'Kartaliçe
Bayan Üye
Dönemin Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, AK Parti'yi kapatma davasına giden süreci anlattı. Can, Yargıtay'da hakkında dosya tutulmayan tek partiyi de açıkladı.
AKP davasının perde arkasında neler yaşandı?
Dönemin Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, Habertürk'ten Balçiçek İlter'e AKP kapatma davasının perde arkasını anlattı...
Doç. Dr. Osman Can... AK Parti kapatma davasının raportörü olarak gündemimize girdi. Öyle zehir zemberek bir rapor koydu ki ortaya parti kapatılmadı, kapatılamadı. Kimi Cemaatin adamı dedi, kimi AK Partiden bakanlık sözü aldı buyurdu. O ise karşılaştığı onca çarpıklığa rağmen hukukun üstünlüğüne inandı ve inanmaya devam ediyor. Bir taraftan sivil anayasa için çalışmalar yapıyor, kitaplar yazıyor, bir taraftan Marmara Üniversitesinde ders veriyor, bir taraftan da ihtiyacı olana işad******* siyasetçisine, medya mensubundan sokaktaki vatandaşa Niye yeni bir Anayasaya ihtiyacımız var? sorusunun cevabını anlatıyor. Yargının bağımsızlığını yine ve yeniden konuştuğumuz, Acaba kimin vesayetinde, kimin arka bahçesi? sorularına karşılıklı cevaplar yetiştirdiğimiz bugünlerde onun açıklamaları çok önemli. Osman Canın anlattıklarını okuyunca dehşete düşmemek mümkün değil. Bir zihniyetin, milletin iyiliği için darbe hayali kuran hastalıklı bakış açısının, devletin en bağımsız, en güvenilir olması gereken kurumunu, Anayasa Mahkemesini nasıl yönlendirdiğini, bu uğurda resmi belgelerin içeriğinde tahrifat yapmaktan bile çekinmediğini göreceksiniz. Üzerinde daha çok konuşacağız, ama önce söz OSMAN CANda...
- Önce şunu merak ediyorum, sizin gibi düşünen birini nasıl oldu da Anayasa Mahkemesine raportör olarak aldılar?
Anayasa Mahkemesine geldiğim dönem Avrupa Birliği, küreselleşme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi vs. bunların çok hit olduğu dönemler. Böyle olduğu için de Anayasa Mahkemesinde en azından raportörler nezdinde bazı muhaliflerin bulunmasına da ihtiyaç duyuluyordu diye düşünüyorum. Anayasa Mahkemesinin Antalyadaki sempozyumuna davetliydim, tebliğ sunacaktım. Mesleğimin daha başındayım. Almanyadan yeni dönmüş ve Erzincan Hukuk Fakültesinde yardımcı doçent olarak başlamışım. Ve burada Türkiyenin Anayasa konusunda konuşacak en yetkin insanları, anayasa hukukçuları, Anayasa Mahkemesi üyeleri var. Benden önceki oturumda özgürlük karşıtı yorumlar alkışlanınca ikilemde kaldım. Ben şimdi kalksam bunlarla çatışsam, kariyerim bitecek. Bir daha da bir yerde bir şey tutturamam. Ama kendi doğrularımı söylemezsem de kendime olan saygımı kaybederim. Uzun uzun düşündüm. Benjamin Franklinin bir sözüyle başladım konuşmaya: Güvenlik sağlamak için özgürlüğünden feragat eden, her ikisini de kaybeder. Konuşmada tezlerimi olduğu gibi sundum ve Bu Anayasa değişiklikleri yetersizdir, bu Anayasa değişiklikleri ilerleme falan değildir, sadece bir anomaliyi ortadan kaldırdı. Demokratikleşme için bunun ötesine geçmek lazım dedim. Anayasa Mahkemesini de yoğun bir şekilde eleştirdim. Anayasanın faşizan içerikli bir başlangıç kısmı vardır. Ona dayanarak karar veriyor. Parti kapatmaları ona dayandırıyor, bütün kritik kararları ona dayandırıyorlar. Bunu da eleştirdim. Bu nasıl mahkeme diye düşünüp Erzincana döndüm, ancak sonra mahkeme başkanı aradı ve davet etti. AB süreci var, konjonktür muhalif isimleri istiyordu.
İKİ DEĞERLİ BAŞKAN
- AKPye yakın isimler mi etkili oldu?
Tam tersine... Benim oraya girmemi sağlayanlar AKPye yakın olan insanlar değil. Mustafa Bumin, Tülay Tuğcu gibi birlikte çalışacağım iki çok değerli başkan vesair üyeler... O zaman 16 raportör vardı, başladım çalışmaya. Eleştirel olduğumu herkes biliyor. Yalnız bu eleştirellik bilimsel bir eleştirellik oldu. Yargıda partizanlığı hiç hazzetmedim.
- Kurumda en ateşli tartışmalar hangi dönemde yaşandı?
AK Parti kapatma davasında...
- Gelelim o davaya... Anlamadığım nokta şu, madem sizin hakkınızda aileye zarar veriyor diye düşünülüyor nasıl oldu da bu davayı size bıraktılar?
Başörtüsü ve AK Partiyle ilgili davalarda mahkemede raportör kadrosu itibarıyla bir genel devlet ideolojisi ve algısına uygun olan, eski dönemden alınanlar vardır. Bir de daha sonra, zaman içerisinde gelen, siyasal tutum ve yaşam tarzları itibarıyla onlardan farklılaşanlar, mütedeyyin, muhafazakâr vs. vardır. Böyle bir durumda Anayasa Mahkemesi Başkanı, üyelerin de üzerinde tarafsız olacağını düşündükleri bir raportöre davayı vermek durumundaydı. Sanırım dava bu yüzden bana verildi.
ÇANKAYADAKİ SAVAŞ
- Şimdi gelelim AK Parti davasına... Nasıl bir atmosfer vardı Anayasa Mahkemesinde?
367den sonra Türkiye ciddi bir kriz sürecine girdi ve bir savaş başladı. Devlete kimin egemen olacağına dair bir savaş mı dersiniz, ne derseniz deyin. Bu tabii her şeyi etkiledi ama 2005-2006dan itibaren bütün bunların en yoğun yaşandığı yer Çankayadır. Bizim çalıştığımız ve oturduğumuz mekânlar Çankayada. Ve siz orada nasıl sertleşmelerin yaşanmaya başladığını, hareketliliğin ortaya çıkmaya başladığını çok net olarak gözlemleyebiliyorsunuz. Çünkü bütün yüksek bürokratlar, yüksek hâkimler, Anayasa Mahkemesi üyeleri, üst düzey subaylar, generaller falan orada oturur. Ciddi hareketlilik vardı o dönemlerde.
- Nasıl bir hareketlilik?
Derin devlet harekete geçiyor kısacası. Onu çok net görüyorsunuz.
PERİNÇEKİN KİTAPLARI
- Biraz açar mısınız?
Yani yargıçlarla subaylar arasındaki ilişkiler, sosyalleşmeler, lokaller, mahkeme ziyaretleri vs. bunları net olarak görüyorsunuz. Yılda sayısız resepsiyon olur, orada iletişimi rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz. Bir bakıma gazetelerin Ankara temsilcilerinin gördüklerini biraz da içeriden görme fırsatı diyelim buna... Tam o dönemde bütün bu hareketliliklerin sizin karşınıza davalar olarak gelmeye başladığını görüyorsunuz. 367 davasıyla başlıyor, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin Anayasa değişikliğiyle devam ediyor... Örneğin 367 konusunda düşüncelerin ortaya çıkmaya başladığı dönemlerde hemen otomatik olarak bazı kurumların harekete geçtiğini, sempozyumlar ve toplantılar yapmaya başladığını görüyorsunuz. Nasıl bloke ederiz? diye.
- Hissediyordunuz kapatma davasının geldiğini...
Çok net olarak hissediyorduk. Başörtüsü ile ilgili Anayasa değişikliği yapılmasa dedim. Bir de şu var Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı vardır, rejim açısından önemli bir mekândır. Ve kimlerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak atandığını, kimlerin örneğin siyasi parti bürosunda çalıştığını ve nasıl bir kadrolaşmanın yaşandığını gördüğünüzde zaten aşağı yukarı renk bellidir ve bazı şeyler olacak demektir. Savcıların masalarında Perinçeklerin veya Poyrazların kitaplarını görünce, anlıyorsunuz.
- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığındaki siyasi parti bürosu ne iş yapar?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında farklı bürolar vardır. Bunlardan bir tanesi de siyasi parti bürosudur. Ve Türkiyede bir parti hariç tüm partiler hakkında orada dosya tutulur.
- Hangi parti o? CHP mi?
Evet CHP hariç bütün partiler hakkında dosya vardır. Ve sürekli olarak o dosyalara yeni bir şeyler eklenir. Ama CHP hakkında bir sayfa yok.
- Yani o dönem AK Parti için o büroda dosyalar çoğalıyordu...
Tabii, siz bunu gazetelerde yüksek yargıç olan bazı figürlerin veya yüksek yargıda iyi bağlantıları olanların yazdığı yazılardan da anlayabilirsiniz. Derin devlet harekete geçmişti. Resepsiyonlarda görüyorsunuz, sonra mesela adliye muhabirlerinin o resepsiyonlarda kümelenme biçimleri, kimlerin etrafını sardığından da bunu okuyabiliyorsunuz. Yargıtay ve Danıştayda verilen bazı kararlardaki sertleşmeyi görüyorsunuz.
"MAHKEMEDE KAMPLAŞMA VARDI AMA NEZAKET DE VARDI"
- Sizin hakkınızda o dönem ne düşünüyorlardı kurumda?
Kanaat şudur muhtemelen: Kimsenin adamı değil, nevi şahsına münhasır veya Avrupada okumuş, Türkiyenin kendine özgü şartlarını anlamıyor. 367 ile ilgili tartışmalardan sonra eski güzel günler geçti. Statükonun dev******* yana olanlar, yazılı Anayasayı bir kenara itmeye başlayınca, haliyle onlarla aynı merkezde durmam söz konusu olamazdı. Artık aileden değildim. Aileden falan değilse ne olacak? Mümkün olduğunca davaların ona gelmemesi gerekir. Ya da onun ürettiği ne kadar argüman varsa ona karşı argüman üretilmesi lazım... Benim için O ideolojimize, hâkimiyetimize zarar veriyor kanısı egemen olmaya başladı. Bu şekilde politik bir kamplaşmaya ya da çatışmaya doğru gitti Anayasa Mahkemesi. Ancak kurum içinde nezaket ve saygı işlemeye devam etti.
"BAŞLANGIÇTA HAŞİM KILIÇ'LA BİRÇOK KONUDA ÇATIŞTIK"
- Haşim Kılıç ile önceden tanışıyor muydunuz?
Mahkemede tanıştım, başlangıçta çok çatıştık. Örneğin TÜBİTAKtaki kadrolaşma iddiasıyla bağlantılı bir kanun değişikliği vardı. Bu kanun yürürlüğünün durdurulmasını önerdiğimde böyle bir tartışmamız olmuştu. Kadın-erkek eşitliği veya sosyal haklar konusunda da ayrıştığımız durumlar oluyordu. Ancak Haşim Kılıçın orada olması büyük bir şans oldu. Anayasa Mahkemesi için. Bazen görüşlerimiz farklılaşmış olsa dahi bu çok önemli. En özgürlükçü, en liberal sayılabilecek kararların önemli bir kısmının altında Haşim Kılıçın imzası vardır.
- Başörtüsüyle ilgili Anayasa değişikliği dosyasını Kılıç verdi size...
Evet. Burada artık bir kamplaşma vardı ve kamplaşmada dengeyi bulabilmek ve güven yaratabilmek çok zordur. Ve Haşim Kılıç o zaman bana şunu söyledi: Bu dosyanın altından sen kalkabilirsin. Çünkü duruşun belli ve merkezde... 2007de de Anayasa değişikliği dosyasına baktın. Bu davada her tür soruya cevap verebilecek durumdasın. Bu yük senin omuzlarında, ne dersin? Ben de Siz bu şekilde takdir ettiyseniz, heyetin güveni varsa, ben bu yükümlülüğün altından kalkarım, Anayasa ve uluslararası standartlar çerçevesinde raporumu hazırlarım dedim. Ve aldım o davayı. Asıl kırılmalar da o davayla başladı.
- Ne gibi?
125 sayfalık raporda Bu Anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi inceleyemez ve inceleyememesi de gerekir dedim ve gerekçemi anlattım. İncelerse Anayasayı ihlal eder. Anayasayı ihlal etmek demek Anayasa dışına taşmak demektir ve bu durumda mahkemenin hukuki meşruiyeti biter. Başörtüsüne ilişkin tek satır yoktur bu raporda. Çünkü işin esasını incelememiz Anayasa gereği yasaktı... İşte buna ilişkin raporu hazırlarken o arada AK Parti davası geldi. 2008in Mart ayıydı, AK Parti hakkında iddianame Anayasa Mahkemesine ulaştı. İddianame de başörtüsü ve laiklik bağlantılıydı. İkisi bağlantılı olunca da bu dava bana verildi.
KİMLİK KARTI
DOÇ. DR. OSMAN CAN...
DOĞUM TARİHİ: 1968
DOĞUM YERİ: Iğdır
EĞİTİMİ: Ortaöğrenimini Ankarada tamamladı. 1992de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 1997de yüksek lisans; 2000de doktora yaptı. 2006da doçent oldu.
GÖREVLERİ: Çeşitli üniversitelerde Anayasa Hukuku, Devlet Teorileri, Anayasa Yargısı, Temel Hak ve Özgürlükler dersleri verdi.
- 2002de Türk-Alman Kamu Hukukçuları Forumunu oluşturdu ve halen Türkiye koordinatörü.
- 2002de Anayasa Mahkemesi Raportörlüğüne getirildi ve 2012ye kadar bu görevini sürdürdü. Halen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku öğretim üyesidir.
AKP davasının perde arkasında neler yaşandı?
Dönemin Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, Habertürk'ten Balçiçek İlter'e AKP kapatma davasının perde arkasını anlattı...
Doç. Dr. Osman Can... AK Parti kapatma davasının raportörü olarak gündemimize girdi. Öyle zehir zemberek bir rapor koydu ki ortaya parti kapatılmadı, kapatılamadı. Kimi Cemaatin adamı dedi, kimi AK Partiden bakanlık sözü aldı buyurdu. O ise karşılaştığı onca çarpıklığa rağmen hukukun üstünlüğüne inandı ve inanmaya devam ediyor. Bir taraftan sivil anayasa için çalışmalar yapıyor, kitaplar yazıyor, bir taraftan Marmara Üniversitesinde ders veriyor, bir taraftan da ihtiyacı olana işad******* siyasetçisine, medya mensubundan sokaktaki vatandaşa Niye yeni bir Anayasaya ihtiyacımız var? sorusunun cevabını anlatıyor. Yargının bağımsızlığını yine ve yeniden konuştuğumuz, Acaba kimin vesayetinde, kimin arka bahçesi? sorularına karşılıklı cevaplar yetiştirdiğimiz bugünlerde onun açıklamaları çok önemli. Osman Canın anlattıklarını okuyunca dehşete düşmemek mümkün değil. Bir zihniyetin, milletin iyiliği için darbe hayali kuran hastalıklı bakış açısının, devletin en bağımsız, en güvenilir olması gereken kurumunu, Anayasa Mahkemesini nasıl yönlendirdiğini, bu uğurda resmi belgelerin içeriğinde tahrifat yapmaktan bile çekinmediğini göreceksiniz. Üzerinde daha çok konuşacağız, ama önce söz OSMAN CANda...
- Önce şunu merak ediyorum, sizin gibi düşünen birini nasıl oldu da Anayasa Mahkemesine raportör olarak aldılar?
Anayasa Mahkemesine geldiğim dönem Avrupa Birliği, küreselleşme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi vs. bunların çok hit olduğu dönemler. Böyle olduğu için de Anayasa Mahkemesinde en azından raportörler nezdinde bazı muhaliflerin bulunmasına da ihtiyaç duyuluyordu diye düşünüyorum. Anayasa Mahkemesinin Antalyadaki sempozyumuna davetliydim, tebliğ sunacaktım. Mesleğimin daha başındayım. Almanyadan yeni dönmüş ve Erzincan Hukuk Fakültesinde yardımcı doçent olarak başlamışım. Ve burada Türkiyenin Anayasa konusunda konuşacak en yetkin insanları, anayasa hukukçuları, Anayasa Mahkemesi üyeleri var. Benden önceki oturumda özgürlük karşıtı yorumlar alkışlanınca ikilemde kaldım. Ben şimdi kalksam bunlarla çatışsam, kariyerim bitecek. Bir daha da bir yerde bir şey tutturamam. Ama kendi doğrularımı söylemezsem de kendime olan saygımı kaybederim. Uzun uzun düşündüm. Benjamin Franklinin bir sözüyle başladım konuşmaya: Güvenlik sağlamak için özgürlüğünden feragat eden, her ikisini de kaybeder. Konuşmada tezlerimi olduğu gibi sundum ve Bu Anayasa değişiklikleri yetersizdir, bu Anayasa değişiklikleri ilerleme falan değildir, sadece bir anomaliyi ortadan kaldırdı. Demokratikleşme için bunun ötesine geçmek lazım dedim. Anayasa Mahkemesini de yoğun bir şekilde eleştirdim. Anayasanın faşizan içerikli bir başlangıç kısmı vardır. Ona dayanarak karar veriyor. Parti kapatmaları ona dayandırıyor, bütün kritik kararları ona dayandırıyorlar. Bunu da eleştirdim. Bu nasıl mahkeme diye düşünüp Erzincana döndüm, ancak sonra mahkeme başkanı aradı ve davet etti. AB süreci var, konjonktür muhalif isimleri istiyordu.
İKİ DEĞERLİ BAŞKAN
- AKPye yakın isimler mi etkili oldu?
Tam tersine... Benim oraya girmemi sağlayanlar AKPye yakın olan insanlar değil. Mustafa Bumin, Tülay Tuğcu gibi birlikte çalışacağım iki çok değerli başkan vesair üyeler... O zaman 16 raportör vardı, başladım çalışmaya. Eleştirel olduğumu herkes biliyor. Yalnız bu eleştirellik bilimsel bir eleştirellik oldu. Yargıda partizanlığı hiç hazzetmedim.
- Kurumda en ateşli tartışmalar hangi dönemde yaşandı?
AK Parti kapatma davasında...
- Gelelim o davaya... Anlamadığım nokta şu, madem sizin hakkınızda aileye zarar veriyor diye düşünülüyor nasıl oldu da bu davayı size bıraktılar?
Başörtüsü ve AK Partiyle ilgili davalarda mahkemede raportör kadrosu itibarıyla bir genel devlet ideolojisi ve algısına uygun olan, eski dönemden alınanlar vardır. Bir de daha sonra, zaman içerisinde gelen, siyasal tutum ve yaşam tarzları itibarıyla onlardan farklılaşanlar, mütedeyyin, muhafazakâr vs. vardır. Böyle bir durumda Anayasa Mahkemesi Başkanı, üyelerin de üzerinde tarafsız olacağını düşündükleri bir raportöre davayı vermek durumundaydı. Sanırım dava bu yüzden bana verildi.
ÇANKAYADAKİ SAVAŞ
- Şimdi gelelim AK Parti davasına... Nasıl bir atmosfer vardı Anayasa Mahkemesinde?
367den sonra Türkiye ciddi bir kriz sürecine girdi ve bir savaş başladı. Devlete kimin egemen olacağına dair bir savaş mı dersiniz, ne derseniz deyin. Bu tabii her şeyi etkiledi ama 2005-2006dan itibaren bütün bunların en yoğun yaşandığı yer Çankayadır. Bizim çalıştığımız ve oturduğumuz mekânlar Çankayada. Ve siz orada nasıl sertleşmelerin yaşanmaya başladığını, hareketliliğin ortaya çıkmaya başladığını çok net olarak gözlemleyebiliyorsunuz. Çünkü bütün yüksek bürokratlar, yüksek hâkimler, Anayasa Mahkemesi üyeleri, üst düzey subaylar, generaller falan orada oturur. Ciddi hareketlilik vardı o dönemlerde.
- Nasıl bir hareketlilik?
Derin devlet harekete geçiyor kısacası. Onu çok net görüyorsunuz.
PERİNÇEKİN KİTAPLARI
- Biraz açar mısınız?
Yani yargıçlarla subaylar arasındaki ilişkiler, sosyalleşmeler, lokaller, mahkeme ziyaretleri vs. bunları net olarak görüyorsunuz. Yılda sayısız resepsiyon olur, orada iletişimi rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz. Bir bakıma gazetelerin Ankara temsilcilerinin gördüklerini biraz da içeriden görme fırsatı diyelim buna... Tam o dönemde bütün bu hareketliliklerin sizin karşınıza davalar olarak gelmeye başladığını görüyorsunuz. 367 davasıyla başlıyor, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin Anayasa değişikliğiyle devam ediyor... Örneğin 367 konusunda düşüncelerin ortaya çıkmaya başladığı dönemlerde hemen otomatik olarak bazı kurumların harekete geçtiğini, sempozyumlar ve toplantılar yapmaya başladığını görüyorsunuz. Nasıl bloke ederiz? diye.
- Hissediyordunuz kapatma davasının geldiğini...
Çok net olarak hissediyorduk. Başörtüsü ile ilgili Anayasa değişikliği yapılmasa dedim. Bir de şu var Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı vardır, rejim açısından önemli bir mekândır. Ve kimlerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak atandığını, kimlerin örneğin siyasi parti bürosunda çalıştığını ve nasıl bir kadrolaşmanın yaşandığını gördüğünüzde zaten aşağı yukarı renk bellidir ve bazı şeyler olacak demektir. Savcıların masalarında Perinçeklerin veya Poyrazların kitaplarını görünce, anlıyorsunuz.
- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığındaki siyasi parti bürosu ne iş yapar?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında farklı bürolar vardır. Bunlardan bir tanesi de siyasi parti bürosudur. Ve Türkiyede bir parti hariç tüm partiler hakkında orada dosya tutulur.
- Hangi parti o? CHP mi?
Evet CHP hariç bütün partiler hakkında dosya vardır. Ve sürekli olarak o dosyalara yeni bir şeyler eklenir. Ama CHP hakkında bir sayfa yok.
- Yani o dönem AK Parti için o büroda dosyalar çoğalıyordu...
Tabii, siz bunu gazetelerde yüksek yargıç olan bazı figürlerin veya yüksek yargıda iyi bağlantıları olanların yazdığı yazılardan da anlayabilirsiniz. Derin devlet harekete geçmişti. Resepsiyonlarda görüyorsunuz, sonra mesela adliye muhabirlerinin o resepsiyonlarda kümelenme biçimleri, kimlerin etrafını sardığından da bunu okuyabiliyorsunuz. Yargıtay ve Danıştayda verilen bazı kararlardaki sertleşmeyi görüyorsunuz.
"MAHKEMEDE KAMPLAŞMA VARDI AMA NEZAKET DE VARDI"
- Sizin hakkınızda o dönem ne düşünüyorlardı kurumda?
Kanaat şudur muhtemelen: Kimsenin adamı değil, nevi şahsına münhasır veya Avrupada okumuş, Türkiyenin kendine özgü şartlarını anlamıyor. 367 ile ilgili tartışmalardan sonra eski güzel günler geçti. Statükonun dev******* yana olanlar, yazılı Anayasayı bir kenara itmeye başlayınca, haliyle onlarla aynı merkezde durmam söz konusu olamazdı. Artık aileden değildim. Aileden falan değilse ne olacak? Mümkün olduğunca davaların ona gelmemesi gerekir. Ya da onun ürettiği ne kadar argüman varsa ona karşı argüman üretilmesi lazım... Benim için O ideolojimize, hâkimiyetimize zarar veriyor kanısı egemen olmaya başladı. Bu şekilde politik bir kamplaşmaya ya da çatışmaya doğru gitti Anayasa Mahkemesi. Ancak kurum içinde nezaket ve saygı işlemeye devam etti.
"BAŞLANGIÇTA HAŞİM KILIÇ'LA BİRÇOK KONUDA ÇATIŞTIK"
- Haşim Kılıç ile önceden tanışıyor muydunuz?
Mahkemede tanıştım, başlangıçta çok çatıştık. Örneğin TÜBİTAKtaki kadrolaşma iddiasıyla bağlantılı bir kanun değişikliği vardı. Bu kanun yürürlüğünün durdurulmasını önerdiğimde böyle bir tartışmamız olmuştu. Kadın-erkek eşitliği veya sosyal haklar konusunda da ayrıştığımız durumlar oluyordu. Ancak Haşim Kılıçın orada olması büyük bir şans oldu. Anayasa Mahkemesi için. Bazen görüşlerimiz farklılaşmış olsa dahi bu çok önemli. En özgürlükçü, en liberal sayılabilecek kararların önemli bir kısmının altında Haşim Kılıçın imzası vardır.
- Başörtüsüyle ilgili Anayasa değişikliği dosyasını Kılıç verdi size...
Evet. Burada artık bir kamplaşma vardı ve kamplaşmada dengeyi bulabilmek ve güven yaratabilmek çok zordur. Ve Haşim Kılıç o zaman bana şunu söyledi: Bu dosyanın altından sen kalkabilirsin. Çünkü duruşun belli ve merkezde... 2007de de Anayasa değişikliği dosyasına baktın. Bu davada her tür soruya cevap verebilecek durumdasın. Bu yük senin omuzlarında, ne dersin? Ben de Siz bu şekilde takdir ettiyseniz, heyetin güveni varsa, ben bu yükümlülüğün altından kalkarım, Anayasa ve uluslararası standartlar çerçevesinde raporumu hazırlarım dedim. Ve aldım o davayı. Asıl kırılmalar da o davayla başladı.
- Ne gibi?
125 sayfalık raporda Bu Anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi inceleyemez ve inceleyememesi de gerekir dedim ve gerekçemi anlattım. İncelerse Anayasayı ihlal eder. Anayasayı ihlal etmek demek Anayasa dışına taşmak demektir ve bu durumda mahkemenin hukuki meşruiyeti biter. Başörtüsüne ilişkin tek satır yoktur bu raporda. Çünkü işin esasını incelememiz Anayasa gereği yasaktı... İşte buna ilişkin raporu hazırlarken o arada AK Parti davası geldi. 2008in Mart ayıydı, AK Parti hakkında iddianame Anayasa Mahkemesine ulaştı. İddianame de başörtüsü ve laiklik bağlantılıydı. İkisi bağlantılı olunca da bu dava bana verildi.
KİMLİK KARTI
DOÇ. DR. OSMAN CAN...
DOĞUM TARİHİ: 1968
DOĞUM YERİ: Iğdır
EĞİTİMİ: Ortaöğrenimini Ankarada tamamladı. 1992de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 1997de yüksek lisans; 2000de doktora yaptı. 2006da doçent oldu.
GÖREVLERİ: Çeşitli üniversitelerde Anayasa Hukuku, Devlet Teorileri, Anayasa Yargısı, Temel Hak ve Özgürlükler dersleri verdi.
- 2002de Türk-Alman Kamu Hukukçuları Forumunu oluşturdu ve halen Türkiye koordinatörü.
- 2002de Anayasa Mahkemesi Raportörlüğüne getirildi ve 2012ye kadar bu görevini sürdürdü. Halen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku öğretim üyesidir.