir hayvan olan insanın ancak dört seçeneği bulunmaktadır.
Felsefel bir konumu benimseyebilir bu aristokratik bir seçimdir-;
resmî dini yeğleyebilir;
bir tarikate katılabilir...
Dinin kusuru, özellikle günümüzde, öğretilerini izleme ya da izlememe konusunda genellikle sorumluğu size bırakmasıdır. Dolayısıyla, ilginç bir biçimde yaşamınızın her anını düzenleyen Nazizm, Stalinci ya da Maocu Marksizm gibi bir ideolojiden daha az korumacıdır. Tersine, bir tarikat, bir gurununkine boyun eğmek üzere kendi iradenizden el çekmenize, kendi egonuzu onunkiyle değiştirmenize olanak tanır. Ve daha çok da bu çevrelerde zamanların sonundan ya da yeni bir çağdan söz edilir. Peki burada da bu olayın binyılın sonuna bağlı olup olmadığına emin olabilir miyiz? Tarikatlerin aşırı çoğalması , bugün bana büyük 'ıdeolojilerin çökmesinin bir sonucu gibi görünmektedir.
- Dördüncü seçenek nedir?
- Daha az baskıcı, dinden daha az titizlik isteyen, bir felsefeden daha eğlencelî bir tarikat: New Age, ne usçul bir denetim gereği ne de herhangi bir tanrıbilim olmaksızın her konumun gerçekliğini benimseyen mutlak bağdaştırmacılık. Makro- biyotikten uçan dairelere, pranoterapiden Budacılığa değin her şey benimsenir; kişinin kendi mönüsünü hazırlaması yeterlidir. Bir "do-it-yourself ( kendin yap)dini. Ama ben bunu da, 2000 yılının yaklaşmasından çok, ideolojilerin çöküşüne bağlıyorum.
- İdeolojilerin çöküşüyle New Age'in yükselmesi arasındaki bu bağı ele veren belirtiler nelerdir?
- '68 kuşağı ütopyası bunalıma girdiğinde, "kızıl" terörizmin (Almanya ve İtalya'da) ipi çekildiğinde, son olarak Perestroyka zamanı geldiğinde, kitapçılarda Marksizme ve devrimci mitolojiye (Guevara posterleri vb.) ayrılmış raflar, yerlerini daha o zamanlar New Age diye adlandırılan raflara bıraktılar. New York'ta bir kitapçıda Aziz Augustinus'a New Age raflarında yer verildiğine bile tanık oldum!
1968 devrimcilerinin gizemciliğe dönüşünün belirgin bir özelliğidir bu: Artık dünyayı değiştiremeyeceğimiz kanıtlandığına göre, şu ya da bu biçimde başka bir gerçekliğin varlığını ortaya koyma eğilimi gösteren her şey olumlu bir biçimde karşılanacaktır (kent- soylu ve bilimsel uyum konusundaki zorunluluğaysa geçmiş olsun: birbirlerinden tümden farklı olan şeyleri bir araya getireceğiz). Ama tüm bunlar, birçok '68'linin, gücül kalmış bir devrimi yaşama biçimleri üzerine de birşeyler söyler. Gizemciliğe geri dönüşün '68 bunalımının bir sonucu olduğuna emin miyiz; yoksa '68 olayları, "bilimsel" Marksizmin bir bunalımının ilk ortaya çıkış biçimlerinden birisi ve dolayısıyla New Age'in başlangıcı mı?
- Burada, çözümlemenin beklenmedik bir biçimde tersine dönmesi söz konusu...
- Ama `68 hareketinin kökenleri California'da aranırsa New Age'in tüm öğeleriyle: flower power'la(çiçek gücü), peyotl'la( halüsinasyon bitkisi), Don juan de Castaneda... ile karşılaşırız. '68'lilerin birçoğu, bugün Budacı ya da "New Age"tir; aralarından kimileri Katolikliğe , geri dönmüştür. Athos dağında, kusursuz Fransızca konuşan, kütüphaneci bir keşişle karşılaştım; biraz Ortodoks inancından söz ettik; sonra da Paris'ten konuştuk. Bana hemen, Julia Kristeva'nın hâlâ Philippe Sollers ile evli olup olmadığını sordu... Bunu nasıl bilebildiğini kendisine sorduğumda, '68 Mayıs olaylarına Sorbonne'da katıldığını, daha sonra da birden Şam'a gittiğini ve Athos dağında keşiş olduğunu söyledi. Bunun üzerine, Ortodoks tören kuralları konusunda kendisine biraz takıldım. "Siz, aydın bir kişisiniz" dedim, "sabah ayininde öptüğünüz ikonaların gerçek kutsal kalıntılar olmadığını biliyorsunuz." "Sorun bu değil" diye yanıtladı beni: "Eğer onları yürekten bağlı bir biçimde öperseniz kutsallığın kokusunu hissedersiniz." Filolojik eğitimini unutmamıştı: İkonaların özgün olduklarını kanıtlamaya çalışmadı bana; inancının özüne girersem gerçeğe dönüşebileceklerini söylemekle yetindi - bu, özgün oldukları anlamına gelmez. Paris'te barikatlerin üzerindeyken onu bu kutsal dağa yönlendirenle aynı coşkuyu ("coşku' sözcüğünü dinsel anlamda kullanıyorum) yaşayıp yaşamadığını hâlâ kendi kendime sorarım.
Kaynak: Zamanların Sonu Üzerine Söyleşiler
- Tuhaf görünse de, bir uygarlık bunalımıyla binyıl sonu arasında bir rastlaşma söz konusu değil mi?
- Binyılın sonunun yaklaşması, tarihimiz üzerine düşünmemiz için bir fırsat. Eğer bir insan yaşlandığını hissederse vasiyetini yazmayı ve yaşamının bir dökümünü yapmayı düşünür. Binyılın tamamlanması bir döküm yapmaya bahane oluşturması bakımından ilginç bir dönem; aynen, bir yüzyıl önce kötü bir geçmişten kurtulmak, her şeye baştan başlamak için Avustralya'ya gidilmesi gibi. 2000 yılı kendimize dönmek için bir fırsat, ne zaman hastalandığımızı ve bu hastalıktan kurtulmanın yollarının neler olduğunu öğrenmemizi sağlayacak bir hastalık tutanağıdır.
- Birçok dönemde, insanlar kendilerini uygarlığın sonunu yaşıyor gibi görmüşlerdir..
- Yüzyıl sonu her zaman bir tükeniş duygusu uyandırmıştır. Eğer bir dönem sonuna çifte sıfırla yaklaşıyorsanız, bu konuda söylenenler, birden, bir iç sıkıntısı dalgası altında kalır. XIX. yy. sonu dekadantizmin, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun sonunda yaşanan duyguyu, Tanrı'nın ölümünü haber veren Nietzsche'yi alın; XVIII. yy. sonu devrim sonrası gizemciliğini alın... Bu, çifte sıfırın çekiciliğidir: Jean-Claude Carriere'e, her kuşağın kendi Kâliyuga'sı olduğunu söyleyeceğim...
- ve bu kez de üç sıfırın çekiciliği!
- Öyle ya üç sıfır; bu, yine de üç altıdan, Canavar'ın yılı 666'dan iyidir. Numarabilimciler için bir şölen!
- Güncel olayların zamanların göstergesi gibi görüldüğü, gele cek bir felaket doğrultusunda yorumlandığı kitaplar saymakla bitmiyoı: Le Code secret de la Bible örneği bile yeter...
- Amerika'da blurb diye adlandırılan, kapağın dördüncü sayfasına konulan küçük bir övgü metninin ne anlama geldiğini sorarak kitabın provalarını bana göndermişlerdi. Yardımımı isteyerek bu provaları bana gönderen yayımcı, Foucault Sarkacı'mın bu tür kitaplarla ve her yerde bağlantılar arayan insanlarla alay ettiğini anlamadığını ortaya koymuştu. Kaldı ki, kısa bir süre önce, birisinin aynı kodu uyguladığını, aynı şaşırtıcı sonuçlara ulaştığını okumuştum. Rakamlara istediğinizi söyletebilirsiniz. Oysa beni şaşırtan şey, birisinin Le Code secret de la Bible'i yazmış ya da okumuş olması değil. Beni asıl şaşırtan , Sarkaç'ımı, açık açık gizlicilikten söz eden kitabımı okumuş olan yazar ve yayıncının, onu bir gizlicilik kitabı gibi okumuş olmalarıdır! Bu durum, sanıldığından daha yaygındır. Kitapta, Şeytanın Uşakları olarak adlandırdığım kişiler, romanı okuyup kitapçıklarını bana göndermekte sabırsızlanıyorlar...
-Yorumlama paranoyası olarak adlandırdığınız şeyi yaşadıklarını ortaya koyduğunuz bu Şeytanın Uşakları'nın, sonunda sizi bir yandaş olarak görmeleri beklenebilir...
- Kuşkusuz, yoksa onların bir yorumlama paranoyası yaşadıklarını söylemezdim! Bir depremi bile 2000 yılına bağlamanın, yorumlama paranoyasının bir belirtisi olduğunu söylemek için bu olguyu andım. Son binyılda, hattâ iki sıfırla bitmeyen yıllarda kaç deprem olduğunu biliyor musunuz?
- Bu, çağ ya da uygarlık değişimi göstergelerinin çoğaldığı günümüzde, Şeytanın Uşakları zamanların sonunu ilan etmek için sayısız inceleme yayımlıyorlar...
- Peki, 2000 yılı mı, yoksa Berlin duvarının yıkılması mı bu tür davranışlara yol açıyor, hiç kendinize sordunuz mu? Büyük ideolojilerin tuzla buz olduğu bu sırada, tanımı gereği dinsel bir hayvan olan insanın ancak dört seçeneği bulunmaktadır.
Felsefel bir konumu benimseyebilir bu aristokratik bir seçimdir-;
resmî dini yeğleyebilir;
bir tarikate katılabilir...
Dinin kusuru, özellikle günümüzde, öğretilerini izleme ya da izlememe konusunda genellikle sorumluğu size bırakmasıdır. Dolayısıyla, ilginç bir biçimde yaşamınızın her anını düzenleyen Nazizm, Stalinci ya da Maocu Marksizm gibi bir ideolojiden daha az korumacıdır. Tersine, bir tarikat, bir gurununkine boyun eğmek üzere kendi iradenizden el çekmenize, kendi egonuzu onunkiyle değiştirmenize olanak tanır. Ve daha çok da bu çevrelerde zamanların sonundan ya da yeni bir çağdan söz edilir. Peki burada da bu olayın binyılın sonuna bağlı olup olmadığına emin olabilir miyiz? Tarikatlerin aşırı çoğalması , bugün bana büyük 'ıdeolojilerin çökmesinin bir sonucu gibi görünmektedir.
- Dördüncü seçenek nedir?
- Daha az baskıcı, dinden daha az titizlik isteyen, bir felsefeden daha eğlencelî bir tarikat: New Age, ne usçul bir denetim gereği ne de herhangi bir tanrıbilim olmaksızın her konumun gerçekliğini benimseyen mutlak bağdaştırmacılık. Makro- biyotikten uçan dairelere, pranoterapiden Budacılığa değin her şey benimsenir; kişinin kendi mönüsünü hazırlaması yeterlidir. Bir "do-it-yourself ( kendin yap)dini. Ama ben bunu da, 2000 yılının yaklaşmasından çok, ideolojilerin çöküşüne bağlıyorum.
- İdeolojilerin çöküşüyle New Age'in yükselmesi arasındaki bu bağı ele veren belirtiler nelerdir?
- '68 kuşağı ütopyası bunalıma girdiğinde, "kızıl" terörizmin (Almanya ve İtalya'da) ipi çekildiğinde, son olarak Perestroyka zamanı geldiğinde, kitapçılarda Marksizme ve devrimci mitolojiye (Guevara posterleri vb.) ayrılmış raflar, yerlerini daha o zamanlar New Age diye adlandırılan raflara bıraktılar. New York'ta bir kitapçıda Aziz Augustinus'a New Age raflarında yer verildiğine bile tanık oldum!
1968 devrimcilerinin gizemciliğe dönüşünün belirgin bir özelliğidir bu: Artık dünyayı değiştiremeyeceğimiz kanıtlandığına göre, şu ya da bu biçimde başka bir gerçekliğin varlığını ortaya koyma eğilimi gösteren her şey olumlu bir biçimde karşılanacaktır (kent- soylu ve bilimsel uyum konusundaki zorunluluğaysa geçmiş olsun: birbirlerinden tümden farklı olan şeyleri bir araya getireceğiz). Ama tüm bunlar, birçok '68'linin, gücül kalmış bir devrimi yaşama biçimleri üzerine de birşeyler söyler. Gizemciliğe geri dönüşün '68 bunalımının bir sonucu olduğuna emin miyiz; yoksa '68 olayları, "bilimsel" Marksizmin bir bunalımının ilk ortaya çıkış biçimlerinden birisi ve dolayısıyla New Age'in başlangıcı mı?
- Burada, çözümlemenin beklenmedik bir biçimde tersine dönmesi söz konusu...
- Ama `68 hareketinin kökenleri California'da aranırsa New Age'in tüm öğeleriyle: flower power'la(çiçek gücü), peyotl'la( halüsinasyon bitkisi), Don juan de Castaneda... ile karşılaşırız. '68'lilerin birçoğu, bugün Budacı ya da "New Age"tir; aralarından kimileri Katolikliğe , geri dönmüştür. Athos dağında, kusursuz Fransızca konuşan, kütüphaneci bir keşişle karşılaştım; biraz Ortodoks inancından söz ettik; sonra da Paris'ten konuştuk. Bana hemen, Julia Kristeva'nın hâlâ Philippe Sollers ile evli olup olmadığını sordu... Bunu nasıl bilebildiğini kendisine sorduğumda, '68 Mayıs olaylarına Sorbonne'da katıldığını, daha sonra da birden Şam'a gittiğini ve Athos dağında keşiş olduğunu söyledi. Bunun üzerine, Ortodoks tören kuralları konusunda kendisine biraz takıldım. "Siz, aydın bir kişisiniz" dedim, "sabah ayininde öptüğünüz ikonaların gerçek kutsal kalıntılar olmadığını biliyorsunuz." "Sorun bu değil" diye yanıtladı beni: "Eğer onları yürekten bağlı bir biçimde öperseniz kutsallığın kokusunu hissedersiniz." Filolojik eğitimini unutmamıştı: İkonaların özgün olduklarını kanıtlamaya çalışmadı bana; inancının özüne girersem gerçeğe dönüşebileceklerini söylemekle yetindi - bu, özgün oldukları anlamına gelmez. Paris'te barikatlerin üzerindeyken onu bu kutsal dağa yönlendirenle aynı coşkuyu ("coşku' sözcüğünü dinsel anlamda kullanıyorum) yaşayıp yaşamadığını hâlâ kendi kendime sorarım.
Kaynak: Zamanların Sonu Üzerine Söyleşiler