Silencio
Kayıtlı Üye
Bu yıl Akademi Ödülleri gerçekten bir sınavdan geçecek. Aday filmler arasında her şey var. Önceki yıllarda belli bir şablon takip edildiğinde hangi filmin ya da filmlerin avantajlı olduğu görülebilirdi. Bu yıl (bence) hem çok iyi film var, hem de bu filmler çok farklı ve aynı zamanda önemli konularda, hepsinin izleyicisi ve destekçisi var. Sınav tarafı da şu Akademi için: üyeler kolaya kaçıp genel geçer, kimsenin hayır diyemeyeceği bir filme verebilirler ödülü, veya gerçekten sinematografisi ve metni ile farklılık yaratmış bir eser seçerler. Bu tamamıyla onların kararı olacak. Ben ise bu yazıda bütün beklentileri bir kenara bırakıp, kendi oyumu okuyucuya açıklamayı hedefliyorum. Sürç-ü beğeni edersem kusura bakmayın.
Her
Yönetmen: Spike Jonze
Senaryo: Spike Jonze
Görüntü Yönetmeni: Hoyte Van Hoytema
Yapım Tasarımı: K.K. Barrett
Her, en iyi film ve tasarım kategorilerinde tartışmasız adayım. Filmin en iyi film için aday gösterilmesi bence Akademi için sürpriz. Bu yıl aday gösterilen filmlerin ortak özelliklerini taşımıyor Her; özünde taşıdığı değerler insanlığın tümünü kendine karşı uyaran, varoluşunu sorgulayan bir film. Yakın gelecekte insanlığın reel iletişimden hemen hemen tamamen koparak sanal ilişkilerle daha mutlu olmasının, yani o kadar da uzak olmayan bir geleceğin eleştirisini getiriyor Spike Jonze. Bir taraftan da Her bize sağlam bir senaryonun nerelere kadar gidebileceğini gösteriyor. Jonze dengeyi o kadar güzel kurmuş ki, plot ilerlerken verilen duraklarda konunun derinine girebiliyor, anlatmak istediklerini özümseyebiliyorsunuz.
Ama yine de Herün güçlerinden en vurucusu Scarlett Johansson. Bir işletim sistemini oynadığı filmde sadece sesiyle hem hikayenin akışını hem felsefesini büyük bir başarıyla yansıtıyor Johansson. Akademinin bence bu yılki en büyük gafı ona en iyi kadın oyuncu adaylığı vermemesi. Verseydi ne mi olurdu? Benim oyum doğrudan ona giderdi.
Son olarak da tasarım. Filmin gerek görsel gerek mekan tasarımı yıllardır izlediğim en güzel iş. Bir dönemi, o dönemin unsurlarını çok iyi, çok şatafatlı, çok tıpkısının aynısı yansıtan tasarımlardan fenalık geldi bana artık. Sözüm tarihi filmlere değil elbette. Ama Chicagodan bu yana Photoshop mekanlardan Great Gatsby yapaylığından bıktım. K. K. Barrett sıfırdan, iddiasız, özgün, doğal bir çevre yaratmış Her için. İyi her görsel yönetmenin isteyeceği her unsuru bu doğal ortamda sunmuş. Filmi izlerken o kadar rahat adapte oluyorsunuz ki bu ortama, muhteşem detayları, sürprizleri kaçırma şansınız var. Her mutlaka izlenmesi gereken, hatta tekrar izlenmesi gereken bir iş.
Dallas Buyers Club
Yönetmen: Jean-Marc Vallée
Senaryo: Craig Borten, Melisa Wallack
Aslında televizyonda Shameless dizisini izlediğimden bu yana böyle bir film bekliyordum. Amerikanın kendi sosyal sisteminde önyargı haline getirilmiş sınıfları benim her zaman özel ilgi alanım oldu. Bunları önyargıları sinemasıyla sürekli ihraç etti A.B.D. Bu film ise bir dönüşüm hikayesi anlatıyor tam tersine. Ve bu anlatım çarpıcı bir sinema diliyle, üç boyutlu çok iyi oynanmış karakterlerle icra ediliyor. Ron (Matthew McConaughey) LGBT bireylere nefret duyan bir AIDS hastası. O kadar ki hastalığa yakalandığını öğrendiğinde ilk tepkisi ben gay değilim! Film onun yaşam mücadelesi ve değişimi üzerine kurulu. Yılın en başarılı öykülerinden.
Matthew McConaughey ve Jared Leto en iyi erkek ve en iyi yardımcı erkek oyuncu dallarında aday ve benim favorilerim. Özellikle Leto, karakter gereği neredeyse birkaç rol birden oynuyor. Tek kelimeyle göz kamaştırıcı. McConaughey ise bu role o kadar emek vermiş, o denli bütünleşmiş ki filmden sonra gerçekten hasta olduğu dedikoduları çıktı.
Jean-Marc Vallée yumuşak ama aktüel bir anlatım kullanmış Dallas Buyers Clubda. İzleyiciyi bir kez içine aldı mı bırakmıyor. Tarafsız bir noktadan kahramanların iletişimlerini, çevrelerini, devinimlerini, yakına fazla girmeden aktarıyor. Sihri de burada. Oyuncuların duygularını gözümüze sokmasını da engelliyor bu durum. Mutlaka izleyin, ve varsa aynen Ron gibi, kurtulun önyargılarınızdan.
Nebraska
Yönetmen: Alexander Payne
Senaryo: Bob Nelson
Paynein Nebraskası klasikleşecek bir siyah-beyaz şaheser. Aile ilişkileri, yakın çevreyle ilişkiler ve giderek hayatla, toplumla ilişkiler Paynein usta anlatımı ve Nelsonun başarılı metni ile genişleyen daireler halinde usta işi anlatılmış Nebraskada. Bruce Dern başta olmak üzere başroller filmin hakkını veriyor. Fakat yardımcı rollerde ben ciddi bir sorun yaşadım. Bunlardan birçoğu, Payne benim anlamadığım acayip bir yabancılaştırma etkisi planlamadıysa, ilkokul müsameresi düzeyinde konuşuyorlar rollerini. Eğer planladıysa da olmamış. Bunu söylemekle birlikte yönetmenlik açısından, stili ortaya koyma açısından yılın en iyi filmi Nebraska. Benim en iyi yönetmen ödülümü kolaylıkla aldı yukarıda bahsettiğim sorunlara karşın. Bu kararımda görüntü yönetmeni Phedon Papamichaelın da rolü büyük. Görsel bir şiir yaratmış zira.
American Hustle iyi bir dönem filmi. İyi bir kadro, sağlam bir senaryoyla güzel bir iş çıkarmış. Bütün bunları erkek izleyiciler Amy Adamsın göğüslerinden gözlerini alabildikleri zamanlarda izleyebiliyor. Birçok eleştirmen arkadaşım kostüm gibi dallarda bu filmin ciddi şansı olduğunu düşünüyor. Şansı olabilir, ben Akademi üyesi değilim, ama benim oyum bu filme gitmezdi. Sadece Jennifer Lawrence. O kadar zor ve farklı yüzleri olan bir rolü, o kadar ekonomik ve her şeyini koyarak oynuyor ki, sanırım Julia Robertsın inanılmaz Barbarasını geçip doğrudan heykelciğini almaya gelecek Oscar törenine.
Captain Phillipsi ilk izlediğimde, sonunda sağlam bir oyunculuk filmi, Tom Hanksi sadece oyuncu olduğu bir filmde izlemeyi ne kadar özlemişim diye düşündüm. Gerçek olaylar o kadar üç boyutlu bir senaryoya aktarılmış ki, bırakın Hanksi, daha önce hiç sinema deneyimi olmayan oyuncular bile parlıyor filmde. Barkhad Abdi yardımcı oyuncu adayı. Gerilimli, kıvrımsız, güzel film özleyenlere gönülden öneriyorum. Ses Oscarlarından birini alabilir. Ama o kadar.
Phillips ne kadar Tom Hanks show ise, Philomena o kadar Judi Dench, August: Osage County de o kadar Meryl Streep gösterisi. Philomena bence Oscar için ciddi şansı olan bir film ayrıca. Konu çok ilginç, yazar bu ilginçliğin büyüsüne kapılmamış, farklı boyutlara değinen, gerçekçi bir senaryo yazmış. Dame Judi bu kıvrımların hepsini ona yakışır bir performansla yansıtıyor izleyiciye. Yılın klasikleşecek filmlerinden Philomena. Osage Countyde, her zaman olduğu gibi Streep en iyi kadın oyuncu adayı. Benim adayım da o. Bir tiyatro filmi düşünün, bir avuç, her biri çok iyi aktörü toplamışlar Streepin önüne atmışlar. Parçala bunları demişler. Fakat bu keşmekeşten Streep oyunculuk klasıyla, Roberts kendisinden hiç alışık olmadığımız bir ekonomi zerafetiyle sıyrılıyor. Hele Julianne Nicholson ve Abigail Breslinden mutlaka söz etmek lazım. Her biri tek başına bir filmi taşıyacak kadronun arasında bu ikisi birer yıldız gibi parlıyor. Benim şahsi yardımcı oyuncu adaylıklarımda ikisinin de pırıl pırıl birer heykelciği var.
Yabancı dilde en iyi film kategorisi bu yıl kıran kırana geçecek gibi görünüyor. Göğüs farkıyla Jagten ve La Grande Bellezza önde. Akademi Ödüllerini bir kenara bırakın, Jagten konusu itibarıyla çok önemli bir film. İnsan cümleleri başarılı sinematografisini, güzel oyunculukları anlatmak için harcamak istemiyor. Taciz sorununa bakış açısı üzerine sosyolojik bir araştırma çünkü Jagten tek başına. Ödülü alırsa izlenirliği artar diye düşünerek oyumu ona veriyorum. Ama bu, La Grande Bellezzanın film kılığına girmiş bir şiir olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sorrentino bir başyapıt yaratmış. Bu filme ayrı bir yazı yazalım deyip benim kalbimi çalan filme geçelim: The Broken Circle Breakdown. Felix Van Groeningenin filmi, bir filmin harika olmak için aslında iyi bir sinemacıdan başka bir şeye ihtiyacı olmadığının kanıtı. Bütün bu film kalabalığı içinde tek bir filme zaman ayırabileceğinizi düşünüyorsanız, o bu film olsun. Pişman olmayacaksınız.
Bunlar benim Oscar filmlerim. Bir de Akademinin Oscar filmleri var. Golden Globes ve BAFTAdan öğrendiğimize göre Oscar ödülünü de 12 Years a Slave alacakmış. Kötü film mi? Hayır. Gerçekten iyi oyunculuklar var filmde. Ama sıradan olmamak için çok zorlamış Steve McQueen. Filmin her sahnesinde bu görülüyor bence. Oscar alır mı? Alır.
Gravity çok başarılı bir iş. Ben ilk izlediğimde yabancılaştım filme. İkincide çalıştı. Filmin çok güçlü yanları var, görüntü, senaryo bunlardan ikisi. Bir filmden oyunculuk çıkarılınca geriye ne kadar film kalıyor bilmiyorum. Burada amacım oyuncuları eleştirmek değil. Hepsi görevini fazlasıyla yapıyor. Oscar ödüllü oyuncuları ben kim oluyorum ki eleştireyim? Ama film bir film olarak bir çok yönden çalışmıyor hala benim için. Oscar alır mı? Alır.
Son olarak da The Wolf of Wall Street. Çok uzun. Martyye bu filmle ödül vermek en çok ona hakaret olur. Oscar alır mı? Alır. (Uzun bile yazdım)
Okuyucuya Not:
Bu Oscar yazısı ve bu yazıyı okuduğunuz sitenin yayın hayatına başlaması vesilesiyle iki satır görüş yazmak isterim ki bilin neye bulaştığınızı. Sinema, belki de bütün sanat dalları gibi, hatta bence hepsinden daha fazla sübjektif bir iştir. Herkesin güzel filmi kendine bir dünya sinema dünyası. Yazılarımdaki görüşler de doğal olarak benim sübjektif fikirlerim. Ve her şey olabilirler ama mutlak doğru değiller. Kendimden biliyorum, bir filmi beğenip beğenmemek filmin özellikleri kadar, o filmi ne zaman, nasıl bir ortamda, nasıl bir ruh haliyle izlediğinize bağlıdır. Ve bu his insana yapışır. Sonra elli kere de izleseniz fikriniz çok değişmez. Bu nedenle muhteşem işler izleyicisini bu hallerden bağımsız yakalayabilen, suratına durmadan tokat atabilen filmler olmuştur sinema tarihi boyunca. Yukarıda bu filmleri diğerlerinden ayırmaya çalıştım, bundan sonraki yazılarda da böyle yapacağım. Ama buna rağmen ruh halim çok Von Trier gelirse, ki gelecektir; keyfim habire Angelopoulos çekerse, ki çekecektir, affola!
Paralel Sinema - Efe MORAL
Her
Yönetmen: Spike Jonze
Senaryo: Spike Jonze
Görüntü Yönetmeni: Hoyte Van Hoytema
Yapım Tasarımı: K.K. Barrett
Her, en iyi film ve tasarım kategorilerinde tartışmasız adayım. Filmin en iyi film için aday gösterilmesi bence Akademi için sürpriz. Bu yıl aday gösterilen filmlerin ortak özelliklerini taşımıyor Her; özünde taşıdığı değerler insanlığın tümünü kendine karşı uyaran, varoluşunu sorgulayan bir film. Yakın gelecekte insanlığın reel iletişimden hemen hemen tamamen koparak sanal ilişkilerle daha mutlu olmasının, yani o kadar da uzak olmayan bir geleceğin eleştirisini getiriyor Spike Jonze. Bir taraftan da Her bize sağlam bir senaryonun nerelere kadar gidebileceğini gösteriyor. Jonze dengeyi o kadar güzel kurmuş ki, plot ilerlerken verilen duraklarda konunun derinine girebiliyor, anlatmak istediklerini özümseyebiliyorsunuz.
Ama yine de Herün güçlerinden en vurucusu Scarlett Johansson. Bir işletim sistemini oynadığı filmde sadece sesiyle hem hikayenin akışını hem felsefesini büyük bir başarıyla yansıtıyor Johansson. Akademinin bence bu yılki en büyük gafı ona en iyi kadın oyuncu adaylığı vermemesi. Verseydi ne mi olurdu? Benim oyum doğrudan ona giderdi.
Son olarak da tasarım. Filmin gerek görsel gerek mekan tasarımı yıllardır izlediğim en güzel iş. Bir dönemi, o dönemin unsurlarını çok iyi, çok şatafatlı, çok tıpkısının aynısı yansıtan tasarımlardan fenalık geldi bana artık. Sözüm tarihi filmlere değil elbette. Ama Chicagodan bu yana Photoshop mekanlardan Great Gatsby yapaylığından bıktım. K. K. Barrett sıfırdan, iddiasız, özgün, doğal bir çevre yaratmış Her için. İyi her görsel yönetmenin isteyeceği her unsuru bu doğal ortamda sunmuş. Filmi izlerken o kadar rahat adapte oluyorsunuz ki bu ortama, muhteşem detayları, sürprizleri kaçırma şansınız var. Her mutlaka izlenmesi gereken, hatta tekrar izlenmesi gereken bir iş.
Dallas Buyers Club
Yönetmen: Jean-Marc Vallée
Senaryo: Craig Borten, Melisa Wallack
Aslında televizyonda Shameless dizisini izlediğimden bu yana böyle bir film bekliyordum. Amerikanın kendi sosyal sisteminde önyargı haline getirilmiş sınıfları benim her zaman özel ilgi alanım oldu. Bunları önyargıları sinemasıyla sürekli ihraç etti A.B.D. Bu film ise bir dönüşüm hikayesi anlatıyor tam tersine. Ve bu anlatım çarpıcı bir sinema diliyle, üç boyutlu çok iyi oynanmış karakterlerle icra ediliyor. Ron (Matthew McConaughey) LGBT bireylere nefret duyan bir AIDS hastası. O kadar ki hastalığa yakalandığını öğrendiğinde ilk tepkisi ben gay değilim! Film onun yaşam mücadelesi ve değişimi üzerine kurulu. Yılın en başarılı öykülerinden.
Matthew McConaughey ve Jared Leto en iyi erkek ve en iyi yardımcı erkek oyuncu dallarında aday ve benim favorilerim. Özellikle Leto, karakter gereği neredeyse birkaç rol birden oynuyor. Tek kelimeyle göz kamaştırıcı. McConaughey ise bu role o kadar emek vermiş, o denli bütünleşmiş ki filmden sonra gerçekten hasta olduğu dedikoduları çıktı.
Jean-Marc Vallée yumuşak ama aktüel bir anlatım kullanmış Dallas Buyers Clubda. İzleyiciyi bir kez içine aldı mı bırakmıyor. Tarafsız bir noktadan kahramanların iletişimlerini, çevrelerini, devinimlerini, yakına fazla girmeden aktarıyor. Sihri de burada. Oyuncuların duygularını gözümüze sokmasını da engelliyor bu durum. Mutlaka izleyin, ve varsa aynen Ron gibi, kurtulun önyargılarınızdan.
Nebraska
Yönetmen: Alexander Payne
Senaryo: Bob Nelson
Paynein Nebraskası klasikleşecek bir siyah-beyaz şaheser. Aile ilişkileri, yakın çevreyle ilişkiler ve giderek hayatla, toplumla ilişkiler Paynein usta anlatımı ve Nelsonun başarılı metni ile genişleyen daireler halinde usta işi anlatılmış Nebraskada. Bruce Dern başta olmak üzere başroller filmin hakkını veriyor. Fakat yardımcı rollerde ben ciddi bir sorun yaşadım. Bunlardan birçoğu, Payne benim anlamadığım acayip bir yabancılaştırma etkisi planlamadıysa, ilkokul müsameresi düzeyinde konuşuyorlar rollerini. Eğer planladıysa da olmamış. Bunu söylemekle birlikte yönetmenlik açısından, stili ortaya koyma açısından yılın en iyi filmi Nebraska. Benim en iyi yönetmen ödülümü kolaylıkla aldı yukarıda bahsettiğim sorunlara karşın. Bu kararımda görüntü yönetmeni Phedon Papamichaelın da rolü büyük. Görsel bir şiir yaratmış zira.
American Hustle iyi bir dönem filmi. İyi bir kadro, sağlam bir senaryoyla güzel bir iş çıkarmış. Bütün bunları erkek izleyiciler Amy Adamsın göğüslerinden gözlerini alabildikleri zamanlarda izleyebiliyor. Birçok eleştirmen arkadaşım kostüm gibi dallarda bu filmin ciddi şansı olduğunu düşünüyor. Şansı olabilir, ben Akademi üyesi değilim, ama benim oyum bu filme gitmezdi. Sadece Jennifer Lawrence. O kadar zor ve farklı yüzleri olan bir rolü, o kadar ekonomik ve her şeyini koyarak oynuyor ki, sanırım Julia Robertsın inanılmaz Barbarasını geçip doğrudan heykelciğini almaya gelecek Oscar törenine.
Captain Phillipsi ilk izlediğimde, sonunda sağlam bir oyunculuk filmi, Tom Hanksi sadece oyuncu olduğu bir filmde izlemeyi ne kadar özlemişim diye düşündüm. Gerçek olaylar o kadar üç boyutlu bir senaryoya aktarılmış ki, bırakın Hanksi, daha önce hiç sinema deneyimi olmayan oyuncular bile parlıyor filmde. Barkhad Abdi yardımcı oyuncu adayı. Gerilimli, kıvrımsız, güzel film özleyenlere gönülden öneriyorum. Ses Oscarlarından birini alabilir. Ama o kadar.
Phillips ne kadar Tom Hanks show ise, Philomena o kadar Judi Dench, August: Osage County de o kadar Meryl Streep gösterisi. Philomena bence Oscar için ciddi şansı olan bir film ayrıca. Konu çok ilginç, yazar bu ilginçliğin büyüsüne kapılmamış, farklı boyutlara değinen, gerçekçi bir senaryo yazmış. Dame Judi bu kıvrımların hepsini ona yakışır bir performansla yansıtıyor izleyiciye. Yılın klasikleşecek filmlerinden Philomena. Osage Countyde, her zaman olduğu gibi Streep en iyi kadın oyuncu adayı. Benim adayım da o. Bir tiyatro filmi düşünün, bir avuç, her biri çok iyi aktörü toplamışlar Streepin önüne atmışlar. Parçala bunları demişler. Fakat bu keşmekeşten Streep oyunculuk klasıyla, Roberts kendisinden hiç alışık olmadığımız bir ekonomi zerafetiyle sıyrılıyor. Hele Julianne Nicholson ve Abigail Breslinden mutlaka söz etmek lazım. Her biri tek başına bir filmi taşıyacak kadronun arasında bu ikisi birer yıldız gibi parlıyor. Benim şahsi yardımcı oyuncu adaylıklarımda ikisinin de pırıl pırıl birer heykelciği var.
Yabancı dilde en iyi film kategorisi bu yıl kıran kırana geçecek gibi görünüyor. Göğüs farkıyla Jagten ve La Grande Bellezza önde. Akademi Ödüllerini bir kenara bırakın, Jagten konusu itibarıyla çok önemli bir film. İnsan cümleleri başarılı sinematografisini, güzel oyunculukları anlatmak için harcamak istemiyor. Taciz sorununa bakış açısı üzerine sosyolojik bir araştırma çünkü Jagten tek başına. Ödülü alırsa izlenirliği artar diye düşünerek oyumu ona veriyorum. Ama bu, La Grande Bellezzanın film kılığına girmiş bir şiir olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sorrentino bir başyapıt yaratmış. Bu filme ayrı bir yazı yazalım deyip benim kalbimi çalan filme geçelim: The Broken Circle Breakdown. Felix Van Groeningenin filmi, bir filmin harika olmak için aslında iyi bir sinemacıdan başka bir şeye ihtiyacı olmadığının kanıtı. Bütün bu film kalabalığı içinde tek bir filme zaman ayırabileceğinizi düşünüyorsanız, o bu film olsun. Pişman olmayacaksınız.
Bunlar benim Oscar filmlerim. Bir de Akademinin Oscar filmleri var. Golden Globes ve BAFTAdan öğrendiğimize göre Oscar ödülünü de 12 Years a Slave alacakmış. Kötü film mi? Hayır. Gerçekten iyi oyunculuklar var filmde. Ama sıradan olmamak için çok zorlamış Steve McQueen. Filmin her sahnesinde bu görülüyor bence. Oscar alır mı? Alır.
Gravity çok başarılı bir iş. Ben ilk izlediğimde yabancılaştım filme. İkincide çalıştı. Filmin çok güçlü yanları var, görüntü, senaryo bunlardan ikisi. Bir filmden oyunculuk çıkarılınca geriye ne kadar film kalıyor bilmiyorum. Burada amacım oyuncuları eleştirmek değil. Hepsi görevini fazlasıyla yapıyor. Oscar ödüllü oyuncuları ben kim oluyorum ki eleştireyim? Ama film bir film olarak bir çok yönden çalışmıyor hala benim için. Oscar alır mı? Alır.
Son olarak da The Wolf of Wall Street. Çok uzun. Martyye bu filmle ödül vermek en çok ona hakaret olur. Oscar alır mı? Alır. (Uzun bile yazdım)
Okuyucuya Not:
Bu Oscar yazısı ve bu yazıyı okuduğunuz sitenin yayın hayatına başlaması vesilesiyle iki satır görüş yazmak isterim ki bilin neye bulaştığınızı. Sinema, belki de bütün sanat dalları gibi, hatta bence hepsinden daha fazla sübjektif bir iştir. Herkesin güzel filmi kendine bir dünya sinema dünyası. Yazılarımdaki görüşler de doğal olarak benim sübjektif fikirlerim. Ve her şey olabilirler ama mutlak doğru değiller. Kendimden biliyorum, bir filmi beğenip beğenmemek filmin özellikleri kadar, o filmi ne zaman, nasıl bir ortamda, nasıl bir ruh haliyle izlediğinize bağlıdır. Ve bu his insana yapışır. Sonra elli kere de izleseniz fikriniz çok değişmez. Bu nedenle muhteşem işler izleyicisini bu hallerden bağımsız yakalayabilen, suratına durmadan tokat atabilen filmler olmuştur sinema tarihi boyunca. Yukarıda bu filmleri diğerlerinden ayırmaya çalıştım, bundan sonraki yazılarda da böyle yapacağım. Ama buna rağmen ruh halim çok Von Trier gelirse, ki gelecektir; keyfim habire Angelopoulos çekerse, ki çekecektir, affola!
Paralel Sinema - Efe MORAL