memati baş
Kayıtlı Üye
İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından başlayan soğuk savaş dönemi, kapitalist ve komünist bloklar için uzun süreli bir istikrar ortamı oluşturmuştu. İki kutuba ayrılan dünya siyaseti, her ne kadar tehlike teşkil ediyor gibi gözükse de, gerçekte iki kutup arasındaki güç dengesi bir istikrar ortamı oluşturuyordu.
1991 yılında Sovyetler Birliği'nin çöküşü, bu dengeyi bozdu. Sovyetler Birliği'nin çöküşü ile başlayan yeni dönem, demokrasinin ve serbest piyasa ekonomisinin en önemli aktörü olan ABD'yi rakipsiz bırakmıştı. Bu yeni döneme de "Yeni Dünya Düzeni" adı verilmişti. "Yeni Dünya Düzeni" kısa zamanda birkaç teorik zemine birden oturtuldu. Bunların arasında en önemlisi ve bugünlerde de yeniden gündeme getirilen ise "Medeniyetler Çatışması" fikridir. Fikrin savunucusu Samuel Huntington, medeniyetlerin tabiatından kaynaklanan kültürel farklılıkların çatışmalara neden olacağını ve bu çatışmaların dünyadaki sürtüşmelerin son kısmını oluşturacağını ileri sürmüştü. Bugün de bu tezden yola çıkarak, farklı etnik kimliklerin ve dinlerin bir arada yaşamayı başaramayarak çatışacağı ve önümüzdeki günlerde, söz konusu bölgelerin birçok çatışmaya sahne olacağı iddia ediliyor.
Halbuki bu iddialardan yola çıkanlar, yakın geçmişte yaşanmış Osmanlı modelini göz ardı etmeye çalışıyorlar. Osmanlı Millet Sistemi'nde, devletin koruyucu şemsiyesi altına giren her millet ya da topluluğa, kendi inanç ve örfüne göre yaşama hakkı tanınır ve temel hakları koruma altına alınırdı. Türkler ister Balkanlar'da, ister Kafkaslar'da, ister Ortadoğu'da olsun gittikleri hiçbir ülkede kimseyi dinini ve töresini değiştirmeye zorlamamışlar ve hiç kimseye dininden dolayı zulmetmemiş, kimseyi hor görmemişlerdir. Her dinden, her mezhepten vatandaş ibadetini dilediği gibi yerine getirmiş, kendi örf ve adetlerini uygulama konusunda hiçbir baskı veya zorlama ile karşılaşmamıştır. Bunun karşılığında, dışarıdan gelen saldırılarda bu topraklarda yaşayanlar da, -severek ve isteyerek- yönetiminden memnun kaldıkları Osmanlı Devleti'nin yanında yer almışlardır. Böylece dış güvenlik ve ekonomi başta olmak üzere, pek çok alanda doğal ve sağlam bir ittifak oluşmuş, hem Osmanlı Devleti'nin hem de tebası altında yaşayanların huzur buldukları bir ortam sağlanmıştır.
1991 yılında Sovyetler Birliği'nin çöküşü, bu dengeyi bozdu. Sovyetler Birliği'nin çöküşü ile başlayan yeni dönem, demokrasinin ve serbest piyasa ekonomisinin en önemli aktörü olan ABD'yi rakipsiz bırakmıştı. Bu yeni döneme de "Yeni Dünya Düzeni" adı verilmişti. "Yeni Dünya Düzeni" kısa zamanda birkaç teorik zemine birden oturtuldu. Bunların arasında en önemlisi ve bugünlerde de yeniden gündeme getirilen ise "Medeniyetler Çatışması" fikridir. Fikrin savunucusu Samuel Huntington, medeniyetlerin tabiatından kaynaklanan kültürel farklılıkların çatışmalara neden olacağını ve bu çatışmaların dünyadaki sürtüşmelerin son kısmını oluşturacağını ileri sürmüştü. Bugün de bu tezden yola çıkarak, farklı etnik kimliklerin ve dinlerin bir arada yaşamayı başaramayarak çatışacağı ve önümüzdeki günlerde, söz konusu bölgelerin birçok çatışmaya sahne olacağı iddia ediliyor.
Halbuki bu iddialardan yola çıkanlar, yakın geçmişte yaşanmış Osmanlı modelini göz ardı etmeye çalışıyorlar. Osmanlı Millet Sistemi'nde, devletin koruyucu şemsiyesi altına giren her millet ya da topluluğa, kendi inanç ve örfüne göre yaşama hakkı tanınır ve temel hakları koruma altına alınırdı. Türkler ister Balkanlar'da, ister Kafkaslar'da, ister Ortadoğu'da olsun gittikleri hiçbir ülkede kimseyi dinini ve töresini değiştirmeye zorlamamışlar ve hiç kimseye dininden dolayı zulmetmemiş, kimseyi hor görmemişlerdir. Her dinden, her mezhepten vatandaş ibadetini dilediği gibi yerine getirmiş, kendi örf ve adetlerini uygulama konusunda hiçbir baskı veya zorlama ile karşılaşmamıştır. Bunun karşılığında, dışarıdan gelen saldırılarda bu topraklarda yaşayanlar da, -severek ve isteyerek- yönetiminden memnun kaldıkları Osmanlı Devleti'nin yanında yer almışlardır. Böylece dış güvenlik ve ekonomi başta olmak üzere, pek çok alanda doğal ve sağlam bir ittifak oluşmuş, hem Osmanlı Devleti'nin hem de tebası altında yaşayanların huzur buldukları bir ortam sağlanmıştır.