Osmanlı Ekonomik Yapısı ve Osmanlıdan Devralınan Miras

Buğra1

Kayıtlı Üye
Osmanlı Ekonomik Yapısı ve Osmanlıdan Devralınan Miras


Osmanlının son yıllarındaki ekonomik yapı yarı sömürge olarak değerlendirilebilir. Osmanlı İmparatorluğunun çarpık bir üretim yapısına sahip olmasının nedenleri arasında üretimin büyük ölçüde tarıma dayalı olması,sanayi devrimini ülkeye aktarmakta başarısız kalınması ve ülkede sanayinin mevcut olmaması, sermaye birikiminin yabancılar ve azınlıklar tarafından kullanılması sayılabilir. İmparatorluğun son yıllarında yoğun olarak yaşanan savaşlar ve ayaklanmalar da bu çarpık yapının oluşmasında öne çıkan faktörler arasında yer almaktadır. Bu genel ekonomik yapı içerisinde üretimin temelini teşkil eden tarımsal üretim ilkel koşullarda ve Pazar için değil içe dönük olarak gerçekleştirilmektedir. Toprak mülkiyetindeki değişme, ağır vergi yükü ve yaşanan savaşlar Osmanlı İmparatorluğunda tarımsal üretimde düşük bir verimliliğin düşmesine neden olmuştur.Öte yandan büyük ölçüde el sanatlarına ve esnaf biçimi örgütlenmeye dayanan, temel tüketim mallarının üretimine yönelmiş Osmanlı sanayi, Osmanlının dışa açılması ile batı Avrupa’dan gelen rekabete dayanamamış ve yıkıma uğramıştır. Ayrıca var olan az sayıdaki sınai tesisin mülkiyeti de yabancıların ve azınlıkların denetimindedir. Mevcut sanayi yapısı bu biçimde şekillenince Osmanlı İmparatorluğu ulaştırma alanında ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Temel ulaşım biçimi olan deniz taşımacılığı yabancıların elindedir ve İmparatorluğun son yıllarında demiryolu taşımacılığında tamamen yabancı sermaye ile ve çok büyük ayrıcalıklar tanınarak yatırımlar yapılmıştır. Karayolu açısından durum daha da kötü ve Anadolu’da bulunan yerleşim merkezleri arasında düzenli, her mevsim ulaşıma açık karayolu bulmak mümkün değildir.Kapütilasyon rejiminin uygulanması nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu serbest dış ticaret rejimini benimsemek zorunda kalmıştır. Bu durum hem dış ekonomik ilişkilerde hem de uluslararası siyasi ilişkilerde Osmanlı İmparatorluğunun güçlü devletlerin denetimine girmesine neden olmuştur. Bu tür bir rejim altında dış ticaret sürekli açık vermekte, ülke temel olarak tarımsal ürünler ve maden ihraç ederken, temel tüketim malları ve silah-cephane ithal etmektedir. Bu yapıya sahip bir dış ticaret rejimi ile Osmanlı ekonomisinin dış ilişkileri borçlarla varlığını sürdürebilir duruma gelmiştir.Bankacılık alanında tamamen yabancı sermayeye bağımlı olan Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde, sermaye birikimini azınlıkların ve yabancıların elinden çekebilmek amacıyla ulusal bankacılığın oluşturulmasına dönük, zayıf da olsa, teşebbüsler bulunmaktadır. Osmanlı devleti çağdaş anlamda bütçe prensiplerini uygulamaya koyamadığı için, sürekli borçlanmayla kapatılan gelir-gider dengesizlikleri yaşamıştır.Bu durum 1881 yılında ülkede kamu maliyesinin Düyun-u Umumiye İdaresi’nin denetimine geçmesi ile sonuçlanmış ve bu sayede gerek bağımsızlığın yitirilmesi, gerekse İmparatorluğun yıkımı süreci hızlanmıştır.




Planlı Dönem Öncesi Ekonomik Politikalar


Çok ağır koşullar altında kurulan Cumhuriyetle, hatta Şubat 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi’yle Türk Ekonomisinin düzenini belirleyecek ve yönlendirecek ana politika ilkeleri de ortaya konulmuştur. Kuruluş yıllarındaki koşullar, olanaklar ve tercihler çerçevesinde, ekonomik kalkınmada özel sektörün oldukça özendirici önlemlerle harekete geçirilmeye çalışılmıştır. Ancak uygulamada ortaya çıkan engel ve aksaklıklar, özel sektöre bağlanan umutları büyük ölçüde boşa çıkarmıştır. Lozan Antlaşmasının Kongre’de alınan kararların uygulanmasını önlemesi; kamu fonlarının kolaylıkla özel sektöre aktarılamaması; özel sektörün sermaye birikimi aşamasından çok gerilerde olması; yetersiz altyapı ve teknik bilgi ile yıllardan beri süren savaşların yarattığı yoksulluk bu dönemin ve özel sektörün başarısı önlemiştir.1930’lu yılların başlarında sanayileşerek kalkınma kararındaki Türkiye,bu hedefe “devletçilik” diye adlandırılan yöntemle varmaya zorlanmıştır.Gerek Sümerbank’ın kurulmasındaki düşünceler, gerekse Birinci ve İkinci Sanayi Planlarının stratejik amaçları, sanayileşmenin temelde içe dönük olduğunu ya da ithalatı ikame edici bir nitelik taşıdığını ve kurulacak sanayilerin yurtiçinde üretilen hammaddelere dayalı olduğunu ortaya koymaktadır.Savaş sonrası döneme ülke yeni ekonomi politika arayışlarıyla girmiştir.Bu dönemde çok partili siyasal yaşama geçilmesiyle başlayan yoğun ekonomi politikası tartışmaları, ekonomik yaşamda kamu ve özel sektörün yeri ve rolü üzerinde odaklanmıştır. Bu dönemdeki yeni devletçilik anlayışına göre, devletin özel girişimciliği açıkça desteklemesi, yönetim, güvenlik ve kamu hizmetlerinden başka ekonominin planlı kalkınması için önlemler alması ve bu süreçte gelişmenin yerli ve yabancı unsurlarına gerekli önemi vermesi söz konusu olmuştur. 1950-1962 arasında ise, yeni hükümet, “ liberal ekonomi” düzenini uygulamayı denemiştir. Hükümetin,bu ekonomi politika anlayışı, kendini en büyük ölçüde dış ticaret alanında göstermiştir: Dönem başında ithalat yüzde 75 oranında serbest bırakılarak iki yılda yaklaşık iki katına çıkmıştır. Serbestleşmenin bir başka yansıması para ve kredi alanında görülebilir: Dönem başındaki kredi hacmi 1958 yılında yaklaşık 6.7 katına yükselmiştir. Kredilerdeki bu artışın en büyük nedeni tarım sektörüne verilen kredilerdir. Kredi dağılımındaki bu tablo da sektörel öncelikte, sanayinin değil, tarımın esas alındığının açık bir göstergesidir.Dönemin başlarında, bir yandan ithalattaki artış, öte yandan tarım sektörüne sağlanan büyük kredi olanakları, yüksek taban fiyatları ve hava koşullarının elverişli gitmesi sonucunda tarımsal üretimdeki önemli artışlar dolayısıyla ülkede görülmedik bir bolluk yaşanmıştır.1954 yılına kadar çeşitli yollardan beslenen ekonomi, bu yıldan itibaren olumsuz sinyaller vermeye başlamış, hızla bir darboğaza sürüklenmiştir.Tarımsal üretimdeki artış duraklarken ithalat daralmaya ve dış ticaret açığı büyümeye başlamıştır. Bunda, belirli ölçüde dış ekonomik konjonktürün etkisi olmakla birlikte, büyük ölçüde sağlanan dış ve iç kaynakların uzun dönemli bir düşünüşle, verimli alanlarda, özellikle sanayileşmede yapısal dönüşüm sağlamada kullanılmaması etken olmuştur.Sonuçta fiyatlar genel düzeyi hızla yükselmiş ve enflasyonist baskılar artmıştır. Bu gelişmeler sonucunda uygulanmaya çalışılan liberal ekonomi politikası yerini, devletin geniş ölçüde denetim önlemleri aldığı “ müdahaleci” bir politikaya bırakmıştır. Kâr oranlarını belirlemek, ithalata kota koymak, Milli Korunma Yasasına başvurmak hükümetin aldığı başlıca önlemler olmuştur. Ekonomik durumun bozulması sonucunda, iç ve dış ekonomik güçlükleri ortadan kaldırmak ve ekonomiyi tekrar düzene sokmak için, sağlanan dış finansman kaynaklarıyla 4 Ağustos 1958 Kararları diye anılan “İstikrar Tedbirleri”nin alınması ve önemli oranda bir devalüasyon yapılması zorunda kalınmıştır. Alınan bu önlemler sonucunda, ekonomide bir durulma dönemi başlamıştır: Alınan dış yardımlarla dış ticarette ortaya çıkan darboğazlar önemli ölçüde genişletilmiştir. Bu arada iç ekonomide kredi piyasası yeniden düzenlenmiş, fiyatlar genel düzeyinde görülen istikrarsızlık da büyük ölçüde giderilmiştir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst