sensiz olmaz
Kayıtlı Üye
Nüfus sayısı ile milli gelir arasındaki ilişkileri izah ederler. Sadece dini ve siyasi düşüncelerle nüfus artışının lüzumunu ileri süren görüşler varsa da bunları birer teori saymak güçtür.
Bu gibi görüşlere tarihte çok tesadüf edilmiştir. Mesela Martin Luther çoğalınız yolundaki ilahi emir uyarınca ve «Tanrı her kulunun rızkını verir» inanciyle halka genç yaşta evlenmeği ve çok çocuk sahibi olmayı telkin etmiş ve bu tez aşağı yukarı aynı esaslara dayanılarak diğer dinler tarafından savunulmuştur. Çeşitli yazarlar da, nüfus artışını, özellikle, uyruk sayısında devletlerin kudretini, prestijini ve dünyadaki mevkiini belirleyen en önemli etkeni gördükleri için istemişlerdir. Bu yazarlar arasında nüfus çoğalışında bazı tehlikeler de sezmiş olmasına rağmen Niccofo Marchiavelli'yi zikretmek gerekir. Merkantilistler yine aynı gruba katılabilir. Ancak bunlar büyük bir nüfusu, yalnız devletin siyasi ve askeri kudretini arttırdığı için değil aynı zamanda gelişmesine çok önem verdikleri sanayiin bol işçi bulabilmesi için de zorunlu görmüşlerdir.
Denilebilir ki asıl nüfus teorileri, nüfus artışının iktisadi etkilerinin ihtiyaç maddeleri üretimini de hesaba katarak araştırılmasıyla başlamıştır. Meseleyi bu faktörü göz önünde bulundurarak incelemeye çalışmış olan yazarlar ötedenberi vardı. Bunlara arazi büyüklüğünün konu bakımından önemini gözden kaçırmamış olan bazı eski çağ düşünürlerini aralarına katmadan- G. Botero. A. Giovenesi. G. Ortes, R. Cantillon, Benjamin Franklin. J. Nöser misal gösterilebilir. Ancak Ekonomi ilmi henüz oluşmamış, bazı iktisadi bağıntılar, özellikle gıda maddeleri-üretiminin seyrini etkileyen azalan verim kanunu layıkıyla belirmemiş olduğundan, bu araştırmalar derine gidememiş ve dikkati çekmemiştir. Bu hususta en önemli adım, nüfus sorununu o sıralarda vücud bulmuş olan Ekonomi ilminin bazı bulgularından faydalanarak tetkik etmiş olan Thomas Robert Malthus tarafından atılmıştır. Bu teoriye göre nüfus geometrik, azalan verim kanununa tabi olan gıda maddeleri üretimi ise aritmetik ilerleme artmak eğilimindedir. Bundan dolayı nüfus sayısı gıda maddeleri arzını aşabilir ve açlık ve sefalete yol açabilecek olan bir nüfus artışını önlemek için insanların ahlaki cebri nefis (moral restraint) yoluyla, yani cinsi ilişkilerde imsak göstererek doğumları sınırlandırmaları lazımdır.
Malthus Teorisi büyük yankılar yapmış, nüfus siyasetini etkilemekle beraber bugüne kadar devam eden münakaşalara konu teşkil etmiştir. Teorinin Jean Baptiste Say. John Stuart Mili gibi hararetli taraftarları çıkmışsa da onu kısmen veya bütünü ile reddedenler de bulunmuş ve aleyhdeki fikirler zamanla kuvvet kazanmıştır. Bunun sebebi, sanayi memleketlerinde On Dokuzuncu Yüzyılda vukubulan gelişmelerin Malthus'ün bazı iddialarını yalanlar nitelikte olmasıdır. Gerçekten nüfus hızla artmış, fakat adam başına milli gelir düşeceği yerde bilakis yükselmiştir. Ayrıca gelir artmaya devam ettiği halde 19. asrın ikinci yarısından itibaren doğurganlık azalmağa ve 20 inci asırda nüfus çoğalışı yavaşlamağa başlamıştır.
Teorinin aleyhinde olanlar üç grupta toplanabilir:
1- Sosyalistler sefaletin nüfus çokluğundan değil, işçinin hak ettiği ücreti almasını önleyen kapitalist rejimden doğduğunu ileri sürerek Malthus'a karşı çıkmışlardır. Karl Marx, bu fikri, doğum sayısıyle aile büyüklüğünün, ücret seviyesi ile ters orantılı olduğuna işarştle desteklemek istemiştir.
2- Başlıca temsilcisi Herbert Spencer olan bir ekol, tenkitlerin, biyolojinin bazı bulgularına dayandırmıştır. Bu bulgulara göre organizmanın kompleksliği, farklılığı ve hareketliliği arttıkça doğurganlık gerilemektedir. Dolayısıyla ferdin tekamülü (Spencer'in tabiriyle indiriduation vetiresinin ilerlemesi) ile üreme meylinin zayıflamasını beklemek lazımdır ve nüfusun geometrik bir dizi şeklinde artması bahis konusu değildir.
3- Malthus'a karşıt olan iktisatçılardan Friedrich List bir alanın kaldırabileceği nüfus sayısının toplumun hangi gelişme basamağında bulunduğuna bağlı olduğunu, avcılıktan hayvancılığa, hayvancılıktan tarıma, tarımdan sanayie geçilmesi ile bu sayının gittikçe arttığını ve yeni keşif ve ilerlemelerle daha da artacağını, böylece nüfus meselesinde üretim sistemi ile uygulanmakta olan teknolojiyi ve bunları geliştirme imkanlarını hesaba katmak gerektiğini belirtmiştir. Diğer iktisatçılar da nüfus çoğalışının çalışmayı kamçılamak, sosyal iş bölümünün arttırılmasını mümkün kılmak ve piyasayı genişletmek suretiyle bu gibi ilerlemelere saik olduğuna işaret etmişlerdir. 1920 yıllarında konu ile yakından ilgilenmiş olan Franz Oppenheimer denizlerden, nehir ve göllerden, çöl ve steplerden daha iyi faydalanmak suretiyle dünyanın 200 milyar kadar nüfus kaldırabileceğini tahmin etmiştir.
Bununla beraber Mafthus'ü tutanlar, bazı formüllerinin yanlış olduğunu kabulle beraber ana fikirlerinin doğru olduğunu ileri sürenler, 20 inci asırda da eksik olmamıştır. Keynes Birinci Dünya Harbi ardınca İngiltere'de baş gösteren işsizliği kısmen, doğum oranının 20-30 yıl evvelki yüksekliğine atfetmiş, nüfus artınca, çalışma hayatına katılacak munzam insanları geçindirecek işleri yaratmak üzere, Yatırım lara lüzum olduğunu ve bunlar için gerekli sermayelerin kolayca sağlanamayacağına işaret etmiştir. İsveçli iktisatçı Knut Wicksell bütün Avrupa memleketlerinde nüfusun optimal sayıyı aşmış bulunduğu ve adam başına geliri yükseltmek için azalması gerektiği tezini savunmuştur.
Bugün hakim olup optimum nüfus teorisi adı verilen görüş bu çeşitli fikirlerin sentezi ile meydana gelmiştir. Esası şöyle özetlenebilir:
Her nüfus artışı, adam başına milli gelirin düşmemesi için, Yatırım yapılmasını gerektirir. Munzam nüfusun istihdam edileceği işleri yaratmak kendi hesabına çalışacakları araçlar ve işletme sermayesi ile donatmak, ayrıca konutların sayısını arttırmak, eğitim, halk sağlığı, ulaştırma gibi hizmetleri genişletmek lazım gelir. Öte yandan her alanın, kolayca verimlendirilebilecek doğal servetlerinin büyüklüğüne, tarımsal üretimin azalan verim kanununun ne derece etkisi altına girmiş olduğuna, üretimin yapısına ve uygulanmakta olan teknolojiye göre belirlenen optimum bir nüfusu vardır. Bu nicelik, mesele iktisadi bakımdan incelendiğinde, mevcut tabii iktisadi ve teknolojik kadro içinde adam başına milli geliri maksimuma çıkaracak nüfus sayısı olarak tanımlanabilir. Bağlı bulunduğu faktörlerden çoğunun milli gelire katkısını ölçmeğe imkan olmadığından optimumu rakamla ifade etmek güçtür ve bu maksadla yapılmış oları bazı teşebbüslerin sonuçları kanaat verici olmamıştır. Esasen optimum nüfus sabit olmayıp üretimin yapısı ve teknoloji ile değişir. Mesela memleket sanayileşince ve tarımda daha yoğun usûllere geçilince yükselir.
Nüfus artışının Ekonomi k etkileri optimuma varılmadan evvel veya sonra vuku bulduğuna göre farkeder. İlk halde olay güçlük doğurmaz. Çünkü bu halde munzam nüfusa iş sağlamak için yapılacak Yatırım lar külfetli değildir.
Optimum aşıldıktan sonra nüfus çoğaldığı zaman durum değişiktir. Bu halde munzam nüfusa iş sağlayabilmek için, uygulanmakta olan üretim usûllerini ve teknolojiyi ıslah ederek optimumu yükseltmek lazımdır. Örneğin tarımda toprağı sulamak, gübre ve daha iyi tohumlar kullanmak suretiyle nadas usulünden münavebe usulüne geçilecek, sanayi ve hizmet sektörleri genişletilecektir. Emekten ziyade sermayeden tasarruf sağlayıcı usûllere başvurulsa bile bunlar ilk hale nazaran çok daha büyük Yatırım ları icab ettirir. Mesela imalat sanayinde munzam bir işçiye yer temini için gerekli Yatırım ın şubeye göre 5000-20000 dolar arasında oynadığı hesaplanmış ve bu miktar 1959-62 döneminde Türkiye'de özel sektörde 48000 lira, devlet sektöründe 134400 liraya varmıştır. Kaldı ki eğitim, konut, halk sağlığı, ulaştırma gibi alanlarda da Yatırım yapılacak ve munzam nüfusun bir kısmına bunlar iş sağlayacaktır. Bütün bu Yatırım lar için lüzumlu sermayelerin bulunması, hele adam başına milli gelirin düşük ve nüfus artışının hızlı olduğu memleketlerde, pekala mümkün olmayabilir. Esasen mesele yalnız bir sermaye meselesi değildir. Teknolojik İslahat ayrıca, dinamik bir zihniyet, çeşitli teknik ve iktisadi bilgilerin varlığı gibi diğer bir çok şarta da bağlıdır.
Nüfus artışında mevcut, ıslahata sebep olucu ve zemin hazırlayıcı kuvvetlerin bu engelleri daima yeneceğine hiç bir suretle güvenilemez. Sermayesizlik ve diğer şartların yokluğu dolayısıyle üretim usûlleri ve teknoloji yeteri kadar ıslah edilemediği takdirde de nüfus artışının adam başına geliri düşüreceği veya yükselmekten alıkoyacağı açıktır. Nitekim bugün nüfusları şiddetle çoğalan geri kalmış memleketlerin büyük bir kısmında, gelişme için kısmen dış kaynaklardan temin edilen önemli meblağlar harcanılmış olduğu halde adam başına milli gelirlerde sezilir bir artış olmamıştır. Bunun yıllık artış oranı 1950-1966 arasında Hindistan ve Indonesia'da, ortalama yüz 1 seviyesinde, Seylan'da, hatta bundanda aşağı bulunmuştur. Dolayısıyle bu memleketlerle gelişmiş ülkeler arasındaki,. hayat seviyesi farkı gittikçe büyümüştür.
Buna göre nüfus artışının etkileri hakkında genel bir hüküm verilemez. Bu etkilerin yapılabilecek Yatırım ların ve toplumdaki kültürel ve sosyal koşulların ışığı altında incelenmesi lazım gelir. Lafzı yerine ruhu göz önünde bulundurulduğu takdirde Malthus teorisi için de mutlak olarak sakattır denilemez. Gerçekten sanayi memleketlerinde 19 uncu asırda mevcut şartlar altında işlememiş olan bu teorinin bugün geri kalmış memleketlerde hükmünü gösterdiği söylenebilir.
Almancası : Bevölkerungstheorierı.
Fransızcası : thöories de la population.
İngilizcesi : population theories.
(Bk; Nüfus artışı, optimum nüfus).
Bu gibi görüşlere tarihte çok tesadüf edilmiştir. Mesela Martin Luther çoğalınız yolundaki ilahi emir uyarınca ve «Tanrı her kulunun rızkını verir» inanciyle halka genç yaşta evlenmeği ve çok çocuk sahibi olmayı telkin etmiş ve bu tez aşağı yukarı aynı esaslara dayanılarak diğer dinler tarafından savunulmuştur. Çeşitli yazarlar da, nüfus artışını, özellikle, uyruk sayısında devletlerin kudretini, prestijini ve dünyadaki mevkiini belirleyen en önemli etkeni gördükleri için istemişlerdir. Bu yazarlar arasında nüfus çoğalışında bazı tehlikeler de sezmiş olmasına rağmen Niccofo Marchiavelli'yi zikretmek gerekir. Merkantilistler yine aynı gruba katılabilir. Ancak bunlar büyük bir nüfusu, yalnız devletin siyasi ve askeri kudretini arttırdığı için değil aynı zamanda gelişmesine çok önem verdikleri sanayiin bol işçi bulabilmesi için de zorunlu görmüşlerdir.
Denilebilir ki asıl nüfus teorileri, nüfus artışının iktisadi etkilerinin ihtiyaç maddeleri üretimini de hesaba katarak araştırılmasıyla başlamıştır. Meseleyi bu faktörü göz önünde bulundurarak incelemeye çalışmış olan yazarlar ötedenberi vardı. Bunlara arazi büyüklüğünün konu bakımından önemini gözden kaçırmamış olan bazı eski çağ düşünürlerini aralarına katmadan- G. Botero. A. Giovenesi. G. Ortes, R. Cantillon, Benjamin Franklin. J. Nöser misal gösterilebilir. Ancak Ekonomi ilmi henüz oluşmamış, bazı iktisadi bağıntılar, özellikle gıda maddeleri-üretiminin seyrini etkileyen azalan verim kanunu layıkıyla belirmemiş olduğundan, bu araştırmalar derine gidememiş ve dikkati çekmemiştir. Bu hususta en önemli adım, nüfus sorununu o sıralarda vücud bulmuş olan Ekonomi ilminin bazı bulgularından faydalanarak tetkik etmiş olan Thomas Robert Malthus tarafından atılmıştır. Bu teoriye göre nüfus geometrik, azalan verim kanununa tabi olan gıda maddeleri üretimi ise aritmetik ilerleme artmak eğilimindedir. Bundan dolayı nüfus sayısı gıda maddeleri arzını aşabilir ve açlık ve sefalete yol açabilecek olan bir nüfus artışını önlemek için insanların ahlaki cebri nefis (moral restraint) yoluyla, yani cinsi ilişkilerde imsak göstererek doğumları sınırlandırmaları lazımdır.
Malthus Teorisi büyük yankılar yapmış, nüfus siyasetini etkilemekle beraber bugüne kadar devam eden münakaşalara konu teşkil etmiştir. Teorinin Jean Baptiste Say. John Stuart Mili gibi hararetli taraftarları çıkmışsa da onu kısmen veya bütünü ile reddedenler de bulunmuş ve aleyhdeki fikirler zamanla kuvvet kazanmıştır. Bunun sebebi, sanayi memleketlerinde On Dokuzuncu Yüzyılda vukubulan gelişmelerin Malthus'ün bazı iddialarını yalanlar nitelikte olmasıdır. Gerçekten nüfus hızla artmış, fakat adam başına milli gelir düşeceği yerde bilakis yükselmiştir. Ayrıca gelir artmaya devam ettiği halde 19. asrın ikinci yarısından itibaren doğurganlık azalmağa ve 20 inci asırda nüfus çoğalışı yavaşlamağa başlamıştır.
Teorinin aleyhinde olanlar üç grupta toplanabilir:
1- Sosyalistler sefaletin nüfus çokluğundan değil, işçinin hak ettiği ücreti almasını önleyen kapitalist rejimden doğduğunu ileri sürerek Malthus'a karşı çıkmışlardır. Karl Marx, bu fikri, doğum sayısıyle aile büyüklüğünün, ücret seviyesi ile ters orantılı olduğuna işarştle desteklemek istemiştir.
2- Başlıca temsilcisi Herbert Spencer olan bir ekol, tenkitlerin, biyolojinin bazı bulgularına dayandırmıştır. Bu bulgulara göre organizmanın kompleksliği, farklılığı ve hareketliliği arttıkça doğurganlık gerilemektedir. Dolayısıyla ferdin tekamülü (Spencer'in tabiriyle indiriduation vetiresinin ilerlemesi) ile üreme meylinin zayıflamasını beklemek lazımdır ve nüfusun geometrik bir dizi şeklinde artması bahis konusu değildir.
3- Malthus'a karşıt olan iktisatçılardan Friedrich List bir alanın kaldırabileceği nüfus sayısının toplumun hangi gelişme basamağında bulunduğuna bağlı olduğunu, avcılıktan hayvancılığa, hayvancılıktan tarıma, tarımdan sanayie geçilmesi ile bu sayının gittikçe arttığını ve yeni keşif ve ilerlemelerle daha da artacağını, böylece nüfus meselesinde üretim sistemi ile uygulanmakta olan teknolojiyi ve bunları geliştirme imkanlarını hesaba katmak gerektiğini belirtmiştir. Diğer iktisatçılar da nüfus çoğalışının çalışmayı kamçılamak, sosyal iş bölümünün arttırılmasını mümkün kılmak ve piyasayı genişletmek suretiyle bu gibi ilerlemelere saik olduğuna işaret etmişlerdir. 1920 yıllarında konu ile yakından ilgilenmiş olan Franz Oppenheimer denizlerden, nehir ve göllerden, çöl ve steplerden daha iyi faydalanmak suretiyle dünyanın 200 milyar kadar nüfus kaldırabileceğini tahmin etmiştir.
Bununla beraber Mafthus'ü tutanlar, bazı formüllerinin yanlış olduğunu kabulle beraber ana fikirlerinin doğru olduğunu ileri sürenler, 20 inci asırda da eksik olmamıştır. Keynes Birinci Dünya Harbi ardınca İngiltere'de baş gösteren işsizliği kısmen, doğum oranının 20-30 yıl evvelki yüksekliğine atfetmiş, nüfus artınca, çalışma hayatına katılacak munzam insanları geçindirecek işleri yaratmak üzere, Yatırım lara lüzum olduğunu ve bunlar için gerekli sermayelerin kolayca sağlanamayacağına işaret etmiştir. İsveçli iktisatçı Knut Wicksell bütün Avrupa memleketlerinde nüfusun optimal sayıyı aşmış bulunduğu ve adam başına geliri yükseltmek için azalması gerektiği tezini savunmuştur.
Bugün hakim olup optimum nüfus teorisi adı verilen görüş bu çeşitli fikirlerin sentezi ile meydana gelmiştir. Esası şöyle özetlenebilir:
Her nüfus artışı, adam başına milli gelirin düşmemesi için, Yatırım yapılmasını gerektirir. Munzam nüfusun istihdam edileceği işleri yaratmak kendi hesabına çalışacakları araçlar ve işletme sermayesi ile donatmak, ayrıca konutların sayısını arttırmak, eğitim, halk sağlığı, ulaştırma gibi hizmetleri genişletmek lazım gelir. Öte yandan her alanın, kolayca verimlendirilebilecek doğal servetlerinin büyüklüğüne, tarımsal üretimin azalan verim kanununun ne derece etkisi altına girmiş olduğuna, üretimin yapısına ve uygulanmakta olan teknolojiye göre belirlenen optimum bir nüfusu vardır. Bu nicelik, mesele iktisadi bakımdan incelendiğinde, mevcut tabii iktisadi ve teknolojik kadro içinde adam başına milli geliri maksimuma çıkaracak nüfus sayısı olarak tanımlanabilir. Bağlı bulunduğu faktörlerden çoğunun milli gelire katkısını ölçmeğe imkan olmadığından optimumu rakamla ifade etmek güçtür ve bu maksadla yapılmış oları bazı teşebbüslerin sonuçları kanaat verici olmamıştır. Esasen optimum nüfus sabit olmayıp üretimin yapısı ve teknoloji ile değişir. Mesela memleket sanayileşince ve tarımda daha yoğun usûllere geçilince yükselir.
Nüfus artışının Ekonomi k etkileri optimuma varılmadan evvel veya sonra vuku bulduğuna göre farkeder. İlk halde olay güçlük doğurmaz. Çünkü bu halde munzam nüfusa iş sağlamak için yapılacak Yatırım lar külfetli değildir.
Optimum aşıldıktan sonra nüfus çoğaldığı zaman durum değişiktir. Bu halde munzam nüfusa iş sağlayabilmek için, uygulanmakta olan üretim usûllerini ve teknolojiyi ıslah ederek optimumu yükseltmek lazımdır. Örneğin tarımda toprağı sulamak, gübre ve daha iyi tohumlar kullanmak suretiyle nadas usulünden münavebe usulüne geçilecek, sanayi ve hizmet sektörleri genişletilecektir. Emekten ziyade sermayeden tasarruf sağlayıcı usûllere başvurulsa bile bunlar ilk hale nazaran çok daha büyük Yatırım ları icab ettirir. Mesela imalat sanayinde munzam bir işçiye yer temini için gerekli Yatırım ın şubeye göre 5000-20000 dolar arasında oynadığı hesaplanmış ve bu miktar 1959-62 döneminde Türkiye'de özel sektörde 48000 lira, devlet sektöründe 134400 liraya varmıştır. Kaldı ki eğitim, konut, halk sağlığı, ulaştırma gibi alanlarda da Yatırım yapılacak ve munzam nüfusun bir kısmına bunlar iş sağlayacaktır. Bütün bu Yatırım lar için lüzumlu sermayelerin bulunması, hele adam başına milli gelirin düşük ve nüfus artışının hızlı olduğu memleketlerde, pekala mümkün olmayabilir. Esasen mesele yalnız bir sermaye meselesi değildir. Teknolojik İslahat ayrıca, dinamik bir zihniyet, çeşitli teknik ve iktisadi bilgilerin varlığı gibi diğer bir çok şarta da bağlıdır.
Nüfus artışında mevcut, ıslahata sebep olucu ve zemin hazırlayıcı kuvvetlerin bu engelleri daima yeneceğine hiç bir suretle güvenilemez. Sermayesizlik ve diğer şartların yokluğu dolayısıyle üretim usûlleri ve teknoloji yeteri kadar ıslah edilemediği takdirde de nüfus artışının adam başına geliri düşüreceği veya yükselmekten alıkoyacağı açıktır. Nitekim bugün nüfusları şiddetle çoğalan geri kalmış memleketlerin büyük bir kısmında, gelişme için kısmen dış kaynaklardan temin edilen önemli meblağlar harcanılmış olduğu halde adam başına milli gelirlerde sezilir bir artış olmamıştır. Bunun yıllık artış oranı 1950-1966 arasında Hindistan ve Indonesia'da, ortalama yüz 1 seviyesinde, Seylan'da, hatta bundanda aşağı bulunmuştur. Dolayısıyle bu memleketlerle gelişmiş ülkeler arasındaki,. hayat seviyesi farkı gittikçe büyümüştür.
Buna göre nüfus artışının etkileri hakkında genel bir hüküm verilemez. Bu etkilerin yapılabilecek Yatırım ların ve toplumdaki kültürel ve sosyal koşulların ışığı altında incelenmesi lazım gelir. Lafzı yerine ruhu göz önünde bulundurulduğu takdirde Malthus teorisi için de mutlak olarak sakattır denilemez. Gerçekten sanayi memleketlerinde 19 uncu asırda mevcut şartlar altında işlememiş olan bu teorinin bugün geri kalmış memleketlerde hükmünü gösterdiği söylenebilir.
Almancası : Bevölkerungstheorierı.
Fransızcası : thöories de la population.
İngilizcesi : population theories.
(Bk; Nüfus artışı, optimum nüfus).