Odun Yarıcı

ashli

Bayan Üye
...Odun Yarıcı...


Vaktin birinde bir odun yarıcı, bir de bunun karısı varmış. Bu odun yarıcı gündüzleri dağa gidip odun keser, akşam üzerleri de kestiği odunları götürüp satarmış. Eline geçen paralarla bakkaldan yiyecek bir şeyler alır evine getirir, karısı da bunları pişirir, yerler içerlermiş. Sonra da çalar oynar, şarkı söyler, neşe içinde vakitlerini geçirirlermiş.

Ertesi gün odun yarıcı yine dağa gidip odun keser, akşamüstü bunları sattıktan sonra eline geçen para ile evine yiyecek içecek alıp döner, her zamanki gibi yer, içer, çalar, oynar, gülermiş.

Onlar günlerini hep böyle geçire dursunlar, günlerden bir gün padişah geceleri mum yakılmasını yasak eder. Bu yasağa herkes uyar, hiç kimse geceleyin mum yakmaz. Ne var ki, bu odun yarıcı yine her zamanki gibi yiyip içmekten, çalıp oynamaktan geri kalmaz.

Bir gece padişah çıkıp mahalleleri, evleri dolaşmaya başlar. Geze geze bir de bu odun yarıcının evine gelip bakar ki, evin içersinde bir gürültü, bir patırdı, çalgı çağanak deme gitsin.

Padişah bir süre pencerenin aralığından onların bu hallerini seyreder, bundan pek hoşlanır, sonra da odun yarıcının evini unutmamak için evin kapısına bir nişan koyarak gider.

Ertesi gün adamlarına, odun yarıcının evine bir at ile bir kat urba götürmelerini, oduncuyu da alıp yanına getirmelerini söyler. Adamlar at ile urbayı alır, odun yarıcının evine gelirler, kapıyı çalıp oduncuyu sorarlar. Oduncunun karısı da kocasının evde olmadığını, odun kesmek için dağa gittiğini söyler bu adamlara. Onlar da gidip odun yarıcıyı dağda bulurlar, alır getirirler. Padişahın gönderdiği urbaları giydirip onu ata bindirir, doğru padişahın yanına götürürler.

Yolda giderlerken oduncuyu gören dilenciler ondan sadaka is terler. Odun yarıcı da atın üstünde, elini cebine sokar, bir de bakar ki, cebinde beş para yok. Dört bir yanını sarmış olan dilencilere, “Dönüşte, dönüşte,” diyerek yoluna devam eder.

Gide gide en sonunda padişahın yanına varır. Padişah ona ne işle uğraştığını sorar. Odun yarıcı da gündüzleri odun kestiğini, akşamleyin onları sattığını, eline geçen parayla da evine yem yemiş aldığını, karısıyla birlikte yiyip içip oynadıklarını söyler.

Padişah bu odun yarıcıya kapıcı başı ünvanı ile bir de güzel kılıç verir.

Odun yarıcı atına binip evine dönerken yolda dilenciler yine üşüşerek ondan para isterler. Odun yarıcı elini cebine sokar, bir de bakar ki, yine para yok. Sağını solunu sarmış olan dilencilere, “Sizde de yok, bende de yok, sizde de yok, bende de yok,” diye diye evine kadar gelir.

Kadın kapıyı açar, odun yarıcıyı içeri alır. Oturup konuşmaya başlarlar. Adam o gün başından geçenleri karısına bir bir anlatır.

Demeye kalmaz, akşam karanlığı basar, karınları acıkır.

Adam karısına, “Şimdi ne yapacağız?” der. “Sanki bu iyi mi oldu? Para yok, pul yok, ne yiyip ne içeceğiz?”

Kadın da, “Padişahın sana verdiği şu koca kılıcı bakkala götür de yerine yiyecek bir şeyler al bari,” diye adama akıl verir.

Adam kılıcı alıp doğru bakkala gider, biraz yem yemek alır, evine gelir. Karısıyla oturup bir güzel yer içerler, yine her zamanki gibi oynarlar, eğlenirler, hiçbir şey düşünmezler.

Bu odun yarıcıyı arkasından izlemiş olan padişahın adamlarından biri bunların yaptıklarını gider padişaha haber verir. Meğerse o zamanlar, padişah bir kimseye bahçıvanbaşı, kapıcıbaşı gibi yeni bir rütbe verince, bu kimseye mutlaka bir suçlunun başını kesme görevini de yüklerlermiş.

Padişah habercini n söylediklerini işitir işitmez hemen adamlarını bir meydana toplar, birini gönderip odun yarıcıyı da çağırtır.

Adam haberi alır almaz giyinir, atına biner, doğru sarayın yolunu tutar. Saraya varınca, oradaki meydanda birçok insanın toplanmış olduğunu görür. Padişah birini gönderip, bir suçluyu getirtir, oduncuya da, “Şu adamın başını kes bakalım!” diye emir verir. Odun yarıcı bakar ki, kılıcı tahta, nasıl etsin de bu işin içinden çıksın? Elini kılıcının kabzasına atıp, “Tanrım, şu adamın günahı yoksa, tuttuğum kılıç tahta olsun, eğer varsa başını bir vuruşta kessin,” diyerek kılıcını çeker. Orada toplanmış olanlar bir de bakarlar ki, kılıç kılıç değil de bir tahta parçası. Herkes şaşırır kalır. Padişah bu odun yarıcıya vermiş olduğu kılıcın nerede bulunduğunu, adamın bunu yiyecek almak için bakkala verdiğini bildiği halde, onun bu davranışından pek hoşlandığından hiç sesini çıkarmaz, bir şey bilmemezlikten gelir, ona bir konak bağışlar, bol bol para verir. Böylece, odun yarıcı ile karısı ömürlerini rahatlık içinde, güle oynaya geçirirler.
 
---> Odun Yarıcı

Odun Yarıcı

Bugün günlerden ne acaba? Dün ağustos ayına girdik.

Bugün ayın ikisi, hafta ortası falan olsa gerek. Her neyse, çarşamba veya perşembe ne fark eder?

Hava da çok sıcak. Boğucu bir sıcaklık var. Ter içinde kalmışım. Biraz daha gezeyim sonra dinlenirim.

Zaten vakit de öğleni geçeli bir saat oluyor. Bugün de iş çıkmayacak galiba. Üç dört gün önce yarım araba odun kesmiştim.

O zamandan bu yana boşa dolaşıyorum ya neyse.

Gezmeden, dolaşmadan da olmuyor ki. Kim bilecek benim evi de gelecek, “ Hasan Usta, gel bizim şu odunları kesiver “ diyecek.

Sonbahar geleydi işler açılırdı, ama oraya daha iki ay var. Tek tük yazdan odun alanlar olmasa bilmem ne olurdu?

Geçen yazın bu sokakta, galiba şu evin bahçesinde odun kesmiştim. İyi de para vermişlerdi. Bakalım belki yine odun aldılarsa çağırıverirler belki.

Sesleneyim biraz durup da: “ Haydi, odun yarıcı geldi, odun yarıcı…Haydi, odun yarıcı geldi, odun yarıcı…” Ses seda yok. İş çıkmayacak galiba. Boş ver. İçim de bayılmaya başladı. Acıkmışım.

Sabah evde içtiğim çorba hepsi o kadar. İlerde bir bakkal olmalıydı. Bir ekmek alıp, yarısını yiyip, yarısını torbaya koyup akşama saklamalı.

Oh be, dünya varmış. Neredeyse ekmeğin tümünü yiyiverecektim. Az kaldı ya pasta gibiymiş.

Üstüne çeşmeden kana kana bir de su içtim, kendime geldim azıcık. İyi ki bu çınarın dibine oturmuşum. Gölgelik, serin burası, püfür püfür esiyor.

Dinleneyim on beş yirmi dakika burada. Karşıdan gelen şu genci birisine benzeteceğim, ama kime?

Dur bakalım, yaklaşsın biraz. O’na benziyor ama O değil.

O olsaydı, durup şöyle bir bakar, mutlaka beni tanır, hiç çekinmez gelir yanıma oturur, hal hatır sorar konuşurdu. Bu kafasını kaldırıp bakmadı bile. Olsun canım, ben bu genci de pek sevdim. Beni iki üç ay öncesine döndürdü.

O’nu daha önceden de görmüşlüğüm vardı. Ben bu ihtiyar halimle, baltam omzumda, kesilecek odun ararken yollarda birkaç defa denk geldiydi. Yanımdan geçerken yavaşlar yüzüme bakardı.

Dikkat ederdim gözleri yaşarır gibi olurdu. Bir iki derken rast geldiği, acaba dedim beni dedesine falan mı benzetiyor da ondan ağlamaklı oluyor.

Sonra hiç unutmam tenha bir sokakta oturmuş öğle vakti ekmeğimi yiyordum. Yoldan geçerken gördü beni, yanıma geldi, oturdu.

Hal-hatır sordu. Oldukça mütevaziydi. Laf lafı açtı. Beni sordu: Yaşım 65 dedim.

Tek odalı bir evim var dedim. Gençliğimden beri hep oduncuyum dedim, anlattım durdum.

Kendisi hikayeler yazarmış. “ Senin için de bir hikaye yazacağım dede, dedi. Herkes seni bu hikaye ile tanısın, bilsin, yaşasın istiyorum “ dedi. Acaba yazdı mı ki?..

Serdar Yıldırım

alıntıdır
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst