Heulwen
Kayıtlı Üye
Tımar sistewmi nedir - tımar sisteminin uygulanması - Osmanlı imparatorluğunda tımar sistemi - tımar sisteminin işleyişi
Anadolu Selçuklu devletinin yıkılması ve Moğol baskısının
azalmasından sonra, Selçukluların sınırların korunması ve düşman
ülkelere akınların yapılması amacıyla sınır boylarına yerleştirmiş
olduğu askerler Anadoluda tekrar Türk birliğini sağlamak için beylikler
kurmuşlardır. Türk beyliklerinin başlıcaları; Karamanoğulları,
Germiyanoğulları, Candaroğulları ve Osmanoğullarıdır. Bunlardan
Osmanoğullarının kurmuş olduğu Osmanlı Beyliği kısa bir sürede
gelişmiş ve Osmanlı İmparatorluğunun kurulmasını sağlamıştı.
Osmanlı İmparatorluğu kurulmasından itibaren Selçukî İktâ
Sistemini Tımar Sistemi adı altında bünyesine almış ve bu durum
Tanzimata kadar böylece devam etmiştir1.
Ancak bir kısım tarihçiler Osmanlı Tımar Sisteminin Selçuklu İktâ
Sisteminden gelmediği görüşünü savunmaktadırlar. Bazı tarihçiler,
tımar sisteminin Bizanslılardan Osmanlılara geçtiği görüşünü
savunurken bazıları ise tımar sisteminin Sasanîlerden Araplara,
Araplardan da Türklere geçtiğini savunmuşlardır2. Prof.Fuad Köprülü,
Osmanlıların tımar sistemini Anadolu Selçuklularından almış oldukları
hakkında inandırıcı deliller ileri sürerek, bu sistemin Bizanslılardan
alındığı iddiasını çürütmüştür. Köprülüye göre tımar sistemi, Büyük
Selçuklu İmparatorluğundan Anadolu Selçuklularına ve oradan da
Osmanlı İmparatorluğuna geçmiştir3.
Tımar sistemini Osmanlıların kimlerden aldıkları ve uyguladıkları
konusundaki tartışmalardan ziyade tımar kelimesinin etimolojik
araştırmasını yaparak konuyu açıklamaya çalışmak daha yararlı olacaktır.
Bu araştırmada tımar kelimesi etimolojik yönden kısaca
değerlendirildikten sonra, Osmanlı Tımar Sisteminin işleyişi ana
hatlarıyla özetlenecektir.
Tımar Kelimesinin Etimolojik Yönden İncelenmesi
Tımar kelimesi üzerinde yapılan araştırmalar, bu kelimenin kökünün
nereden geldiği konusunu tamamıyla açıklığa kavuşturmuş değildir.
Tımar kelimesi ile ilgili olarak etimolojik araştırma yapan Leunclavius,
kelimenin Grekçeden gelme olduğunu belirtmiştir. Bu görüş daha
sonra Michel Buadier ve Ducange tarafından da kabul edilmiştir.
Leunclavius, XVI. yüz yıla ait bir belgede ilk defa tımar kelimesinin
tımarion adıyla ikta manasında kullanıldığını belirtmiştir. Bizans
İmparatorluğunda ise ikta manasına gelen çok farklı kavramlar
kullanılmıştır.
Bu görüşlerin aksine 1598den itibaren Venedikli Lozara Soranzo,
tımar kelimesinin Farsça tımar kelimesinden geldiğini belirtmekte ve
bu görüşe ünlü tarihçi Von Hammer de katılmaktadır4.
Kelimenin etimolojik açıdan yeterli ölçüde açıklanamamış olmasına
karşılık, çeşitli tarihçiler tımar sisteminin Osmanlı İmparatorluğunda
ifade ettiği anlam üzerinde birleşmektedirler. Tarihçilerin çoğunluğu
tımar sisteminin, Selçuklu İmparatorluğundan Osmanlı
İmparatorluğuna intikal ettiği görüşündedirler. Esasen bunun böyle
olmasını pek tabii karşılamak gerekir. Çünkü, Köprülünün de belirttiği
üzere, Osmanlı devletinin; mülkî, askeri ve idari teşkilatı Anadolu
Selçuklu devletinin bir devamıdır ve Osmanlılar kısmen İlhanlılar ve
kısmen de Mısır Memlûkleri teşkilatının tesirleri altında kalmışlardır5.
Tımar, Osmanlı İmparatorluğunda geçimlerine ve hizmetlerine ait
masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, belirli
bölgelerden kendi nam ve hesaplarına tahsili yetkisi ile birlikte tahsis
edilmiş olan vergi kaynaklarına ve bu arada bilhassa 20.000 akçaya
kadar olan askeri dirliklere verilen isimdir6.
Tımar sistemi muayyen bir arazinin tevcihi veya araziye ait bazı
hakların verilmesinden ziyade bazı vergilerin havalesinden ibarettir.
Başka deyimle, havale sisteminin bir hususi tatbik şeklidir.
Vergi kanunları muayyen kanunlara göre merkezi idare tarafından mahallinde yapılan, nüfus ve gelir tespiti ile hususi tabiri ile tahrir ile
belli olmuş, sonra hizmet ve hak sahiplerine bu vergiden muayyen bir
kısmı tahsis edilmiş vergi gelirini hangi vergiler olarak hangi
şahıslardan toplayacağı defterlerde (icmâl defteri) ayrı ayrı tayin
edilmiştir. Görülüyor ki tımar bir tahsis ve havaledir. Padişahın verdiği
tımar tevcih vesikası, devlete ait muayyen bir geliri toplama
selahiyetini veren bir nevi havale vesikasıdır. 7
Osmanlı İmparatorluğunda Tımar Sisteminin İşleyişi
Osmanlı tımar sisteminin mahiyetini ve özelliklerini iyi kavrayabilmek
için Osmanlı arazi hukukundaki toprak taksimatına kısa da olsa
değinmekte yarar vardır.
Osmanlı İmparatorluğunda toprak başlıca; tımar, zeamet, has,
evkaf ve ocaklık gibi bölümlere ayrılmıştı8. Bunlardan evkaf, devlet
arazisinden bir kısmının padişahlar veya padişahların izniyle, vezirler
tarafından cami, medrese, hastahane, kervansaray gibi hayır
kuruluşlarına ayrılması ile oluşturulmuştu. Evkafa, vakıf arazi de
denilirdi. Ocaklık veya yurtluk denilen gelirler ise, belli
mahallerdeki arazinin bazı kimselere hayat boyunca gelirlerinin tahsisi
anlamına gelmektedir.9 Bu şekildeki tahsisler miras yoluyla intikal
ederse, buna ocaklık, miras yoluyla intikal etmez de, geliri sadece
tahsis edilen kişiye ait olursa buna da yurtluk denilirdi10. Fatih
Sultan Mehmed zamanında ocaklık olarak tahsis edilen arazilere
mâlikâne vakıf adı da verilmiştir11.
Evkaf ve ocaklık dışında kalan ve tımar, zeamet ve has olarak
gruplara ayrılan topraklar da, belirli devlet görevlilerine maaşları
karşılığı dirlik adı altında verilmekteydi. Bu devlet görevlileri de bu
topraklarda çeşitli vergileri bizzat veya görevlendirecekleri memurları
vasıtasıyla tahsil etmekteydiler. Yıllık geliri 100.000 ve daha fazla akça
olan topraklar has adı altında; padişah, vezir, şehzade, beylerbeyi
gibi önemli görevlerde bulunanlara tahsis edilirdi12. Yıllık geliri 20.000
ila 100.000 akça arasında olan topraklar ise zeamet adıyla
defterdarlara, subaşılarına, sancak, alay beylerine vb. orta derecedeki
devlet görevlilerine verilirdi. Zeamet sahiplerine zaim, bunların
kıdemlilerine de zaim gediklisi adı verilirdi.13
Zeamet olarak ayrılan topraklardan bir kısmı, arpalık adı altında
belirli idare ve saray adamlarına, yüksek rütbeli ilim adamlarına,
vazifelerinde iken, maaşlarına ilaveten, vazifelerinden ayrıldıktan
sonra ise emekli maaşı olarak terk ve tahsis olunmaktaydı.14
Kendilerine arpalık olarak arazi verilenler bu yerlerdeki başta şerî
vergiler olmak üzere bütün vergileri, nâibler vasıtasıyla tahsil
etmekteydiler. Tahsil edilen vergilerin bir kısmı nâiblere, geri kalan
kısmı da arpalık sahiplerine ait olurdu.15 Nâibler16 arpalık sahipleri
tarafından tayin olunur ve bu tayin kazaskerler tarafından onaylanırdı.
Nâiblik ya emanet veya iltizam suretiyle verilmekteydi. Birinci şekilde
nâib, gelirin bazen dörtte, bazen beşte birini alırdı. İkinci şekilde ise
nâibler, geliri tahsil ettiği kazanın önem derecesine göre arpalık
sahiplerine 200, 300 hatta 600 kuruş şehriye (maaş) verip, geri kalanı
mahkeme masrafları çıktıktan sonra kendilerine bırakılırd.17
Has ve zeamet dışında kalan ve yıllık geliri 20.000 akçaya kadar olan
topraklar ise tımar olarak adlandırılmaktaydı. Bu yerler ise sipahi adı
verilen askerlere verilmekteydi. Fatih Sultan Mehmed zamanında ve
daha önceleri en aşağı derecedeki bir tımar yıllık 1.000 akça olarak
kabul olunmuştur. Bir sipahi hizmete girer girmez, kendisine bu 1.000
akçalık tımar verilir ve buna iptidâda tımar denilirdi. Fatih Sultan
Mehmedden sonra iptidâdan tımarlar, Rumeli eyaletinde 2.000,
Anadolu eyaletinde ise 3.000 akçaya çıkarılmış idi.18
Tımar ve zeamet sahipleri kendilerine tahsis edilen arazilerden veya
raiyyetin19, şahsından alacakları vergileri bizzat kendileri tahsil
etmekteydiler. Has adı altında verilen toprakların vergileri ise kethüda,
voyvoda veya emin adı verilen kimseler tarafından tahsil edilirdi.20
Tımar ve zeamet adı verilen topraklar, devletin mülkü olduğu için
miras yoluyla intikal edemezdi. Sipahi arazinin maliki olmaz, sadece
reâyâdan devletin alacağı vergileri tahsil etme hakkına sahip olurdu21.
Ayrıca tımarlar sebepsiz olarak sahiplerinin elinden alınmazdı22. Ancak
tımar sahiplerinin feodal bir bey halini almaması için tımarlar uzun
süre sahiplerinin ellerinde bırakılmıyordu23. Dolayısıyla merkezi
otoritenin aleyhine olarak sipahinin toprak ve mevki kazanması
imkansızdı. 24
Tımar sahiplerinin bazı durumlarda ellerinden tımarları alınarak
işlerine son verilirdi. Tımar sahibinin azledilmesini gerektiren sebepler
şunlardı:
-Sâhib-i arzın25 başka bir sancağı ikamet olarak seçmesi; Eğer bir
sipahinin bir sancakta tımarı varsa ve kendisi başka bir sancakta
oturuyorsa böyle bir sipahi azledilir ve azil müddeti iki yılı geçmeden
ona tımar mahlul olsa bile verilmez. 26
-Sâhib-i arzın savaş zamanında savaşa katılmaması: Bu durumda da
sipahi azledilerek tımar elinden alınırdı.
-Sâhib-i arzın toprağını üç yıl üst üste boş bırakması: Bu durumda
da tımar arazisi başka bir kimseye verilirdi.
Tımar ve zeamet dağıtımına ilişkin usul ve esasları ise kısaca şu
şekilde özetleyebiliriz: Hayatta olan tımar ve zeamet sahiplerinin
oğullarına ayırca dirlik verilmez. Ancak, babası öldüğü zaman onun
dirliğine sahip olur.27 Tımarlar dağıtım şekillerine göre tezkireli ve
tezkiresiz tımar olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Tezkiresiz tımarlar
daha ziyade düşük kıymetli tımarlardı. Bu tımarlar doğrudan doğruya
beylerbeyi tarafından verilirdi. Büyük tımarlar ise pâyitaht tarafından
verilirdi. Bu tımarların verilmesinde beylerbeyi tamamen serbest
değildi. Bu tımarlara ise tezkireli tımar denilmekteydi. Bu tür
tımarlarda, beylerbeyi tımar alacak kimsenin sipahi olup olmadığını
tespit ettikten sonra ona bir tezkire verir ve o şahıs da bu tezkireye
göre pâyitahttan tımarını alırdı28.
Osmanlı İmparatorluğunda tımar sistemi, kuruluşundan itibaren
imparatorluğun idari, askeri ve mali sisteminin temelini teşkil etmiştir.
Dirlik olarak verilen arazilerin büyük bir kısmı tımar topraklarından
oluşmaktaydı. Kanunî Sultan Süleymanın tahta çıkmasını takip eden
yıllarda yaptırılmış olan arazi yazımlarına ve 1527-1528 mali yılı
bütçesinin verdiği rakamlara göre, bu yıllarda toplam 537 929 006
akça olarak tespit edilmiş olan toplam vergi gelirlerinin % 37si, 37521
tımar sahibinin tasarrufunda idi.
Tımar Sahibinin Mükellefiyetleri
Tımar ve zeamet sahipleri kendilerine terk ve tahsis olunan araziler
karşılığında çeşitli görevler yapmakla zorunlu kılınmışlardı. Tımarlı
sipahiler ve zâimlerin temel görevleri asker yetiştirmek olmakla
birlikte, bunların iktisadi, idari ve mali nitelikte görevleri de
bulunmaktaydı. Tımarlı sipahiler, gelirlerinin 3.000 akçayı aşması
nisbetinde bir cebelû (zırhlı asker) yetiştirmekle yükümlüydüler29.
Örneğin, 6.000 akçalık bir tımarı olan bir cebelû, 9.000 akçalık bir
tımarı elinde tutan kişi iki cebelû, 1.900 akçalık bir tımarı elinde
bulunduran beş cebelû yetiştirmekle yükümlüdür30.
Bu şekilde kendilerine terk ve tahsis olunan topraklar karşılığında
askeri hizmetle yükümlü tutulan tımar ve zeamet sahiplerinin
ellerindeki tımarlara eşküncü tımarı adı verilirdi. Eşküncü
tımarlarının sahipleri, savaş zamanlarında cebelûleriyle birlikte savaşa
katılırlardı31. Bunun dışında; müstahfız tımarı, hizmet tımarı,
mensuhat tımarı vb. tımarlar da bulunmaktaydı. Bu tımar sahipleri
de çeşitli görevleri yapmakla yükümlüydüler.32
Anadolu Selçuklu devletinin yıkılması ve Moğol baskısının
azalmasından sonra, Selçukluların sınırların korunması ve düşman
ülkelere akınların yapılması amacıyla sınır boylarına yerleştirmiş
olduğu askerler Anadoluda tekrar Türk birliğini sağlamak için beylikler
kurmuşlardır. Türk beyliklerinin başlıcaları; Karamanoğulları,
Germiyanoğulları, Candaroğulları ve Osmanoğullarıdır. Bunlardan
Osmanoğullarının kurmuş olduğu Osmanlı Beyliği kısa bir sürede
gelişmiş ve Osmanlı İmparatorluğunun kurulmasını sağlamıştı.
Osmanlı İmparatorluğu kurulmasından itibaren Selçukî İktâ
Sistemini Tımar Sistemi adı altında bünyesine almış ve bu durum
Tanzimata kadar böylece devam etmiştir1.
Ancak bir kısım tarihçiler Osmanlı Tımar Sisteminin Selçuklu İktâ
Sisteminden gelmediği görüşünü savunmaktadırlar. Bazı tarihçiler,
tımar sisteminin Bizanslılardan Osmanlılara geçtiği görüşünü
savunurken bazıları ise tımar sisteminin Sasanîlerden Araplara,
Araplardan da Türklere geçtiğini savunmuşlardır2. Prof.Fuad Köprülü,
Osmanlıların tımar sistemini Anadolu Selçuklularından almış oldukları
hakkında inandırıcı deliller ileri sürerek, bu sistemin Bizanslılardan
alındığı iddiasını çürütmüştür. Köprülüye göre tımar sistemi, Büyük
Selçuklu İmparatorluğundan Anadolu Selçuklularına ve oradan da
Osmanlı İmparatorluğuna geçmiştir3.
Tımar sistemini Osmanlıların kimlerden aldıkları ve uyguladıkları
konusundaki tartışmalardan ziyade tımar kelimesinin etimolojik
araştırmasını yaparak konuyu açıklamaya çalışmak daha yararlı olacaktır.
Bu araştırmada tımar kelimesi etimolojik yönden kısaca
değerlendirildikten sonra, Osmanlı Tımar Sisteminin işleyişi ana
hatlarıyla özetlenecektir.
Tımar Kelimesinin Etimolojik Yönden İncelenmesi
Tımar kelimesi üzerinde yapılan araştırmalar, bu kelimenin kökünün
nereden geldiği konusunu tamamıyla açıklığa kavuşturmuş değildir.
Tımar kelimesi ile ilgili olarak etimolojik araştırma yapan Leunclavius,
kelimenin Grekçeden gelme olduğunu belirtmiştir. Bu görüş daha
sonra Michel Buadier ve Ducange tarafından da kabul edilmiştir.
Leunclavius, XVI. yüz yıla ait bir belgede ilk defa tımar kelimesinin
tımarion adıyla ikta manasında kullanıldığını belirtmiştir. Bizans
İmparatorluğunda ise ikta manasına gelen çok farklı kavramlar
kullanılmıştır.
Bu görüşlerin aksine 1598den itibaren Venedikli Lozara Soranzo,
tımar kelimesinin Farsça tımar kelimesinden geldiğini belirtmekte ve
bu görüşe ünlü tarihçi Von Hammer de katılmaktadır4.
Kelimenin etimolojik açıdan yeterli ölçüde açıklanamamış olmasına
karşılık, çeşitli tarihçiler tımar sisteminin Osmanlı İmparatorluğunda
ifade ettiği anlam üzerinde birleşmektedirler. Tarihçilerin çoğunluğu
tımar sisteminin, Selçuklu İmparatorluğundan Osmanlı
İmparatorluğuna intikal ettiği görüşündedirler. Esasen bunun böyle
olmasını pek tabii karşılamak gerekir. Çünkü, Köprülünün de belirttiği
üzere, Osmanlı devletinin; mülkî, askeri ve idari teşkilatı Anadolu
Selçuklu devletinin bir devamıdır ve Osmanlılar kısmen İlhanlılar ve
kısmen de Mısır Memlûkleri teşkilatının tesirleri altında kalmışlardır5.
Tımar, Osmanlı İmparatorluğunda geçimlerine ve hizmetlerine ait
masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, belirli
bölgelerden kendi nam ve hesaplarına tahsili yetkisi ile birlikte tahsis
edilmiş olan vergi kaynaklarına ve bu arada bilhassa 20.000 akçaya
kadar olan askeri dirliklere verilen isimdir6.
Tımar sistemi muayyen bir arazinin tevcihi veya araziye ait bazı
hakların verilmesinden ziyade bazı vergilerin havalesinden ibarettir.
Başka deyimle, havale sisteminin bir hususi tatbik şeklidir.
Vergi kanunları muayyen kanunlara göre merkezi idare tarafından mahallinde yapılan, nüfus ve gelir tespiti ile hususi tabiri ile tahrir ile
belli olmuş, sonra hizmet ve hak sahiplerine bu vergiden muayyen bir
kısmı tahsis edilmiş vergi gelirini hangi vergiler olarak hangi
şahıslardan toplayacağı defterlerde (icmâl defteri) ayrı ayrı tayin
edilmiştir. Görülüyor ki tımar bir tahsis ve havaledir. Padişahın verdiği
tımar tevcih vesikası, devlete ait muayyen bir geliri toplama
selahiyetini veren bir nevi havale vesikasıdır. 7
Osmanlı İmparatorluğunda Tımar Sisteminin İşleyişi
Osmanlı tımar sisteminin mahiyetini ve özelliklerini iyi kavrayabilmek
için Osmanlı arazi hukukundaki toprak taksimatına kısa da olsa
değinmekte yarar vardır.
Osmanlı İmparatorluğunda toprak başlıca; tımar, zeamet, has,
evkaf ve ocaklık gibi bölümlere ayrılmıştı8. Bunlardan evkaf, devlet
arazisinden bir kısmının padişahlar veya padişahların izniyle, vezirler
tarafından cami, medrese, hastahane, kervansaray gibi hayır
kuruluşlarına ayrılması ile oluşturulmuştu. Evkafa, vakıf arazi de
denilirdi. Ocaklık veya yurtluk denilen gelirler ise, belli
mahallerdeki arazinin bazı kimselere hayat boyunca gelirlerinin tahsisi
anlamına gelmektedir.9 Bu şekildeki tahsisler miras yoluyla intikal
ederse, buna ocaklık, miras yoluyla intikal etmez de, geliri sadece
tahsis edilen kişiye ait olursa buna da yurtluk denilirdi10. Fatih
Sultan Mehmed zamanında ocaklık olarak tahsis edilen arazilere
mâlikâne vakıf adı da verilmiştir11.
Evkaf ve ocaklık dışında kalan ve tımar, zeamet ve has olarak
gruplara ayrılan topraklar da, belirli devlet görevlilerine maaşları
karşılığı dirlik adı altında verilmekteydi. Bu devlet görevlileri de bu
topraklarda çeşitli vergileri bizzat veya görevlendirecekleri memurları
vasıtasıyla tahsil etmekteydiler. Yıllık geliri 100.000 ve daha fazla akça
olan topraklar has adı altında; padişah, vezir, şehzade, beylerbeyi
gibi önemli görevlerde bulunanlara tahsis edilirdi12. Yıllık geliri 20.000
ila 100.000 akça arasında olan topraklar ise zeamet adıyla
defterdarlara, subaşılarına, sancak, alay beylerine vb. orta derecedeki
devlet görevlilerine verilirdi. Zeamet sahiplerine zaim, bunların
kıdemlilerine de zaim gediklisi adı verilirdi.13
Zeamet olarak ayrılan topraklardan bir kısmı, arpalık adı altında
belirli idare ve saray adamlarına, yüksek rütbeli ilim adamlarına,
vazifelerinde iken, maaşlarına ilaveten, vazifelerinden ayrıldıktan
sonra ise emekli maaşı olarak terk ve tahsis olunmaktaydı.14
Kendilerine arpalık olarak arazi verilenler bu yerlerdeki başta şerî
vergiler olmak üzere bütün vergileri, nâibler vasıtasıyla tahsil
etmekteydiler. Tahsil edilen vergilerin bir kısmı nâiblere, geri kalan
kısmı da arpalık sahiplerine ait olurdu.15 Nâibler16 arpalık sahipleri
tarafından tayin olunur ve bu tayin kazaskerler tarafından onaylanırdı.
Nâiblik ya emanet veya iltizam suretiyle verilmekteydi. Birinci şekilde
nâib, gelirin bazen dörtte, bazen beşte birini alırdı. İkinci şekilde ise
nâibler, geliri tahsil ettiği kazanın önem derecesine göre arpalık
sahiplerine 200, 300 hatta 600 kuruş şehriye (maaş) verip, geri kalanı
mahkeme masrafları çıktıktan sonra kendilerine bırakılırd.17
Has ve zeamet dışında kalan ve yıllık geliri 20.000 akçaya kadar olan
topraklar ise tımar olarak adlandırılmaktaydı. Bu yerler ise sipahi adı
verilen askerlere verilmekteydi. Fatih Sultan Mehmed zamanında ve
daha önceleri en aşağı derecedeki bir tımar yıllık 1.000 akça olarak
kabul olunmuştur. Bir sipahi hizmete girer girmez, kendisine bu 1.000
akçalık tımar verilir ve buna iptidâda tımar denilirdi. Fatih Sultan
Mehmedden sonra iptidâdan tımarlar, Rumeli eyaletinde 2.000,
Anadolu eyaletinde ise 3.000 akçaya çıkarılmış idi.18
Tımar ve zeamet sahipleri kendilerine tahsis edilen arazilerden veya
raiyyetin19, şahsından alacakları vergileri bizzat kendileri tahsil
etmekteydiler. Has adı altında verilen toprakların vergileri ise kethüda,
voyvoda veya emin adı verilen kimseler tarafından tahsil edilirdi.20
Tımar ve zeamet adı verilen topraklar, devletin mülkü olduğu için
miras yoluyla intikal edemezdi. Sipahi arazinin maliki olmaz, sadece
reâyâdan devletin alacağı vergileri tahsil etme hakkına sahip olurdu21.
Ayrıca tımarlar sebepsiz olarak sahiplerinin elinden alınmazdı22. Ancak
tımar sahiplerinin feodal bir bey halini almaması için tımarlar uzun
süre sahiplerinin ellerinde bırakılmıyordu23. Dolayısıyla merkezi
otoritenin aleyhine olarak sipahinin toprak ve mevki kazanması
imkansızdı. 24
Tımar sahiplerinin bazı durumlarda ellerinden tımarları alınarak
işlerine son verilirdi. Tımar sahibinin azledilmesini gerektiren sebepler
şunlardı:
-Sâhib-i arzın25 başka bir sancağı ikamet olarak seçmesi; Eğer bir
sipahinin bir sancakta tımarı varsa ve kendisi başka bir sancakta
oturuyorsa böyle bir sipahi azledilir ve azil müddeti iki yılı geçmeden
ona tımar mahlul olsa bile verilmez. 26
-Sâhib-i arzın savaş zamanında savaşa katılmaması: Bu durumda da
sipahi azledilerek tımar elinden alınırdı.
-Sâhib-i arzın toprağını üç yıl üst üste boş bırakması: Bu durumda
da tımar arazisi başka bir kimseye verilirdi.
Tımar ve zeamet dağıtımına ilişkin usul ve esasları ise kısaca şu
şekilde özetleyebiliriz: Hayatta olan tımar ve zeamet sahiplerinin
oğullarına ayırca dirlik verilmez. Ancak, babası öldüğü zaman onun
dirliğine sahip olur.27 Tımarlar dağıtım şekillerine göre tezkireli ve
tezkiresiz tımar olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Tezkiresiz tımarlar
daha ziyade düşük kıymetli tımarlardı. Bu tımarlar doğrudan doğruya
beylerbeyi tarafından verilirdi. Büyük tımarlar ise pâyitaht tarafından
verilirdi. Bu tımarların verilmesinde beylerbeyi tamamen serbest
değildi. Bu tımarlara ise tezkireli tımar denilmekteydi. Bu tür
tımarlarda, beylerbeyi tımar alacak kimsenin sipahi olup olmadığını
tespit ettikten sonra ona bir tezkire verir ve o şahıs da bu tezkireye
göre pâyitahttan tımarını alırdı28.
Osmanlı İmparatorluğunda tımar sistemi, kuruluşundan itibaren
imparatorluğun idari, askeri ve mali sisteminin temelini teşkil etmiştir.
Dirlik olarak verilen arazilerin büyük bir kısmı tımar topraklarından
oluşmaktaydı. Kanunî Sultan Süleymanın tahta çıkmasını takip eden
yıllarda yaptırılmış olan arazi yazımlarına ve 1527-1528 mali yılı
bütçesinin verdiği rakamlara göre, bu yıllarda toplam 537 929 006
akça olarak tespit edilmiş olan toplam vergi gelirlerinin % 37si, 37521
tımar sahibinin tasarrufunda idi.
Tımar Sahibinin Mükellefiyetleri
Tımar ve zeamet sahipleri kendilerine terk ve tahsis olunan araziler
karşılığında çeşitli görevler yapmakla zorunlu kılınmışlardı. Tımarlı
sipahiler ve zâimlerin temel görevleri asker yetiştirmek olmakla
birlikte, bunların iktisadi, idari ve mali nitelikte görevleri de
bulunmaktaydı. Tımarlı sipahiler, gelirlerinin 3.000 akçayı aşması
nisbetinde bir cebelû (zırhlı asker) yetiştirmekle yükümlüydüler29.
Örneğin, 6.000 akçalık bir tımarı olan bir cebelû, 9.000 akçalık bir
tımarı elinde tutan kişi iki cebelû, 1.900 akçalık bir tımarı elinde
bulunduran beş cebelû yetiştirmekle yükümlüdür30.
Bu şekilde kendilerine terk ve tahsis olunan topraklar karşılığında
askeri hizmetle yükümlü tutulan tımar ve zeamet sahiplerinin
ellerindeki tımarlara eşküncü tımarı adı verilirdi. Eşküncü
tımarlarının sahipleri, savaş zamanlarında cebelûleriyle birlikte savaşa
katılırlardı31. Bunun dışında; müstahfız tımarı, hizmet tımarı,
mensuhat tımarı vb. tımarlar da bulunmaktaydı. Bu tımar sahipleri
de çeşitli görevleri yapmakla yükümlüydüler.32