Silencio
Kayıtlı Üye
Biliyorum, belki onların ödülleri, sana ne diyeceksiniz fakat 6000i aşkın üyeden oluşan Akademinin dünya genelinde bu kadar prestijli olduğu kabul gören bir ödül sistemi için dünya sinemasını adeta görmezden geliyor oluşu insanın canını acıtıyor. Kendi yaptığımız filmlere en büyük onuru verelim, her ülkeden bir tane kabul etmemiz şartıyla (diğer ülkecikler de üzülmesin diye) başkasından arakladığımız bir dil dışında yapılmış filmleri de öylesine bir yarışa sokalım, sonra kazanan filmin ödülünü yönetmeni alsın fakat kurallarımız gereği kazananı yönetmen olarak değil de ülkenin kendisi olarak lanse edelim. Evet, Akademinin mantığı tam olarak bu şekilde işliyor. Sinemanın doğup en güzel örneklerini verdiği Avrupayı bile elinin tersiyle iterek (ortak yapımcıların bol bulunduğu İngilizler hariç tabii ki), en önemli sinema sektörünü kendileri olarak benimseyen bu topluluk nasıl oldu bilinmez ama geçtiğimiz sene Hanekenin Amour filmini en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi özgün senaryo, en iyi kadın oyuncu kategorilerinde de aday göstermişti. Artık Hollywoodun 2012 yılındaki kıtlığından mı, yoksa gerçekten Amourun kıymetli bir film olduğunu düşündüklerinden midir bilinmez; her şeyin ötesinde Akademinin bu hareketini bir göz boyama olarak görenler de var. (Küçük bir not: İngilizce dışında çekilen ve en iyi film ödülüne aday gösterilen hiçbir eser bu ödülü kucaklamış değil.)
Gelelim bu seneye. Toplamda 76 ülkenin adaylık yarışına girmesinin Oscar tarihinde bir rekoru müjdelediği yabancı dilde en iyi film kategorisinde aday statüsü kazanan filmlerden Jagten (The Hunt), esasen Akademinin katı kurallarına takılmasından ötürü bir sene gecikmeli olarak listede kendine yer buldu. Thomas Vinterbergin gerçekçiliği ile çarpan bu gerilim türü draması, haksız yere çocuk istismarı ile suçlanan bir öğretmenin verdiği mücadeleyi ustalıkla anlatıyor. İlk olarak 2012 senesinde Cannesda görücü karşısına çıkan ve başrol oyuncusu Mads Mikkelsene o yarışta en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandıran Jagtenin bu seneki Oscar yarışında zafere oynadığını tahmin ediyorduk ta ki İtalyanın medar-ı iftiharlarından Paolo Sorrentinonun La grande bellezza (Muhteşem Güzellik)i Avrupa Film Ödüllerini; ardından da Altın Küreyi ve BAFTAyı silip süpürene kadar. Yazdığı tek kitapla ünlenen fakat sonrasında bir türlü mesleğini devam ettiremeyen Jepin kendini ve geçmişini keşfetme yolculuğu, onların gerçekliğiyle yüzleşme denemeleri, çevresindekileri aydınlatma ve onlarla aralarında olan örtüleri kaldırması odaklarında ilerleyen Muhteşem Güzellikte Sorrentino, karakterinin hesaplaşmaları ve arayışlarında seyirci ile arasına mesafe koyarak işini yapmayı tercih ediyordu. Filmin altın heykelciği kucaklayacağına artık kesin gözüyle bakılıyor şayet öyle bir şey olursa Akademinin Fellini ve Rossellini gibi efsaneleri görmezden gelmenin günahını çıkarmaya çalışacağını düşünmek de yanlış olmaz. Hadi Rossellini neyse de Fellininin aday olup hiçbir zaman kazanamadığı tam on iki Oscar adaylığı olduğunu bilmek biraz üzücü. Elbette bu kadar paranoyak da olmamak lazım zira Muhteşem Güzellikin 2013ün en iyi filmlerinden biri olduğu su götürmez bir gerçek.
Diğer adaylara baktığımızda Belçikanın güçlü dramatik filmi Broken Circle Breakdown (Kırık Çember)in da ödüle yakın bir film olduğunu söylememiz gerekir(di) fakat Akademinin son yıllarda daha gerçekçi, daha özgün işler peşinde koştuğunu; karamsarlıktan olabildiğince uzaklaşmaya çalıştığını gözlemliyoruz. Örneğin bundan dört sene önce yarışın Beyaz Bant ve Yeraltı Peygamberi arasında geçtiğini düşünürken zarftan Gözlerindeki Sır çıktığında, ondan hemen önceki sene Japon filmi Son Veda gecenin en büyük sürprizini yapıp ödülü kucakladığında, Bir Ayrılıkın Karanlıkta Kalanları alt ettiğinde malum iddianın doğruluğuna ister istemez inanmıştık. Kırık Çember başlı başına yoğun, iç ısıtan ve muazzam bir yönetmenlik işine sahip bir eser olsa da Akademinin yeni oylama mantığıyla pek uyuştuğunu söylemek doğru olmaz. Dördüncü aday, Kamboçya menşeli Limage manquante (The Missing Picture)ın belgesel türünde olması muhtemelen filmin oy potansiyeline olumsuz yansıyacaktır fakat yeni bir 2008 şoku yaşamamızın da mümkün olduğunu belirtmek gerek. Belki de adaylar arasında en yüksek dozda sevinçle karşılanan Filistin yapımı Omar (Ömer) için de aynı şeyleri söyleyebiliriz fakat Hany Abu-Assadın filminin listedeki diğer güçlü aday adaylarını alt edip buralara kadar gelmiş olması bile kendisi için en büyük ödül olsa gerek.
Herkesin kafasını kurcalayan, bazılarının eninde sonunda öğrendiği bir meseleye değinerek bu kategoriyi değerlendirmeyi sonlandırayım. Altın Palmiyeyi kazandıktan sonra 2013ün en çok konuşulan filmi haline gelen La vie dAdele (Mavi En Sıcak Renktir), ABDde 30 Eylül tarihinden önce vizyona sokulmadığı için kurallar gereği bu sene aday gösterilmedi fakat Fransanın bu filmi gelecek yıl aday adayı olarak Akademiye sunma ihtimalinin hala var olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu durumun bir benzeri, yukarıda da kısaca bahsettiğim üzere, geçtiğimiz sene yerine bu sene aday gösterilen Jagten (The Hunt)ta yaşandı. 2015 için gelecek bir adaylık Kechichenin filmini ne yönde etkiler bilinmez lakin bu senenin hak edeni ve muhtemel kazananının La grande bellezza olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şayet kazanırsa İtalyanın Oscar heykelciği sayısı (özel ve onursal ödüllerle birlikte) on dördü bulacak ki bu da onları, en yakın rakipleri Fransaya karşı bir adım daha öne ilerleterek malum kategoride en çok Oscar kazanan ülke rekorlarını egale ettirecek.