Salvo
Kayıtlı Üye
Büyük velîlerden. İsmi Osman bin Merzûk, künyesi Ebû Amr'dır. Babası Merzûk bin Hamîd Mısrî el-Kureşî'dir. Mısır'da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1168 (H.564) târihinde Mısır'da vefât etti. Kurâfe kabristanlığında İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin kabri yakınına defnedildi. Kabri ziyâret mahallidir. Mâlikî mezhebi müftîsiydi.
Mısır'da yetişip ilim ve edeb öğrendi. Güzel hallere kavuştu. Çok kerâmetleri görüldü.Alıp-verdiği her nefesin hesâbını verecek şekilde, sadâkat ve doğruluk üzere Allahü teâlâyı bir an olsun unutmazdı. Talebelerine ders okutur, kitap yazar, insanlara emr-i mâruf, nehy-i münker yaparak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirir, hiç boşa zaman geçirmezdi. Mısır'da yetişen velîlerin, velî olduklarını Osman bin Merzûk hazretleri haber verirdi. Başkalarının yetiştirdiği kimselere Osman bin Merzûk hazretleri bir defâ teveccüh edip duâ etse, onlar mânevî ilimlere kavuşarak, başkasına ihtiyaçları kalmazdı.
Ebû Amr Osman bin Merzûk hazretleri, fıkıh ilmi ile tasavvuf ilmini birleştirenlerden biriydi. Zamânında yaşayan velî ve âlimler kendisine çok hürmette bulunur ve büyüklüğünü kabûl ederlerdi. İçinden çıkamadıkları bir meseleyi ona sorarlardı. Verdiği cevaplara hiçbir velî veya âlim îtirâz etmezdi. Osman bin Merzûk, âriflerin süsü olup, çok heybetliydi. Görüldüğünde korku hâsıl eden bir muhabbet meydana gelirdi. Allahü teâlâdan çok korkar, gelen dert ve belâlardan lezzet alırdı.Zaman zaman; "Allahü teâlâdan gelen her şeye râzı olmak lâzım gelir. Bir kimse Allahü teâlâdan râzı, Allahü teâlâ da ondan râzı ise, en büyük makâma kavuşmuştur." buyururdu.
Keşfi, kerâmeti kesintisiz devâm ederdi. Bir gün Nil Nehri taştı. Her tarafı su bastı. Şehir deniz gibi oldu. Tarlalardaki mahsüller telef olmak üzereydi. Halk, Ebû Amr Osman hazretlerine koşup, duâ istedi. Bunun üzerine, kalkıp Nil Nehrinin kenarına gitti.Oradan abdest aldı.Nil Nehrinin suları Allahü teâlânın izniyle hemen çekildi. Arâzideki sular nehrin yatağına doldu. Böylece halk sıkıntıdan kurtuldu ve tarlalarını rahatça ekip biçmeye başladı.
Bir sene, yağmurlar yeterince yağmamıştı. Topraklar susuzluktan çatlamış, zirâat yapılamaz hâle gelmişti. Nil Nehrinin suları da azalmış, istifâde edilemez bir durumda akmaya başlamıştı. Ekilen ekinler kurumak üzereydi. Herkes kıtlık korkusundan mahzûn ve telaşlıydı. Ebû Amr Osman bin Merzûk hazretlerine başvurup durumu anlatınca, bir ibrik su alıp, Nil Nehrinin kenarına gitti. Getirdiği su ile abdest aldı.Abdestten sonra, Nil Nehrinin suları birden kabarmaya başladı. Öyle ki, etrâfına taştı. Tarlalar suyla doldu. Sonra tekrar eski hâline geldi. O seneAllahü teâlâ bereketler ihsân etti. Halk, ekinlerden bol mikdarda mahsûle kavuştular.
Şeyh Ahmed bin Berekât anlatır: "Şeyh Osman Kureşî hazretleri bir gece yatsı namazını evinde kıldı. Sonra mescide geldi. Bir müddet sonra oradan çıktı. Karanlık bir geceydi. Ben de yanındaydım. Yer, ayağımız altında dürüldü. Etrâfımızı nûrlar kapladı. Beldeleri, çölleri bir anda geçip Mescid-i harâma vardık. Kâbe'yi tavâf ettik. Gecenin bir kısmını namazla geçirdik. Sonra çıkıp bir anda Medîne-i münevvereye vardık. Resûlullah efendimizin mübârek ravdasını ziyâret ettik. Bir mikdâr da ibâdetle meşgûl olduk. Oradan da çıktık. Bir anda Kudüs'e Mescid-i Aksâ'ya geldik. Ziyârette bulunup, ibâdetle meşgûl olduk. Sonra bir anda Mısır'a vardık. Müezzinler sabah namazının ezanlarını okuyorlardı. Câmiye girip, sabah namazını edâ eyledik. Bu sırada Osman Kureşî hazretleri bana; "Ben hayatta iken sakın bu sırrı kimseye söyleme!" buyurdu. Ben de bu vasiyeti tuttum. Vefâtından sonra açıkladım."
Yine Ahmed bin Berekât anlatır: "Bir defâsında Osman Kureşî hazretleriyle Şam'a gidiyorduk. Üç gün üç gece yiyecek ve içecek bir şey bulamadık. Şiddetli açlık ve susuzluktan adım atamaz hâle geldim. Şeyh Osman hazretleri benim bu hâlimi görünce; "Kumdan küçük bir tepe üzerine çıktı ve iki eli ile kum aldı. Benim elime verdi. Kumlar elime değince, yiyecek gıdâ oldu, doyuncaya kadar yedim. Sonra Şeyh Osman hazretleri eli ile yere vurdu. Hemen tatlı bir su çıktı.Kana kana içtim. Bu onun açık bir kerâmetiydi."
Osman bin Merzûk hazretlerinin hikmetli sözleri de pekçoktur. Sevdiklerine sık sık; "Nefsini bilene, insanların övmesi zarar vermez. Kendini bilmeyip de insanların medhetmesine kapılanların vay hâline!.."
Kendisine; "Tasavvuf nedir." dediler. Bunun üzerine o; "Tasavvuf, halk içindeHak ile olmaktır. İnsan, sâhibini bir an unutmamalıdır. Allahü tâlâyı bir an kalpten çıkarmak (unutmak), büyük bir felâkettir. Yüksek bir yerden düşmektir." buyurdu.
Yine ona; "Hakîki kul kime denir?" dediler. O; "Hakîkî kul, Mevlâsı hâriç, her şeyden ümidini kesendir." buyurdu.
Kimlerden sakınalım diye sorduklarında; "İşi karışık kimselerle düşüp kalkanın, hâli de karışık olur." buyurdu. Talebelerine nasîhatı şöyle oldu:
"Bu yola girenin, her şeyden önce bu yolun edebini öğrenmesi lâzımdır. Hiçbir edepsiz vâsıl-ı ilallah olamamış, Allahü teâlâya kavuşamamıştır."
"Allahü teâlânın zâtında ve sıfatlarında mârifet sâhibi olmak isteyenin, basîret sâhibi olması lâzımdır. ZerredenArş'a kadar bütün mahlûkât, Allahü teâlânın ezelî varlığının bir delîlidir. İbret nazarıyla bakanlar, O'nun varlığını, birliğini, kudret ve azametini ancak basîreti kadar görebilirler."
"Hiç kimsenin elinde bir şey yoktur. Allahü teâlâ dilerse olur, insanın güç yetirip yetirmemesi önemli değildir. Bize düşen, çalışıp neticeyi beklemektir. Ölmeden önce ölmek lâzımdır."
NASIL ÖĞRENDİLER?
Bir gün Mısır'da Osman Kureşî hazretlerinin yanına iki kişi geldi. Birisi Arapça'yı biliyor, diğeri de hiç bilmiyordu. Birbirlerinin sözlerini hiç anlamazlardı. Arapça bilen; "Ne olsaydı da ben de Fârisî dilini bilseydim." derdi. Acem de; "Ben de bir Arabî biliverseydim." derdi. Bu ikisi Osman Kureşî hazretlerinin dergâhında gecelediler. Sabah Şeyh hazretlerinin huzûruna çıktılar. Arabî bilen Fârisî ile, Fârisî bilen Arabî ile konuşmaya başlayıverdi. Arabî bilen; "Bu gece ben rüyâmda İbrâhim aleyhisselâmı gördüm. Yanında Osman Kureşî hazretleri vardı. İbrâhim aleyhisselâm, Şeyh Osman'a hitâben; "Bu kişi Fârisî dili bilmek istiyor. Ona tâlim eylersiniz." diye emretti. O da bana nazar edip ağzıma eliyle dokundu. Uyandığımda Fârisî konuşur oldum." dedi. Diğeri bunu duyunca; "Ben de bu gece bir rüyâ gördüm. Peygamber efendimiz hazretleri ve yanında Osman Kureşî hazretleri vardı. O zaman Efendimiz, Şeyh Osman hazretlerine emredip Arabî öğretmesini bildirdiler. O da eliyle ağzıma dokundu. Kalktığımda çok rahatArabî lisânını konuşur oldum." dedi.
1) Kalâid-ül-Cevâhir; s.113
2) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.150
3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.142
4) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile; c.1, s.306
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.7, s.160
6) Kerâmât-ı Kâmilîn
Mısır'da yetişip ilim ve edeb öğrendi. Güzel hallere kavuştu. Çok kerâmetleri görüldü.Alıp-verdiği her nefesin hesâbını verecek şekilde, sadâkat ve doğruluk üzere Allahü teâlâyı bir an olsun unutmazdı. Talebelerine ders okutur, kitap yazar, insanlara emr-i mâruf, nehy-i münker yaparak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirir, hiç boşa zaman geçirmezdi. Mısır'da yetişen velîlerin, velî olduklarını Osman bin Merzûk hazretleri haber verirdi. Başkalarının yetiştirdiği kimselere Osman bin Merzûk hazretleri bir defâ teveccüh edip duâ etse, onlar mânevî ilimlere kavuşarak, başkasına ihtiyaçları kalmazdı.
Ebû Amr Osman bin Merzûk hazretleri, fıkıh ilmi ile tasavvuf ilmini birleştirenlerden biriydi. Zamânında yaşayan velî ve âlimler kendisine çok hürmette bulunur ve büyüklüğünü kabûl ederlerdi. İçinden çıkamadıkları bir meseleyi ona sorarlardı. Verdiği cevaplara hiçbir velî veya âlim îtirâz etmezdi. Osman bin Merzûk, âriflerin süsü olup, çok heybetliydi. Görüldüğünde korku hâsıl eden bir muhabbet meydana gelirdi. Allahü teâlâdan çok korkar, gelen dert ve belâlardan lezzet alırdı.Zaman zaman; "Allahü teâlâdan gelen her şeye râzı olmak lâzım gelir. Bir kimse Allahü teâlâdan râzı, Allahü teâlâ da ondan râzı ise, en büyük makâma kavuşmuştur." buyururdu.
Keşfi, kerâmeti kesintisiz devâm ederdi. Bir gün Nil Nehri taştı. Her tarafı su bastı. Şehir deniz gibi oldu. Tarlalardaki mahsüller telef olmak üzereydi. Halk, Ebû Amr Osman hazretlerine koşup, duâ istedi. Bunun üzerine, kalkıp Nil Nehrinin kenarına gitti.Oradan abdest aldı.Nil Nehrinin suları Allahü teâlânın izniyle hemen çekildi. Arâzideki sular nehrin yatağına doldu. Böylece halk sıkıntıdan kurtuldu ve tarlalarını rahatça ekip biçmeye başladı.
Bir sene, yağmurlar yeterince yağmamıştı. Topraklar susuzluktan çatlamış, zirâat yapılamaz hâle gelmişti. Nil Nehrinin suları da azalmış, istifâde edilemez bir durumda akmaya başlamıştı. Ekilen ekinler kurumak üzereydi. Herkes kıtlık korkusundan mahzûn ve telaşlıydı. Ebû Amr Osman bin Merzûk hazretlerine başvurup durumu anlatınca, bir ibrik su alıp, Nil Nehrinin kenarına gitti. Getirdiği su ile abdest aldı.Abdestten sonra, Nil Nehrinin suları birden kabarmaya başladı. Öyle ki, etrâfına taştı. Tarlalar suyla doldu. Sonra tekrar eski hâline geldi. O seneAllahü teâlâ bereketler ihsân etti. Halk, ekinlerden bol mikdarda mahsûle kavuştular.
Şeyh Ahmed bin Berekât anlatır: "Şeyh Osman Kureşî hazretleri bir gece yatsı namazını evinde kıldı. Sonra mescide geldi. Bir müddet sonra oradan çıktı. Karanlık bir geceydi. Ben de yanındaydım. Yer, ayağımız altında dürüldü. Etrâfımızı nûrlar kapladı. Beldeleri, çölleri bir anda geçip Mescid-i harâma vardık. Kâbe'yi tavâf ettik. Gecenin bir kısmını namazla geçirdik. Sonra çıkıp bir anda Medîne-i münevvereye vardık. Resûlullah efendimizin mübârek ravdasını ziyâret ettik. Bir mikdâr da ibâdetle meşgûl olduk. Oradan da çıktık. Bir anda Kudüs'e Mescid-i Aksâ'ya geldik. Ziyârette bulunup, ibâdetle meşgûl olduk. Sonra bir anda Mısır'a vardık. Müezzinler sabah namazının ezanlarını okuyorlardı. Câmiye girip, sabah namazını edâ eyledik. Bu sırada Osman Kureşî hazretleri bana; "Ben hayatta iken sakın bu sırrı kimseye söyleme!" buyurdu. Ben de bu vasiyeti tuttum. Vefâtından sonra açıkladım."
Yine Ahmed bin Berekât anlatır: "Bir defâsında Osman Kureşî hazretleriyle Şam'a gidiyorduk. Üç gün üç gece yiyecek ve içecek bir şey bulamadık. Şiddetli açlık ve susuzluktan adım atamaz hâle geldim. Şeyh Osman hazretleri benim bu hâlimi görünce; "Kumdan küçük bir tepe üzerine çıktı ve iki eli ile kum aldı. Benim elime verdi. Kumlar elime değince, yiyecek gıdâ oldu, doyuncaya kadar yedim. Sonra Şeyh Osman hazretleri eli ile yere vurdu. Hemen tatlı bir su çıktı.Kana kana içtim. Bu onun açık bir kerâmetiydi."
Osman bin Merzûk hazretlerinin hikmetli sözleri de pekçoktur. Sevdiklerine sık sık; "Nefsini bilene, insanların övmesi zarar vermez. Kendini bilmeyip de insanların medhetmesine kapılanların vay hâline!.."
Kendisine; "Tasavvuf nedir." dediler. Bunun üzerine o; "Tasavvuf, halk içindeHak ile olmaktır. İnsan, sâhibini bir an unutmamalıdır. Allahü tâlâyı bir an kalpten çıkarmak (unutmak), büyük bir felâkettir. Yüksek bir yerden düşmektir." buyurdu.
Yine ona; "Hakîki kul kime denir?" dediler. O; "Hakîkî kul, Mevlâsı hâriç, her şeyden ümidini kesendir." buyurdu.
Kimlerden sakınalım diye sorduklarında; "İşi karışık kimselerle düşüp kalkanın, hâli de karışık olur." buyurdu. Talebelerine nasîhatı şöyle oldu:
"Bu yola girenin, her şeyden önce bu yolun edebini öğrenmesi lâzımdır. Hiçbir edepsiz vâsıl-ı ilallah olamamış, Allahü teâlâya kavuşamamıştır."
"Allahü teâlânın zâtında ve sıfatlarında mârifet sâhibi olmak isteyenin, basîret sâhibi olması lâzımdır. ZerredenArş'a kadar bütün mahlûkât, Allahü teâlânın ezelî varlığının bir delîlidir. İbret nazarıyla bakanlar, O'nun varlığını, birliğini, kudret ve azametini ancak basîreti kadar görebilirler."
"Hiç kimsenin elinde bir şey yoktur. Allahü teâlâ dilerse olur, insanın güç yetirip yetirmemesi önemli değildir. Bize düşen, çalışıp neticeyi beklemektir. Ölmeden önce ölmek lâzımdır."
NASIL ÖĞRENDİLER?
Bir gün Mısır'da Osman Kureşî hazretlerinin yanına iki kişi geldi. Birisi Arapça'yı biliyor, diğeri de hiç bilmiyordu. Birbirlerinin sözlerini hiç anlamazlardı. Arapça bilen; "Ne olsaydı da ben de Fârisî dilini bilseydim." derdi. Acem de; "Ben de bir Arabî biliverseydim." derdi. Bu ikisi Osman Kureşî hazretlerinin dergâhında gecelediler. Sabah Şeyh hazretlerinin huzûruna çıktılar. Arabî bilen Fârisî ile, Fârisî bilen Arabî ile konuşmaya başlayıverdi. Arabî bilen; "Bu gece ben rüyâmda İbrâhim aleyhisselâmı gördüm. Yanında Osman Kureşî hazretleri vardı. İbrâhim aleyhisselâm, Şeyh Osman'a hitâben; "Bu kişi Fârisî dili bilmek istiyor. Ona tâlim eylersiniz." diye emretti. O da bana nazar edip ağzıma eliyle dokundu. Uyandığımda Fârisî konuşur oldum." dedi. Diğeri bunu duyunca; "Ben de bu gece bir rüyâ gördüm. Peygamber efendimiz hazretleri ve yanında Osman Kureşî hazretleri vardı. O zaman Efendimiz, Şeyh Osman hazretlerine emredip Arabî öğretmesini bildirdiler. O da eliyle ağzıma dokundu. Kalktığımda çok rahatArabî lisânını konuşur oldum." dedi.
1) Kalâid-ül-Cevâhir; s.113
2) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.150
3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.142
4) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile; c.1, s.306
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.7, s.160
6) Kerâmât-ı Kâmilîn