Osmanlı Başkentleri:1. Başkent Bursa

Mr.TyLér ||

Kayıtlı Üye
1. Başkent Bursa



OSMANLI İMPARATORLUĞU

Osmanlı Başkentleri

Bursa, Osmanlı'nın 1. Başkenti...

Osmanlılar'ın Hüdavendigar Vilayeti

1071 yılından sonra Anadolu'yu fethetmeye başlayan Selçuklular; bölgeye Asya'dan getirdikleri Türk boylarını yerleştirme çabalarına girdiler. Selçuklu İmparatorluğu'nun zayıflayıp dağılmaya başlaması üzerine kurulan Anadolu beyliklerinden Osmanlı Beyliği, kısa zamanda gelişip çevresindeki Tekfurlar'ın arazilerini de alarak güçlenip büyüdü.

Osmanlı Beyliği'nin kurucusu, 1258 yılında Söğüt kasabasında doğan Osman Bey'di. 1299'da Bilecik, Yenikent, İnegöl ve İznik de Beyliğin topraklarına katıldı. Altıyüz yılı aşkın hüküm sürecek olan Osmanlı İmparatorluğu'nun temelleri atılmıştı. Osman Gazi'nin başarılarıyla Osmanlı Beyliği'nin güçlenmesi karşısında kuşkulanmaya başlayan Bursa tekfuru Atranos, Bizans'tan dilediği yardımlara, Kestel ve Kite tekfurlarının güçlerini katarak 1301'de Koyunhisar'da Osmanlı ordusu ile çarpışmaya başladı. Savaşın galibi Osman Bey'in orduları oldu.

Artık Türkler'in hazırlıkları yavaş yavaş başlamıştı. Tekfurlar'ın bu olaydan sonra da birlik halinde çalıştıklarını gören Osman Bey, 1317 yılında kenti kuşatmaya doğru ilk adımı attı. Öncelikle deniz ilişkisinin kesilmesi gerektiğinden, Kaplıca tarafında bir kale yaptırıp, kardeşinin oğlu Ak Timur'u kumandan tayin etti. Osmarı Bey'in kölesi Balabancık da dağ tarafına yapılan kaleden sorumluydu. Bu bölgelerden halkın kente giriş ve çıkışları engellenmişti. Atranos Beyce kalesini yıkan Türkler, Pınarbaşı'na karargahlarını kurdular. Osman Gazi kuşatma için gerekenleri yaptıktan sonra kumandayı, oğlu Orhan Bey'e devrederek Yenikent'e döndü.

Kuşatma sekiz yıl sürdü. Hastalıklarla boğuşmaya başlayan Osman Gazi'nin sefere gidip savaşacak dermanı kalmamıştı. Oğlu Orhan Gazi'ye kenti ele geçirme emrini verdi. Orhan Gazi önce Evrenos Kalesi'ni aldı. Kale tekfuru dağlara kaçtı. Artık hedef Bursa'ydı. Orhan Gazi, Bursa tekfuruna Mihal Bey'i gönderip, teslim olmasını istedi. Tekfur, Orhan Gazi'den bağışlanmasını isteyerek, kıymetli elbiseleri ile kırk bin altın gönderdi. Orhan Gazi babasının onayını aldıktan sonra, Tekfur'un ailesinin ve adamlarının kaleden ayrılıp Gemlik sahiline ulaşabilmeleri için gerekli izni verdi. Tekfur ve beraberindekiler buradan bir gemiyle İstanbul'a doğru yola çıktılar. 1326 yılında Bursa artık Türkler'indi.

Kentin alındığı haberi, hastalığı çok şiddetlenen Osman Gazi'ye ölüm yatağında ulaştırılabildi. Saltanatı Orhan Gazi'ye bırakan Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk Sultanı yüzünde bir tebessümle yaşama veda etti. Bursa'nın alınması Osmanlı Beyliği için bir dönüm noktası olmuştu. Dedesi Ertuğrul Gazi'nin yaşamını yitirdiği 1281 yılında doğan Orhan bin Osman, artık Osmanlı sultanlarının ikincisiydi. Sultan'ın ağabeyi birgün huzura çıkıp, saltanat için üç şey yapması gerektiğini söyledi. İlki, adına sikke bastırmaktı. İkincisi diğer insanlardan farklı kıyafetler giymek, üçüncüsü ise yaya askerine hazineden uIufe tayin etmekti. Önceleri sikke, Selçuklu sultanları adına bastırılırdı. 1328'de Orhan Gazi, adına sikke bastıran ilk Osmanlı Sultanı oldu. Kılık kıyafette de yenilikler yapıldı. Kırmızı ve siyah renklerde giysileri olan askerler, artık beyaz renkte üniformalar giymeye başladılar.

Bithynia, Roma ve Bizans'ı yaşayan Bursa, 1335 yılında Osmanlı'ya ilk başkent oldu. Saltanatı yaklaşık 35 yıl süren Orhan Gazi, 1360 yılında yaşama veda ederken, yerini oğlu Murad'a bıraktı. 1326 yılında doğan Sultan Murad han bin Orhan bin Osman Gazi, Osmanlı sultanlarının üçüncüsüydü. Hüdavendigar adıyla ünlenmişti.

1362'de Edirne kenti ele geçirildi. Murad-ı Hüdavendigar bir gece düşünde, ak sakallı, nur yüzlü bir kimseyle yarenlik ederken, o kişi ona Edirne'de bir saray yaptırmasını söylediğinden, Edirne'de büyük bir saray inşa ettirildi. Daha sonra başkentliği Edirne üstlendi. Sonraki yıllarda da Bursa önemini hiç yitirmedi.

1399'da Yıldırım Bayezid, su tedavisine çok önem verilen Bursa Darüşşifası'nı kurdu. 1402'de kente giren Timur orduları medrese, cami gibi binalara büyük zararlar verdiler ve kentte yangınlar çıkardılar. 1429'da veba salgını kenti kasıp kavurdu. 1482'de Cem Sultan Bursa'da 18 günlük sultanlığına başladığında kendi adına para da bastırmıştı. Yetişen II. Bayezid ordularıyla çarpışmaya mecbur kalan Cem, kenti yenilmiş olarak terketti.

YAPILAR

Bursa üslubu

Osmanlı yapı sanatında, önce zaptedilen Bizans ülkelerinin mimarisine doğru bir eğilim gözlendi. Bu ülkeler, yeni sahiplerine aynı zamanda eski mimari tekniğinde ustalaşmış olan birçok duvarcı, oymacı ve zanaatçılar da vermişti. Bu yeni yapılar, Anadolu beyliklerinin anıtlarından farklıydılar. Ve Bursa üslubu böyle doğdu. Bursa mimarisi İstanbul'un fethinden sonra da yaşadı. Edirne ve İstanbul'daki ilk anıtların yapımında genellikle bu üslup kullanıldı. T biçimi plana uygun yapı tipi de 14. yy'da gelişti ve Bursa'daki "selatin camileri"nin hemen tamamı bu plana uygun olarak inşa edildi. Üst kısmından yüksek horizontal bir hatla bağlanan "Bursa kemeri" ise, iki çeyrek daireden oluşur, fazla bir taşıma gücüne sahip olmadığından daha çok dekoratif işlerde kullanılırdı.

Ulucami

Bursa Ulucami, ilk devir İslam mimarisinin payeler ve sütunlar üzerine düz çatı ile örtülü avlulu camiler gurubuna girer. 1399'da Yıldırım Bayezid tarafından mimar Ali Neccar'a yaptırılan Ulucami, 20 kubbe, iki büyük minareden oluşan beyaz renkli heybetli bir camidir. Her biri dört köşeli 12 ayak üstünde duran hemen hemen birbirine eşit kubbelerinden ortadakinin üstü camlıdır. Cami'de ünlü hattatlar tarafından yazılmış yüzdoksaniki adet sabit veya levha olarak yazı vardır.

Yeşil Camii

Bursa üslubu, Yeşil Cami ile başlamaktadır. Yeşil Camisi, Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1419'da mimar Vezir Hacı İvaz Paşa'ya yaptırıldı. Çini ustası Mecnun Mehmed'dir. Ön yüzü, pencereleri, kapısı, kitabeleri, kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Bursa ve İznik'teki ilk camilerde, Doğu sanatlarına özgü her türlü abartılı süslemelerden uzak, uyumlu ve sade bir tarz kullanıldı. Osmanlı süsleme sanatının düzenlemedeki güzelliği de giderek yeni ustalarını kazandırdı. Osmanlılar devrinde ilk nakkaş, 1423'de Yeşil Cami'nin bütün süslemelerini yaparak Ali İbn İlyas Ali adıyla tanındı.

Muradiye Camii

İkinci Murad'ın 1426-1428 yılları arasında yaptırdığı Muradiye Camisi, ters T planı ve bütün özellikleri ile Bursa mimari üslubunu taşır. 1855 yılında Bursa'ya büyük zarar veren depremde, Muradiye Camisi'nin de kubbeleri ve iki minaresi yıkıldı. 1902 yılında yeniden yapılırken, mihrab ve minberde günün modasına uygun olarak rokoko süslemeler kullanıldı.

Emir Sultan Camii

Emir Sultan Camisi'nin avlu revaklarında görülen ahşap kaş kemerler, Bursa kemerinin en güzel örneklerindendir. İznik ve Bursa'da yapılan dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenerek, üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirildi.

Sivil mimari

Orhan Bey'in Bursa'yı fethinden sonra gelişen mimari tarzıyla yapılan değerli evlerde, süsleme hemen göze çarpardı. Çoğunun şömineleri vardı. Bu evlerin pencereleri yukarıda olup, alçı arasına renkli camlar yerleştirilir ve ahşap bir çerçeve ile çevrilirlerdi. Bursa evlerinin belli başlı süslemesi, duvarlarda, tavanlarda ve dolap kapaklarında bulunurdu. Ondokuz ve yirminci yüzyılın ilk dönemlerinin ürünü sivil mimarlık örnekleri kentin çok zengin bir kültür mirasına sahip olmasını sağladı.

YAŞAMIN RENKLERÎ

Portreler Bursa göçleri en fazla yaşayan kentlerden biri oldu. Nüfusunu tarihin gelişimi içinde buraya göçen, farklı yerlerden gelen çeşitli halklar ya da topluluklar renklendirdi. Orta Asya'dan Anadolu yarımadasına gelen Türkler de bir göç yoğunluğu yarattılar kentte. Göçler, 1530-1575 arasında kentin nüfusunu iki katına çıkardı.

Ortaçağ'dan kalma köylerde Rumlar yüzyıllardan beri yaşamaktaydı. Mora'nın fethiyle Fatih döneminde de kente Rum göçmenler yerleştirildi.

İlk kez Orhan Bey zamanında Kütahya'daki Ermeniler buraya geldi. Fatih Sultan Mehmed tarafından 1461'de İstanbul'da kurulan Ermeni Patrikhanesi'ne Bursa Metropoliti Ovakim Patrik seçildi. Yahudi ve Rumlar'a tanınan yetkiler onlara da verildi. Süryani, Habeş ve Kıpti kiliseleri de bu Patrikliğe bağlandı. 19. yy. başından başlayarak Doğu'da yaşayan Ermeniler Bursa'ya yoğun olarak göç ettiler. Bursa'daki Ermeniler'in çoğunluğu Setbaşı bölgesinde yaşamaktaydı. Vali Hacı İzzet Paşa'nın çıkardığı, yarı resmi sayılacak Bursa'nın ilk gazetesi Hüdavendigar'ın 82. sayısından başlayarak bir bölümü Ermenice olarak yayımlanmaya başladı. Bursa'da M.Ö. 79 yılında Yahudiler'in bir kolonisi olduğu söylenmekle birlikte,kentte asıl güçlerini, Sultan Orhan'ın, Bursa'yı başkent yaptıktan sonra verdiği bir mahalle ve sinagog inşa etme izni ile birlikte kazandılar. Yahudiler'in büyük bir bölümü, ticaret, terzilik ve bankerlikle uğraşırken, bir bölümü de kuyumculuk yapmaktaydılar. 1877-1878 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı'nda işgale uğrayan Rumeli ve Kafkasya'daki Müslümanlar'ın büyük bir çoğunluğu da Bursa'ya göç ettiler. Yalnızca Rusçuk'tan otuz bin göçmen geldi. Bu göçmenlerin çoğu Gürcüler ve Tatarlar'dı. Kafkasya'dan gelenler Yıldırım, Kazan'dan gelenler Mollaarap, Kırım'dan gelenler ise Alacahırka'ya yerleştirildiler. Bursa'da çok eski tarihlerden beri Kıptiler de yaşamaktaydı. Hıdırellez günü, Uludağ eteklerindeki Kireç Ocakları bölgesine çıkıp eğlenceler düzenlerler ve başkanları Çeribaşı'nı seçerlerdi. Kanberler ve Demirkapı mahallelerinde yaşarlardı.

Yirminci yüzyılın başında, Bursa'da; Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan, İspanya, İtalya, Fransa, Belçika, Yunanistan ve İran'ın konsoloslukları bulunmaktaydı. Yine aynı tarihlerde yapılan sayımda nüfusun % 9.84'ünü Rumlar, % 6.66'sını Ermeniler, %18'ini diğerleri, geri kalan bölümünü Müslüman Türkler oluşturmaktaydı.1903 yılında, Vilayet Genel Meclisi'nde, Müftü Ali Rıza Efendi ile birlikte, Rum Metropoliti, Ermeni Başpiskoposu Natalyan Efendi, Ermeni Katolik Murahhası Arşoni Efendi, Piskopos Artin Efendi, Hahambaşı Moşe Hayim Efendi de vardı. Bursa merkezde çalışan diplomalı hekimlerin 5'i Türk olup, toplam 19 kişiydiler. Toplamı 17 kişi olan eczacıların ise 4'ü Türk'tü.

Bursa'nın renklerinden biri de her yıl yapılan sümbül bayramı kutlamalarıydı. Kentin çevresini göz alabildiğine saran sümbül bahçelerine halk hoşça bir zaman geçirmek için giderdi. Bu bahçeler, haftanın üç günü kadınlara, dört günü de erkeklere açık tutulurdu. Kentin bütününün sümbüle büründüğü 1869 yılının bir bahar günü, Bursalı kadınlar bahçelerden birinde şarkılar söyleyerek eğlenirlerken, aralarına iki erkek girer. Konu Bursa Adliyesi'ne yansır. Sorguya çekilenler yabancı olduklarını, bu nedenle o gün çiçek bahçelerini gezmenin erkeklere yasak olduğunu bilmediklerini söyleyerek kendilerini savunurlar. Gerekçeleri nedeniyle affedilirler ama olay Bursa Mahkeme-i Şeriyesi'nin kayıtlarına geçer.

Bursa'nın çok eski yıllardan süzülüp gelen zengin yemek kültürünün içinde kuşkusuz en ünlüsü kebaptır. 1836'da Bursa'yı gezmeye giden Helmut von Moltke, Türkiye Mektupları'nda kebabın lezzetinden ve ucuzluğundan söz eder: "... Öğlen yemeğimizi tam Türk tarzında, kebapçıda yedik; ellerimizi yıkadıktan sonra masa başına değil, masanın üzerine oturduk. Bu sırada bacaklarımı nereye koyacağımı bilemiyordum. Derken tahta bir tepsi üstünde kebap, yani şişte pişirilmiş ve ekmek hamuruna sarılmış küçük koyun eti parçaları geldi. Çok lezzetli bir yemek bu. Bunun üstüne de bir tabak mükemmel tuzlu zeytin, bir helva, yani Türkler'in çok sevdiği tatlı ve bir çanak şerbet (içine bir parça buz atılmış, suda haşlama üzüm). İştahı açık iki yiyici için topu topu 120 para yani 5 şilin tutarı bir yemek bu. "



Sürgünler kenti

Ondokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Bursa, eski başkentlik günlerini çok gerilerde bırakmış, güzel yapılarla oluşan sokak dokularının ve yeşilin her tonunun sahibi olan Bursa artık bir sürgünler kentine dönüşmüştü.

Mevlanazade Rıfat, uzun seneler yurt dışında yönetime karşı çalışmalarını sürdürdükten sonra, kaçarı olmadığını anlayarak, İstanbul'a gelip, polis müdüriyetine teslim olmuştu. Sıkıyönetim mahkemesinin hakkında daha önceden vermiş olduğu karar hükmü gereğince Bursa'da oturmaya mahkum edildi. Bu sürgün cezası ancak, Sultan II. Abdülhamid'in 27 Nisan 1909'da tahttan indirilmesi ve yerine 35. Osmanlı Sultanı olarak V. Mehmed Reşad'ın geçirilmesiyle sona erecekti. Yeni Sultanın tahta çıkmasından sonra, herkesle beraber Mevlanazade Rıfat da affa kavuşarak Bursa'dan İstanbul'a döndü.

1906-1909 yılları arasında Bursa'da valilik yapan Mehmet Tevfik Bey'in anılarında da başka sürgünlerin izlerine rastlamak mümkündür. Mehmet Tevfik Bey, Sultan Murad'ın kızlarından Fehime Sultan'la olan ahbaplıklarından söz ederken, dostluklarının önemli bir nedeni olarak, vaktiyle Bursa'ya sürülmüş olan ve Sultan'ın eski günlerinden tanıdığı üç kızkardeşe yaptığı iyilikleri göstermektedir. Biri Sultan Abdülhamid'in, diğeri Reşad Efendi'nin saraylılarından olan, üçüncüsü ise bu iki kardeşin ablaları olup, saray dışında yaşayan üç kızkardeş kendilerine Bursa'da bir ev alınıncaya kadar vali Mehmet Tevfik Bey'in evinde ağırlanırlar.

Gazi Osman Paşa'nın ikinci oğlu Kemaleddin Bey'in sürgüne gönderilme hikayesi ise ibret vericidir. Kemaleddin Bey, Sultan II. Abdülhamid'in kızlarından Naime Sultan'la evlidir. Bir ara hastalanan Naime Sultan'a, eve gelen Dr. Hakkı Şinasi Paşa tedavi amacıyla "kakodilat" enjekte eder. Bu arada damat Kemaleddin Bey ile ilgili, karısı Sultanla birlikte oturdukları sarayın yanıbaşındaki diğer sarayda yaşayan Sultan Murad'ın en büyük kızı Hatice Sultanı sevmekte olduğu ve onunla evlenebilmek için doktora talimat vererek hasta karısı Sultana zehir şırınga ettirdiğine dair bir dedikodu yayılır ve hatta saraya jurnal verilir. Tıpta bunun bir ilaç olarak da kullanıldığı söylense bile Abdülhamid'i ikna etmek mümkün olmaz. Kemaleddin Bey karısından boşatılarak Bursa'ya sürülür, Dr. Hakkı Şinasi Paşa da başka yerlere. Kemaleddin Bey, Bursa'da kendisi için kiralanmış bir evde yaşamaya başlar, dışarı çıkması yasaktır. Hünkar yaverlerinden Mustafa Paşa adında bir Mirlivanın denetimi altında Padişah tüfekçilerinden değişik rütbeli birkaç subay Kemaleddin Bey'in kontrol altında tutulması görevini üstlenirler. Hepsi birlikte aynı evde yaşarlar. Bu ünlü mahpusla dışarıdan hiç kimse gidip görüşemez, irade olmadıkça vali bile gidip hatırını soramaz.

Yine Sultan Murad'ın vefatından sonra gözdelerinden biri ile sayıları bir hayli fazla olan kalfaları, kendilerine onar lira maaş bağlanarak Bursa'da sürgüne gönderilmişler, her birine birer ev alınacağı söylenmiş, talib olanlarla evlendirilmeleri de irade edilmişti. Çok sayıdaki bu kadınların herbirine Bursa'da evler alınıp, teker teker yerleştirilmeleri zaman alacağından, geldiklerinde hepsinin bir arada oturmaları için iki konak tutulmuştu.

Vilayet mektupçusu ile Maarif Müdürü de Bursa'ya sürülmüş memurlardandı. Necmeddin Molla'nın ağabeyi Ali Ata, bir gün Boğaziçi vapurlarından birinde yolculuk ederken, yanında oturan tanımadığı adamın sigarasından kendi sigarasını yakmıştı. Kim olduğunu bilmediği bu adamın veliahd Reşad Efendi'nin adamlarından biri çıkması ve durumun jurnallenmesi ile o da Bursa'ya sürülenler kervanına katılmıştı.

Bütün bunlardan başka, o sıralarda Bursa'ya sürülmüş ünlü Fehim Paşa ile birlikte merkezde ve çevrede daha başka sürgünler de vardı.

TİCARET ERBABI

Çarşılar

Bursa'nın fethinden sonra Orhan Gazi'nin yaptırdığı külliyenin içinde, kentin ilk bedesteni olan ve dokuma ürünleri satılan Emir Hanı vardı. Daha sonra bedesten Yıldırım Bayezid tarafından yapılan yeni yerine taşınınca, değişik esnafı barındıran diğer çarşılar bu bedestenin etrafında yer aldılar. Hacı İvaz Paşa Çarşısı'nda; keçeciler, Sipahi Çarşısı'nda; yorgancılar, Gelincik Çarşısı'nda; hallaçlar ve terziler, Atpazarı'nda; hayvan alım satım işleri ile uğraşanlar, Kapan Çarşısı'nda; meyva alım satımı yapanlar, Tahıl Pazarı'nda; kuruyemişçiler ve Tahıl Hanı yakınında da ünlü Bursa baçakçıları bulunurdu.

Uzunçarşı, Bitpazarı, Tahtakale, Tavukpazarı, Bakırcılar çarşıları ve Pirinç Hanı, Tuz Hanı, İpek Hanı, Koza Hanı Bursa'da ticaretin can damarlarıydılar.

Esnaf

Bursa'da her iş kolunda hizmet veren esnaf, kendilerini denetleyen, sıkı kontrol altında tutan örgütlere bağlıydılar. Bu örgütler işinin ehli olmayanların dükkan açmasına izin vermezler, işinin ehli olan ustaların yarattıkları ürünlerin de başkaları tarafından kopya edilmesini engellerlerdi.

Esnafların işyeri açabilmeleri de uzun yıllara ve çıraklık, kalfalık ve ustalık aşamalarını geçmelerine bağlıydı. Büyük bir disiplinle yetiştirilen bu insanlar her yükselişlerinde onurlandırılırlardı. Çıraklar kalfalık hakkı kazandıklarında ustaları tarafından her sanatın kendi Kethüdasına, Yiğitbaşına ve diğer esnafa durum bildirilirdi. Davetliler kentin değişik mesire yerlerinde yemekli, şenlikli, güreşli eğlenceler düzenlerler, dualarla Yiğitbaşı çırağa peştemal bağlayarak kalfalık verirdi.

Bu kalfaların daha sonraki yıllarda ustalığa yükselmeleri yalnızca uzun yıllara ve büyük başarılara bağlı değildi. Her meslek gurubunun ustaları belli sayılarda olduğundan, yeni gelecek kalfaya yer bulunması gerekir, ancak bir usta öldüğünde veya işi kapattığında bu şans yakalanabilirdi. Açılan yere en kıdemli kalfa yine törenlerle usta olarak seçilirdi.

1833 yılında Konstanz Bey'in ve 1843 yılında Boduryan Efendi'nin ipek fabrikaları ile birlikte kentte yavaş yavaş endüstrileşmeye doğru bir geçiş yaşanmaya başlandı.

İpek böcekçiliği

Bağcılık, meyvacılık, maden suları, sütlü mamuller, Gemlik ve Mudanya'da zeytincilik gibi pek çok tarıma dayalı zenginliği olan Bursa, civarında yetişen dut ağaçları nedeniyle de ipek böcekçiliği için biçilmiş kaftandı.

İpek, kumaş olana kadar üretimi büyük emek isteyen bir ticaret dalıydı. İpekçiliğin, ön üretimi olan tohumculuk ve kozadan başlayarak, her aşaması bir riskti. Nitekim, önce Fransa'da baş gösteren ve 1860'lı yıllarda da Bursa'ya kadar ulaşan Karataban hastalığı kent ve etraf böceklerini kaplamış ve ürün günden güne azalmıştı. Bu felaket, ipekböcekçiliği yapanları zor duruma düşürmüş, pek çok bölgede dut ağaçları sökülmeye başlanmıştı. Hemen arkasından çarenin Fransa'da bulunduğu haberleri geldi ve hastalıksız tohumlar getirildi. Böylece bir müddet bu dert geçiştirildi. Daha sonrasında ise, bu tohumlarında hastalıklı oldukları anlaşıldı.

2 Nisan 1888 tarihinde Şehreküstü mahallesinde Kazaz Ahmet Muhtar Efendi'nin evi kiralanarak o zamanki adıyla Harir Darüttalimi adı verilen mektep açıldı. 1889 yılında ilk mezunlarını verdi. Mektep, daha geniş olan Setbaşı semtinde Burdurizade Osman Efendi'nin evine nakledildi. 1894 yılında Maksem civarında inşa edilen binaya taşınarak adı İpek Böcekçiliği Enstitüsü oldu. Enstitü'nün idaresine getirilen Torkumyan Efendi, Pastör usulü tohum üretimi konusunda Bursa'da başarılı hizmetler görerek, çok sayıda öğrenci yetiştirdi.

Atkılı tezgahlarda dokuma

Osmanlı İmparatorluğu'nda dokumacılık merkezi olarak ilk akla gelen yer Bursa idi. 1850'lerin başında bu kentte buhar ve su gücü ile çalışan Avrupa'daki benzerleri gibi kurulmuş 14 ipek fabrikası vardı. Aynı cinsten Mudanya'da da iki fabrika vardı. Bursa'da tül işleyen, saf ve karışık ipek dokuyan 150-200 kadar tezgah çalışmaktaydı.

Bursa kumaşları üretiminde kullanılan atkılı tezgahlar çok basitti. Dikdörtgen bir çerçeve, bu çerçevenin üstünde iplikleri geren ve altında kumaşı saran iki merdane. Sırasıyla harekete geçen iplikleri dengeleyen ve gergin durmasını sağlayan kurşundan ağırlıklar. İpliklerin arasından geçen mekik. Bunları hareket ettirebilecek tezgah başındaki zanaatkar tarafından kullanılan bir pedal. Ağırlıklar hariç herşey ahşap.

Bursa, Bilecik ve Üsküdar'da çatma diye adlandırılan bir cins kadife kumaş dokunurdu. Bursa'da dokunan yünlü kumaşların, ipekli kumaşların ve diba adı verilen sırmalı ipek kumaşların, her cins kadifenin ünü dünyaya yayılmıştı. Dokumalarıyla namlı olan Çin bile Bursa'dan kumaş satın almış; Macaristan, Polonya, İtalya ve Balkan ülkelerinin pazarları Bursa kumaşlarıyla dolmuştu. 16. yy'da Bursa tezgahlarında dokunan kumaşlar ve kadifeler her yerde aranıyor, olağanüstü bir zenginlikte dokunan dibalar, kadifeler, canfesler padişahlara, şehzadelere yapılan elbiselerde kullanılıyordu. Burada dokuma ustaları lonca halinde teşkilatlanmışlardı. Dokumalar satışa çıkarılmadan önce ciddi bir kontrolden geçirilir, her kumaş damgalanırdı. Aranılan niteliklere sahip olmayan kumaşlara ise devlet el koyardı. Her atölye belli bir kumaş türünde ustalaşmıştı. Yabancı ülkelerden getirilen pamuk ipliği de ciddi ve sıkı bir incelemeden geçirilirdi. Pamuk ipliği her cumartesi günü Ulucami'nin avlusunda kurulan pazarda, ipek kozaları ise Koza Hanı'nda satılırdı.

18. yy'da başlayan yabancı rekabeti tezgah sahiplerini daha ucuz kumaş üretimine zorladığından, Bursa'nın eski dokumaları ve kumaşları giderek iyi vasıflarını kaybetti.

OKULLAR

Misyoner okulu

1834 yılının Ekim ayında, Amerikalı misyonerler önce İstanbul Pera'da bir erkek lisesi açmışlardı. Burası merkez olarak ele alınıp, 1839 yılına kadar, İzmir, Bursa ve Trabzon'da da okullar açıldı. Ders programları Batı'daki okulların programlarına uygun olan bu okullar kısa sürede kendini kabul ettirdi. Bursa'daki Amerikan Kız Okulu'nda 70 öğrenci okuyordu. Okulun 1893 yılı ders programında birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarda okutulan dersler; Rumca veya Ermenice, aritmetik (Rumca veya Ermenice), coğrafya (Rumca veya Ermenice), İngilizce, geometri, botanik (İngilizce), fizik, astronomi (İngilizce) ve tarih (İngilizce)'di.

Işıklar Askeri Lisesi

Okul 1845'de, Sultan Abdülmecid'in buyruğu ile bugünkü Heykel Meydanı'nın bulunduğu yerde kurulmuştu. Daha sonra Işıklar semtinde, alt katı kâgir, üst katı ahşap olarak inşa edilen bina, 10 Haziran 1892'de, Vali Münir Paşa tarafından açıldı. 1894'de bu yapılara ikinci bina da eklenerek 500 öğrenci alacak duruma getirildi. 1911'de hastane kısmı da eklendi. İşgalde Yunan askerleri tarafından ahır olarak kullanılan bina, 11 Aralık 1922'de Askeri İdadi adı ile yeniden açıldı. Adını bulunduğu bölge olan Bursa'nın en eski mahallelerinden birinden alarak, Işıklar Askeri Lisesi diye bilindi. Bir tepe üzerinde kurulu semtin adının ise, önceleri Aşıklar Tepesi olduğu, giderek Işıklar'a dönüştüğü söylenmektedir.

Hamidiye Senayi Mektebi

10 nisan 1869 günü Filibos mahallesinde Türkmenoğlu Konağı'nda Senayi Mektebi açıldı. Islahhane adı ile çağrılan bu okulda önceleri yalnızca dokumacılık öğretildi. İlk üretim olarak jandarmalar için elbiselik kumaş dokundu. Daha sonra kunduracılığın öğretilmesi için İstanbul'dan öğretim görevlileri ile birlikte yeni aletler getirildi. Giderek çalışmaları ile dikkat çekmeye başlayan Hamidiye Senayi Mektebi'nin ders programlarına 1900'lü yıllardan sonra Fransızca ve musiki dersleri de eklendi ve okulda bir bando kuruldu. 1906 yılında ise Hükümet Caddesi'nde okulun bir satış mağazası açıldı. Okulu geliştirmek için neredeyse tüm Bursa halkı seferber oldu. Piyango tertip edildi ve Atıcılar mevkisinde düzenlenecek hayvan pazarından alınacak pazar resmi okula bırakıldı. 1906 yılında Bursalı Necip ve İstanbullu Mirat Efendiler, Avrupa'da imal ettirdikleri sigara kağıtlarını Hamidiye Senayi Mektebi Sigara Kağıdı adı altında satmak için ruhsat aldılar. Bu satışın tüm geliri de mektebe bırakılacaktı. Mektep ilk açıldığı konakta iki yıl kaldıktan sonra Tophane semtine taşındı.

Mülkiye İdadisi

1885'de Mülkiye İdadisi adıyla bir erkek lisesi kuruldu. 1888 Temmuzu'nda dördüncü sınıftan beş efendi mezun verdi. Bu dört sınıflık okul 1890-1891 ders yılı sonuna kadar devam etti. 1891-1892 ders yılında yedi sınıflı oldu. 1901-1904 seneleri arasında kimyahane, yatakhane, yemekhane, teneffüshane bölümleri yapıldı ve 1906 yılında da hamam kısmı tamamlandı. 1909'dan sonra adı Mektebi Sultani oldu.

Ziraat Mektebi

Vali Mahmut Celaleddin Paşa tarafından, tarım konusunda bilgili elemanlar yetiştirmek üzere, 1891 yılının Mart ayında Hamitler Köyü Topal Mehmet Ağa'nın arazisinde Hüdavendigar Numune Çiftliği Ziraat Mektebi 20 öğrenci ile öğretime başladı. Bu tarihten sonra okuldan uzun yıllar yaklaşık her yıl tatbiki eğitim alan 15 öğrenci mezun oldu.

1904 yılında, Mülkiye İdadisi'nde 325, Hamidiye Senayi Mektebifıde 150, Ziraat Mektebı' nde 78 öğrenci okumaktaydı. 1905'de Hamidiye Medresesi Muallimini adı ile bir okul açıldı. Daha sonra okul Darülmuallimin adını aldı.

KAPLICALAR

Roma'dan Bizans'a

Bursa'da ilk hamamın Romalılar döneminde yapıldığı, Romalılar'ın ilk Bursa valisi Plinius tarafından yazılan bir mektuptan anlaşılmaktadır. Doğu Roma imparatorlarından I. Jüstinyen zamanında da Bursa imar edilirken Pythia'daki (Çekirge) sıcak su kaynakları halkın kullanımına açıldı. Bu bölgedeki hamamlar Bizanslılar döneminde daha da önem kazandılar.

Osmanlı geleneğinde kaplıcalar

Evliya Çelebi Bursa'nın sudan ibaret olduğunu söyler. Osmanlılar döneminde Bursa'nın ilk kaplıca inşaatı, Jüstinyen'in iki kubbeli hamamına, Muradı Hüdavendigar'ın 1511'de iki kubbe daha ilave ettirmesiyle başladı. Saray erkanından, İstanbul'daki tanınmış kişilerden ve büyükelçilerden, seyahate çıkmış yabancı prenslere, yabancı alim ve yazarlardan, devlet adamlarına kadar pek çok kişi bu şifalı sulardan nasiplerini almak üzere Bursa'ya gelirlerdi. Bursa valisi Mehmet Tevfik Bey kaplıcalara gelen, Alman İmparaton.ı II. Wilhelm'in eşi Augusta'nın erkek kardeşi Duc de Holstein ve eşini 6 Mayıs 1906'da, Bonapart ailesinden Prens Victor Napoleon'u 7 Haziran 1908'de, Carl Eduard Saxe Cobour dük ve düşesini de 4 Temmuz 1908'de ağırladı.

Soyunma yeri olarak bir giriş salonu veya camekân, bir soğukluk, bir de asıl yıkanılan yer halvet kısmından oluşan Bursa kaplıcası, Arif in divanında:

Girenler içinde kalur
Suyun dökünse can bulur
Nicelere derman olur
Kaplucası Bursa'nın diye tanımlanır.

Helmut von Moltke'nin Türkiye'den babasına yazdığı bir mektupda ise aynen şöyledir: "Türk hamamlarının keyfini sana evvelce yazmıştım. Bursa'dakiler suni değil, tabiattan öyle sıcaktır ki insanın büyük, dupduru havuza girince haşlanmadan dışarı çıkabileceğine önceden inanmayacağı gelir. Girdiğimiz hamamın terasının harikulade güzel bir seyri vardı ve öyle rahattı ki insan bir türlü ayrılmak istemiyordu."

YOLLAR

Marmara'ya kucak açan kıyılar

19. yy'da Hüdavendigar vilayetinin merkezi Bursa'ydı. Merkeze; Balıkesir, Karahisar-ı Sahip, Kütahya kazaları ve Gemlik, Pazarköy, Mudanya, Yalova, Karamürsel, Tirilye, Bilecik, Lefke, Gölpazarı, Söğüd, Mihaliç, Kirmasti, İnegöl, Yarhisar, Yenikent, İznik, Pazarcık sancakları bağlıydı.

Bu kadar geniş topraklara sahip vilayetin Marmara Denizine ulaştığı önemli üç iskelesi vardı. Gemlik, Samanlı dağlarının denize doğru uzanarak Bozburun'u oluşturduğu yerden başlayan körfezin sonunda olup, evveldenberi tersaneleriyle ünlüydü. Gemlik'in poyraza kapalı bulunan limanı gemiler için sığınma yeriydi. Daha Kuzey'de bir iskele olan Yalova, karayolu ulaşımının zorluğu açısından pek kullanışlı değildi. En çok kullanılan iskele ise, Bursa Ovası'nın Marmara Denizi'ne açıldığı bir kapı olan, dutluk, zeytinlik ve bağlarla kaplı bölge Mudanya'ydı. Adı, Evliya Çelebi'ye göre Konstantiniyye tekfurunun kızı Mudanya'dan gelmekteydi.

1850'li yıllarda, sakin bir havada İstanbul'dan sekiz saat süren bir yolculuktan sonra Mudanya'ya varılırdı. Poyrazın sert estiği günlerde ise, Bozburun'un önünde kabaran dalgalar bu seferleri yapan küçük gemilerin körfezin girişinde sabahlamalarını gerektirir, Mudanya'ya ancak ertesi gün varılabilirdi.

Karayolu

Mudanya'ya gemiyle gelen kişinin, karaya ayak bastıktan sonra yalnızca atla Bursa'ya ulaşabilmesi mümkündü. Etrafı bağlık bahçelik verimli bir kara parçası olan yol boyunca, uzun bir zaman Marmara Denizi'nin çekici manzaraları, denizi çevreleyen tepeler görülürdü. Yumuşak bir eğimden sonra deniz manzaraları biter, bu defa da ileride servi ağaçlarıyla dolu bir ovadan yükselen kent görünürdü. Olympos'un ormanlarla kaplı dik yamaçları üzerinde can bulan bu kentte yüzden fazla beyaz minare ve yuvarlak kubbe göze çarpardı.

Bursa'ya iyice yaklaşıldığında bir köprüye ve Nilüfer Irmağı'na ulaşılırdı. Bu ırmak, koyu renk yapraklı dev gibi ceviz ağaçlarının, açık yeşil çınarların, zengin çayırlıklar ve dutlukların arasından kıvrıla kıvrıla akardı. Bursa'ya yaklaşan her adım birbirinden daha çekici yeşil sürprizler sunardı.

Demiryolu

Osmanlı yöneticilerinin demiryoluna verdikleri önem 19. yüzyılın ikinci yarısında iyice artmıştı. Sultan Abdülaziz, 1871 yılında demiryolu ile ilgili bir irade yayımlattı. Gerçekleştirilmesi düşünülen ana hat İstanbul-Bağdat arasındaydı. Kurulan Asya Osmanlı Demiryolları'nın başına da Alman mühendis Wilhelm von Pressel getirildi. Pressel'in projesi Haydarpaşa'dan başlıyor, bu ağın içinde Bursa-Mudanya hattı da yerini alıyordu. Mudanya'dan Bursa'ya doğru raylar döşenmeye başlandı. Bu hat, 1874 yılında bitirilebildi. Bursa'ya ulaşabilmek için 185.000 Osmanlı Lirası (4 200 000 Frank) masraf yapılmış ancak demiryolunun işletmeye açılması mümkün olamamıştı. Proje bir müddet için rafa kaldırıldı. Yarım kalan hattın inşasına 17 yıl sonra başlanabildi. İmtiyazı almış olan M. Nagelmakers, Bursa- Mudanya Osmanlı Demiryolları, Şirketi'ni kurarak hattı 1892 yılında hizmete açtı.

Bu yeni yolculuk biçimi ile Mudanya'dan kalkan tren iki saatte Bursa Acemler istasyonuna varırdı. Bu demiryolunu işleten yabancı şirket olduğundan, tarifeler de alafranga saate göre yapılırdı. Bu durum karışıklıklara neden olduğundan 5 Eylül 1892'de şirket tarafından çıkarılan bir yazı ile halk uyarılarak alafranga saate göre yolcuların kendilerini ayarlaması istendiyse de genel istek üzerine sonradan alaturka saate çevrildi.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst