Silencio
Kayıtlı Üye
86. Akademi Ödülleri Töreninin yaklaşmasıyla sinemaseverlerin sonucunu en çok merakla beklediği kategorilerden biri de En İyi Yönetmen ödülü. Perde arkasında filme katkıda bulunan yapımcıları bir kenara bırakırsak çoğu zaman filmlerin kendisiyle özdeşleştirdiğimiz yönetmenler, eserlerinin gözle görünür sahipleri olarak filmlerinin başarısıyla ve başarısızlığıyla doğrudan ilişkilendirilirler. Filmlerle olan bu bağlantıları ise çoğu zaman Akademinin stratejik kararlarının bahanesi haline gelir.
En iyi film ödülünü kazanan bir yapımın yönetmeninin ödüllendirilmemesi ya da tam dersi durumun yaşanması, çoğu zaman tartışmalara neden olur. Aynı şekilde Akademi, En iyi film ödülünü kazanan bir yapımı En iyi yönetmen ya da En iyi Senaryo/Uyarlama Senaryo/Kurgu dallarından biriyle daha ödüllendirerek aldığı kararın meşruiyetini sağlama yoluna gitmektedir. Bunun sonucunda en iyi yönetmen ödülü, önemli bir kategori olmasının yanında stratejik açıdan da önem arz eder. En iyi film ödülü kazanan 85 filmin 62si aynı zamanda yönetmen dalında da ödülü kucaklamıştır. Buna karşın bugüne kadar sadece dört film, yönetmeni aday gösterilmemesine karşın en iyi film seçilmiştir. (Son örnek geçtiğimiz yıl ödüle uzanan Argo filmi)
Bu yıl en iyi yönetmen dalında adaylık kazanan beş yönetmenin tamamı, aynı zamanda film dalında da yarışma içerisinde olacaklar. Adaylar arasında en çok şans tanınan ve bana göre ödülü en çok hak eden yönetmen adayı ise Alfonso Cuaron. Ananı da (Y Tu Mama Tambien) ve Son Umut (Children of Men) filmleriyle daha önce Uyarlama Senaryo ve Kurgu dallarında adaylık kazanan Cuaron, Yerçekimi (Gravity) ile ilk kez yönetmen dalında adaylık kazandı. Yerçekiminin teknik açıdan yarattığı heyecanı, James Cameronun Titanic ve Avatar ile yarattığı heyecana benzetiyorum. Şatafatlı bu iki örneğe karşın Cuaron, uzayı mekan olarak belirleyerek neredeyse hiçliğin içinde plan sekanslar ve birinci şahıs kamera kullanımı ile epik bir anlatım tutturmayı başarıyor. Bilimkurgu / fantezi filmlere mümkün olduğunca burun kıvırmaya çalışan Akademinin Cuaronu ödüllendirmesi aynı zamanda iyi iş çıkardın ama en iyi film ödülünü sana veremeyiz üzüntüsünü ve tesellisini yansıtacaktır. İlginç bir nokta da Cuaron kazandığı takdirde, en iyi yönetmen ödülünü alan dördüncü anglo-sakson ya da Amerikan vatandaşı olmayan sinemacı unvanını kazanacak. (Diğerleri Bernardo Bertolucci, Roman Polanski ve Michel Hazanavicius)
Cuarondan sonra en iddialı isim, ilk kez adaylık kazanan İngiliz yönetmen Steve McQueen. 12 Yıllık Esaret (12 Years A Slave)in, törenin en iddialı filmi olduğu düşünüldüğünde McQueenin şansını görmezden gelemeyiz. Yine de Açlık (Hunger) ve Utanç (Shame) filmlerini görmezden gelenin de Akademi olduğunu unutmayalım. McQueenin bu iki önemli filmi tek bir adaylık dahi kazanamadılar. 12 Yıllık Esaret ise şüphesiz ki bu iki filme göre daha az provokatif ve ana akıma uygun. Her ne kadar McQueen, kölelik sorununa ezilen kadar ezenin açısından bakmaya çalışmış ve rahatsız edici kadrajlar kullanmış olsa da ilk iki filminin aksine çok da üstün bir yönetmenlik performansı gördüğümü söyleyemem. Cuaronun şansı düşünüldüğünde 12 Yıllık Esaretin Film-Yönetmen kombosu yerine Film-Uyarlama Senaryo kombosu yapacağını düşünüyorum.
Filminin rüzgarını arkasına alan bir diğer yönetmen ise David O. Russell. Özellikle son üç yıldır törene ambargo koyan Russellın üçüncü adaylığında heykelciğe uzanmasının tek yolu, Düzenbaz (American Hustle)ın ödül gecesi büyük patlama yapması olacaktır. Russellın, 12 Yıllık Esaretin en büyük rakibi olan Düzenbazdaki performansı için McQueene benzer yorumlarda bulunmak mümkün. Scorsesenin Sıkı Dostlar (Goodfellas) filminin daha çerezlik bir versiyonu olarak gördüğüm Düzenbazda Russell, 70ler atmosferini yaratmada ve her zamanki gibi oyuncu yönetiminde ne kadar başarılı olsa da sırtını bunlara ve yapımcı desteğine dayayarak herhangi bir yenilik peşinde koşmuyor. Bu nedenle Russellın adaylığı, yönetmene doğru yolda olduğu mesajını vermekten öteye gitmiyor.
Gösterime geç girmesi nedeniyle Akademi Ödüllerinde kendisine yer bulsa da yeterince pişmediğini düşündüğüm Para Avcısı (The Wolf of Wall Street), usta yönetmen Scorsesenin son yıllardaki en iyi işi. Boardwalk Empireda birlikte çalıştığı Terrence Winterın senaryosunu üç saat boyunca oldukça dinamik bir biçimde işleyen Scorsese, kullandığı kadrajlar ve kurgu tercihleri ile 72 yaşında hala ufuk açmaya devam ediyor. Filmin en dikkat çekici özelliklerinden biri ise 80li yıllardan 90lara uzanan hikayesinde nostalji kavramına ya da abartılı set tasarımlarına yer vermemesi. Scorsesenin bu tercihi hikayeyi, göz boyamanın önüne taşıyor ki bunun oldukça riskli bir tercih olduğunu da söylemek lazım. Benim açımdan Cuarondan sonra bu ödülü en çok hak eden isim Scorsese olacaktır. Sekiz adaylığına karşın (William Wylerdan sonra en çok adaylık kazanan ikinci yönetmen) sadece bir kez ödüle layık görünen yönetmenin ise bu konuyu çok da düşündüğünü zannetmiyorum.
Beş aday arasında hiç şansı olmayan tek isim ise Alexander Payne gibi görünüyor. Sideways ve Senden Bana Kalan (The Descendants) ile iki kez uyarlama senaryo dalında ödülü kazanan Paynein, yönetmenlik dalındaki üçüncü adaylığı getiren Nebraska ile çok sevdiği yolculuk temasına döndüğü söylenebilir. İlk kez bir filminin senaryosuna katkıda bulunmayan Payne, siyah beyaz geniş ekran çektiği filmle unutulmaz kareler yakalıyor. Fakat Nebraska, Sidewaysin aksine senaryo dokunuşundan uzak bir film. Varoluşçu bir yapıya sahip olmaktan çok izleyicinin duygularına hitap ediyor ve başarılı oyunculuklarla öne çıkıyor. Kendini sürekli tekrar eden temalarla karşılaşırken açıkçası bir Alexander Payne filmi izlediğimi ancak müzik ve görüntü tercihleriyle anlayabildiğimi söylemeliyim.
Sonuç olarak yarışın Alfonso Cuaron ve Steve McQueen arasında geçeceğini düşünüyorum. Onlara en yakın aday ise Düzenbaz filminin ödül gecesindeki performansına göre David O. Russell olacaktır. Kendi adıma Cuaron ve Scorsesenin ödülü kazanması, genç sinemacılar için güzel bir örnek teşkil edecek.