duyguMuhtar
Bayan Üye
Tarihinde İngiliz, Hollandalı ve sonunda da Belçikalı olan Brugge esasında Ortaçağın yaşadığının göstergesidir.
Zamanda yolculuk etmeyi hayal etmeyen var mıdır? Ortaçağın büyüsünden etkilenmeyen
Farelerin cirit attığı, vebanın kol gezdiği Avrupa şehirlerinin ticaretle, sanatla uyanışını görememiş olsam da yüzyıllara meydan okuyup Ortaçağın dokusunu kaybetmeyen Bruggeu gezdim.
Gün ağarırken otelden çıktım. Gotik binalar şehrin kişiliğini belirtirken parke taşlı meydanlarda nal sesleri yankılanıyordu. Kanalları süsleyen eski köprülerden geçtim. Gün ışığıyla birlikte kuğular uyandı. Eski evlerin çay odası olarak kullanılan cumbalı odalarında ışıklar yandı. Çikolatanın çekici kokusu tüm sokakları sararken resim çekmeyi bırakıp kokunun peşinden gittim. Aklınıza gelecek hatta gelmeyecek her şekil çikolatalarla süslenmiş vitrinlerin yanından geçerken sadece bir tane tadacağıma söz versem de kahvem bittiğinde çikolata kutusunun dibinde tek bir tane, eşim için ayırdığım parça bana sinsice sırıtıyordu.
Dokuzuncu yüzyılda ismi paralara basılan şehir, iki yüzyıl sonra Avrupanın ticaret ve sanat merkezi olur. Coğrafi değişiklikler sonucu kanallar çamurla dolar ve şehrin denizle bağlantısı neredeyse kesilir. Hâlâ liman kenti olarak anılsa da Kuzey denizine kıyısı yoktur. Avrupanın kültür başkenti olmaya devam eden Brugge, Ortaçağda resmin geliştiği yerlerden biridir. Yüz yıllar geçmesine rağmen sınırları genişlemeyen şehrin, eski binaları korunduğundan ve yeni binalar da gotik tarzda yapıldığından bütün şehir büyülü bir zaman tüneline benzer. Tarihinde İngiliz, Hollandalı ve sonunda da Belçikalı olan Brugge esasında Ortaçağın yaşadığının göstergesidir.
Kuzeyin Venediği olarak anılan kentin ulaşımını sağlayan kanallar turistler için görsel bir şölen, aşıklar için ise unutulmaz romantik anlar sunar.
Yaz aylarında ve hafta sonları çok kalabalık olduğundan baharda gitmeyi tercih ettim. Sabahları yağan yağmur taneleri beni ıslatsa da meydandan kalkan sarı turist minibüsleriyle daha sonra yaya ve hatta cincer kiralayarak, en sonunda da kanaldan motorla gezdim şehri. Oysa nal sesleri yankılanırken faytonla dolaşmak yakışırdı bu şehre.
Dört dil konuşulan küçücük şehri gezmek çok kolay aslında. Belçikanın en meşhur saati Belfryin kırk yedi çanı çaldığında bir an Burg meydanında durmak, bin üç yüz yetmiş altı gotik pencerenin süslediği belediye binasına hayretle bakmak, Michelangelonun Madonnasını Ladys Churchde ziyaret etmek, çikolata müzesini gezerken bu büyüleyici tadın tarihini dinlemek, kutsal kan kilisesinde Hz.İsanın kan damlalarına bakmak (inanmadığım hâlde, bakmadım dememek için) ve son olarak da Bruggeun simgesi olan rahibe işi olarak da anılan beyaz incecik dantelleri satan dükkanları gezmek
Bruggeda yapılması gerekenler bu kadarla da bitmez. Tatmak isteyenler her sofrayı süsleyen midyeleri tadabilirler. Midyenin her türlüsü var bu ülkede ama özellikle haşlaması, oysa ben sadece çikolatanın büyüsüne kapıldım. Birkaç günlüğüne zamanda yolculuk yapmak isteyenlere tavsiyem: Çikolatanın kokusunu takip edin...
Zamanda yolculuk etmeyi hayal etmeyen var mıdır? Ortaçağın büyüsünden etkilenmeyen
Farelerin cirit attığı, vebanın kol gezdiği Avrupa şehirlerinin ticaretle, sanatla uyanışını görememiş olsam da yüzyıllara meydan okuyup Ortaçağın dokusunu kaybetmeyen Bruggeu gezdim.
Gün ağarırken otelden çıktım. Gotik binalar şehrin kişiliğini belirtirken parke taşlı meydanlarda nal sesleri yankılanıyordu. Kanalları süsleyen eski köprülerden geçtim. Gün ışığıyla birlikte kuğular uyandı. Eski evlerin çay odası olarak kullanılan cumbalı odalarında ışıklar yandı. Çikolatanın çekici kokusu tüm sokakları sararken resim çekmeyi bırakıp kokunun peşinden gittim. Aklınıza gelecek hatta gelmeyecek her şekil çikolatalarla süslenmiş vitrinlerin yanından geçerken sadece bir tane tadacağıma söz versem de kahvem bittiğinde çikolata kutusunun dibinde tek bir tane, eşim için ayırdığım parça bana sinsice sırıtıyordu.
Dokuzuncu yüzyılda ismi paralara basılan şehir, iki yüzyıl sonra Avrupanın ticaret ve sanat merkezi olur. Coğrafi değişiklikler sonucu kanallar çamurla dolar ve şehrin denizle bağlantısı neredeyse kesilir. Hâlâ liman kenti olarak anılsa da Kuzey denizine kıyısı yoktur. Avrupanın kültür başkenti olmaya devam eden Brugge, Ortaçağda resmin geliştiği yerlerden biridir. Yüz yıllar geçmesine rağmen sınırları genişlemeyen şehrin, eski binaları korunduğundan ve yeni binalar da gotik tarzda yapıldığından bütün şehir büyülü bir zaman tüneline benzer. Tarihinde İngiliz, Hollandalı ve sonunda da Belçikalı olan Brugge esasında Ortaçağın yaşadığının göstergesidir.
Kuzeyin Venediği olarak anılan kentin ulaşımını sağlayan kanallar turistler için görsel bir şölen, aşıklar için ise unutulmaz romantik anlar sunar.
Yaz aylarında ve hafta sonları çok kalabalık olduğundan baharda gitmeyi tercih ettim. Sabahları yağan yağmur taneleri beni ıslatsa da meydandan kalkan sarı turist minibüsleriyle daha sonra yaya ve hatta cincer kiralayarak, en sonunda da kanaldan motorla gezdim şehri. Oysa nal sesleri yankılanırken faytonla dolaşmak yakışırdı bu şehre.
Dört dil konuşulan küçücük şehri gezmek çok kolay aslında. Belçikanın en meşhur saati Belfryin kırk yedi çanı çaldığında bir an Burg meydanında durmak, bin üç yüz yetmiş altı gotik pencerenin süslediği belediye binasına hayretle bakmak, Michelangelonun Madonnasını Ladys Churchde ziyaret etmek, çikolata müzesini gezerken bu büyüleyici tadın tarihini dinlemek, kutsal kan kilisesinde Hz.İsanın kan damlalarına bakmak (inanmadığım hâlde, bakmadım dememek için) ve son olarak da Bruggeun simgesi olan rahibe işi olarak da anılan beyaz incecik dantelleri satan dükkanları gezmek
Bruggeda yapılması gerekenler bu kadarla da bitmez. Tatmak isteyenler her sofrayı süsleyen midyeleri tadabilirler. Midyenin her türlüsü var bu ülkede ama özellikle haşlaması, oysa ben sadece çikolatanın büyüsüne kapıldım. Birkaç günlüğüne zamanda yolculuk yapmak isteyenlere tavsiyem: Çikolatanın kokusunu takip edin...