Frank Rijkaard'ın hiç de alışık olmadığımız bir şekilde Ayhan Akman'a sarılışı, onu yanaklarından öpüşü aslında Galatasaray'ın özeti.
Frank Rijkaard'ın hiç de alışık olmadığımız bir şekilde Ayhan Akman'a sarılışı, onu yanaklarından öpüşü aslında Galatasaray'ın özeti, çaresizliğin, umut etmenin, sadece beklemenin, verilenle yetinmeye çalışmanın bir resmidir! Rijkaard'a Ayhan'a 'vur' diyor, 45 dakikada bir kaleye şut at! Bir teknik direktör, orta saha oyuncusundan kaleye şut atmasını istiyor hem de bunu minimize ederek... Düşünün artık! Xavi'nin Iniesta'nın ortalama her maç beş şut bıraktığı bir takımdan gelen Rijkaard söylüyor bunu...
Frank Rijkaard, nasıl ki yüzüne bakılmayan, kiralık gönderileceği takım için papatya falı açılan Aydın Yılmaz ve Serkan Kurtuluş'u oynatmaya mecbur bırakıldıysa Ayhan Akman'dan da şut atmasını istemeye mecbur bırakılmıştır. Güçlenmesi beklenen Galatasaray'ın bırakın 11'ini yedek kulübesi bile elden ayaktan düşürülmüştür.
Bir sezon önce üçüncü olmasına rağmen Keita, Nonda ve Kewell gibi isimleri yedek bırakma lüksüne sahip olan Rijkaard, artık kurtarıcı olarak Aydın Yılmaz'a sarılır hale gelmiştir. Galatasaray'ın içerisinde bulunduğu asıl sorun da budur aslında... 4-4-2, 4-2-3-1 ya da 4-3-2-1 değil... Rijkaard şu anda sessiz, yönetimi karşısına almamaya çalışıyor; ancak olası bir ayrılık Rijkaard'ın eteğindeki taşları en sert şekilde dökmesini sağlayacaktır.
BEKLER 'BEKLEMEZ'
Inter, Chelsea, Barcelona ya da İspanya Milli Takımı'nın elde ettiği başarıların derinliklerine reel anlamda baktığımız zaman, oyunu toplu halde oynadıklarını ve o meşhur bloglar arasındaki derinliklerin minimal seviyeye indirildiğini, hücum yapılarını sadece belirli figürler üzerinden değil de takım geneline yaydıklarını rahatlıkla görebiliyoruz.
Inter'de Maicon, Chelsea'de Ashley Cole, Barcelona'da Daniel Alves ya da İspanya Milli Takımı'nda Sergio Ramos standart birer bekler değil, aslında bu oyuncular bek de değil! Ya da 2000'li yıllardaki Galatasaray'ı getirin gözünüzün önüne... Capone vardı; adını sanını duymadığınız ve şu anda nerede olduğunu bilmediğiniz... Ya da Fatih Akyel, Hakan Ünsal, Ergün Penbe... Bir maçta yaptıkları bindirmeleri saymak için hesap makinesi lazımdı...
Beklerin oyun içerisinde aktif olmasının savunma göbeğindeki ya da orta alanın iç tarafındaki oyuncular ile entegre olması gerçeği tabii ki yadsınamaz ancak bu etkin sebepten önce oyuncuların inanmaları, kendilerine güvenmeleri ve hata yapmaktan korkmamaları gerekir. Serkan Kurtuluş ve Insua da olduğu gibi... Korkuyorlar, güvenmiyorlar kendilerine... Galatasaray taraftarının Sabri'yi araması da bu sebepten; Sabri'nin hata yapmaktan korkmamasından ileri geliyor.
TRİBÜNDEN, EKRANDAN UZAKLAŞIYORUZ...
Emekleme dönemini geçiren Frank Rijkaard'a tam da ısınma sürecinde alternatifi kısıltı bir kadro teslim edildi. Yedek kulübesi sancılı, Rijkaard'ın yapacağı hamleler bir döngü! Bunların hepsi altını çizdiğimiz, üzerinde sürekli durduğumuz temel faktörler... Ancak Galatasaray ne oynuyor ya da ne oynamaya çalışıyor, çözemiyorum. Bernd Schuster'in sistemi belli; risk alan, baskı kuran ve sürekli topa sahip olmak isteyen bir tarafta...
Aykut Kocaman'ın hırslı, ateşli, coşkulu ve mücadeleci oyun kurgusunu takıma oturtmaya çalıştığını da görüyoruz. Yapılan hamleler doğru ya da yanlış, başarılı ya da başarısız tartışılır. Ancak hem Schuster hem de Aykut Kocaman bir şeyler oturtmaya çalışıyor. Rijkaard hem Schuster hem de Kocaman'a göre süre olarak avantajlı olmasına rağmen henüz oyun şablonunu, istikrarını sağlayamadı. Ali Sami Yen'de farklı bir Galatasaray, deplasmanda Anadolu takımı hüviyetine bürünen bir Galatasaray...
Tatsız, tutsuz, zevk vermeyen, ekrandan, tribünden uzaklaştıran bir sarı-kırmızı... Rijkaard, eldeki tüm karamsar verilere rağmen sistemler üzerine yoğunlaşmaktan vazgeçip, en azından Florya'dan kovulan Michael Skibbe kadar bir futbol karakteri yaratmak zorundadır.
MISIMOVIC VE HAYALLER
Arda olmadığı zaman sıradan bir takım görüntüsü veren Galatasaray'da yeni transferler Misimovic, Pino ve Insua'nın belirli bir zamana ihtiyacı var. Transfer hava işi, iki asist yaparsınız, iki şut çıkarırsınız ya da çatala bir gol yollarsınız alır yükünüzü yürürsünüz.
Her transfer edilen oyuncu gibi Misimovic de belirli bir adaptasyon ve 'hava' sürecine gereksinim duyuyor. Galatasaray taraftarı öncelikle Misimovic'ten ne beklediğini doğru bir şekilde tespit edecek. Bosnalı'dan öyle Keita ya da Lincoln ayarında spektaküler hareketler beklemeyecek; futbolcusuna doğru davranmasını; hayal edilen ile gerçeğin farkını birbirinden ayırmasını bilecek.
Rijkaard da taraftar olacak! O da taraftar gibi Misimovic'i iyi tanıyacak; sırtındaki sorumlulukları ona göre belirleyecek. Kaleye uzak tutmayacak Buca maçındaki gibi Misimovic'i... Daha yakın oynatacak Baros ya da Kewell'a kadar bu üçlünün performansı da istenen seviyeye gelecek.
Insua ise Liverpool'da neden 'kalamadığını' Galatasaray'da anlatıyor aslında... Insua'nın yeteneklerini, potansiyeli tam anlamıyla yansıtması için 'bağımsız' futbol anlayışından vazgeçip oyun şablonu üzerindeki misyonunu biraz da risk alarak yerine getirmesi gerekiyor. Pino ise yetenekli, süratli ama ciddi bir güç problemi var. Tecrübe eksikliğinden dolayı enerjisini ekonomik olarak kullanmasını bilmiyor, çok şey yapmak isterken; hiçbir şey yapamıyor ve sonra Mustafa Sarp'tan ciddi bir küfür yemeye maruz kalıyor. Ah Mustafa ah!
KISA PASLAR...
- 2000'li yılların ilk bölümünde Paul Le Guen yönetiminde Fransa'da en sert şekilde esen Lyon, Claude Puel ile birlikte bu sezona son 10 yılın en kötü startını verdi. Kötü startta tabii ki birçok etken var ancak bana göre en önemlisi Lyon'un Lyon olmaktan uzaklaşması... Başkanlık sürecinde sürekli üreten Jean-Michel Aulas, artık üretileni almak ile yetiniyor ve bir nevi kendi yarattığı politikaya ihanet ediyor. Lisandro Lopez'den sonra Yoann Gourcuff ve Jimmy Briand gibi 40 milyon avro'luk transfer gideri bulunan oyuncular Aulas'ın baskı altında olduğunu gösteriyor. Lyon istifalara alışık değildir ama Puel, Bordeaux maçından sonra ilk sinyalleri verdi... Tetikteyiz...
- Kocaelispor ağırlığını taşıyamayan büyük bir kulüp! Türkiye'yi salladığı günlerde çocuk yaşlardaydık, İsmet Paşa'ya kaçardık Saffet'i Faruk'u Mirkovic'i Ergun Kula'yı izlemeye... Şampiyon olamadılar ancak Güvenç Kurtar ile yaptıkları hem Kurtar'ı hala bu piyasanın içerisinde tuttu hem de o dönemde oynayan futbolcuları kalın kalın kazıdı hafızalara... Kocaelispor şimdi düştü, yerlerde, yardım bekliyor, yönetilmek isteniyor. Sefa Sirmen'in Kocaeli'den uzaklaşmasından sonra 'sanayici' adı altında figürler Körfez'e demir attı... Kocaeli, takımına sahip çıkmadı sahip çıkmak istemedi. Fuat Donay adından biri çıktı, "Ben Kocaelispor'u satın almak istiyorum" dedi, başkan Muarrem Çelik'ten bildiğiniz tekme tokat dayak yedi; ağzı burnu kırıldı, beyaz gömleği kana bulundu. Neden? Çantadaki paralar sahteymiş... Film olur, altın portakalı da alır...
- Mesut Özil'in Real formasını giymesi gururumuzu okşuyor, mutlu ediyor bizi... Neden? Türk Milli Takımı'nı seçmese bile Türk olduğu için... Mesut'un Türk olması ile gururlanıyoruz. Çok yazıldı, çizildi Mesut'un Almanya hikayesi... Türkiye'de olsa ya da ay-yıldızlı formayı geçirse sırtına bugün Santiago Bernabeu tribünleri onu alkışlayabilecek pozisyona gelir miydi? Hepimiz ortak cevabı; kocaman bir hayır! Özil olayından sonra genç futbolculara verilen, verilmeyen önemden bahsettik sürekli. Yöneticiler dahil oldu olaya, teknik adamlar, spor adamları...
En son Hiddink konuştu bu konuda. Ne dedi Hiddink, "Genç futbolculara değer vermeliyiz, sürekli oynatmalıyız. Ama bunun için genç futbolcular öncelikle takımında oynamalı." Hiddink topu, teknik adamlara, kulüplere yolladı... Nuri Şahin'i unutarak, kulübünde forma giyemeyen 'yaşlı' oyuncuları hala takımına çağırarak kendi kendine savaş açtı. Mesut Özil'in nasıl Real Madrid'de oynadığını, değer kavramını ve Türk / yabancı ilişkisini Nuri Şahin gerçeğinden yola çıkarak yorumlamakta fayda var. Şuna eminim ki, Nuri Şahin Almanya'yı seçseydi, şu performansıyla Borussia Dortmund onu elinde tutmak için kulübün anahtarını teslim ederdi.
Frank Rijkaard'ın hiç de alışık olmadığımız bir şekilde Ayhan Akman'a sarılışı, onu yanaklarından öpüşü aslında Galatasaray'ın özeti, çaresizliğin, umut etmenin, sadece beklemenin, verilenle yetinmeye çalışmanın bir resmidir! Rijkaard'a Ayhan'a 'vur' diyor, 45 dakikada bir kaleye şut at! Bir teknik direktör, orta saha oyuncusundan kaleye şut atmasını istiyor hem de bunu minimize ederek... Düşünün artık! Xavi'nin Iniesta'nın ortalama her maç beş şut bıraktığı bir takımdan gelen Rijkaard söylüyor bunu...
Frank Rijkaard, nasıl ki yüzüne bakılmayan, kiralık gönderileceği takım için papatya falı açılan Aydın Yılmaz ve Serkan Kurtuluş'u oynatmaya mecbur bırakıldıysa Ayhan Akman'dan da şut atmasını istemeye mecbur bırakılmıştır. Güçlenmesi beklenen Galatasaray'ın bırakın 11'ini yedek kulübesi bile elden ayaktan düşürülmüştür.
Bir sezon önce üçüncü olmasına rağmen Keita, Nonda ve Kewell gibi isimleri yedek bırakma lüksüne sahip olan Rijkaard, artık kurtarıcı olarak Aydın Yılmaz'a sarılır hale gelmiştir. Galatasaray'ın içerisinde bulunduğu asıl sorun da budur aslında... 4-4-2, 4-2-3-1 ya da 4-3-2-1 değil... Rijkaard şu anda sessiz, yönetimi karşısına almamaya çalışıyor; ancak olası bir ayrılık Rijkaard'ın eteğindeki taşları en sert şekilde dökmesini sağlayacaktır.
BEKLER 'BEKLEMEZ'
Inter, Chelsea, Barcelona ya da İspanya Milli Takımı'nın elde ettiği başarıların derinliklerine reel anlamda baktığımız zaman, oyunu toplu halde oynadıklarını ve o meşhur bloglar arasındaki derinliklerin minimal seviyeye indirildiğini, hücum yapılarını sadece belirli figürler üzerinden değil de takım geneline yaydıklarını rahatlıkla görebiliyoruz.
Inter'de Maicon, Chelsea'de Ashley Cole, Barcelona'da Daniel Alves ya da İspanya Milli Takımı'nda Sergio Ramos standart birer bekler değil, aslında bu oyuncular bek de değil! Ya da 2000'li yıllardaki Galatasaray'ı getirin gözünüzün önüne... Capone vardı; adını sanını duymadığınız ve şu anda nerede olduğunu bilmediğiniz... Ya da Fatih Akyel, Hakan Ünsal, Ergün Penbe... Bir maçta yaptıkları bindirmeleri saymak için hesap makinesi lazımdı...
Beklerin oyun içerisinde aktif olmasının savunma göbeğindeki ya da orta alanın iç tarafındaki oyuncular ile entegre olması gerçeği tabii ki yadsınamaz ancak bu etkin sebepten önce oyuncuların inanmaları, kendilerine güvenmeleri ve hata yapmaktan korkmamaları gerekir. Serkan Kurtuluş ve Insua da olduğu gibi... Korkuyorlar, güvenmiyorlar kendilerine... Galatasaray taraftarının Sabri'yi araması da bu sebepten; Sabri'nin hata yapmaktan korkmamasından ileri geliyor.
TRİBÜNDEN, EKRANDAN UZAKLAŞIYORUZ...
Emekleme dönemini geçiren Frank Rijkaard'a tam da ısınma sürecinde alternatifi kısıltı bir kadro teslim edildi. Yedek kulübesi sancılı, Rijkaard'ın yapacağı hamleler bir döngü! Bunların hepsi altını çizdiğimiz, üzerinde sürekli durduğumuz temel faktörler... Ancak Galatasaray ne oynuyor ya da ne oynamaya çalışıyor, çözemiyorum. Bernd Schuster'in sistemi belli; risk alan, baskı kuran ve sürekli topa sahip olmak isteyen bir tarafta...
Aykut Kocaman'ın hırslı, ateşli, coşkulu ve mücadeleci oyun kurgusunu takıma oturtmaya çalıştığını da görüyoruz. Yapılan hamleler doğru ya da yanlış, başarılı ya da başarısız tartışılır. Ancak hem Schuster hem de Aykut Kocaman bir şeyler oturtmaya çalışıyor. Rijkaard hem Schuster hem de Kocaman'a göre süre olarak avantajlı olmasına rağmen henüz oyun şablonunu, istikrarını sağlayamadı. Ali Sami Yen'de farklı bir Galatasaray, deplasmanda Anadolu takımı hüviyetine bürünen bir Galatasaray...
Tatsız, tutsuz, zevk vermeyen, ekrandan, tribünden uzaklaştıran bir sarı-kırmızı... Rijkaard, eldeki tüm karamsar verilere rağmen sistemler üzerine yoğunlaşmaktan vazgeçip, en azından Florya'dan kovulan Michael Skibbe kadar bir futbol karakteri yaratmak zorundadır.
MISIMOVIC VE HAYALLER
Arda olmadığı zaman sıradan bir takım görüntüsü veren Galatasaray'da yeni transferler Misimovic, Pino ve Insua'nın belirli bir zamana ihtiyacı var. Transfer hava işi, iki asist yaparsınız, iki şut çıkarırsınız ya da çatala bir gol yollarsınız alır yükünüzü yürürsünüz.
Her transfer edilen oyuncu gibi Misimovic de belirli bir adaptasyon ve 'hava' sürecine gereksinim duyuyor. Galatasaray taraftarı öncelikle Misimovic'ten ne beklediğini doğru bir şekilde tespit edecek. Bosnalı'dan öyle Keita ya da Lincoln ayarında spektaküler hareketler beklemeyecek; futbolcusuna doğru davranmasını; hayal edilen ile gerçeğin farkını birbirinden ayırmasını bilecek.
Rijkaard da taraftar olacak! O da taraftar gibi Misimovic'i iyi tanıyacak; sırtındaki sorumlulukları ona göre belirleyecek. Kaleye uzak tutmayacak Buca maçındaki gibi Misimovic'i... Daha yakın oynatacak Baros ya da Kewell'a kadar bu üçlünün performansı da istenen seviyeye gelecek.
Insua ise Liverpool'da neden 'kalamadığını' Galatasaray'da anlatıyor aslında... Insua'nın yeteneklerini, potansiyeli tam anlamıyla yansıtması için 'bağımsız' futbol anlayışından vazgeçip oyun şablonu üzerindeki misyonunu biraz da risk alarak yerine getirmesi gerekiyor. Pino ise yetenekli, süratli ama ciddi bir güç problemi var. Tecrübe eksikliğinden dolayı enerjisini ekonomik olarak kullanmasını bilmiyor, çok şey yapmak isterken; hiçbir şey yapamıyor ve sonra Mustafa Sarp'tan ciddi bir küfür yemeye maruz kalıyor. Ah Mustafa ah!
KISA PASLAR...
- 2000'li yılların ilk bölümünde Paul Le Guen yönetiminde Fransa'da en sert şekilde esen Lyon, Claude Puel ile birlikte bu sezona son 10 yılın en kötü startını verdi. Kötü startta tabii ki birçok etken var ancak bana göre en önemlisi Lyon'un Lyon olmaktan uzaklaşması... Başkanlık sürecinde sürekli üreten Jean-Michel Aulas, artık üretileni almak ile yetiniyor ve bir nevi kendi yarattığı politikaya ihanet ediyor. Lisandro Lopez'den sonra Yoann Gourcuff ve Jimmy Briand gibi 40 milyon avro'luk transfer gideri bulunan oyuncular Aulas'ın baskı altında olduğunu gösteriyor. Lyon istifalara alışık değildir ama Puel, Bordeaux maçından sonra ilk sinyalleri verdi... Tetikteyiz...
- Kocaelispor ağırlığını taşıyamayan büyük bir kulüp! Türkiye'yi salladığı günlerde çocuk yaşlardaydık, İsmet Paşa'ya kaçardık Saffet'i Faruk'u Mirkovic'i Ergun Kula'yı izlemeye... Şampiyon olamadılar ancak Güvenç Kurtar ile yaptıkları hem Kurtar'ı hala bu piyasanın içerisinde tuttu hem de o dönemde oynayan futbolcuları kalın kalın kazıdı hafızalara... Kocaelispor şimdi düştü, yerlerde, yardım bekliyor, yönetilmek isteniyor. Sefa Sirmen'in Kocaeli'den uzaklaşmasından sonra 'sanayici' adı altında figürler Körfez'e demir attı... Kocaeli, takımına sahip çıkmadı sahip çıkmak istemedi. Fuat Donay adından biri çıktı, "Ben Kocaelispor'u satın almak istiyorum" dedi, başkan Muarrem Çelik'ten bildiğiniz tekme tokat dayak yedi; ağzı burnu kırıldı, beyaz gömleği kana bulundu. Neden? Çantadaki paralar sahteymiş... Film olur, altın portakalı da alır...
- Mesut Özil'in Real formasını giymesi gururumuzu okşuyor, mutlu ediyor bizi... Neden? Türk Milli Takımı'nı seçmese bile Türk olduğu için... Mesut'un Türk olması ile gururlanıyoruz. Çok yazıldı, çizildi Mesut'un Almanya hikayesi... Türkiye'de olsa ya da ay-yıldızlı formayı geçirse sırtına bugün Santiago Bernabeu tribünleri onu alkışlayabilecek pozisyona gelir miydi? Hepimiz ortak cevabı; kocaman bir hayır! Özil olayından sonra genç futbolculara verilen, verilmeyen önemden bahsettik sürekli. Yöneticiler dahil oldu olaya, teknik adamlar, spor adamları...
En son Hiddink konuştu bu konuda. Ne dedi Hiddink, "Genç futbolculara değer vermeliyiz, sürekli oynatmalıyız. Ama bunun için genç futbolcular öncelikle takımında oynamalı." Hiddink topu, teknik adamlara, kulüplere yolladı... Nuri Şahin'i unutarak, kulübünde forma giyemeyen 'yaşlı' oyuncuları hala takımına çağırarak kendi kendine savaş açtı. Mesut Özil'in nasıl Real Madrid'de oynadığını, değer kavramını ve Türk / yabancı ilişkisini Nuri Şahin gerçeğinden yola çıkarak yorumlamakta fayda var. Şuna eminim ki, Nuri Şahin Almanya'yı seçseydi, şu performansıyla Borussia Dortmund onu elinde tutmak için kulübün anahtarını teslim ederdi.